28 Temmuz 2018 Cumartesi

Malthus kapanı mı yoksa altın çağ mı?

Milliyet Gazetesi yazarı Servet Yıldırım'ın ekonomi literatüründe önemli bir yere sahip olan nüfus artışını temel sorun olarak gören Thomas Robert Malthus'u ele alan yazısı...
Thomas Robert Malthus ekonomi tarihinin üzerinde en çok konuşulan ve tartışılan kişilik-lerindendir. 1766’da doğmuş, 1834’te ise ölmüştür. Aslında matematikçidir. Felsefe eğitimi de almış. Hatta rahiplik bile yapmıştır. Ama biz onu daha çok “Nüfus hakkında bir deneme”siyle hatırlarız.

/* */
Malthus bu çalışmasında nüfusun geometrik bir hızla, yani katlanarak artarken dünyadaki gıda arzının ise aritmetik arttığını ve bunun açlığa, kıtlığa, kitlesel ölümlere yol açacağını öngörmüş.

Nüfus artışı...

Malthus’a göre, nüfus çığ gibi artıyor ama toprağın verimi belli bir düzeye kadar artırılabilir ancak ötesi yoktur. İktisattaki meşhur azalan verimler kanunudur bu. Teorinin gerisi ise çok acımasızdır. Yaklaşan felaketi önlemek için doğum oranlarını düşürmenin gerektiğini söyler, ücret artışına karşıdır, nüfus artış oranının bir şekilde yavaşlaması gerektiğine inanır. Yoksullara yük gözüyle bakar. Bu yaklaşımları nedeniyle hem dindarların hem de ateistlerin tepkisini çekti.

Sonuçta realite Malthus’u haksız çıkardı. 200 yıl önce bu görüşü ortaya attığında dünyanın nüfusu 1 milyar bile değildi. Oysa şimdi 7 milyar. Ama ne küresel açlık var, ne de kıtlık. Ortalama yaşam süresi iki katına yükseldi. Malthus’un öngöremediği, teknolojik sıçramanın tarıma, gıda arzına olan etkisiydi.

Teknoloji, gübre ve ilaçlar sayesinde verimlilik arttı, buzdolabı diye bir şey çıktı ve gıda depolanabilir hale geldi.

Malthus’u hatırlatan yapay zekâ ve robotlar konusundaki öngörüler oldu.

Tesla CEO’su Elon Musk ve Stephen Hawking gibi bazı bilim adamları yapay zekânın gelişimini insan ırkının sonunun gelmesine benzetmeye varacak yorumlar yaptılar. Robotları “terminatör”lere benzeten tahminleri bir yana koyarsak en basitinden yapay zekânın ve robotların gelişmesiyle insanların işsiz kalacağını öngörüyorlar. Malthus’un 200 yıl önceki “Aç kalıp, kırılacağız” kehanetinin biraz daha hafifi.

Yeni işler çıkacak

Ancak yapılan bazı çalışmalar öyle olmadığını gösteriyor. Denetim firması PwC’nin çalışmasına göre yapay zekâ ve ilişkili teknolojiler boşa çıkarttıklarından daha fazla iş yaratacaklar. Mesela İngiltere’de gelecek 20 yılda 7 milyon iş yok olacakmış ama 7.2 milyon yeni pozisyon yaratılacakmış. Yani 200.000 artıdayız.

Bazı sektörler istihdam kapasitesi açısından küçülürken, bazıları büyüyecekmiş. Örneğin imalat sanayiinde iş kayıpları olurken sağlıkta artacakmış. Ortaya bir felaket senaryosu değil refah tablosu çıkıyor. Verimlilik artacak, fiyatlar düşecek, insanların reel geliri yükselecek; daha çok harcayacaklar ve ekonomiler büyümeye devam edecek.

Bir tarafta Hawking ve Musk’ın ortaya koyduğu tehditkâr tablo, diğer yanda Amazon CEO’su Bezos gibilerinin gördüğü rönesans ya da altın çağın başlangıcı. Ben ikinciye inanmak istiyorum. Bu konuya ilgi duyanların okuyacağı güzel bir kitap var: “Daha Yeni Başlıyor”. Faruk Eczacıbaşı teknolojik gelişmelerin getirdiklerini ve götürdüklerini incelemiş, bizi nelerin beklediğini tartışmış. Okuma listenize alın derim.

Türkiye’nin pastadaki payı 1 milyar dolar

Dünyada spor turizmi hacminin 200 milyar dolara ulaştığını belirten Spor Turizm Birliği Başkanı Recep Şamil Yaşacan, “Türkiye’nin pastadaki payı sadece 1 milyar dolar” dedi
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de spor turizminin önemi her geçen gün artıyor. Futboldan golfe, basketboldan tenise kadar birçok spora olan ilgi ülkelerin potansiyeline göre değişirken, spor turizminin etkilediği sektörlerle de ülkelerin kasasına milyar dolarlar giriyor. Dünyada spor turizmi hacminin 200 milyar dolara ulaştığını belirten Spor Turizm Birliği Başkanı Recep Şamil Yaşacan, Türkiye'nin bu pastadan sadece 1 milyar dolarlık bir pay aldığını söyledi. Düşünülenin aksine futbolun spor turizminde ilk sırada olmadığını da ifade eden Yaşacan, spor turizminde futbolun golften sonra ikinci sırada yer aldığını da vurguladı.

DÖRT KATINI HARCIYORLAR
Spor turizmi için gelen turistlerin diğer turistlere oranla çok daha fazla harcama yaptığının altıAntalyan Yaşacan, "Tatil turisti ülkede bulunduğu sürede 500-600 dolar civarında harcama yaparken, spor turizmi turisti 2 bin dolar civarında para harcıyor" dedi. Yılda ortalama tüm spor turizmi kamplarının 16 bin civarında olduğunu belirten Yaşacan, "Turizmin sürdürülebilir olmasına en büyük ivmeyi kazandıran spor turizmidir" dedi ve şunları söyledi: "Kamp büyüklükleri 10-50 kişi arasında. Tatil turisti ortalama 6-7 gün konaklama yaparken, spor turizmi için gelen turist 10-14 gün arasında konaklama yapıyor. Tatil turisti yüksek sezon diye tanımladığımız haziran, temmuz, ağustos aylarında gelirken, spor turizmi turisti diğer dokuz aya da yayılıyor."

SPOR TURİZMİNE DEVLET DESTEĞİ ŞART
Yabancı spor takımlarının rotasında Türkiye'nin olup olmadığını sorduğumuz Yaşacan, "Elbette var. En çok da Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) olarak adlandırılan (Rusya, Beyaz Rusya, Ukrayna, Kazakistan, Ermenistan, Azerbaycan, Moldova, Özbekistan, Gürcistan, Türkmenistan, Kırgızistan Tacikistan) ülkelerinden talep geliyor. İkinci olarak Balkan Ülkeleri, üçüncü olarak ise Orta ve Kuzey Avrupa ülkelerinden talep geliyor" diye konuştu. Spor turizmi için devlet tarafından yapılan bir yatırımın olmadığını vurgulayan Yaşacan, devletten bu desteği almak için Spor Turizmi Birliği olarak devletle temas halinde olduklarını dile getirdi ve spor turizminin devlet teşviğine tabi olması için çalışmalarının devam ettiğini bildirdi.

YAZIN BOLU KIŞIN ANTALYA
Türkiye spor turizmi için de çok elverişli bir iklime ve konuma sahip. Bu çeşitlilikle birçok spor dalının çeşitli bölgelerde aynı anda ya da farklı dönemlerde yer bulması ülke ekonomisine katkı sağlıyor. Antalya'da golf turizminin etkili olduğunu ifaden eden Yaşacan, aynı zamanda kışları da futbol kampı turizminin yoğun olduğunu belirtti ve ekledi: "Yaz futbol turizmin de ise Bolu, Kızılcahamam, Erzurum, Afyon, Nevşehir gibi bölgelerimize yoğun talep gerçekleşiyor." 3. Turizm Şurası'nda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, spor turizmine destek sözü verdiğini belirten Yaşacan, özel sektörün haricinde büyük bir yatırımın henüz gerçekleşmediğini ve yine aynı toplantıda sekiz bakanın spor turizmine katkı sağlanacağını ifade etmelerinin spor turizmi yatırımcılarını umutlandırdığını söyledi.

KÜRESEL YATIRIM YAPILMALI
2018'de spor turizminde 2017'ye göre yüzde 30 artış beklendiğini kaydeden Yaşacan, "2017'de spor turizmi, 600 milyon dolar oldu. Bu yıl ise 1 milyar dolar civarında olması bekleniyor. En iyi verilerin alındığı 2015 yılına yaklaşılmasını ümit ediyoruz" diye konuştu. Spor turizmi olarak hangi alanlarda açığımız olduğunu sorduğumuzda ise Yaşacan, şunları söyledi: "Devlet desteği açısından büyük açığımız var. Yaz ve kış için kapalı spor salonları, spor turizmine yönelik spor tesisleri, yüzme havuzları, nehirdeniz- dağ bisikleti sporlarının spor turizmine açılması için fizibilite yapılıp teşvike tabi olması ve yatırımların yapılması gerekiyor. Devletin yapacağı yatırımları spor turizmine uygun planlayarak ve bölgesel değil küresel olarak kullanıma uygun yatırımlar yapılmalı." Türkiye'nin dünya kupası gibi bir organizasyonu kaldırabilecek altyapıya sahip olup olmadığını sorduğumuz Yaşacan, şöyle cevap verdi: "Herhangi bir spor karşılaşması için iklim, tesis, konaklama ve lojistik anlamındaki altyapı büyük çapta hazır. Sadece eksik olanlara küçük desteklerle tesislerin yapılması gerekir. Ancak bu tesisler yapılırken sonrasında hem bölge halkı hem de spor turizmine uygun olarak yapılmalı."

GÜVENİLİR İMAJ İÇİN SPOR TURİZMİ ŞART
Güvenilir ülke imajı vermemiz için spor turizmine ihtiyacımız olduğunu dile getiren Yaşacan, spor turizminin Türkiye'ye katkılarını şu şekilde anlattı: "Türkiye'nin Dünya'ya tanıtımı için spor turizminin tanıtım katkısı maddi katkısından çok daha yüksek. Erken rezervasyon döneminde gelen sporcuların, takımların sosyal medya paylaşımları tanıtıma çok büyük katkı sağlıyor. Kışın Antalya bölgesinde kapalı tesisler, spor kampları ile açık tutuluyor. Antalya'da yapılan turnuvalar dünya medyasında canlı yayımlanıyor. Yaz döneminde kayak yapılan dağlarımız, kış döneminde spor turizmi sebebiyle konaklama tesislerinin bir kısmının açılıp 12 ay açık kalmasını sağlıyor. Bu da 12 ay istihdam sağlıyor. Sonuç olarak spor turizmi ülkemizin marka değerini yükseltir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 3. Turizm Şurası'nda söylediği gibi spor turizmine kesinlikle destek verilmesi gerekiyor."

SPOR KAMPLARI BİZE KATKI SAĞLIYOR
Spor kampları için her kategoriden gelen takımların dostluk ve hazırlık maçlarını ülkedeki profesyonel ve amatör takımlarla yaptığını belirten Yaşacan, bu maçların Türk takımlarına, gelen yabancı takımların taktiklerini, stratejilerini analiz etmeleri, sporcularımızın kendi güçlerini görmeleri gibi katkılar sağladığını vurguladı. Yaşacan, Türkiye'de mevcut olan bu imkânlarla tüm spor dallarında küçük ve büyük çapta turnuvaların yapılmasının bu katkıları desteklediğinin altını çizdi

GOLF BİRİNCİ SIRADA
Golf, tenis, basketbol ve futbol dallarında birçok spor kulübünün hazırlık kampları ve turnuvaları için Türkiye tercih edilebiliyor. Toplam pastadan alınan payda golf birinci futbol ikinci sırada yer alırken diğer spor dallarına sadece yüzde 10 civarında bir pay kalıyor.

27 Temmuz 2018 Cuma

Türkiye BRICS ülkeleri arasına girecek mi?

Dünya ticaretinin yüzde 17'sine hakim olan BRICS ülkeleri arasına Türkiye'nin de katılması gündemde.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu bağlamda önemli görüşmelerde bulundu.

Milliyet yazarı Zeynep Aktaş konuyu köşesine taşıdı.

İşte o yazı:

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özel davetli olduğu BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) Zirvesi’nde Türkiye’nin bu ittifaka katılarak artık zirvenin isminin BRICS-T olarak değiştirilmesi yönünde beklentiler yüksek...


Küresel piyasalarda ticaret savaşları yaşanırken gelişmekte olan ülkelerden para çıkışı yaşanıyor. Sıcak para hareketlerine karşı kırılganlığı yüksek olan Türkiye, yeni para girişi için atağa geçti.

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak G-20 zirvesindeki girişimleri ve Türkiye’de gerçekleştirdiği görüşmelerin ardından şimdi de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile birlikte BRICS zirvesinde. Ekonomi yönetimi BRICS ülkelerinin sermayesinin yönünü Türkiye’ye çekmeye çalışıyor.

Küresel piyasalarda ticaret savaşları ve sermaye hareketleri etkisini hissettiriyor. Fed’in faiz artış süreci en fazla gelişmekte olan ülke piyasalarını etkiliyor.

100 kişilik ekip gitti

Gelişmekte olan ülkelerden yaşanan para çıkışının sürme ihtimali riskleri artırırken yeni ekonomi yönetimi de atakta. G-20 zirvesinde Güney Kore, Çin, Brezilya, Endonezya maliye bakanlarıyla görüşen Bakan Berat Albayrak, Türkiye’deki görüşmelerinin hemen ertesinde şimdi de Cumhurbaşkanı ile birlikte yaklaşık 100 kişilik ekiple birlikte BRICS zirvesi için Güney Afrika’nın Johannesburg şehrine gitti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da ülkenin önde gelen iş adamları ile bir araya gelecek. Peki, bu ziyaret ve girişimler sermayenin yönünü Türkiye’ye çevirmesine imkân verebilecek mi? Bu noktada zirveden çıkacak sonuçlar ve katılımcıların işbirlikleri önemli olacak.

Kaynak girişi olabilir

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “İslam İşbirliği Teşkilatı Zirve Dönem Başkanı” sıfatıyla özel davetli olduğu 10. BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) Zirvesi’nde Türkiye’nin bu ittifaka katılarak artık zirvenin isminin BRICS-T olarak değiştirilmesi yönündeki beklentiler yüksek.

BRICS ülkeleri, dünya nüfusunun yüzde 40’tan, küresel ekonominin ise yüzde 20’den fazlasını oluşturuyor. Dünya ticaretinde yüzde 17’lik paya sahip BRICS ülkeleri, dünyada sanayi ürünlerinin üçe birini, tarım ürünlerinin ise yarısını üretiyor.

Batının tek kutuplu dünya görüşüne karşı bir birliktelik olarak görülen BRICS yeni bir açılımın kaynağı olarak değerlendiriliyor.

BRICS ülkeleri arasında her ülkenin ihracatını kendi parası cinsinden yapması, böylece dolara olan bağımlılığın azaltılması hedefleniyor. Küresel ticaret savaşlarının gündemde olduğu bir ortamda BRICS-T Türkiye için bir açılım yaratabilir. Böyle bir işbirliğinden Türkiye’nin kazançları üzerinde durulurken Türkiye’ye yeni kaynak girişinin önü açılabileceğine vurgu yapılıyor. Gerçekleşen zirveden önemli ekonomik kararlar çıkması bekleniyor.

26 Temmuz 2018 Perşembe

JCR Başkanı Orhan Ökmen: Faiz artışı tahribatı artıracaktır

JCR Başkanı Orhan Ökmen, Merkez Bankası'nın faiz artırmamış olmasını değerlendirdi.

JCR Eurasia Rating Başkanı Orhan Ökmen, Merkez Bankası'nın bu kez faiz artırmamış olmasının, başlamış olan ekonomik durgunluğun farkındalığına katkı yaptığını söyledi.

Ökmen yaptığı yazılı açıklamada şunları söyledi:

"TL'nin değer kaybı yaşadığı mevcut bu döngüde, konjonktür farkı gözetilmeden, faiz oranlarını artırarak döviz fiyatlarına müdahele etme yolunun tercih edilmesi, ekonominin üretim kapasitesini
zayıflatacak, faktör işsizliğine neden olacaktır: Zira fiyatlar üzerinde kur geçişkenliğinden kaynaklanan maliyet sarmalından kurtulmak için bu aşamada faiz genel seviyesinin artırılması yoluna gidilmesi, Türkiye ekonomisinin mevcut döngüsel yapısı açısından artık yararsız ve gereksiz bir aksiyon haline gelmiştir.

Faiz aracını kullanamamasından kaynaklı olarak geçmişteki birikimli hatalarının baskısından kurtulmak ve kendi bağımsızlığını kanıtlamanın ön şartı haline gelmiş olan piyasa faiz artırım beklentilerine rağmen Merkez Bankası'nın bu kez faiz artırmamış olması, başlamış olan ekonomik durgunluğun farkındalığına katkı yapmıştır.

Isınmış olan Türkiye ekonomisinin yılın ikinci yarısından itibaren durgunluğa ve daralmaya doğru evrilmeye başladığı bu konjonktürde, olası faiz artırımları, ekonomik tahribatı hızlandırıp ekonomik çöküşü kalıcılaştıracaktır.

ABD doları faiz oranlarının artış eğiliminin zayıflayacağı bir konjonktürün tekrar başlamış olması, Türk Lirasındaki değer kaybını ve küresel fonlama maliyetlerini hafifletecektir: Küresel konjonktürde FED in faiz oranlarını artırıcı çabalarının ABD ekonomisinin rekabet gücünü kaybetmesine neden olduğu öngörüsüyle, FED'in faiz artırıcı politikalarına ara vereceğini ve böyle bir sürecin Türk Ekonomisi
başta olmak üzere gelişmekte olan ülkelere olumlu yansıyacağını, fon maliyetlerindeki yükseliş trendinin en azından fonksiyonel para birimi olan ABD doları bazında yavaşlayacağını beklemekteyiz.
Kur geçiskenliğinin yarartığı maliyet bazlı enflasyonun optimal seviyelere gerilemesi için orta ve uzun vadede Türkiye'nin kaybedilmiş olan döviz kazanma gücünü geri kazanması gerekir. Bu kapsamda orta ve uzun vadede ulusal tarım politikaları ve sanayileşme bazlı yapısal reformlarla döviz ihtiyacı azaltılmali, döviz kazanma gücü ise artırmalıdır. Kısa vadede ise yatırım ortamını bozmuş olan,
yatırımcıyı endişelendiren hukuk ve demokrasi zafiyetlerinin gerçek anlamda bir an evvel ortadan kaldırılması ve cari açığa neden olan yatırımlar ile rezerv tortusu pozitif olmayan yurtdışı
borçlanmalarından uzak durulması gerekir."

22 Temmuz 2018 Pazar

Ekonominin duayen ismi Mahfi Eğilmez Türkiye ekonomisini ele aldı

Eski Hazine Müsteşarı Mahfi Eğilmez, Türkiye ekonomisindeki ısınma tartışmalarını ele aldı. Eğilmez’in kişisel blogunda yayımladığı Türkiye Ekonomisi ve Aşırı Isınma başlıklı yazısı şöyle:

OTOMOBİL MOTORU NİÇİN ISINIR VE SONUCU NE OLUR?

Otomobil motorunun çalışırken ısınması normaldir. Bunun normal kabul edilebilmesi için otomobilin motor ısı göstergesinin, araçtan araca değişiklik gösterse de, genellikle 90 dereceyi geçmemesi gerekir. Eğer gösterge 90 dereceyi geçiyorsa o zaman motorun aşırı ısındığı anlaşılır. Aşırı ısınan motor, bozulabileceği gibi araca da zarar verebilir.

Normal olarak araçtaki soğutma sistemi motor ısındığında devreye girer ve ısıyı düşürür. Müşür denilen parça, arabanın motor ısısı belli bir dereceye ulaştığı zaman araba fanının çalışmasını ve motoru soğutmasını sağlar. Eğer müşür bozulmuşsa fan çalışmaz ve motoru soğutamaz. Isınmanın bir nedeni de kalorifer sisteminin düzgün çalışmaması olabilir. Soğutma sisteminde motor içinde dönen su, aracın kabinini ısıtmak için de kullanılır. Bu su, motor içerisinde devri daim yaparken kalorifer radyatöründen geçer ve kalorifer açıldığında arabanın içini ısıtır. Eğer kalorifer radyatörünün petekleri tıkalıysa burada bekleyen sıcak su çevresine fazla ısı yayarak motorun da ısınmasına yol açabilir. Aşırı ısınmanın bir başka nedeni elektrik sisteminden kaynaklanan bir arıza olabilir. İlk akla gelecek olanlar bunlar olmakla birlikte başka mekanik nedenler de olabilir. Öncelikle bu tür mekanik arızaların olup olmadığının gözden geçirilmesi ve bunlarda bir bozukluk varsa onların tamir edilmesi gerekir.

Bu mekanik arızaların dışında sürücünün otomobili kullanım biçiminden kaynaklanan ısınma da söz konusu olabilir. Aracı sürekli yüksek devirde kullanmak motorun aşırı ısınmasının nedeni olabilir. Aracı yüksek devirde kullanmak, sürtünmeye bağlı olarak arabada aşırı ısınmanın meydana gelmesine neden olur ve bu durum arabanın soğutma sistemini zorladığında arabada aşırı ısınma meydana gelir.

Görüldüğü üzere motorun ısınmasının nedenlerinden çoğu mekanik olsa da aralarında kullanım kaynaklı olan bir neden de vardır. Mekanik nedenler, aracın muayenesi, bakımı veya onarımı ile çözülebilir. Buna karşılık sürücüden kaynaklanan ısınmanın çözümü için sürücünün eğitilmesi gerekir.

Motorun aşırı ısınması sorunu çözülemezse motor yanabilir ya da otomobilde çok ciddi hasarlar çıkabilir.

EKONOMİNİN ISINMASI NE DEMEKTİR, SONUCU NE OLABİLİR?

İktisatçılar, ekonomide kullanılan birçok deyimi, kavramı başka yerlerden, psikolojiden, tıptan, bazen uygulamada yaşanan bir gelişmeden ve daha çok da fizikten ödünç alarak ekonomiye göre değiştirip yorumlamayı severler. Mesela denge, istikrar gibi kavramlar fizikten alınmıştır. Sert veya yumuşak iniş deyimleri uçağın yere inişinden hareketle devşirilmiştir. Sağlıklı – sağlıksız, teşhis – tedavi deyimleri tıptan benzetmeyle kullanılır olmuştur.

Ekonominin ısınması deyimi de otomobil motorunun ısınmasından hareketle ekonomiye aktarılmış bir deyimdir.

Ekonomide ısınma dendiği zaman genellikle ekonominin zorlama sonucu potansiyel büyüme oranının üzerinde büyümeye başlaması anlaşılır. Tıpkı zorlanma nedeniyle ısınmış otomobil motorunu daha da zorlayarak hızı artırmakta olduğu gibi.

Isınan bir ekonomide kısa dönemde toplam talep, ekonominin uzun dönemli toplam arz kapasitesini aşar. Ekonomide enflasyon, bütçe açığı, cari açık, faizler ve dolayısıyla risk algısı yüksekse firma sahipleri talepteki bu artışın geçici olduğunu düşünür ve yeni yatırıma girmez ve imkânları varsa kapasite artırımına giderler yoksa da bu talep artışını ithalat yoluyla karşılamaya giderler. O zaman cari açık biraz daha büyür. Bu, arada bir otomobili durdurup bozuk fan nedeniyle ısınan motorun üzerine su dökmek gibidir. Talep artışı bir yandan da enflasyonu yükseltir. O zaman da Merkez Bankası talep artışının yarattığı enflasyonu durdurabilmek için faiz artırımına gidebilir. Bu da otomobili durdurup baştan aşağıya yıkayarak motorun soğumasını sağlamaya benzer. Her iki durumda da sorun geçici olarak çözümlenmiş olur. Yola devam edildiğinde bir süre sonra yeniden ısınma sorunuyla karşılaşılması kaçınılmazdır.

TÜRKİYE EKONOMİSİ AŞIRI ISINMIŞ DURUMDA MI?

Geçtiğimiz günlerde IMF, Türkiye ekonomisinin aşırı ısınma sorunuyla karşı karşıya olduğunu ve o nedenle yakın gelecekte büyüme hızının düşeceğini açıkladı.

Eldeki verilere bakarak Türkiye ekonomisinin ısınıp ısınmadığını ortaya koymaya çalışalım.


Türkiye’nin potansiyel büyüme genellikle 1923’den bu yana yıllık büyüme oranlarının ortalaması alınarak yüzde 5 olarak hesaplanıyor. Bu oranın, yüksek bütçe açığı ve/veya cari açığa dayalı büyüme oranlarının ortalaması olduğu dikkate alınır ve buna göre düzeltme yapılırsa potansiyel büyüme oranının yüzde 4 dolayında bir yerde çıkması gerekir. Bu durumda 2017’de ve 2018’in ilk çeyreğinde yüzde 7,4 oranındaki büyüme oranları potansiyel büyümenin oldukça üzerindedir. Yani ekonomi ısınmış görünmektedir.

Bu dönemde enflasyon yükselmiş, USD/TL kuru, gösterge faiz, cari açık artmış, bütçe açığı bozulma yolunda ilerlemeye başlamış ve bütün bunların sonucu olarak da CDS primi yani ekonominin riskleri yükselmiş görünüyor. İktisatçının sorması gereken ilk soru daima “ne pahasına” sorusudur. Yani ekonomi yüzde 7,4 büyüdü dendiğinde iktisatçı eğer bilmiyorsa “ekonominin potansiyel büyüme oranı kaç” diye sorar. “Yüzde 5” yanıtını alırsa “bu kadar hızlı büyüme ne pahasına oldu?” diye sorar. Aslında “nelerden fedakârlık ettiniz” ya da “hangi göstergeleri bozdunuz” sorusunun kısa ifadesidir o.

Türkiye ekonomisi uzunca bir süredir ısınma sinyalleri veriyordu zaten. Bendeniz bunu IMF’den yaklaşık 4 ay kadar önce 18 Mart 2018 günü bu blogda yayınlanan “Türkiye Ekonomisi Isınıyor mu?” başlıklı yazımda dile getirmiş yine buradaki gibi göstergelerle ortaya koymuştum.

ÇÖZÜM NEDİR?

Çözümden önce ısınmanın nedeniyle ilgili teşhisi doğru koymamız gerekiyor. Burada yanıtlamamız gereken soru şudur: Ekonomideki ısınma, potansiyel büyüme oranının üzerinde bir büyümeyi zorlamaktan yani sürücü hatasından mı, yoksa sistemden kaynaklanan meselelerden mi doğmuş bulunuyor?

Bu sorunun yanıtı sürücü hatası ise otomobili kenara çekip motoru soğutup yola devam edebileceğiz demektir. Bir başka deyişle faiz artırımı yaparak idare edebiliriz. Daha önceki Faiz artırımları bize bu fırsatı vermiş görünse de dış piyasalardaki para ve yatırım iştahının bolluğu da çok yardımcı oldu. Bugün artık dış piyasalarda para ve yatırım iştahının azaldığı bir ortamdayız. Artık arabayı kenara çekip motorun soğumasını bekleyerek meseleyi geçiştirebilecek durumda değiliz. Bugün artık arabayı muayeneye sokmak ve gerekli bakım ve onarımı yaptırmak zorundayız. Artık yeni bir müşür taktırmak, radyatör peteklerini temizletmek veya radyatörü değiştirmek, elektrik donanımını yenilemek zorundayız.

Ki bunların ekonomiye tercümesi konuşmaktan usanmış olsak da gerçek anlamdaki yapısal reformlardır.

21 Temmuz 2018 Cumartesi

Ankara kalkınmaya öncelik veriyor

Altınbaş Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesinin yeni dönemdeki hedefleri ve çalışmalarının değerlendirildiği toplantıda bir konuşma yapan Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Emre Alkin, Dünya ekonomisinin bir süredir yüksek faiz ve yüksek enflasyon sürecine girdiğini anlattı. Prof. Dr. Alkin, Türkiye’nin kalkınmadan vazgeçmemesi gerektiğini belirterek, şirketlerin bilanço küçülterek yavaşlaması durumunda yüksek faiz, yüksek enflasyon, düşük büyüme sarmalına girileceği uyarısı yaptı.

Prof. Dr. Alkin, Türkiye’nin yeni dönemde izlenmesi gereken kalkınma odaklı stratejinin iki bileşenini şöyle açıkladı:

1 ) “Beşeri sermayenin kalitesini artırmadan fizik sermayeyi ne kadar artırırsanız artırın verim düşer. Beşeri sermayeyi geliştirmek için dijital altyapıdan eğitim müfredatına kadar birçok alanda değişiklikler ve yatırımlar yapılmalı.”

2) “Devlet, mal ve hizmet üreticisinin maliyetini düşürmek için yatırım yapmalıdır. Devletin düzenleyici otorite olarak rol oynaması, ferdin önüne geçmemesi şarttır. Atatürk’ün İzmir İktisat Kongresi’nde ifade ettiği ilke de budur.”
Ankara’nın kalkınmaya öncelik veren bir büyüme modeli üzerinde çalıştığını öğrendiğini ve bu gelişmeden heyecan duyduğunu belirten Alkin, “Modeli heyecanla bekliyorum” dedi.
Prof. Dr. Alkin, yeni sistemde kararların Cumhurbaşkanı ve kurullar tarafından alınacağı, Bakanların icraatı üstleneceğinin anlaşıldığını da belirterek, Kabine’nin acil eylem planı ve ekonomiyle ilgili kurulların netleşmesiyle birlikte piyasadaki dalgalanmanın azalacağı öngörüsünde bulundu.

“KRONİKLEŞMEDEN ÇÖZMEK GEREK”

Prof. Dr. Emre Alkin, Türkiye ekonomisinin önündeki ikinci en önemli riskin ise başta enflasyon olmak üzere mevcut göstergelere alışmak olduğunu belirtti. Prof. Dr. Alkin, “Bu davranış enflasyonun kronikleşmesine yol açar. Problemi kronikleşmeden çözmek gerekir” diye konuştu.

EKONOMİYE YÖN VERECEK TEMEL DİNAMİKLER

Türkiye’nin çalkantılı dönemleri geçmişte kolayca aştığını, yine aşacağını belirten Prof. Dr. Emre Alkin, bu tür dönemlerde ekonomiye yön veren temel dinamikleri şöyle özetledi:
- Öncelikle, Türk halkı önünde sonunda her duruma kendini adapte eder.
- Dolar cinsinden kayıplar bir süre sonra yüksek faizle telafi edilir.
- Hane halkı ve işletmeler arasındaki gelir - harcama ilişkisinde fiyatlar ve maliyetler bir süre sonra dengelenir.
- Döviz kurları 1.5-2 yıllık bir durağan seyre girdiği zaman tüketim tekrar coşmaya başlar.
- Otomobil satışları hızla toparlanır, gayrimenkulun toparlanması biraz daha vakit alır.

MEGA PROJELER ÇARPAN ETKİSİ YARATIYOR

Şu an konuşulan mega projelerin Türkiye ekonomisine bir süre daha ivme vermeye devam edeceğini tahmin ettiğini de belirten Prof. Dr. Emre Alkin, “Bu projelerin çarpan etkisi yarattığı bir gerçek. Ancak, kaynak tedariği konusunda mutlaka bazı girişimlerde bulunmak gerekiyor” diye konuştu.


Türkiye’de bankalara olan büyük borçların "büyük sermaye"ye ait

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Cemil Ertem, Türkiye’de bankalara olan büyük borçların "büyük sermaye"ye ait olduğunu belirtti
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Cemil Ertem, ekonomik gelişmelerle ilgili düşüncelerini Milliyet'teki köşesinde yazdı.

İşte Ertem'in o yazısı:

İşin ürkütücü yanı ise şuydu; gelişmekte olan ülkelerin ekonomi bürokrasisi de bu sığ ve yanlış görüşü temel kabul edip, nakit yönetimi, para politikası ve maliye politikası ayaklarında oldukça vahim sayılacak, sonuçları itibariyle bize çok pahalıya patlayacak hatalar yapıyordu.

Biz başından itibaren bu görüşün doğru olmadığını, 2008 krizinin gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının para politikası çerçevesiyle aşılamayacak kadar köklü ve sistemik olduğunu, dünyanın buradan ancak sistemin hiyerarşik işleyiş mekanizmalarının köklü değişimi ile çıkabileceğini söyledik.

Burada Türkiye'nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin, yapacağı en büyük hata, geçmişte olduğu gibi, gelişmiş ülkelerin onlara yukarıdan dediklerini yapmaya çalışması olacaktı. Nitekim, 2008 krizinden sonra, yerinde iktidar değişiklikleriyle hızla toparlanan bazı Latin Amerika ülkeleri, yeniden Amerikancı iktidarların eline düşünce kriz kapılarını çaldı. Arjantin'in düştüğü durum aynen budur. Brezilya da oraya doğru hızla gidiyor.

Şunu açıkça söylemek gerekiyor; Türkiye'de de "Duralım ve yeniden ortodoks kemer sıkma programlarına geri dönelim, para politikasında, dalgalı kur rejimi görüntüde kalsın, modelin aksine, kur hedeflemesini çok yüksek faizle yapalım, maliye politikasında mali kural benzeri çıpalar getirelim, yatırımları durduralım, büyümeyi gelişmiş ülkeler ortalamasına hızla çekelim, batan batar, kaynakları batamayacak kadar büyük olan tekelci sermayeye aktaralım" diyenler ekonomi bürokrasisinden, kaynakları bize aktarın diyen büyük sermaye çevrelerine kadar geniş bir yelpazeyi içeriyordu.

Türkiye, seçimden önceki süreçte bu yanlışa direnebildiği kadar direndi. Çok önemli adımlar da attık, çok önemli, reel alanları destekleyen, KOBİ'leri ayağa kaldıracak ihracat ve sanayi ağırlıklı reformları devreye soktuk. Burada da çok güçlü bir direnişle karşılaşıldığını söylemeliyim.

Şu 2008 yılı!

Ben bütün bu süreçte 2008 yılını çok hatırladım ve etrafımdakilere de hatırlattım.

O yıl biliyorsunuz Erdoğan, Türkiye'de IMF'li ekonomi tarihini bitirmişti.

O yıl, "IMF ile 20. Stand-By'ı yapalım ve IMF'den alınacak kredi ile de şu 'batamayacak kadar büyük sermayenin' kısa vadeli borçlarını kapatalım" diyenler bir yanda idi, Erdoğan bir yanda idi. Eğer Erdoğan o yanlış adımı atsa idi Türkiye'de hiçbir şey değişmezdi buna adım gibi eminim.

Ama tabii Cumhurbaşkanımız bunun için, bu tarihi anlarda on yılları belirleyecek kararları, Türkiye lehine, verebildiği için, hala Cumhurbaşkanımız ve şimdi Başkanımız.

Bugün Türkiye'de bankalara olan büyük borçların - yeniden yapılandırma taleplerinin büyük bölümü - bu büyük sermayenindir ve bunların da yurtdışındaki varlıkları bu borçların birkaç mislidir. Bu varlıklar sisteme girince banka sistemimiz daha da rahatlayacaktır. Aynı şekilde Türkiye'de, piyasa ekonomisinin garantisi olan KOBİ'ler cari açığı artırmak bir yana, net fazla veren bir ekonomik çevrimin merkezi konumundadır. Cari açık küçüklerin marifeti değildir. KOBİ'lerin ve hane halklarının, kısa vadeli açık pozisyon riski yoktur.

Şimdi yine gelişmekte olan ülkelere dönük bir "ralli" konuşuluyor. Hani ABD ve ardıllarında ücretler yükselmeye başlamıştı, işsizlik doğal işsizlik seviyelerine geliyordu; hani büyük fonlar hızla yükselen ABD on yıllıklarını takip edip, dolara ve ABD kağıtlarına dönecekti? Hani bütün gelişmekte olan ekonomilerden kalıcı çıkışlar başlayacaktı?

Bunları iddia edenler şu sıralar yalnızca gelişmekte olan ülke paralarına dönük günlük spekülasyonlardan ekmek yiyorlar. Bunun dışında inanın gelişmiş ülkelerin merkezlerinden yapılan bütün ihraç malları zarar yazıyor.

Trump, bunun için tepinip duruyor, İngiltere bunun için Brexit'i başlattı. Merkel, bunun için yeniden Türkiye'nin kapısını çalıyor. Ticaret savaşları, bunun için kaçınılmaz ama gelişmiş ülkelere son darbeyi vuracak bir çılgınlık olarak, tam şimdi, gündemde.

Peki biz ne yapacağız?

Tekrar söyleyelim: Rekabetçi, dışa tam açık, ihracata ve sanayiye dönük, insan odaklı bir ekonomiyi hedef olarak merkeze alacağız. Para ve maliye politikalarının uyumu en üst düzeyde olacak. Bu, bize daha güçlü ve bağımsız Merkez Bankası, daha güçlü-etkin düzenleyici kurumlar ve ekonomi yönetimini getirecek. Kapsayıcı, istihdam odaklı, teknoloji yoğun verimliliğe sahip bir büyümeyi öne çıkartacağız. Bu büyüme, enflasyon, cari açık gibi temel yapısal sorunlara, işsizlikle birlikte, cevap veren istikrarlı ve dengeli bir kalkınma yolu da olacak. 


Venezuela altın işlemlerini Türkiye'de yapacak

Venezula Merkez Bankası, altın rafine operasyonlarını İsviçre'den Türkiye'ye kaydırdı
Venezuela Madencilik Bakanı Victorn Cano, Venezuela Merkez Bankası'nın bir dizi uluslararası yaptırım sonrasında gönülsüz de olsa altın rafineri operasyonlarını İsviçre'den Türkiye'ye kaydırdığını bildirdi. Venezuela MB, ülkedeki küçük madenlerden altın alıyor ve uluslararası rezervlerinde kullanmak üzere bunları rafine ettiriyor. Cano yaptığı açıklamada, "Türkiye ile Venezuela Merkez Bankası arasında bir anlaşma yapıldı. Operasyonu müttefik ülkelere kaydırdık çünkü, altını İsviçre'ye gönderirsek ne olacağını hayal edebiliyoruz. Yaptırımlar nedeniyle altın orada kalmak zorunda" diye konuştu. Bakan Cano, bu altın rafine operasyonunda hangi Türk şirketlerninin ve nasıl yer aldıkları konusunda bilgi vermedi. Venezuela, bu yıl küçük madencilerden 9,1 ton altın aldı. Türkiye'de
rafine edilen altın daha sonra Venezuela'ya dönüyor ve Merkez Bankası'nın varlık portföyüne giriyor.

17 Temmuz 2018 Salı

Aile şirketleri neden daha uzun ömürlü oluyor?

‘Aile Şirketlerinde Vergiye Küresel Bakış’ araştırmasından çıkan rapora göre nesilden nesile devredilmesi planlanan aile şirketleri için vergi maliyetleri ülkeler bazında ciddi değişiklikler gösteriyor.

Dünya gazetesinin haberine göre, ‘Aile Şirketlerinde Vergiye Küresel Bakış’ araştırmasının sonuçlarını değerlendiren KPMG Türkiye Vergi Bölüm Başkanı Abdulkadir Kahraman, vergilendirmelerin ülkeler arasında farklılık gösterdiğini belirterek, “Bazı ülkeler aile şirketlerinin gelecek nesle devri sonrasında başarılı olup büyümesi için ciddi vergi indirimleri yapıyor. Bazı ülkeler ise aile şirketleri içindeki devri herhangi bir devir işlemiyle aynı sayıp vergilendirerek ciddi vergi maliyeti yaratıyor. Büyüyen aile şirketleri canlı bir ekonomiye katkıda bulunur. Nesiller arasında vergi bakımından etkin devirler, girişimci ailelelerin kar getiren alanlara yatırım yapması için kaynak sağlar. Böylece yeni iş alanları oluşur, nesiller arasında inovasyona imkan sunar” dedi.

Batıda uygulama nasıl?

Kahraman, dünyada aile şirketlerinin devrindeki vergi uygulamalarından örnekleri şöyle anlattı:

Batı ekonomileri, gelişmekte olan ülkelere kıyasla aile şirketi devir işlemlerinde intikal ve veraset yoluyla daha fazla vergi uygulama eğiliminde. Batı ekonomilerindeki en önemli vergi istisnaları vergilendirmeyi nispeten başa baş değerlere taşıyor. Ancak bu indirimler yalnızca aile şirketlerinin karşılanması güç koşulları sağlaması durumunda mümkün oluyor. Diğer bir deyişle indirimler sanki uygulanmamak için tasarlanmış.

Kanada, Venezuela, Japonya’da mevcut tüm vergi istisnalarının ardından dahi aile şirketlerinin vefat yoluyla devrinde en yüksek vergi oranları uygulanıyor. Bu yöntem, şirket sahibi sağken devretmeye teşvik olarak anlaşılsa da; aile şirketi sahibi sağken yapılan devirlerde de en yüksek vergi oranları yine Kanada, Venezuela ve Avustralya’da uygulanıyor. Çin, Yeni Zelanda, Nijerya’da devirlerde hiçbir özel vergi uygulanmıyor.

Aile şirketlerini etkileyecek dünyadaki 5 önemli gelişme -Muafiyet tutarı ABD'de 11 milyon doları aştı

ABD’deki son vergi reformları aile şirketi devri için uygulanan vergi indirimlerini önemli ölçüde iyileştirdi. İntikallerdeki muafiyet tutarı (ABD vatandaşları ve oturma izni olanlar için) 11 milyon doları aşarak, (2018 yılı için, enflasyon endeksli) şirket sahiplerine veraset veya intikal aracılığıyla daha fazla varlığın devrini vergisiz gerçekleştirme imkanı sunuyor. 31 Aralık 2017’den geçerli olan bu vergi avantajları 31 Aralık 2025’te sona erecek. Sonrasında bu uygulamanın devam edip etmeyeceği konusunda netlik yok.

İngiltere'de aile şirketleri Brexit'e hazırlanıyor

İngiltere ve Avrupa Birliği (AB) halen Brexit konusunda nasıl yol alınacağı üzerine çalışmalar yürütüyor ancak bu durumun İngiltere’deki aile şirketlerini nasıl etkileyeceği henüz bilinmiyor. En büyük etkinin, AB vatandaşlarını önemli pozisyonlarda görevlendiren ve AB ile ticaret yapan aile şirketlerinin yaşaması bekleniyor.

Hükümetler kayıt dışı ekonomiye odaklandı

Birçok ülkede, kayıt dışı ekonomi oldukça yaygın ve aile şirketleri dahil birçok şirket, resmi iş yapılarının dışında faaliyet gösteriyor. Kayıt dışı ekonominin büyüklüğü mali baskı yaratarak, çoğunlukla işlemleri tamamen kayıt altında olan işletmelerin daha büyük bir vergi yükü üstlenmesine yol açıyor. Kayıt dışı işletmeler için, yasal muhasebe kayıtlarının, banka hesaplarının ve temsil/yönetimin bulunmaması karlılığı ve büyüme olanaklarını olumsuz yönde etkileyebilir.

Uzun ömür, devir planlarını sekteye uğratıyor

Artan yaşam süresi, şirket devir planlarını sekteye uğratma potansiyeli taşıyor. Zira şirket sahipleri, artık ileri yaşlara kadar iş hayatında kalıyor. Gelecek nesil için yönetime geçme süresi uzadıkça, kariyer beklentileri ve sektörde kalma isteği değişebilir. Gelecek neslin bağlılığının korunması için anlamlı pozisyonlar oluşturulması gerekiyor.

Y kuşağı geleceğin iş seçeneklerini değiştiriyor

Y kuşağı, aile şirketlerinin devrine ilişkin görünümü değiştiriyor. Y kuşağı önceki nesillere kıyasla daha global düşünme eğiliminde. Y kuşağının değerleri daha fazla sosyal farkındalık taşıyor ve hedefleri de daha hümanist. Her nesil değişikliğinde olduğu gibi, Y kuşağının aile şirketinde geleneksel bir rol kabul etmek yerine daha farklı fikirlere sahip olması beklenebilir. Aile şirketlerini sosyal sorumluluk sahibi bir tutumla geliştirmek isteyebilirler.

15 Temmuz 2018 Pazar

ABD, ZTE ambargosunu kaldırdı

Çin’in dev elektronik üreticisi ZTE’nin ABD hükumeti ile arasındaki çatışma, ZTE’nin iflas ihtimalini ortaya çıkarmıştı.

Ticaret savaşları

Trump’ın baskısıyla, ZTE ürünlerinin ABD’ye girmesinin engellenmesi kararı ZTE için iflasın başlangıcı anlamına gelmişti. Ancak ZTE’nin itirazları ses bulmuş gibi görünüyor.

ABD Ticaret Bakanlığı, ZTE’ye dair ambargoyu kaldırdığını açıkladı. Ancak bu karar durup dururken gelmedi. ZTE, ABD’nin istediği 400 milyon dolarlık peşinatı ve 1 milyar dolarlık cezayı yatırarak ürünleri üzerindeki ambargoyu kaldırdı.

ABD önümüzdeki 10 yıl boyunca ZTE’nin faaliyetlerini izleyecek ve ABD tüketicilerini mağdur etmeyen, sağlıklı bir faaliyet yürüttüğünden emin olduğunda ambargo tehdidini tamamen ortadan kaldıracak.


13 Temmuz 2018 Cuma

Şirketler neden sürekli zarar eder?

Şirketler kişilerin ve diğer işletmelerin bir sözleşme ile bir araya gelerek ortak faaliyette bulunma işlemidir. Şirketlerde bir ya da daha fazla kişi mal ve hizmet üretmek, onu satmak ve ondan kazanç sağlamak amacıyla bir araya gelir. İşletmelerin amacı kâr elde etmek ve varlıklarını sürekli kılmaktadır. Hiçbir şirket zarar etmek amacı ile kurulmaz ve hareket etmez. Şirketler her zaman kâr etmeyebilirler, dönem dönem zarar da edebilirler. Bu zararlarını birçok kaynakla finanse ederek ayakta kalabilirler. Ancak bir gerçek var ki, hiçbir şirket sürekli zarar ederek yaşamına devam edemez.

KÂR NASIL OLUŞUR?

Şirketler mal ve hizmet üretir. Üretilen veya alınan mal ve hizmetin bir maliyeti vardır. Mal ve hizmetin satış fiyatı ile üretim veya alım maliyeti arasındaki farka satış kârı denir. Şirketlerin satış gelirlerinden maliyetler düşüldükten sonra brüt esas faaliyet karına ulaşılır. Esas faaliyet karından faaliyet giderleri düşüldükten sonra (pazarlama, genel gider gibi faaliyet giderleri)  net esas faaliyet kârı veya zararı ortaya çıkar. İşletmelerin net esas faaliyetlerinden kâr elde edememeleri uzun vadede ciddi problemlerle karşı karşıya kalmalarına neden olur.

İŞLETMELER NEDEN KÂR ETMEZ?

Şirketler neden kâr etmez veya zarar eder? Bu sorusunun birden fazla yanıtı bulunuyor. Kâr veya zararı doğuran nedenlerin bazıları işletme dışındaki dinamiklerden, bir kısmı da işletme yönetiminden kaynaklanır. İşletme yönetiminden kaynaklanan en önemli sebepler temelde şunlardır:

- Harcama kontrolü sağlayamama: Maliyetlerini verimli gerçekleştiremeyen, satış gelirine göre giderlerini ayarlayamayan işletmelerin zarar etmesi mutlaktır.

- Mal veya hizmet fiyatını gerçekçi belirleyememe:  Yanlış fiyat politikası zarar edilmesine neden olur.

- Kötü yönetim: Uzmanlık ve deneyimin olmadığı bir alandaki şirket yönetimi zarara götürebilir.

- Verimsiz finans ve mali yönetim: Satmak kadar satıştan sağlanan gelirin ve diğer finans kaynaklarının çok verimli yönetilmesi gerekir. Bu verimli kullanılamazsa zarara neden olabilir.

- Bütçe ve nakit akış disiplini sağlayamama: Şirketler orta ve uzun vadeli programlar yapıp bunların nakit akışını sağlayamazsa zarara uğrayabilirler.

- Öz kaynaktan fazla kredi kullanma: Şirketler kredilerin faiz maliyetinin üstünde kar oranı ile çalışamazlarsa zarar ederler.

- Alacakları tahsil edememe: Şirketler alacaklarını tahsil edemezse sıkıntıya girer, zarar görürler.

SÜREKLİ ZARAR EDENLER

Sürekli zarar eden işletmelere dışarıdan ne kadar kaynak aktarılırsa aktarılsın yeterli olmaz. Zarar süreklilik gösteriyorsa bunun sonu yoktur. Bu durumda şirketin varlıkları azalır ya da yok olur. Şirketin borçları katlanır, bu şirketlere katkı yapanlar yorulur, kaynak sağlayamayacak hale gelir.


Ertem'den yeni dönemde TCMB analizi

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Cemil Ertem, yeni dönemde TCMB'ye dair değerlendirmelerini paylaştı
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Cemil Ertem, yeni dönemde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) karar mekanizmasında çok rahatladığının görüleceğini söyledi.

Milliyet gazetesindeki köşe yazısında TCMB'ye dair geniş değerlendirmelerine yer veren Ertem, "Yeni dönemde Merkez Bankası’nın hem hedeflerinde hem de operasyonel karar alma mekanizmalarında çok rahatladığını göreceğiz" dedi.

Ayrıca Ertem, yeni ekonomi yönetiminin avantajlarına dikkat çekerek, "Ekonomi yönetiminin tek çatıda toplanması, yeni dönemin en büyük avantajlarından biridir... Bütün ülke ekonomilerinin en temel problemlerinden biri olan ve bugün de AB krizinin temellendiği yer olan para ve maliye politikaları arasındaki uyumsuzluğu ortadan kaldırıyoruz. Bu anlamda TCMB’nin enflasyon hedeflemesinin önündeki en büyük engellerden biri kalkmış oluyor" dedi.

Bununla birlikte Ertem, enflasyonla mücadeleye de vurgu yaptı.

"Enflasyonla mücadele bir refah ve kalkınma sorunu olarak da görülmelidir" diyen Ertem, yazısına şu ifadelerle devam etti:

"Gelir dağılımının düzelmesi, istikrarlı ve kapsayıcı büyüme, hızlanan enflasyon ortamında yakalayacağımız hedefler değildir. Sürekli yükselen enflasyon, aynı zamanda, yoksuldan zengine, küçükten büyüğe doğru haksız bir gelir aktarım mekanizmasıdır ve bu nedenle de siyasi iradenin tercih edeceği bir şey olamaz.

Bu anlamda şu yanlıştır; “Türkiye enflasyonu göze alarak büyümelidir.” Böyle bir tercih hiçbir siyasetçinin tercihi olamaz. Çünkü teknik olarak da mantıksızdır.

Türkiye ekonomisinin üretim imkânları ve yetenekleri yukarı doğru esnektir. Sanayimize yüksek katma değerli üretim için yeterli desteği verirsek ve ihracat bazlı, ara malı ithalatını en aza indiren, teknoloji yoğun bir yeni sanayileşme rotası üzerinden yürürsek, yüksek büyüme, enflasyon ve cari açık olmadan gelir.

Türkiye’deki enflasyon talep öncelikli olarak katılaşmıyor; üretim tarafında yoğunlaşıp yukarı çıkıyor ve talep tarafına taşındıkça katılaşıyor ve tam böyle yapısal bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye’nin bir new-deal’a ihtiyacı vardır. Her alanda piyasaları rekabetçi çalıştırmaya, yatırım ortamını hızla iyileştirmeye ve teknoloji yoğun sanayiyi desteklemeye dönük kapsamlı reformlara ihtiyacımız vardır"

12 Temmuz 2018 Perşembe

Enflasyonla mücadele Türkiye algısını güçlendirir

Ekonomide yeni yönetim enflasyonla mücadelenin önceliği olduğunu açıkladı. Bunun çabası Türkiye’nin kırılganlık algısını değiştirir. Yeni para girişi için fırsat oluşturur.

Ekonominin yeni yönetimi iş başına geçti. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, görevi devraldı. Gelişmelere baktığımızda Albayrak’ın verdiği ilk mesajlar olumlu. Albayrak, herkesin merakla beklediği enflasyonla mücadeleyi programda ilk sıraya aldıklarını açıkladı. Albayrak, enflasyonu tekrar tek hanelere indirmek için çok yoğun mesai harcayacaklarını söyledi. Bunu önümüzdeki dönemde göreceğiz.

ENFLASYON HEDEFLERİ VE GERÇEKLEŞMELER ARASINDAKİ MAKAS AÇILDI

2013 yılından bu yana enflasyon hedefleri ile gerçekleşmeler arasındaki makas açıldı. Bu trendin değişmesi gerekiyor. Son 15 yılın en yüksek seviyelerine çıkan enflasyonun tek haneye düşürülme çabası ciddi ekonomik önlemleri içeriyor. Bunun adımlarının atılması hem yurtiçi hem de yurtdışı yatırımcılarda olumlu bir algının gelişmesine neden olacaktır.

YIL SONUNA KADAR ENFLASYONUN DÜŞMESİ ZOR

Verilere baktığımızda enflasyonun yıl sonuna kadar yüksek seyrini sürdürebileceğini görüyoruz. Buna bağlı olarak faizlerin de düşmesi mümkün gözükmüyor. Bu da özel sektörün hareket kabiliyetini azaltacaktır. Fakat enflasyon düşüşüne yönelik atılacak adımlar olumlu değerlendirilecektir.





ŞİMŞEK VE AĞBAL GÖREV ALACAK MI?

Piyasaların kabinede görmek istediği Mehmet Şimşek’in cumhurbaşkanlığına bağlı finans ofisinin başına geleceği konuşuluyor. Naci Ağbal’ın ise strateji ve bütçe ofisinin başına geçeceği beklentileri var. Şimşek ve Ağbal’ın Külliye'de görev alması piyasalarda olumlu karşılanacaktır.

ANA VURGU MERKEZ BANKASI’NIN BAĞIMSIZLIĞI

Yeni ekonomi yönetimi ile birlikte en fazla üzerinde durulan konu Merkez Bankası bağımsızlığı. Bu yöndeki kaygılar yüksek. Bu kaygıyı canlı tutacak gelişmeler fiyat hareketleri üzerinde sert dalgalanmalara neden olabilir. 24 Temmuz toplantısı Merkez Bankası’nın bağımsızlığı yönünde vereceği ilk sınav olacağı için yakından izlenecek.

HARCAMALAR FRENLENMELİ

Son günlerde yabancı raporlarda “Eğer kısa zamanda enflasyon ve cari açığı azdıran bütçe harcamaları frenlenmezse, önce döviz krizi, ardından da resesyon patlak verebilir” değerlendirmeleri yer almaya başladı. Dolar kurunda yeni normal seviyelerin 5’li seviyeler olduğunu belirten raporlardaki değerlendirmeler yeni ekonomi yönetiminin atacağı adımlarla değişebilir.


Adnan Salih

5 Temmuz 2018 Perşembe

Fortune 500 Türkiye 2017 yayınlanıyor

Türkiye’nin en büyük 500 şirketinin belirlendiği “Fortune 500 Türkiye” listesinin 11’incisi yayınlanıyor. 2017 yılının en büyük şirketlerinin yer aldığı listemizi, 2 Temmuz Pazartesi günü düzenleyeceğimiz basın toplantısında kamuoyuyla paylaşılacak.