23 Ekim 2018 Salı

2019 yılında Kamu bankalarından bütçeye 20 milyar lira gelir bekleniyor

Hükümet tarafından TBMM'ye sunulan 2019 bütçe teklifinde kamu bankalarından 20 milyar lira temettü gelirinin bütçeye aktarılması öngörülüyor.

2019 yılı bütçe teklifinde KİT ve kamu bankalarından gelecek gelir 24.3 milyar lira olarak belirlendi.
Bunun 20 milyar lirası kamu bankalarından elde edilecek temettü gelirinden gelecek. Temettü geliri başta Merkez Bankası olmak üzere Ziraat Bankası gibi kamu bankalarının elde ettiği kârların bütçeye aktarılmasıyla elde ediliyor.

Merkez Bankası 2017 yılı faaliyetlerinden dolayı 21.5 milyar lira kâr elde etti. 2018 yılında açıklanan kârı üzerinden 3 milyar lira kurumlar vergisi ödendi. Vergi sonrası kâr olan 18.4 milyar liranın belli bir kısmı ihtiyat akçesi olarak ayrılıyor. Kalan kısım Hazine’ye aktarılıyor. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın verilerinde Merkez Bankası’nın aktardığı 12.4 milyar lira yer alırken, Ziraat Bankası’ndan herhangi bir aktarım yer almıyor. 2017 yılında ise Ziraat Bankası 250 milyon lira aktardı. Bu durumda 2019 yılında bütçeye aktarılacak 20 milyar liranın büyük bir kısmının Merkez Bankası’ndan gelmesi bekleniyor. Merkez Bankası’nın 2018 yılının tamamına ilişkin faaliyet kârı gelecek yıl mart ayı sonlarında netleşecek. Nisan ayında hissedarlar genel kurulu olduğunda da kamuoyuna açıklanacak. Vergisi ödendikten sonra da kalan kâr Hazine’ye aktarılacak.

Merkez Bankası 2014 yılında kârı üzerinden Hazine’ye 3.4 milyar lira, 2015 yılında 5.8 milyar lira, 2016 yılında 9.3 milyar lira, 2017 yılında 6.4 milyar lira ve 2018 yılında da 12.4 milyar lira aktardı. Bütçe teklifine göre 2019 ve 2020 yıllarında kamu bankalarından gelecek temettü gelirinin büyük oranda gerileyeceği ve milyar düzeyinden milyonlu rakamlara ineceği tahmini yer alıyor. Kamu bankalarından 2020 yılında 9 milyon, 2021 yılında ise 11 milyon temettü geliri gelmesi bekleniyor.

(Hürriyet / Neşe Karanfil)

20 Ekim 2018 Cumartesi

İşte Dünya 'Star'ı

Türkiye’nin cari açığını yıllık en az 1.5 milyar dolar azaltması hedeflenen ve yerlileşme yolunda en büyük adımlardan biri olan ‘Star Rafinerisi’ hizmete girdi. Rafinerinin maliyeti 6.3 milyar dolar
Türkiye’ye tek kalemde yapılan en büyük özel sektör yatırımı olan ‘Star Rafinerisi’ hizmete alındı. Yapımı yaklaşık 7 yıl süren ve 6.3 milyar dolara mal olan yatırım, Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde son yıllarda gerçekleştirilen en büyük petrol operasyonları arasında yer alıyor. Türkiye’deki ilk “Stratejik Yatırım Teşvik Belgesi”ne sahip proje olma özelliği taşıyan rafinerinin Türkiye’nin cari açığını tek başına yıllık en az 1.5 milyar dolar azaltacağı öngörülüyor. Banu Şen'in Hürriyet'teki haberine göre yıllık 10 milyon ton ham petrol işleme kapasiteli tesisin 4.8 milyon tonluk dizel üretim kabiliyetiyle dizelde ithalat oranını yüzde 40’ların altına düşürmesi bekleniyor. İnşaatında günlük ortalama 10 bin işçinin çalıştığı tesiste açılışın ardından bin 100 kişi istihdam edilecek.

Azerbaycan devlet petrol şirketi Socar’ın iştiraki Socar Türkiye tarafından yapılan Star Rafinerisi’nin açılışını dün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev birlikte gerçekleştirdi. Açılış töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, öncelikle 18 Ekim Azerbaycan’ın bağımsızlık günün tebrik ederken rafinerinin açılışıyla Türkiye Azerbaycan arasında dünyaya örnek olan ilişkinin bir adım öteye taşındığını kaydetti. Erdoğan, Azerbaycan ile ilişkileri sadece hamaset ve siyaset boyutunda bırakmayıp güçlü bir ekonomik çerçeveye oturttuklarını vurgulayarak şöyle konuştu: “İki ülke arasındaki enerji dayanışmasını güçlendirmek için uzun süredir yaptığımız çalışmaların en önemli ve somut örneğidir. Star Rafinerisi’yle birlikte Azerbaycan ile kardeşlik ilişkilerimizin stratejik boyutunu daha da güçlendiriyoruz. Türkiye, Azerbaycan öncülüğünde hayata geçen her proje ülkelerimizin bölgesel güç olma hedefine katkı yapacaktır. Dünyanın ticaret savaşları ve krizlerle sarsıldığı dönemde açtığımız projeler, ülkelerimizi tek tek kendi gayelerine ve ortak hedeflerine yaklaştırıyor.”

DOSTLUKLA GERÇEKLEŞTİ

Star Rafinerisi’nin 6.3 milyar dolarlık bir yatırım olduğunu ancak bunun dışında kruvaziyer limanı, ilk açılışıyla adımını attığımız petrokimya tesislerinin de alındığı zaman yaklaşık 10 milyar dolarlık bir yatırım söz konusu olduğuna dikkat çeken Erdoğan, “2008 yılından beri enerji alanında ülkemizde önemli yatırımlara imza atan Azerbaycan devlet şirketi Socar ülkemize Star Rafinerisi’ni kazandırdı. Son 30 yıldır gerçekleştirilen en büyük reel sektör yatırımı olarak Star Rafinerisi, Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki en büyük petrol tesislerinden biri olarak faaliyet gösterecek. İlk stratejik teşvik belgesi alan yatırım olma özelliğine sahip. Böyle yatırım olunca bizim üzerimize düşen görev var. Bizim üzerimize düşen görev de şu sadece Bakanlık’ta işlemler ve teşviklerden istifade etmiş olacak” dedi. Rafinerinin ayrıca en büyük yerlileşme adımı olduğunu söyleyen Erdoğan her yıl 1.5 milyar dolar civarında tasarruf edilmesinin ve petrol ürünlerinde dışa bağımlılığın azaltılmasının hedeflendiğini vurguladı.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev de yaptığı konuşmada, böylesi dev projenin hayata geçmesinin esas sebebinin Türkiye ve Azerbaycan dostluğu ile kardeşliği olduğuna dikkat çekerek “Türkiye Azerbaycan işbirliği en yüksek seviyededir. Nesiller boyu birlikte yaşamışız, proje de bizi birbirimize ayrılmaz olduğumuzu gösteriyor. Türkiye dünya çapında söz sahibidir. Bu bizi çok sevindiriyor. Türkiye’nin gücü bizim gücümüzdür” dedi.



DIŞA BAĞIMLILIĞI AZALTACAK

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak açılışta, “Bu tesise çok büyük önem veriyorduk. Bu büyük proje sağlayacağı istihdamdan değil dışa bağlılığı azaltmasına yönelik katkıdan dolayı önemli. Bu proje dünyanın içinden geçtiği belirsizliği de aslında en güzel çözüm formülünü sunuyor. Son dönemde ekonomide yaşadığımız spekülatif dalgalanmaları geride bıraktık. Biz bu fotoğrafı kardeşliği, bu birlik ve beraberliği Türkiye ve Azerbaycan olarak hep birlikte koruyacağız. Ortaya koyduğumuz hedeflere kararlılıkla yürümeye devam edeceğiz. Ve korumakla kalmayıp, en güçlü ve güzel bir şekilde yarınlara taşıyacağız” dedi.

ENERJİ TEMİNİNE KATKI

TBMM Başkanı Binali Yıldırım, rafineride 3 bin mühendis ve 19 bin 500 ustanın çalıştığını vurguladı. Yıldırım, “Türkiye ve Azerbaycan ilişkilerini ebediyete taşıyacak bu projelerimizle iftihar ediyoruz. Buna benzer büyük ve stratejik olan bu projeler Azerbaycan Türkiye kardeşliğini pekiştirmiyor. Aynı zamanda Kafkasların, Orta Asya’nın ve Avrupa’nın enerji teminine katkı sağlıyor” dedi. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, rafinerinin Türkiye’nin işlenmiş petrol ihtiyacının dörtte birini karşılayacağını belirterek, “Bu da cari açığımızın yıllık 1.5 milyar dolar azalmasına katkı sağlayacak. Star Rafineri devreye girdikten sonra toplam rafinaj kapasitemiz yüzde 33 artarak yıllık yaklaşık 40 milyon tona ulaşacak. Bu da kendi öz yeterliliğimiz anlamında oldukça önemli” diye konuştu.

KİMLER KATILDI?

Star Rafinerisi içerisinde özel olarak hazırlanan açılış töreninde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in yanı sıra TBMM Başkanı Binali Yıldırım, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Mehmet Cahit Turhan, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, İzmir Valisi Erol Ayyıldız, SOCAR Başkanı Rövnag Abdullayev, SOCAR Türkiye ve Petkim Yönetim Kurulu Başkanı Vagif Aliyev de katıldı. Demirören Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Yıldırım Demirören’in de katıldığı açılışta iş dünyasından birçok isim de yer aldı.




İran, Çin'e tankerle petrol gönderiyor

ABD'nin İran'ın petrol ihracatına karşı yaptırımları kasım başında devreye girmeden önce Tahran, kuzeydoğu Çin'deki Dalian limanına, şimdiye kadar eşi görülmemiş büyük miktarlarda ham petrol gönderiyor
Refinitiv Eikon verilerine göre İran Ulusal Tanker Şirketi'ne (NITC) ait süper tankerlere yüklenen 22 milyon varil petrol Dalian limanına doğru yola çıktı. Bu tankerler ekim ve kasım ayları içinde Dalian'a varmış olacak.

2015 Ocak ayına kadar geri giden veriler, Dalian'a normal koşullarda her ay 1 ile 3 milyon varil arasında İran ham petrolü sevk edildiğini gösteriyor.

Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü'nün (OPEC) üçüncü büyük üreticisi olan İran 4 Kasım'da yürürlüğe girecek olan Amerikan yaptırımları yaklaştıkça, alıcılarının sayısının azaldığını görüyor.

İran'ın, 2014 yılında maruz kaldığı önceki yaptırımlar döneminde Dalian'da stokladığı petrol daha sonra Güney Kore ve Hindistan'daki alıcılara satılmıştı. Çin'in en büyük rafinerilerinden ve ticari depolama tesislerinden bazıları Dalian bölgesinde bulunuyor.

NITC'ye ait VLCC (Very Large Crude Carrier) sınıfı bir tankerin Dalian limanının Xingang bölümünde bulunan bir antrepoya 8 Ekim'de petrol boşalttığı biliniyor.

Petrolü antrepolarda tutmak, kargonun sahibine malı Çin'e ya da bölgedeki başka müşterilere satma imkanı veriyor.

NITC tankerleri yükleme ve boşaltma sırasında sistemlerindeki izleme cihazlarını kapatarak ABD yetkililerinin bilgi edinmesini engelliyorlar.

Refinitiv Eikon verilerine göre halen üç tanker Çin'in Changxing adasına doğru yol alıyor. Bu tankerler kasım ayında limana varmış olacak.


ABD 1 trilyon doları piyasadan çekiyor

Tüm dünyayı etkileyen 2008 krizini atlatmak için 200 yıllık tarihinde bastığı paranın dört katını basan ABD, şimdi de bastığı bu paraların en az 1 trilyon dolarını piyasadan çekip yok ediyor
ABD, 2008 krizine gelene kadar tarihinde sadece 870 milyar dolar Merkez Bankası baz parası basmıştı. 2008'de tüm bankacılık sistemi batma noktasına gelince Amerikan Merkez Bankası FED, bu miktarı bir kaç yıl içerisinde 4 trilyon doların üzerine taşıdı. Dünyanın diğer önemli merkez bankaları da ’quantitative easing’ (QE) adı verilen bu operasyonda, ABD'yi takip etmişti. Bazı kaynaklara göre, toplamda basılan baz para, 20 Trilyon doları bulmuştu.

Dünya finansal sistemini yüzdürmek için ortaya çıkarılan bu muazzam kaynak, özellikle bono, emlak ve hisse senedi piyasalarına akmıştı. QE operasyonuna, tüm dünyada ciddi faiz indirimleri de eşlik etmişti.

2016 yılından itibaren ABD önce faizleri artırmaya başladı. Bir sonraki adım olarak da 2017 yıl sonunda piyasaya verilen Merkez Bankası parasının geri çekilmesi operasyonu yani quantitative tighting (QT) başlatıldı. Dönemin FED Başkanı Janet Yellen ekim 2017'de yaptığı bir konuşmada, faiz artırımı ve QTnin bir sonraki krizde Merkez Bankasına hareket alanı açmak amacıyla (tekrar faiz indirip para basabilmesi için) yapıldığına işaret etmişti.

Merkez bankaları, genelde kendi devletlerinin çıkardığı borç senetlerini (bono,tahvil) satın alarak piyasaya para veriyorlar. Böylece, devlet bonoları Merkez Bankası bilançosunda birikiyor. Normalde bonoların vadesi geldikçe devlet, Merkez Bankasına borcunu ödüyor ve merkez bankası yeni bono satın alarak tekrar parayı piyasaya geri veriyor. Merkez Bankası para çekmek istediğinde ise vadesi gelen bononun ödemesini devletten alıyor ve bu parayı yok ediyor. Devletten yeni bono almıyor.

PARA YAKMA OPERASYONU 2017'DE BAŞLADI

ABD, 2017 ekim ayında sessiz sedasız yine tarihin en büyük para yakma (QT) operasyonunu başlattı. Bu operasyon, kademeli olarak artacak şekilde tasarlanmıştı. Ekim-kasım-aralık 2017 döneminde piyasadan her ay 10ar milyar dolar çekildi. 2018 ilk çeyreğinde, bu miktar aylık 20 milyar dolara, ikinci çeyrekte aylık 30 milyar dolara, üçüncü çeyrekte ise aylık 40 milyar dolara yükseltildi. Ekim ayında ise piyasadan çekilecek dolar miktarı aylık 50 milyar dolara çıkarılıyor. Bundan sonra FED, yaptığı açıklamada, ABD Borsası çökmediği sürece piyasadan her ay 50 milyar Dolar çekip yok etmeye devam edeceğini belirtmişti. Bu plana göre, 2018 ekim ayına kadar FED, 300 milyar dolar yakmış oldu. Planda bir değişiklik olmadığı takdirde FED'in yakacağı dolar miktarı 2019 sonunda yaklaşık 1 trilyon dolara ulaşacak.

Tarihin en büyük para basma (QE) operasyonu özellikle borsaları desteklemiş rekor üzerine rekor kırmalarını sağlamıştı.Tarihin gördüğü en büyük para yakma (QT) operasyonu ise piyasalarda dalgalanmalara neden oldu.

GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN PARA BİRİMLERİNİ ZAYIFLATTI

zerohedge.com sitesinin hesaplamalarına göre 2018'in ilk yarısında dünya borsalarında 10 trilyon dolarlık kayıp yaşandı. Üstelik bu dönem geçen hafta yaşanan büyük kayıpları kapsamıyor. Faiz artışları ve QT'in bir başka negatif etkisi de doları güçlendirmesi ve cari açığı olan Arjantin, Türkiye, Güney Afrika ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerin para birimlerini ciddi şekilde zayıflatması oldu.

Para basma operasyonunuda daha önce ABD'yi takip eden dünya merkez bankaları para yakma operasyonuna henüz geçemedi. Ancak, başta Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve Japonya Merkez Bankası (BOJ) piyasaya verdikleri para miktarını azaltıyorlar. Böylece, 2019 yılı başında merkez bankalarının dünya piyasalarına verdikleri para negatife dönecek. Yani sadece ABD'den değil; küresel piyasadan para çekilmeye başlanmış olacak.


Toplam bütçe geliri 2019 yılında 966 milyar 672 milyon 787 bin lira olması bekleniyor

Devletin kasasına gelecek yıl özel tüketim vergisinden (ÖTV) 164 milyar lira girmesi planlanırken, gelir vergisinden 176,7 milyar lira, kurumlar vergisinden de 81 milyar liralık kaynak hedefleniyor.

TBMM Başkanlığına sunulan 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi'nden derlediği bilgilere göre, toplam bütçe gelirinin gelecek yıl 966 milyar 672 milyon 787 bin lira olması bekleniyor. Gelirlerde ret ve iadelerin de 99 milyar 376 milyon 384 bin lira olarak gerçekleşeceği tahmin ediliyor.

Gelecek yıl bütçesinde ÖTV'den 164 milyar 31 milyon 56 bin liralık, 2020'de 193 milyar 745 milyon 951 bin liralık tahsilat öngörülüyor.

ÖTV'nin dağılımına bakıldığında, 2019'da petrol ve doğal gaz ürünlerinden 68 milyar 743 milyon 839 bin lira, motorlu taşıtlardan 24 milyar 36 milyon 32 bin lira, alkollü içkilerden 15 milyar 309 milyon 448 bin lira, tütün mamullerinden 45 milyar 655 milyon 442 bin lira, kolalı gazozlardan 936 milyon 945 bin lira, dayanıklı tüketim ve diğer mallardan 9 milyar 349 milyon 350 bin lira gelir hedefleniyor.

Kurumlar ve gelir vergisi gelirleri

Gelecek yıl bütçesinde gelir vergisinden 176,7 milyar lira, kurumlar vergisinden 81 milyar liralık gelir bekleniyor. Gelir vergisinin 2020'de 206,2 milyar liraya, 2021'de de 230,2 milyar liraya ulaşacağı tahmin ediliyor.

Kurumlar vergisinden de devletin 2020'de yaklaşık 96,8 milyar liralık, 2021'de de 109,3 milyar liralık gelir hedefi bulunuyor.

Dahilde alınan KDV gelirinin gelecek yıl yaklaşık 153 milyar lira, 2020'de 178,7 milyar lira, 2021'de de 200,2 milyar lira olması bekleniyor.

Gelecek yıl veraset ve intikal vergisinden 1 milyar lira, motorlu taşıtlar vergisinden 16,1 milyar lira gelir öngörülüyor.

18 Ekim 2018 Perşembe

Bezos servetiyle en büyük rakiplerini satın alabilir

Amazon'un kurucusu ve CEO'su Jeff Bezos, sahip olduğu 157 milyar dolarlık serveti ile dilediği an Amazon'un en büyük on rakibinin tüm ürünlerini tek kalemde satın alabilir
Amazon'un kurucusu ve CEO'su ABD'li iş adamı Jeff Bezos'un şu anki serveti 157 milyar doları bulmuş durumda. Bezos sahip olduğu bu servet ile dilediği an hem Amazon'un hem de en büyük 10 e-ticaret rakibinin envanterindeki tüm ürünleri tek kalemde satın alabilir.

Amazon'un 2. çeyrek 2018 finansal rakamlarına göre şirketin envanterindeki ürünlerinin değeri 14,8 milyar dolar seviyesinde.

Bu miktar S&P 500 içerisinde envanter değeri açısından 61,3 milyar dolar ile ilk sırada yer alan Boeing'i geçemiyor olsa da envanter değeri yüksek olan şirketlerin piyasa değerinin de yüksek olması gerekmiyor.

Örneğin bu yılın ikinci çeyreği itibarıyla Apple 1 trilyon dolardan fazla piyasa değeri ile dünyanın en değerli şirketi olsa da envanterindeki ürünlerin toplam değeri 6 milyar Dolar civarında.

Bezos, istediğinde Amazon ve Apple'ın envanterindeki tüm ürünleri satın aldıktan sonra kalan parasıyla Boeing, Walmart ve General Electric'in de tüm ürünlerini tek kalemde satın alabilir.

Hatta eğer dilerse Bezos, Amazon'un en büyük on rakibi Walmart, CVS, Home Depot, Lowes, Costco, Walgreens, Target, Kroger, Best Buy ve Macy’in sattığı tüm ürünlerin sahibi de olabilir.

17 Ekim 2018 Çarşamba

Küresel ekonomi zor durumda

Yüksek borçlar, ticaret savaşları, zorlu Brexit, İtalyan’nın borçları ve hükümet politikası, ABD ekonomisindeki büyümenin yavaşlaması ve ticaret savaşları küresel ekonomiyi zor durumda bırakıyor
Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) gibi uluslararası kuruluşların yükselen riskler nedeniyle küresel ekonomiye ilişkin büyüme tahminlerini düşürmesi, söz konusu riskleri tekrar gündeme getirdi.

Uluslararası kuruluşlar küresel ekonominin bu yıl yüzde 3’ün üzerinde büyüyeceğini tahmin ediliyor. Küresel ekonomin yüksek borçlar, ABD ekonomisinin yükselişinin durması, doların evine dönmesi, zorlu Brexit, İtalya'nın borçları ve İtalyan hükümetinin politikası, sorunlu bankalar ve özellikle dünyanın en büyük iki ekonomisi ABD ve Çin arasındaki ticaret ihtilafları bu yıl ve gelecek yıl için küresel ekonomiye yönelik yükselen riskler olarak sıralanıyor.

Küresel borçlar rekor seviyelerde

2008’den beri küresel borçlar yüzde 75’den fazla artış göstererek 142 trilyon dolardan 250 trilyon dolara yükseldi. Artan finansal kırılganlıkların yanı sıra rekor seviyelere yükselen borç seviyesi küresel büyüme için risk teşkil etmeye devam ediyor. Gelişmekte olan piyasaların küresel borçlardaki payı 2007’de yüzde 7 iken bu oran bol ve ucuz paradan dolayı geçen yılın sonunda yüzde 27’ye yükseldi. Kamuya ve özel sektöre ait söz konusu borçlar küresel finansal istikrarı tehdit ediyor.

ABD’de faiz artıyor, dolar evine dönüyor

Küresel gayrisafi yurt içi hasılanın (GSYİH) yaklaşık yarısı gelişmekte olan pazarlar tarafından geliyor. Nüfusları dünya genelinin yüzde 80’ine denk gelen gelişmekte olan ülkeler ekonomilerini büyütmek için finansa ihtiyaç duyuyor. Dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD’de merkez bankası Fed faizleri yükseltirken, uluslararası yatırımcılar ABD'de piyasa faizlerinin yükseleceği beklentisiyle gelişmekte olan pazarlardan çekilip ABD'ye geri dönüyor ve buradaki faize bağlı yatırım araçlarına yöneliyor. Böylece, bu yatırımcıların çekildiği ülkelerin parasının değeri dolar karşısında değer kaybediyor. Bu değer kaybı da söz konusu ülkelerin şirket ve hükümetlerinin borç yükünü artırıyor.

ABD ekonomisinin yükselişi durabilir

ABD Başkanı Donald Trump, ek gümrük vergileri ile ticarette ihtilaflar oluşturmasına rağmen, ülke ekonomisinin büyümesine bir ivme kazandırmayı başardı. ABD’li şirketler rekor karlar açıklarken, borsada rekor üstüne rekor kırıldı. Söz konusu ekonomik toparlanma, ülkenin tarihinin en uzun ikinci refah dönemi olarak kayıtlara geçerken, uzmanlar ise yüksek borçlanmanın getirdiği risklere dikkat çekiyor.

2008’deki finansal krizin ardından faizler düşmüş, devlet, şirketler ve tüketiciler ucuz maliyetli kredilere yöneltirken, bu durum ülkede refah balonu oluşturmuştu. Uzmanlar bu refah balonunun patlama ihtimalinin küresel ekonomideki riskleri artıracağını işaret ediyor. IMF, ABD ekonomisindeki büyümenin bu yıl zirve yaptıktan sonra, gelecek yıldan itibaren yavaşlayacağını öngörüyor.

Ticaret savaşları

ABD Başkanı Donald Trump'ın taahhüt ettiği korumacı ticaret politikalarını hayata geçirmeye devam etmesi, bu yılın ve gelecek yılların riskleri arasında bulunuyor. Son aylarda ek gümrük vergileri gibi tartışmalı kararlara imza atan Trump'ın politikalarının küresel bir ticaret savaşını daha ileri götürmesinden ve bunun sonucunda dünya ekonomisinin resesyona girerek yüzde 20’lere yakın küçülmesinden endişe ediliyor.

İtalya’nın borcu

Euro Bölgesi'nin üçüncü büyük ekonomisi olan İtalya'nın kamu borcu 2,4 trilyon euro. Söz konusu rakam ülkenin gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 132'sine denk gelirken, AB'de Yunanistan'dan sonra en yüksek oran olmasıyla da dikkati çekiyor. İtalya’da populist hükümetin 3 yıllık bütçe planınında AB ile ters düşmesi, bu borçları tekrar gündeme getirmişti. İtalya’nın bu borçlardan nasıl kurtulacağı halen cevap beklerken AB yetkilileri Yunanistan’ın 2009’daki yaşadığı borç krizinin ardından aynı krizle karşılaşmamak için İtalya’ya uyarılarda bulunuyor. Çünkü İtalya, AB'nin Almanya ve Fransa'dan (İngiltere hariç) sonra en büyük ekonomisi. Birliğin gayri safi milli hasılasının yüzde 11'ini üretiyor. Yunanistan'ın tam 11 katı büyüklüğünde. Borçlarından dolayı Yunanistan'dan daha büyük zarar oluşturma potansiyeli var.

Ayrıca AB içinde faaliyet gösteren gölge bankalar da yeterli teminat tutmadıkları için birlik finansal sistemine tehdit oluşturmaya devam ediyor.

Doların hegamonyası kripto para ile kırılacak

1944’te başlayan dolar devrimine karşı sanal bir devrim geliyor. Doların hegemonyasını kıracak sanal para üretip ticarette kullanmak için 5 ila 10 yıl arasında bir süre biçiliyor
Bundan 74 yıl önce ABD'nin küçük bir kasabası olan Bretton Woods'ta bir araya gelen 730 delegenin yarattığı 'dolara dayalı sistem' ve para standardının sancıları iyiden iyiye hissedilmeye başlandı. Ülkelere karşı tehdit oluşturup para politikalarını sarsar duruma gelen dolarizasyona karşı birçok ülke hamle yapıyor. Rusya, Çin, Türkiye, İran ve Venezüella'nın başını çektiği bu ülkeler, kendi bünyelerinde dolar rezervlerini ve dolara olan ihtiyacı azaltma önlemleri alırken bir yandan da aralarındaki ticareti yerel para birimi üzerinden yapma konusunda ortak çalışıyor. 1944'teki dolar devrimine karşı yeni devrim ve daha da hızlısı blockchain temelli sanal (kripto) paralardan geliyor.

HAMMADDE İLE BAŞLAYACAK

Konu hakkında soruları yanıtlayan uzmanlar da kripto paraların gelişiminin çok hızlı olduğunu ve Türkiye gibi ülkeler için de büyük fırsatlar barındırdığını belirtiyor. Dünyada blockchain temelli en büyük ekosistemi yaratan İsviçre'de Zug Bölgesi Kripto Para Vadisi'nin başındaki isim Oliver T. Bussmann artık ülkelerin ortak yaratacakları para birimleriyle ticaret yapacağı bir dünyaya doğru ilerlendiğini belirtiyor. Bussmann, "Bu tür yapılanmalar için çok kısa bir süre olduğunu düşünüyorum. Önümüzdeki 5-10 yıl içinde ticaret kripto paralarla yapılacak. 3-5 içinde bunu önce hammadde ticaretinde göreceğiz. Ardından da ülkeler arasında buna benzer yapılanmalar olacak. Bu sadece an meselesi" dedi. Bussmann, "Burada önemli olan hangi ülke veya ülkelerin regülasyon konusunda ilk adımı atacağı ve ekonomisini buna göre düzenleyeceği" şeklinde konuştu.

ALTINA DAYALI OLABİLİR

Şu anda piyasada bulunan sanal paralarda dolara endeksli işlemler dolar üzerinden yapılıyor. Yaratılacak olan sanal para sisteminde dolara dayanmayan bir sistem kurmak da mümkün. Örneğin altın veya belirlenecek bir para birimi burada öne çıkabilir. Oliver Bussmann'a göre burada önemli olan 'talep'. Ülkelerin blockchain temelli olarak böyle bir adımı atabileceklerini söyleyen dünyanın dördüncü coin borsası BtcTurk'un CEO'su Özgür Güner ise dolara endeksli olmayan bir para birimi yaratılarak böyle bir adımın atılabileceği görüşünde. Güner, "Ülkeler arasındaki ticarette kullanılabilecek bir para birimi olası. Dolara dayalı olmak zorunda da değil. Örneğin Güney Kore won'una dayalı bir sanal para üretildi" diye konuştu. Büyük yatırımlar için de ICO'ların kullanılabileceğini belirten Güner, "ICO'ların Yeni Ekonomi Programı'nda da kapsama alınmasını olumlu.Ürün veya hizmetlerin ICO yapısı içerisinde küresel yatırımcılardan ciddi yatırım çekebileceğini düşünüyorum" dedi.

HER DÖRT DOLARIN BİRİ ÜÇ ÜLKEYLE TİCARETTEN

Tabloda seçilen dört ülke Türkiye, Çin, Rusya ve İran. Çünkü şu ana kadar dolarizasyonun etkisini azaltmak için somut önlemler alan bu dört ülke ve ticaret hacimleri de yüksek. Bu ülkelere Asya ve Afrika'daki küçük ülkeler de eklenince ölçek daha da büyüyebilir. Bu dört ülkenin aralarındaki ticaretin toplam ticaretlerindeki payı yüzde 30'lara kadar çıkıyor. Yani olası bir kripto para ticaretinde dolarizasyon dörtte bir azalıyor.

(Sabah)

15 Ekim 2018 Pazartesi

İşte Türk milyarderlerin memleketleri

http://www.finansgundem.com/foto-galeri/turk-milyarderler-hangi-illerde-dogdu-galeri/1351679

Yazgan: Krizden 2009'daki gibi hızlı çıkış olmayacak

İstanbul Bilgi Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Ege Yazgan, enflasyonun 2019 yılının ilk çeyreğiyle birlikte düşüşe geçeceğini söylüyor.

Türkiye ekonomisi bir yandan yüzde 25'e dayanan yüksek enflasyon, bir yandan da durgunluk endişesiyle zor günlerden geçiyor. Ağustos ayında 7 TL seviyelerini test ederek büyük endişe yaratan dolar kuru bugünlerde 5.90-6.00 TL seviyelerine geri çekilmiş olsa da özellikle 2019 yılına dair endişeler giderek daha sık dile getiriliyor. IMF'nin Türkiye'ye ilişkin 2019 büyüme tahminini yüzde 0,4'e çekmesi, gelecek yıla ilişkin karamsar beklentileri artırmış durumda. Biz de ülke ekonomisindeki gidişatı ve 2019 beklentilerini İstanbul Bilgi Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Ege Yazgan ile konuştuk. Enflasyonun 2019'un ilk çeyreğiyle birlikte yavaş yavaş düşüşe geçeceğini ifade eden Prof. Yazgan, "Ancak krizden 2009'daki gibi hızlı çıkış olmayacak. Ekonomideki düzelme süreci uzun sürecek" diye konuşuyor.

Geçen hafta açıklanan "Enflasyonla Topyekün Mücadele Programı" sizce enflasyonu düşürebilir mi?

-Uzun zamandan beri zaten gerek para politikasındaki sıkı duruş gerekse Yeni Ekonomi Programı'nda (YEP) açıklanan bütçe hedefleri anti-enflasyonist bir süreç içeriyor. Dolayısıyla para ve maliye politikaları zaten enflasyonla mücadele üzerine oturtulmuş durumda. Türkiye'de enflasyonun en önemli nedenine baktığımızda ise kurdaki artışları görüyoruz. Kurdaki artışların fiyatlara bu kadar geniş oranda yansımasının nedeni de üretimin yapısı yani ithal girdi kullanımındaki fazlalık. Bunu değiştirmek bugünden yarına olacak bir iş değil. Ama mutlaka orta vadeli bir program eşliğinde, yeni bir sanayileşme politikası ile ithal girdi oranının üretimdeki ağırlığını düşürmek ve ithalatı ikame edecek sektörleri geliştirmek gerekiyor. YEP'de buna dair unsurlar mevcut. Kısa vadede ise kur tarafında bir istikrar kazanmak çok önemli. Enflasyona ilişkin beklentilerin olumluya dönmesini sağlayacak en önemli parametre bu olur.

Program işe yarayacak mı?

-Açıklanan programın kısa vadede enflasyona karşı hazırlanan yeni bir önlem paketi olduğunu düşünüyorum. Bütün özel sektörün ve bankaların programa destek vermesi, enflasyona ilişkin olumsuz beklentileri kırma konusunda önemli bir adım. Gerçekten programda öngörüldüğü gibi fiyatlarda indirim sağlanır ve toplum da geniş bir katılımla programa destek verirse kısa vadede beklentiler olumluya döner. Ama dediğim gibi, asıl olarak enflasyonu düşürmek için sıkı para ve maliye politikalarının sonuç alana kadar uygulanması, orta vadede ise üretimdeki ithalat ağırlığını düşürmek için yapısal önlemlere yönelinmesi gerekiyor.

Ekonomi yönetimi enflasyonda en kötünün geride kaldığını söylese de, TÜFE ile ÜFE arasındaki farkın 21 puana kadar açılması enflasyonun yüzde 30'ları göreceğine dair yorumlara neden oluyor. Siz tabloyu nasıl görüyorsunuz?

-Yıl sonuna kadar talebin düşük seyredeceğini düşünürsek, ÜFE'deki oranı fiyatlara yansıtmak üretici için zorlaşacak. Maliyet etkisini kırmak ve ÜFE'de bir geri çekilme sağlanabilmesi için kurdaki oynaklığın daha da düşmesi lazım. TL'nin belli bir oranda değer kazanması da yardımcı olacaktır ama oynaklık daha önemli. Ben yıl sonuna doğru hem ÜFE'de hem de TÜFE'de belli bir geri çekilme olacak diye düşünüyorum. Ama ÜFE TÜFE'den daha hızlı mı geri çekilir, onu alınan tedbirlerin hayata nasıl geçeceği gösterecek.

IMF, Türkiye ekonomisi için 2019 yılı büyüme tahminini yüzde 0,4'e indirdi. Enflasyondaki yüksek seyri de düşünürsek "Türkiye stagflasyona girdi" denebilir mi?

-Stagflasyon dediğimiz zaman hem resesyon hem de yüksek enflasyon aynı anda olacak. Eylül enflasyonu çok yüksek geldi ama ekim ayından itibaren bir miktar geri çekilme göreceğiz. Diğer yandan dördüncü çeyrek büyümenin çok zayıf olduğu, hatta belki de küçülmenin olacağı bir dönem olabilir. Ama bu tabloya hemen stagflasyon demek doğru olmaz. "Türkiye stagflasyona girdi" demek için bu durumun en azından iki çeyrek boyunca devam etmesi gerekiyor. Bence enflasyon, stagflasyon süreci başlamadan düşüşe geçecek. 2019'un ilk çeyreğinde de zayıf bir büyüme görecek olsak da enflasyonun yavaş yavaş düşüşe geçeceğini öngörüyorum. Dolayısıyla stagflasyonu konuşmak için henüz erken diye düşünüyorum.

Türkiye'nin geçmiş kriz dönemlerine baktığımızda, bu dönemi diğerlerinden ayıran özellikler var mı?

-Evet, bazı farklardan söz edebiliriz. Türkiye ekonomisi 2009'un ilk çeyreğinde yüzde 14'e yakın küçülmüştü. Ama sonra bu küçülme yerini hızlı büyümeye bıraktı. O dönemde enflasyondaki bozulma bu ölçüde değildi. Bu düzeyde bir kur şoku oluşmadı. Çünkü kriz sonrası uluslararası piyasalarda ciddi bir para bolluğu yaşandı. Bugün ise uluslararası piyasalarda parasal genişlemenin yerini yavaş yavaş daralmaya bıraktığı bir döneme giriyoruz. Yani dış kaynak desteği yerine kısıtı yaşayacağız. Bilindiği gibi bugünkü kur şokunun nedenleri sadece ekonomi ile alakalı değil. Uluslararası konjonktür ve uluslararası politika ile alakalı kısımlarda var. Kısa vadede bunların çözüme kavuşmasını beklemek gerçekçi olmayabilir.
Diğer yandan enflasyon ve kur çok yüksek seviyelere geldiği için maliye politikası teşvikleriyle de talep yaratmak mümkün değil. Bunu 2009'da ve 15 Temmuz sonrasında 2016'da yapabilmiştik. Dolayısıyla 2009'daki gibi krizden hızlı bir çıkış beklemek doğru olmaz. Daha tedrici ve yavaş bir çıkış olacak. Ama 2009'daki gibi hızlı bir çıkış olmasa da daha sağlam bir çıkış olabilir. Belki krizden biraz daha zorlanarak çıkacağız ama bu dönemde atılacak adımlarla Türkiye'yi dış borçla değil üretimle büyüyen bir ekonomi haline getirmek mümkün olabilir.

"YENİ FAİZ ARTIRIMINA GEREK YOK"

"Kur cephesinde çok ciddi bir oynama olmazsa, ben faiz artırımının şu aşamada gerekli olmadığını düşünüyorum. Bir kere piyasa faizleri ile Merkez Bankası faizleri arasında belli bir fark olması normaldir. Burada faizler sınıra dayanmış durumda. Enflasyon cephesinde düşüş başladığında, kur cephesinde de belli bir istikrar sağlanmış olursa, 25 Ekim'de faiz artırımına ihtiyaç kalmayacağını düşünüyorum. Bu faizler zaten reel ekonomiyi yeterince yıpratacak. Daha fazlasına da şu anda gerek yok."

(Aram Ekin Duran/Ekonomist Dergisi)

Sanayi sektörümüze yönelik bazı öneriler

Sanayi işletmelerimizin varlıklarını devam ettirebilmeleri ve rekabetçi olabilmeleri adına alacakları bazı tedbirler sektörün ve ülkemizin menfaatine olacaktır.

Bilindiği üzere yeni bir ekonomik döneme giriyoruz. Tüketici talebinin azaldığı, ekonomik daralmanın hızla kendini hissettirmeye başladığı ve tüm bunların aksine fiyatların arttığı enflasyonist bir döneme. İşletmelerin, özellikle de yapısı gereği yatırımlarına ciddi miktarda sermaye bağlamış, yüksek sabit maliyetleri olan sanayi işletmelerinin yeni sürece adapte olması ve kapasitelerini doğru şekilde yönetmesi her zamankinden daha önemli hale gelmiş bulunuyor.

Biz de, bu kriz sürecini en hafif hasarlarla atlatabilmek adına, sanayi işletmeleri üretim süreçlerinde hangi noktalara dikkat etmeliler kısaca değinmekte fayda olduğunu düşünüyoruz  .

A - KAPASİTE YÖNETİMİ VE MAKİNE PARKI VERİMLİLİĞİNİN ARTIRILMASI

Bu süreçle ilgili temel hedef, üretim planları ile uyumlu olmak üzere mevcut üretim altyapısına ilişkin makina /ekipmanların etkin kullanımına olanak sağlayacak şekilde yeniden kapasite planlamasının yapılmasıdır. Kapasitenin iyi planlanması ve etkin kullanımı ile de üretim artışı, yine kapasite yönetiminde esnekliğin sağlanması ile ürün gamı içerisindeki çeşitli türdeki siparişlere hızla cevap verebilecek konuma ulaşılması ve bu sayede mevcut stok seviyesinin azaltılması öncelikli olmalıdır. Konu ile ilgili operasyonel sürecin yönetimi ise şu şekilde planlanabilir:

* Fabrika kapasitesinin (teorik ve pratik), üretim süresi ve üretim miktarı parametrelerine göre net bir şekilde yeniden ortaya konulması

* Başa baş noktası ve ölçek ekonomisinin yakalanacağı asgari kapasite kullanım oranının (kko) belirlenmesi

* Fabrika çalışma sürelerinin ve vardiya sayılarının değişen talep dinamikleri de göz önünde bulundurularak sürekli gözden geçirilmesi

* Bakım onarım çalışmalarının planlı takvimlere bağlanarak duruş sürelerinin minimize edilmesi

* Arıza ve tamir gerektiren konuların önüne geçilmesi için bir master planın yapılması ve iyileştirme sürecinin başlatılması

* Makina verimliliğini artıracak yatırımların değerlendirilerek mevcut makine ve ekipmanın kapasitesini artıracak çalışmaların uygulamaya geçirilmesi

* Kaynak kullanımının ve malzeme akışının dengede tutulması

* Mamül/Yarı mamul stokunun en aza indirilerek esnek üretim hedefi ile tutarlılığın sağlanması

* Siparişleri teslim tarihinde yerine getirme güvencesinin sağlanması

* Sürekli iyileştirme felsefesi uyarınca teslimat performanslarının iyileştirilmesi

B - OTOMASYON

Bu süreçle ilgili temel hedef, tüm dünyayı etkileyip Sanayi 4.0 olarak nitelenen teknolojik değişim ve gelişime uyum sağlamak üzere üretim sürecinde bilgisayarlaşmanın en üst düzeye çıkarılması, elektronik sistemler sayesinde makine ve ekipmanların bir biri ile konuşabilir hale getirilmesi ve dolayısıyla üretimin yüksek teknolojiyle donatılması olmalıdır. Bu süreçte 2 temel amaca odaklanılmalıdır:

* Üretim sürecinde insana olan bağımlılığın azaltılması ile üretim hatalarının asgari düzeye indirilmesi ve kalitenin artırılması

* Üretimin en üst düzeyde esnekliğe kavuşturulması ve bu yolla tüketiciye özel ürün yapabilme imkânının elde edilmesi.

Bu sürecin sonunda, üretim hattı makinalarının ve otomasyon sistemlerinin ERP programı ile entegre ve haberleşebilir bir hale getirilmesi, hassas imalat sürecine yönelik kararların elektronik karar alma mekanizmaları tarafından otomatik olarak alınmasının sağlanması ve en nihayetinde üretim sürecinde insan müdahalesinin minimum seviyeye indirilmesi mümkün olabilecektir.

C - KPI BAZLI ÜRETİM YÖNETİMİ

Yukarıda bahsedilen süreçlerle paralel olarak, tüm departmanların, şeffaf, hesap verebilir ve ölçülebilirlik yönetim ilkeleri uyarınca, temel performans kriterlerinin (KPI) belirlenmesi ve belirlenen hedeflere ulaşılma ölçüsünün takibi yapılmalıdır. Üretim sürecine ilişkin KPI’lar 6 ana başlık altında özetlenebilir :

1-Toplam üretim düzeyinin değişimi

2-Fire oranları düzeyindeki gelişim

3-Fire hariç dönüşüm maliyetlerinin seyri

4-Üretim/çalışma saatlerinin seyri

5-Kapasite kullanım oranlarının seyri

6-Müşteri anket sonuçlarına göre ürün kalitesi memnuniyetindeki değişim

Uzun vadede ulaşılması istenen nokta ise tüm performans hedeflerinin şirket, departman ve kişi bazlı belirlenerek performans hedeflerine ulaşılma düzeyinin takibi ile başarısızlık hallerinde kök nedenlerin tespit edilmesi ve ortadan kaldırılmasıdır.

SONUÇ

Ülke olarak tüm yaz mevsimini seçim sürecini ve kur-faiz-borsa üçgenindeki değişimleri tartışarak harcadık. Galiba artık hepimiz sadece konuşarak bir yere varamayacağımızı anlamış bulunuyoruz. Yaşamak için üretmek zorunda olan insanoğlu için hiç şüphesiz teknoloji devrimi ile ortaya çıkan sanayi sektörünün yeri bu çerçevede ayrı bir anlam ve önem ifade ediyor. Sanayileşmeden, hızla hizmet sektörü ağırlıklı bir ekonomik yapıya evrilen ülkemizde ise katma değeri yüksek ve teknoloji ürünleri ağırlıklı bir üretim altyapısına kavuşmamız tüm ülkenin ortak hayali.

Bugünden yarına bu hayali gerçekleştirmek mümkün olmasa da en azından içinde bulunduğumuz şu türbülans atmosferinden çıkabilmek için, sanayi işletmelerimizin varlıklarını devam ettirebilmeleri ve rekabetçi olabilmeleri adına alacakları bazı tedbirler sektörün ve ülkemizin menfaatine olacaktır. Hazreti Mevlana’nın dediği gibi şimdi yeni şeyler söylemek lazım. 

Borsagundem
ONUR ÇELİK - YMM / BAĞIMSIZ DENETÇİ

13 Ekim 2018 Cumartesi

Rusya'nın petrolü bitiyor mu

Suudi Arabistan'ın veliaht Prensi Muhammed Bin Salman'ın, Rusya'nın petrol piyasasından 20 yıl içinde tamamen silinebileceğini yönündeki öngörüsü Rusya'da ses getirdi
Prens Salman, Rusya'daki petrolün biteceğine yönelik açıklamasına gerekçe olarak, ülkenin petrol yataklarının tükenmesini gösterdi.

Bunun üzerine İzvestiya gazetesi, Rusya'nın sahip olduğu petrolle ilgili verileri derledi:

"Rusya, 2017 yılında petrol üretiminde Suudi Arabistan'ı geride bıraktı. 1990 yılında Rusya yılda sadece 300 milyon ton petrol üretiyordu. Bu rakam ülkenin bugünkü petrol üretiminin yaklaşık yüzde 60'ını oluşturuyor.

Rusya Doğal Kaynaklar Bakanlığı verilerine göre, Rusya'nın bugün bilinen 14 milyar ton petrol rezervi bulunuyor.

Rusya, en büyük petrol devletleri içinde rezervlerine göre üretimi en düşük olan ülke. Irak ve İran'ın sahip oldukları petrolün bu ülkelere 90 yıl yeteceği hesaplanıyor. Bu süre Nijerya'da 50 yıl, Suudi Arabistan'da 61, Venezüella'da 392, Rusya'da 25 yıl.

Uzmanlar, Rusya'da petrol üretiminin 2021 yılından sonra düşüşe geçebileceğini öngörüyor. Yeni yatakların ortaya çıkarılması için giderlerin artırılmasının, ancak petrol fiyatlarının yükselmesi halinde mümkün olacağı ve yaptırımların yeni teknolojilere erişimin önünde engel olduğu belirtiliyor.

Rusya'da petrol sektörü bugün felaketten çok uzak. Dünyada petrole olan talebin arttığı göz önünde bulundurulursa, petrolün ileride de Rusya ekonomisi için önemli bir kalem olarak kalacağı görülüyor."

(Turkrus)

Eczacıbaşı: Enflasyondan korkulması lazım

Eczacıbaşı Türkiye'nin borç alarak büyümesini sürdürmesinin mümkün olmadığını söyledi
Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı CNN Türk canlı yayınında Hakan Çelik’in sorularını yanıtladı.

Eczacıbaşı Türkiye’nin borç alarak büyümesini sürdürmesinin mümkün olmadığını söyledi. Tecrübeli iş insanı mali tabloyu değerlendirirken, “Türkiye bu kapanın içine girdi. Bizim buradan çıkmamız lazım” diye konuştu.

İşte Eczacıbaşı’nın açıklamalarından satır başları:

Kurumsallık konusunda iyi ölçüde yol kat ettik ancak tam anlamıyla yol kat ettik diyemiyorum. Aile bireyleri yeteneklerine göre görev almalılar. Hataları kabul edip paylaşmak çok önemli.

Bir konu açıkça tartışılmazsa hata kaçınılmazdır. Hep yanlış insanların göreve getirilmesi yeterince denetlenmemesi ortaya çıkmış hatalardır. Yetersiz kişilerin göreve getirilmesi hata getirir.

Ekonomik ortamlardan etkileniyoruz ve en ince ayrıntısına kadar kontrol ediyoruz.

Türkiye bir Ortadoğu’nun bulanık bir sis perdesinin arkasında görülmeye başlandı. Korkunç bir darbe girişimi yaşadık. Türkiye’nin bir hikayesi var ama anlatılması lazım. Dünyaya yeni bir hikaye sunmamız lazım.

Bu hikayenin mutlaka iletişimin iyi uygulanması lazım. Geçmişteki başarıları kimse önemsemiyor. Teşvikler var ama amaçları çok net olmuyor. Bence çok net bir sonuç var ortada özel kesim kamu kesimi işbirliği sağlanmalıdır. Hatalardan çabuk vazgeçilmelidir.

‘ENFLASYONDAN ÇOK KORKULMASI LAZIM’

Cari açık ekonomimizin kronik hastalığıdır.

Biz büyümemizi borç alarak sürdürmememiz mümkün değildir. Türkiye bu kapanın içine girdi. Bizim buradan çıkmamız lazım.

Enflasyon çok korkulması lazım. Yüksek enflasyonu on yıllarca yaşadık. Bu dönemlere kesinlikle dönmememiz lazım. Bence hükümet tarafından doğru kararlar alınıyor.

Şirket indirimlerinin birlikte olması güzel bir durum birliği gösteriyor. Bunların biraz daha uzun vadeli, önlemler alınmalı…

12 Ekim 2018 Cuma

Lüks yata Bodrum'da 160 bin litre yakıt

Muğla'nın Bodrum ilçesinde, dünya yıldızlarının gözdesi olarak bilinen "Cloudbreak" isimli motoryata, 160 bin litre yakıt ikmali yapıldı.

Bodrum Limanı'nda demirli 72 metre uzunluğunda ve 14 metre genişliğindeki Cayman Adaları bayraklı yat, Paşatarlası mevkisindeki iskeleye yanaştırıldı.

Jennifer Lopez, Heidi Klum, Julia Roberts gibi dünyaca ünlü yıldızların gözdesi olan mega yata, tankerlerle 650 bin lira tutarında 160 bin litre yakıt ikmali yapıldı.

Çelik gövdeli ve alüminyum üst yapılı, içerisinde jakuzi, spa ve spor salonu da bulunan yat, iskeleye yanaştırılmasından 7,5 saat sonra hareket etti.

İki gün önce Bodrum açıklarına demirlediğinde yatın üzerindeki helikopterin, yurt dışına hareket ettiğinde olmadığı görüldü.

11 Ekim 2018 Perşembe

Hal yasası ile fırsatçılığa son verilecek

Meclis gündemine bu ay gelecek, sebze ve meyve piyasasında revizyon niteliğindeki yeni "Hal Yasası" ile fırsatçılığın önüne geçilecek, hallerin altyapısı yenilenecek ve modernizasyonu sağlanacak
Hükümetin 100 Günlük İcraat Programı'nda da yer alan hallerin modernize edilmesi hedefi doğrultusundaki çalışmalarda son noktaya gelindi.

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Enflasyonla Topyekun Mücadele Programı'nda yaptığı konuşmada, fırsatçılığın önüne geçmeyi ve stokçuluğu kaldırmayı amaçlayan yeni "Hal Yasası"nın bu ay Meclisin gündeminde olacağını bildirdi.

Kamuoyunda "Hal Yasası" olarak bilinen 5957 sayılı Sebze ve Meyveler ile Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'da yapılacak düzenlemeyle sebze ve meyve ticareti sektöründe köklü dönüşümler öngörülüyor.

Bu kapsamda, hallerin altyapısı yenilenecek ve yeni bir bakış açısıyla modernizasyonu sağlanacak. Üretici ve tüketici hakları açısından büyük önem taşıyan yeni yasanın, fiyat istikrarının sağlanmasına katkı vermesi bekleniyor.

Sebze ve meyvenin borsası niteliğindeki hallerin sayısının düşürülmesi, ürün çeşitliliğinin ve işlem hacminin artması planlanıyor.

"TARLADAN SOFRAYA FİYAT ARTIŞLARINDA DENETİM ARTIRILMALI"

Türk Ziraat Yüksek Mühendisleri Birliği Başkanı Fehmi Kiraz, AA muhabirine, ürünlerin tarladan nihai tüketiciye ulaşana kadar 3 ila 7 kat arasında fiyat artışına uğradığını belirterek, "Hal Yasası"nın revize edilmesiyle bunun önüne geçileceğini ifade etti.

Üretici birliklerinin marketlere doğrudan tedarikçi olabilmeleri durumunda üreticilerin ve tüketicilerin kazanacağını vurgulayan Kiraz, bunun gıdada enflasyonunu düşüreceğini söyledi.

Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı Hüseyin Demirtaş ise ürünlerin tarladan sofraya gelene kadarki zincirde fiyatlarının ciddi oranda yükseldiğine dikkati çekerek, bu konuda denetimlerin artırılması gerektiğini kaydetti.

Çiftçilerin ürünlerini gerçek değerinde satabilmesi için kooperatifleşmenin önemine işaret eden Demirtaş, "Üreticiler kendi kooperatifini kurarsa pazar sorununu çözerek kendi malını piyasaya sürebilir. Bu sayede aracıların aldığı komisyondan kurtulmuş olurlar. Tüketiciler de daha ucuza tüketmiş olur." değerlendirmesinde bulundu.

Türk milyarderlerinin servetleri ve yaşları

http://www.finansgundem.com/foto-galeri/turk-milyarderlerinin-yaslari-ve-servetleri-galeri/1350866

Cari fazla devam eder mi

Ekonomistler, cari işlemler dengesi tarafındaki düzeltme hareketinin devam ettiğini ve yıl sonunda 35-40 milyar doları civarında cari açık verilebileceği tahmininde bulundu
Ödemeler dengesi yaklaşık 3 yılın ardından tekrar cari fazla verdi.

Ödemeler dengesi ağustosta 2 milyar 592 milyon dolar cari fazla verdi. Bu rakam tarihinin en yüksek cari fazlası olarak kayıtlara geçti. Ödemeler dengesinde cari fazla en son Eylül 2015'te görülmüştü.

12 aylık cari açık ise 3 milyar 515 milyon dolar azalışla 51 milyar 125 milyon dolara geriledi. Böylece 12 aylık cari açık bu yılın en düşük seviyesine geriledi.

Ekonomistler, cari işlemler dengesi tarafındaki düzeltme hareketinin devam ettiğini ve yıl sonunda 35-40 milyar doları civarında cari açık verilebileceği tahmininde bulundu.

"Cari fazla eylülde de devam edebilir"

Halk Yatırım Araştırma Direktörü Banu Kıvci Tokalı da ağustos ayında cari dengenin beklentilerle uyumlu olarak fazla verdiğini ve yıllık açıktaki düşüşün hız kazandığını belirtti.

Aylık cari fazlanın eylülde de devam edebileceği tahmininde bulunan Tokalı, yıllık açığın 45 milyar dolar seviyesine düşebileceğini söyledi.

Tokalı, hem kur hem de talep gelişmelerine ek olarak, ihracatı destekleyici yeni program anlayışı doğrultusunda, yıllık cari açıkta 2019 yılının ilk yarısı sonuna doğru 25-30 milyar dolar bandına inilebileceğini dile getirdi.

Bu yıl sonu ve 2019 yılı cari açık tahminlerinin sırasıyla 37 milyar dolar ve 32 milyar dolar olduğunu belirten Tokalı, şunları kaydetti:

"Ağustos ayı cari fazlasını destekleyen gelişmelerde, dış açıktaki sert düşüşe ek olarak, bavul ticareti ve taşımacılık gelirlerinde iyileşme, güçlü turizm gelirleri, doğrudan yatırımlarla ilgili kar transferlerinin azalışta olması gibi unsurlar etkili. Diğer taraftan, dış borç faiz ödemeleri ve portföy yatırımlarına ait giderlerin cari dengeyi olumsuz etkilemeye devam ettiğini izliyoruz. Finansman tarafında ise cari fazla gelişimine sermaye girişinde zayıflamanın eşlik ettiğini görüyoruz. Özellikle kısa vadeli sermaye girişinde gerileme daha belirgin. Doğrudan yatırımların katkısı ve reel sektörün uzun vadeli kredileri ise yavaşlamakla birlikte devam ediyor. Bankaların yurt dışı muhabirlerindeki Döviz mevduatlarında ise 10,4 milyarlık artış söz konusu."

Tokalı, "net hata ve noksan" kaleminin katkısının hızla sürdüğünü ve ağustos ayında 3,7 milyar dolarlık giriş yaşandığını söyledi.

Böylece, 8 aylık dönemde bu kalemden elde edilen toplam katkının 15,1 milyar dolara ulaştığını aktaran Tokalı, "Cari fazla ve net hata ve noksan kaleminin katkısına karşılık, sermaye girişindeki zayıflama sonrasında, resmi rezervlerde ağustos ayında 8,1 milyar dolarlık düşüş söz konusu. TCMB verileri, eylül ayında da 3,4 milyar dolarlık ek gerilemeye işaret ediyor." ifadelerini kullandı.

"Cari açıkta düzelme eğilimi devam edecek"

QNB Finansinvest Başekonomisti Burak Kanlı ise cari dengenin Eylül 2015'ten bu yana ilk defa artıya geçtiğini ve üstelik tarihin en yüksek cari fazlasının görüldüğünü belirtti.

Bu cari fazlanın önemli oranda ekonomideki sert yavaşlamanın etkilerinden kaynaklandığını söyleyen Kanlı, "12 aylık toplu verilerle ithalatımız enerji fiyatlarındaki artışa karşın ciddi biçimde gerilemiş, ihracatımızda da sınırlı bir miktar düşüş var. Altın ticaretinde ise 2017'nin ocak ayından itibaren ilk defa fazla verdik. Turizm gelirleri ise artmaya devam ediyor. Bunun sonucunda da hem cari açıkta hem de çekirdek cari açık dediğimiz altın ve enerji hariç açıkta ciddi bir düşüş var." değerlendirmesinde bulundu.

Kanlı, finans hesabından önemli miktarda çıkış olduğunu ve bunun büyük oranda Türk bankalarının yurt dışı şubelerine mevduat transferi kaynaklı yaşandığını söyledi.

Merkez Bankası rezervlerinin de finansman kaynağı olmaya devam ettiğine işaret eden Kanlı, "Önümüzdeki dönemde de cari açıkta düzelme eğilimi devam edecektir. Yıl sonunda açık 40 milyar dolara kadar inebilir." dedi.

JPMorgan: Cari açıkta daralma devam edebilir

Türkiye'nin cari işlemlerini değerlendiren JP Morgan, "Cari işlemler açığı piyasa için daha az endişe haline gelecek" açıklamasında bulundu
Türkiye'nin bugün açıklanan cari işlemler hesabı verilerini değerlendiren JP Morgan, cari işlemler açığında daralmanın 2019 yılında da devam edeceğine işaret etti.

2018 yılında cari işlemler açığının 40,0 milyar dolar ile GSYH'nın yüzde 5,1'i seviyesinde gerçekleşmesini bekleyen JP Morgan, 2019 sonunda ise açığın 22,8 milyar dolar ile GSYH'nın yüzde 3,3'ü seviyesinde olacağını öngördü.

JP Morgan bugün yayınladığı raporda, "Zaman ilerledikçe cari işlemler açığının sermaye çıkışının giderek çok daha az bir kaynağı ve piyasa endişesi haline gelmesini bekliyoruz. Piyasanın gerçek odak noktası, hangi bankaların ve şirketmlerin dış borç yükümlülüklerini çevirebilecekleri olacak. Yatırımcı güveninde saçı ciddi toparlanmalar var. Bununla birlikte, toparlanmanın devam edebilmesi için hükümetin politika yanlışlarından kaçınması ve ekonominin kırılganlıkları ile başa çıkan tedbirlerle gelmeye devam etmesi gerekli" ifadelerini kullandı.

10 Ekim 2018 Çarşamba

Rusya ekonomisini dolarsızlaştırmak istiyor

ABD'nin yaptırımları ve yeni kısıtlamalarının gölgesindeki Rusya, ekonomisini dolardan uzaklaştırmak isterken, uzmanlar, bu sürecin kolay olmayacağına işaret ediyor
ABD’nin yıllardır süren yaptırımları ve yeni olası kısıtlamalarının gölgesindeki Rusya, ekonomisini dolardan uzaklaştırmak istiyor. Uzmanlar, ABD’nin, doları finansal bir silah olarak kullanması nedeniyle Rusya’nın böyle bir adıma mecbur kaldığını ancak "dolarsızlaşma" sürecinin kolay olmayacağını belirtiyor.

Rus hükümetinin basın servisinden geçen hafta yapılan açıklamada, dolar kullanımının azaltılmasına yönelik çalışmaların devam ettiği, bu doğrultuda yurt dışı işlemlerde kullanılan paranın ulusal para birimine çevrilmesi için teşvikler ve mekanizmalar yaratılması üzerinde çalışmalara hız verildiği kaydedilmişti.

ABD Senatosu ise ABD'deki seçimlere müdahale ettiğine yönelik iddialar nedeniyle Rusya'nın en büyük bankalarına dolar kullanımını yasaklama ve Moskova'nın dış borç piyasalarına erişimini reddedecek kanun tekliflerini değerlendirmeye devam ediyor.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bir süre önce yaptığı açıklamada, ABD’nin, dolar kullanımına yönelik attığı adımlar nedeniyle "kendi ayağına sıktığını" savunarak, "ABD, doların güvenilirliğini zedeleyerek büyük bir hata yapıyor. Bu, tüm imparatorlukların yaptığı bir hatadır. Her şey istikrarlı görünür ve olumsuz sonuçların yaşanmayacağı düşünülür. Fakat hayır, olumsuz sonuçlar mutlaka ortaya çıkar." ifadelerini kullanmıştı.

ABD'nin yaptırımları nedeniyle Rusya, uluslararası anlaşmalarda doların payını 2013’ten bu yana yüzde 79’dan yüzde 68’e düşürürken, Rusya’nın uluslararası rezervlerinde doların payı, bu yılın ilk çeyreğinde 2017’nin aynı dönemine göre 1,6 puanlık düşüşle yüzde 43,7’ye geriledi.

"Dolar, dönüşü olmayan bir yola girdi"

Rus ekonomisindeki "dolarsızlaşma" hamlesini AA muhabirine değerlendiren Rus Ulusal Ekonomi Başkanlık Akademisi Finans Mühendisliği Kürsüsü Başkanı ve eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Konstantin Korishchenko, doların artık "dönüşü olmayan bir yola" girdiği görüşünü dile getirdi.

Korishchenko, ticaret savaşlarının yanı sıra ABD'nin, Yabancı Hesaplar Vergi Uyum Yasası (FATCA) ve Yabancı Varlıklar Kontrol Ofisi (OFAC) gibi unsurları da kullandığını hatırlatarak, "ABD’nin kullandığı küresel saldırı araçları nedeniyle dolardan olabildiğince uzak kalmaktan mutlu olacak ülkelerin sayısı artıyor." dedi.

Ekonomide dolardan uzaklaşma konusunun ikircikli olduğuna işaret eden Korishchenko, "Bir tarafta 'dolar bölgesinden' uzaklaşırken, diğer tarafta nereye gidiyorsunuz? Dolar yerine hangi para birimini kullanacaksınız? Euro , yuan veya ruble mi? Doğal olan, çoklu bir döviz sistemi kurmaktır ancak kur riskleri ve işletim maliyeti bu fikri elverişsiz hale getiriyor. Yeni bir 'döviz kralının' ortaya çıkması, ne bugün ne de gelecek yıl olabilir." ifadelerini kullandı.

ABD'nin dolarsızlaşmaya karşı atacağı adımların ise süreci daha da derinleştireceğini belirten Korishchenko, "Şu anda İran'la ticareti finanse etmek için özel bir ödeme mekanizması oluşturulmasına ilişkin mutabakat var ve ABD'den gelen baskılar, bu sistemi gelecekteki dünya para birimi sistemi için bir tür birleşme noktası haline getirebilir." dedi.

"ABD, doların hakimiyetini savunmak için elinden geleni yapacaktır"

Harvard Üniversitesi Rusya ve Avrasya Çalışmaları Öğretim Üyesi Prof. Bruno Sergi de Rus ekonomisinin dolardan uzaklaşma imkanına sahip olduğunu vurguladı.

Sergi, ticaret savaşlarının, ABD’nin ticaret açığını düşürmesi halinde dolar likiditesinin düşeceğine işaret ederek, "Dolardan uzaklaşmak uzun vadeli riskler barındırıyor. Çünkü bu, mevcut küresel ticareti ve jeopolitik düzeni bütünüyle zayıflatıyor. Bununla birlikte ABD, doların hakimiyetini savunmak için elinden geleni yapacaktır. Bu konuda şüphe yok." ifadelerini kullandı.

Dolarsızlaşma sürecinin şimdilik belirsizliğini koruduğuna dikkati çeken Sergi, "ABD borsalarındaki yüksek performansın, gelişen piyasalardaki dolarsızlaşma eğilimiyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Eğer altın fiyatına bakarsak, tüm jeopolitik travmalara rağmen aşağı iniyor ve nispeten sabit kalıyor. Doların riskli davranarak altının rolünden kaçındığını görüyoruz." dedi.

"Euro veya lira ile anlaşmalara bir an önce başlanması gerekiyor"

Yeni Ekonomi Okulu Finans, Yatırımlar ve Bankalar Programı Direktörü Prof. Dr. Oleg Şibanov ise ABD’nin dolara yönelik adımlarını "mali kitle imha silahı" olarak tanımladı.

Doların bir silah haline dönüşmesini "küresel mali piyasalar için olumsuz bir durum" olarak niteleyen Şibanov, "Örneğin SWIFT sistemine veya dolarla işlemlere yönelik gibi yasaklar son derece belirsiz bir durum yaratıyor." dedi.

Şibanov, uluslararası ticarette dolar dışındaki dövizlere yönelmenin zorlu bir süreç olduğunu vurgulayarak, "SWIFT verilerine göre, yüzde 40’lık payla dolar, ödemeler için anapara birimi olarak kullanılıyor. Bu, 5 veya 10 yıllık süreler zarfında fazla değişmez. Bu nedenle euro, renminbi veya lira ile anlaşmalar yapılmasına yönelik adımların atılmasına bir an önce başlanması gerekiyor." diye konuştu.

ABD Başkanı Donald Trump’ın, ihracatta yaratabileceği artış nedeniyle zayıf dolar kurunu isteyebileceğini ifade eden Şibanov, AB'nin daha az gelişmiş ülkelerle bu konuda gerçekleştireceği ortak girişimlerin kazan-kazan durumuna yol açabileceğini ancak bu durumun belirsiz olduğunu söyledi.

7 Ekim 2018 Pazar

‘MCKINSEY’SİZ YOLA DEVAM!

Piyasalarda hacim azalırken yatırımcılar beklemeye geçti. “Bakan arkadaşlara söyledim, McKinsey’den fikri danışmanlık hizmeti de almayacaksınız” diyen Erdoğan, ekonomide tartışmaları bitirdi.

Temmuz ayından bu yana en yüksek portföy büyüklüğüne sahip 8 ülkeden 186 fon ve yatırımcı Türkiye’den ayrıldı. McKinsey adımı ile yabancıların yeniden TL varlıklara dönmesi bekleniyordu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dünkü açıklamaları sonrasında McKinsey olmadan yola devam edilecek.

Önümüzdeki hafta ekonomi yönetiminin bu konudaki aksiyonlarının neler olacağı merak konusu. Türkiye’deki ekonomistlerin yetkinliğini herkes kabul etmekle birlikte, artan kredi risk primi, düşürülen kredi notları, bozulan makro göstergeler nedeni ile hisse ve tahvil piyasasında satış yapan yabancıların zedelenen yabancı güvenini onarmak için McKinsey adımına olumlu bakanlar da vardı. Ancak Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları yabancı güvenini kazanmak için de bu yönteme gerek duyulmadığını gösterdi.



Peki neler olacak?

Piyasalar için kritik bir süreç yaşanıyor. Borsada 94.883, dolarda 6,1330’lu seviyeler test ediliyor. Hem borsada hem de döviz piyasasında hacim daralırken yabancı yatırımcıların satışları dikkat çekiyor. Piyasalarda aktif işlem yapanlar için zor bir dönem. Hacmin giderek daha fazla daralması fiyat hareketlerinde dengelenmeyi zorlaştırıyor. Yatırımcı cephesinden yapılacak en önemli adım riskleri ve fırsatları görerek yumurtaları aynı sepete koymamak.

TL mevduatlar cazip seçenekler oluştururken kısa vadeli borçlanma aracı fonları yatırımcıların ilgi alanında bulunuyor. Hisse senetlerinde ise ihracat ağırlıklı faaliyette bulunan, döviz borcu bulunmayan ya da düşük borçluluğa sahip ve turizm sektöründen olumlu etkilenmesi beklenen hisselerin ön plana çıkacağı anlaşılıyor.

Türkiye’nin gerilemeye başlayan Kredi Risk Primi (CDS) enflasyon verisi sonrası yeniden 400 seviyesinin üzerine çıkarak 420’ye yükseldi. Dolar kurunda spot piyasada zayıf hacim fiyat hareketlerindeki marjların daralmasına neden oluyor. Piyasaların hareketli olduğu günlerde 8-9 hatta 10 milyar dolara çıkan spot piyasa döviz işlemleri 5 milyar dolara geriledi. Aynı dönemde swap işlemlerinde de ciddi düşüş söz konusu. Ocak ayında günlük ortalama 8,9 milyar dolarlık swap işlem hacmi gerçekleşirken eylülde 3,2 milyar dolara gerilemiş durumda.



TL radara girecek mi?

Bir gerçek var ki, TL varlıklar eskisi kadar yurtdışı fonların ilgi alanında değil. Bankaların Türk Lirası karşılığı döviz işlem hacimlerinde yüzde 50’lere varan bir azalma söz konusu. Ekonomi yönetiminin ise yabancı para girişini sağlamak için çalışmaları sürüyor.

Bakan Berat Albayrak geçtiğimiz hafta Gelişmekte Olan Ülkeler Toplantısını İstanbul’da gerçekleştiren yatırım şirketi Franklin Templeton Investments’ın fon yöneticileri ve piyasa analistlerine Yeni Ekonomi Programı’nı anlattı. Eylül sonunda New York’ta küresel yatırımcıların güveni artırılmaya çalışıldı. Görünen o ki yabancı yatırımcıların yeniden TL varlıklara ilgi göstermeye başlaması ilk önce hacimdeki değişimden anlaşılacak. Hisse senetlerinde bunun etkilerini derinliği yüksek olan Endeks 30 hisselerinde göreceğiz.



Zeynep Aktaş - Milliyet

Meslekler kaybolurken

Farkında mısınız gelecekte meslekler olmayacak. Bu gelecek hem de çok yakın,  önümüzdeki 30 seneyi konuşuyoruz.  Üstelik “Mesleksizlik” önümüzdeki 30 sene sonunda birden gerçekleşmeyecek. Önümüzdeki 10 yılda yavaş sonra giderek artan bir hızda gerçekleşecek. Kod öğrenmek de çocuklarımızın meslek sahibi olmasını sağlamayacak. Teknolojik dönüşüm meslekleri yutacak. Olacaklar için yapay zekadaki (yapay bilinç/yenibilinç) gelişmelerin gerçekleşmesi de gerekmiyor. Şuan ulaştığımız teknolojik seviye ve dönüşüm hızında “mesleksizliği” yaşayacağız.

Doktorsuz hastane, yargıçsız mahkeme, şoförsüz taksi, işçisiz fabrikalar geliyor

Doktorsuz hastane, yargıçsız mahkeme, şoförsüz taksi, garsonsuz hatta aşçısız lokanta, öğretmensiz sınıfsız okullar, bankacısız banka olacak. Gelin örnekleyelim. Şu an en sağlam görülen en yüksek puanla öğrenci kabul eden tıp doktorluğu mesleğine bakalım. Şu an doktora gittiğinizde sizin tahlillerinize bakmadan bir şey söylemek veya tedaviye başlamak istiyor mu? Tahlil sonuçlarını tecrübesi ile analiz ederek size ilaç ve tedavi yöntemi öneriyor. Peki, iyi doktor kim? Çok vakıa ve sonuç görmüş doktor değil mi? Peki hafızasında milyonlarca kayıt tutan ve binlerce değişkeni ve olasılığı saliseler içerisinde analiz eden bilgisayarlar daha doğru ilaç önerip daha doğru bir tedavi stratejisi söylemeyecek mi sanıyorsunuz? Peki, tedavi stratejisini bilgisayar çizdi. Ya operasyon? Operasyon da cerrah robotlar kullanımda bile ve sürekli gelişiyorlar. Fizik tedavi mi? Fizik tedaviyi  bile fizyoterapistler değil  duyarlı robotik giysiler yaptıracak size. Zaten insan doktorla makine doktor arasında seçme şansına sahip olacağımızı düşünmüyorum. Sigorta şirketleri hata ve gereksiz masrafları elimine etmek için standartları belirleyecektir. Kaldı ki seçme şansına sahip olsak bile tercihimiz yine robotlardan yana olacaktır. Deyimlerimiz bile değişecek robottan daha iyisini mi bileceksin/yapacaksın kardeşim diyeceğiz. Ama içimiz içimizi kemirecek biriyle konuşmak isteyeceğiz değil mi? Tedavi hakkında konuşabileceğimiz kişi ancak bir çeşit psikolog olacaktır.

Hadi hastane tamam yargıçsız mahkeme mi olur diyeniniz var mı? Eğer adalette hız ve mutlak tarafsızlık arıyorsak kararı zaten makinenin/robotun vermesine sıcak bakmaya başlamışızdır değil mi? Kaldı ki bu konuda müthiş ilerlemeler var ve gözüken 10 sene içinde mahkeme kararlarının büyük çoğunluğu sistem tarafından verilmeye başlanacak.

Sporculuk. Hadi canım.. İnsanın kısıtlarından kaynaklanan seyir zevki ile makinelerin insan kısıtını aşan becerileri sayesinde verdiği seyir zevkini mukayese edince makinelerin  müsabakaları daha çok ilgi çekecektir. Olmaz demeyin bilete para ödeyen bugünün çocuk ve ergenleri olacak. Robot olimpiyatları insan olimpiyatlarının yerini alacak. Tuttuğumuz takımlarda bile futbolcuların yerini robotlar alacaklar. Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe büyük kulüpler ve diğerleri kendi dönüşümlerini tamamlarsa ligde yer alacak aksi takdirde teknoloji firmalarının takımları mücadele edecek. İnsanların oynadığı futbol sıkıcı gelecek. Makinelerin neler yapabildiğini görmek ve robot takımlarımıza destek için arenaları dolduracağız.. İnsanlık hayvanları kapıştırdığı arenalarda robotları kapıştıracak. Üstelik mücadeleler zevkli geçsin diye penaltı ve faul gibi kurallar oldukça esnek olacak. Robotlara isimler vereceğiz ve fanları olacak. Bu son örnek sert geldi değil mi? Takip etmeyenler için söyleyeyim şimdiden büyük kulüplerimizin dijital spor takımları var ve büyük bir fan kitlesi var. Çocuklarımız bunları takip ediyor. Ancak konu dijitalde ve marjinal ilgide kalmayacak sahaya da yansıyacak.

Geçmişe bakıp teknolojik dönüşümün görece yavaş ilerlediği yıllarda bile kaybolan mesleklere bakıp vay be demek mümkün. Dedelerinize sorsanız size kaybolan meslekleri anlatmaya başladıklarında siz bile bu iş bir meslek miydi diye sorup şaşırıp kalabilirsiniz. Hele geçmişte bir fabrikada çalıştıysa hiç o konuya girmesin saydığı kaybolan mesleklerden başınız şişer.

Tüm bunları 2000’lerin ortasında yazdığı doktora tezinin konusu olarak karar destek sistemlerinin (robotik karar) endüstride kullanımını seçmiş, tezini uygulamış ve o yıllardan beri bu konularla ilgilendiğim için söylüyorum. Bazı alanlarda makine-insan dönüşümünü gerçekleştirmiş biri olarak söylüyorum. Önümüzdeki 30 yılı hangilerimiz yaşayabilecekse yukarıdakilerin şahidi olacak.

İlk ağızdan bir dönüşüm hikayesi... Krediyi bankacı değil makine veriyor artık

Konu o zamanlar ilgimi çekmişti. Alın size şu an hepinizin kullandığı bunun aksi ne kadar saçma olurdu diye düşündüğünüz bir teknolojik dönüşümü hayata sokmanın birinci ağızdan hikayesi. O esnada bankaya ve göreve yeni gelmiş büyük bir bankanın bireysel krediler grup müdürüydüm. Banka mevduat toplamada birinci sırada ancak kredi vermede 5. sıradaydı. Adeta hazine bonosundan bir kuleydi. Dezenflasyonist süreç başlamış hazine karları azalıyor krediden yapılan kar artıyordu. Ancak banka kredi kullandıramıyordu. Banka sürekli mevduat topladığından ve yalnızca mevduat primi verildiğinden şube teşkilatlarında kredi bilgisi zayıf, şube müdürlerinin önemli kısmı teftiş kökenli olduğundan risk sevmez ve yaşlı bir kadro olduğu için verdikleri kredinin riskinden dolayı kendilerince emekliliklerini tehlikeye atmak istemiyorlardı. O esnada 30 yaşında bankanın en genç grup müdürü olarak verdiğim hedef ve yönlendirmelerde yaşım itibarıyla onlara güven telakki etmiyordum.  Üstelik ağdalı ve müşteri dostu olmayan bir kredi süreci vardı. Vermek de almak da zordu. Bu yapıda bankayı üst sıralara taşımak on yıllar alacak ve belki de hiç gerçekleşmeyecekti. Doktora tezi olarak seçtiğim konuyu uygulamaya karar verdim. Şube kredi personelini ve müdürlerini kredi kararında bypass edip müşteri başvurularını kendim değerlendirecektim. Bankanın gerçek müşteri kredi politikasını yönetimden devredilen yetkilerle ben tayin ettiğim için bu mümkündü. Kendimden 1000 kişi oluşturamayacağım oluştursam da yine de verimli olmayacağı için tercihlerimi bir sistem oluşturup sisteme gömmem gerekti. Bir gece oturdum temel metodoloji ve algoritmaları yazdım. Sabah ekip arkadaşlarımı topladım kod adı olarak “Ayşe tatilde” ismini verdiğim ortaya çıkana kadar gizlilikle sürdüreceğimiz çalışmaları anlattım. Birçok algoritma, dalları bir orman büyüklüğünde karar ağaçları ve karar tabanlı tercihlerden oluşan binlerce satırdan oluşan “cep kredi” böyle ortaya çıktı. Artık müşteriler başvurularını şubeye değil SMS’le istedikleri kredi tutarını yazıp birkaç bilgi verip SMS numaramıza yapacaklardı. Artık şubeye gitmek günlerce beklemek, şube personeline ve müdürünün keyfiyetine dayalı bir süreç yoktu. Uygulamaya geçmeden o sıralar 600 şubeli olan bankanın müdürlerini ve personelini şöyle bilgilendirdim. Risk artık sizde değil sistemde. Siz yalnızca noter olacaksınız. SMS’le onayı alan başvuru sahibinin beyan ettiği bilgiler doğru mu ona bakacaksınız. Kararı şubelerin bildiği ismiyle oluşturduğum “pusula” sistemi verecek.

Televizyon reklamları dönmeye başladıktan sonra 6 ay içerisinde banka aynı eleman sayısında 160 şube açmış kadar ekstra kredi hacmi kazanmıştı. Sonuçta artık bireysel kredi bankanın şubesinin insan emeğiyle değerlendirdiği bir istasyon adımı olmaktan çıkmıştı.  O esnada işin magazin tarafı kurum içi yaşadığım dirençler, sonrasında iş tutunca olanlar, değişimin yönetimi vs insanın teknoloji karşısındaki davranışı kitap olacak konudur. Ayrıca neden Türkiye’de büyük kurumlardan yenilik kolay çıkmazın özetidir. Banka 2006 yılında başka bir bankaya GMY olarak geçişimde göreve başlarken 5.sırada olan yeri birinciliğe yükselmişti. Bizim bankadan 8-9 ay sonra benim ekipten transfer edilen bir arkadaşla ikinci banka uygulamaya başlamış sonrasında da endüstri standardı haline gelmiştir. Çok şükür o dönem bu dönüşüm personel azalışı neticesi doğurmamıştı. Zira Türkiye’de 2001 krizinden sonra zaten bankacı sayısı azalmıştı. Ekonominin istikrarı ve bankaların bireysele yönelmesi ile kredilere bir hücum oluşmuş. Yapılan teknolojik dönüşüm kredi kullananların hayatını kolaylaştırmıştı. Halen daha o zaman attığımız adımlar ile ülkemizde kredi almak gelişmiş ülkelere bile nazaran oldukça kısa neticelenmektedir. Bu teknolojik dönüşümde önce insana hizmet etmiş verimsiz bir süreci ortadan kaldırmıştı. Ancak kredi talebinde bir patlama olmasaydı mutlaka çalışan sayısında azalma ile neticelenecekti. Ekonomi ve kredi talebi büyümüş yeni şubeler açılmıştı. Ancak bu dönüşüm şube başına personel sayısını ciddi biçimde düşürmüştür.

Şubesiz banka, gişesiz stadyum, dijitelleşen bakkallar

Bunun gibi pek çok dönüşümü hem ilgim olduğu için hem daha önce edindiğim tecrübeler ile gerçekleştirdim. Yeni Genel Müdürü olduğum şubesiz ve sistemin en küçüğü boyutunda olan bir yatırım bankasını “yeni jenerasyon bankacılık” adını verdiğim modelle kurguladım ve şubesiz biçimde ülkenin en geniş dağıtım kanalına sahip hale getirdim. Şubeler yoktu ama bakkallar, benzin istasyonları, PTT şubeleri, ulaşım kartı istasyonları, başkaca binlerce bayi vardı. Ülkemizin geleneksel stadyum tecrübesini yine “Passolig” adını verdiğim sistemle ekibimle beraber değiştirdim. Yine buluşum olan NKolay adını verdiğim bugün binlerce bakkal ve küçük işyerinde kullanılan milyonlarca işlem gerçekleştirilen terminalle  insanımız bakkallarda benzin istasyonlarında dijital servisler almakta dır.

Özetle yazının başlığında yer verdiğim “Meslekler Kayboluyor” başlığı hariçten gazel okuyan birinin kehaneti veya futuristik bir fantezisi değildir. Teknolojiyi takip eden okuduklarını nakleden birinin anlatımı da değildir. Birçok teknolojik dönüşüme öncülük etmiş süreçleri yaşamış sonuçlarını yönetmiş ve konuları yakın takip eden birinin hep varolacağını sandığımız mesleklerle ilgili düşüncesi olan malumun ilanıdır. Üstelik gelecek algımızda sanki olmayacağımız bir zamanda olacakmış hissini veren bir uzaklıkta değil tüm bunlar.30 yıl daha ömrü olanlar ilk 10 yıl yavaş sonra çok hızlı “mesleksizliği”yaşayacaklar. 

Benim gibi nice insan sektörlerinde ve dünyanın her yerinde bu dönüşümleri sağlamak için çalıştı. Kimi öncü kimi parçası kimi kullanıcısı oldu. Görünen fayda hep insanların rahatıydı ve beklenen faydaya hızlı ve ucuz erişimiydi. En azından benim motivasyonum hep o oldu. Ancak yine görünen o ki bu konformist anlayış adeta tüm meslekleri yok edecek bir yerlere varmakta.  Bu konuda etik bir tartışmaya girmek isteyenlerin tekerleğin icadının işgücü açısından iyi olup olmadığını tartışmaya başlayarak konuya dahil olması gerekir.

Şu an 30 yaşında olan hiç kimse yapmış olduğu meslekten emekli olamayacak

Peki “Mesleklerin Kaybolması”  bizi ne kadar ilgilendiriyor ve sonuçları ne olacak. Yaşı 35’in altında olanları veya çocukları olanları çok yakından ilgilendiriyor. Örneğin yaşı 35’in altında olan şubede veya genel müdürlükte çalışan bankacıların yüzde 90’ının pozisyonu ne olursa olsun bankacılıktan emekli olamayacaklarını bilmeleri lazım. İnsanın yaşı düştükçe yaptığı meslekten emekli olamama yüzdesi artacaktır. Maalesef insanların meslekleri ellerinden gidecek.

Teknolojik dönüşümün getirdiği en büyük zorluk meslek garantili okul/bölümlere hazırlananlarla bu okulların öğrenim gören ve yeni mezunlarında olacaktır.  Yıllarca hayatlarından ödün vererek hayatlarını garanti altına almak istedikleri meslekler yok olacaktır. Eğitim sistemimizi radikal biçimde hangi yönde değiştirmemiz gerektiği ayrı bir yazı konusudur.

Meslekler kaybolacaksa yerine ne geçecek?

Bu yazıyı kaleme almaktaki amacım insanları umutsuzluğa sevketmek değil aksine farkındalık oluşturmak ve harekete geçirmek. İnsanlar genellikle büyük ve baş edemeyecekleri bir tehlike sözkonusu olduğunda sanıldığının aksine kaçınmak yerine çaresizliğe düşüp kayıtsız kalırlar. Bu konuda kayıtsız kalmak ve çaresiz hissedip beklemek yapılabilecekler içerisinde en kötüsü.

Meslek bazlı istihdam değil iş bazlı anlaşmalar gelecek

Hatta geldi bile. Yalnızca şu an yeterince farkında değiliz. Örneğin dış kaynaklandırma (outsourcing) dediğimiz uygulama hayatımızda. Birçok şirket bazı işler için mesleği o işleri yapmak olan insanları istihdam etmiyor. Faydayı konu ve süre bazında alıyor ve bir bordro ilişkisi kurmuyor. Artık şirketler büyüse de ihtiyaç bazında farklı departmanlar bazında çalışan insan sayısı az oluyor. Birçok hizmeti dışarıdan alıyor. Evden çalışma yine bu yönde adımlardan biri. Çok yakında çıktı ile girdi arasında ilişkiler iyice çözülünce parça başı/fayda bazında ödeme daha çok meslek için söz konusu olacak. Fakat en önemli dönüşüm yine teknoloji ile gerçekleşmekte. Örneğin bir bankanın en çok personel istihdam edilen yeri  çağrı merkezi operatörlerinin bulunduğu departmandır. Buralarda hem outsourcing hem evden çalışma uygulanırken robotik uygulamalar şimdiden insanın yerini almaktadır. Üç beş sene içerisinde ise bu departmanlar birkaç politika belirleyici personelin kaldığı en az eleman istihdam edilen yerlere dönüşeceklerdir. Bu örnekleri en artık bu olmaz denilen departman ve meslekler için genişletebiliriz. Konu artık yalnızca zamanlama meselesi. Hazine, krediler, operasyon, bilgi teknolojileri hepsi ve daha fazlası için dönüşüm başladı. Şubeleri saymıyorum bile şubeye bugün de ihtiyaç yok. Dolaşımdaki para yerini giderek kaydi paraya semtlerdeki esnaflar bile organize perakendeye döndüğü için şubelerin yalnızca geçiş sürecinde olan rolleri ufalarak devam edecek ve kaybolacak. Bir bankanın şube sayısı büyüklüğü artık bankanın gücünü değil probleminin büyüklüğünü ifade edecek. Ençok itirazla 2007 senesinde başında bulunduğum bankanın “yeni jenerasyon bankacılık modeli” ni anlatırken işe almak istediklerimi iknaya çalışırken yaşamıştım. Sektörden birçok değerli insan iş modelini futuristik ve güvensiz bulup iş teklifini kabul etmemişti. Tabi o zamanlar “cek cak şeklinde anlatıyordum. Oysa aradan geçen süre içerisinde o banka varlıklarını ve karını kısa sürede 100 kat büyütmüş ne para toplarken ne işlem yaparken ne kredi verirken şubeye ihtiyaç olmamıştı. Başkalarının fiziki kanalları üzerinde fayda bazlı iş yapan geliri paylaşan bir yapıydı.

Çocuklarımızın kod öğrenmesi onları kurtaracak mı?

Şu an bu yazıyı okuyan okul çağında çocuğu veya akrabası olan pek çoğumuz küçüklerimizin hayatlarını kazanmalarını garanti etmeleri için büyük çaba sarfetmekte küçüklerimizin doğru bir yol bulmaları için yardımcı olmaya çalışmaktadırlar. Yazıda yer verdiğim gerekçelerle ve halihazırdaki teknolojik seviyemizin bile meslekleri yutmaya başlaması bu yönelimi belirlerken en büyük zorluğu oluşturmaktadır.  Obama çocuklara kod öğrenin dediği için bu konu bir fenomen oldu. Evet şu an kod bilen görece daha az sayıda ve dünyadaki dönüşüm için daha çok sayıda kod bilene ihtiyaç var. Ancaaak çeşitli bilgisayar dillerinde kod öğrenmek ve bilmek ancak önümüzdeki 10 sene işe yarayacak. Çok kullanılan bir bilgisayar dilini bilmeyi İngilizce bilmeyle eş görebiliriz. Nasıl artık İngilizce bilmek yetmiyorsa İngilizce bilginizle rehberlik bile yapamıyorsanız birçok mükemmelleşme yolundaki dijital çeviri enstrümanı dil bilmemenize rağmen İngilizce ihtiyacınızı giderebiliyorsa kod içinde durum aynı olacak. Şu an çok sayıda dönüşüm ihtiyacı az sayıda kod bilen olduğu için kod bilenlere iş var ve insan makine dönüşümünde bu kod bilenler görev alıyor ve alacaklar ancak hızla kod bilmek yetersizleşecek ve onlara da ihtiyaç kalmayacak.

Özetle kod bilmek önümüzdeki 10 yıl için çocuklarımıza bazı köşebaşlarını tutma opsiyonu verebilse de buraları koruma imkanı vermeyecek. Gelecek yazımda 35 yaş altı olanların dönüşümü,  çocuk ve gençlerin eğitim ve kariyerleri için düşüncelerimi yazacağım.

Sağlıcakla kalın.

http://www.finansgundem.com/yazarlar/meslekler-kaybolurken-yazisi/1164095

Gelecek geldi... mi?

Meslekler Kaybolurken başlıklı yazıma birçok yorum geldi. Açıkçası şaşırdım. Zira kamuoyunun görüş ve ilgi mesafesinin birkaç aya düştüğü bu ortamda bu ilgiyi görmek yüzeydeki dalgalara değil belirleyici dip dalgalarla ilgilenenleri keşfetmek öğreticiydi. Sofistike gözüken konulara meraklı okurların destekleyici yorumlarının yanısıra bilişim dünyasında saygın yerleri olan okurların yazılanları onaması önemliydi. Okurların bir kısmı haklı olarak teknoloji ile ikame edilerek emek piyasasından çekilen insanların yaşamlarını idame ettirebilmeleri için sıcak biçimde tartışılan “Universal Basic Income” konusunu ele almamı istediler. Bunu not ediyorum. Ancak bu yazımda ise taleplerin çokluğu sebebi ile kariyerleri ve çocukları için sıcak öneriler isteyenlere bazı ipuçları vermeye çalışacağım. Tabi bende olan iplerin uçlarını.

Doktorsuz hastane, Yargıçsız mahkeme, Şoförsüz taksi...

Geliyor demiş ve gerekçelendirmiştik önceki yazımızda. Üstelik bu yazıyı okuyanların büyük çoğunluğunun yaşayacağı gelecekte demiştik. Gelecek diye söz edince insanoğlunun zihninde “gelecek” kelimesi ilk anda sanki kendisinin olmayacağı bir zaman şeklinde canlanır. Zira amigladamızdaki ön bellek her yeni karşılaştığı durumu yakın geçmişin ve bugünün verileri ile karşılaştırarak tanımlamaya çalışır. Eğer geleceği düşünecek formasyonda yaşamıyorsak hazırlıksız ön belleğimiz error vererek “amaaan ben görmem bunları” konfor alanına iter. Çünkü çoğunlukla ön belleğimiz bugün olanları bile gereğince kavramıyor edilgen biçimde uyum telaşındadır. Hele geçmiş eğitim sistemimizin edilgen bireyler yetiştirme konusundaki mahareti bana geleceği değil mevcut standartlarımı belirleyen biri (üstüm,patronum vs) ne yapacağımı söylesin yeter kolaycılığı içerisindedir.Verilen işi iyi yapmaya çalışıyor üstü ile iyi anlaşıyorsa bir sonraki günü  garanti görür. Gelecek çoğu insan için ertesi gündür. Günler arasındaki ufak değişikliklerin, okuduğu bir haberin haftalar/aylar sonrası yarattığı etkileri  ancak yaşamına  dokununca ilişkilendirebilir.

Gelecek geldi...mi?

Meslekleri yutacak gelişmeler için yeni bir teknoloji gerekmediğini sürecin başladığını ve sonuçlarını yaşayacağımız bir zamanda bunları göreceğimizi ele almıştık. Keşfedilecek yeni teknolojlerin ve randıman eğrisinin ancak bu süreci daha da hızlandırması sözkonusu olacaktır. Yani çoğunluğunu maksimum 30 sene içerisinde gerçekleşmesini beklediklerimizin 15 sene içerisinde gerçekleşmesi gibi. Hadi düşünelim binlerce parçadan oluşan bir yol robotu olan otomobil  dünyada 90 milyon adet üretiliyor. Bu robotları da fabrikadaki işçi robotlar üretiyor. Bunların yaptığı işlere insan beyni ve gücü gereksinimi artık kalmadı sadece küçük rötuşlar yapılıyor. Her yere navigasyonla gidiyoruz gaza ve frene basmak için mi insana ihtiyaç olduğunu düşünüyorsunuz? Sensör teknolojilerinin geldiği noktayı  ıskalamışsınız o zaman. Daha kompleks gereksinimleri hatta isterseniz İstanbul’un yollarını da tartışalım. Yılda 90 milyon yol robotu üretiliyorsa kaç tane prototipleri dolaşan bizden daha güçlü, denileni eksiksiz yapan maaş,izin,mesai mevhumu olmayan işgücü robotu yapılır sizce? Bu arada Bill Gates geçen hafta robot çalıştıracaklardan vergi alınmasını gündeme getirdi.

İnsan robot dönüşümünü anlamak için mutfağınıza bakmanız yeterli. Gerçi yemek yapmak/bulaşık yıkamak bu kadar kolaylaşmasına rağmen -ay bişey de çıksa bunları rafa dizse keşke- yemek yapan sayısı gittikçe azalıyor değil mi? Neden uzun mesailer mi? Uzun mesailer ne için? Niye beynimiz ve vücudumuzu yeterince kullanmadığımız halde daha yorgunuz peki? Neyse işin felsefesine girmiyoruz :) Devam edelim.

Beyaz yakalılar bize hala ihtiyaç var kolaycılığında mısınız? Donanımı olmayan robotlar olan yazılımlar birçoğumuzun yaptığı işini elinden aldı henüz haberimiz yok veya çaktırmıyoruz. Büyük şirketler ve çalışanların çoğu zombi durumundalar. Eski kuşak patronlarımız sağolsun. Rakiplerden biri uyandığında ise geçmiş olsun. Gelecek geldi arkadaşlar…Şimdi giderek artan bir hızda dönüşüm zamanı.

What is next?

Meslekler kaybolurken maalesef aynı hızda yerine yenileri çıkmıyor. Çok daha azı çıkıyor. Şu an bir geçiş aşamasında olduğumuz için teknoloji ile yeni meslek çıktı diye seviniyoruz aslında çıkan geçmişte yapılan işleri teknoloji ile dijitalde yapanlar oluyor. Daha az insana gereksinim oluyor. Çıkanların ömrü de son derece kısıtlı. Yeni çıkan mesleklere ise okul müfredatlarımız cevap vermiyor. Okul müfredatları ayak uydurana kadar ise o meslek kayboluyor. Bence zaten meslek eğitimi için üniversite eğitimi olmamalı neyse…

Diyeceğim odur ki aslında yeni ortaya çıkan pek bir meslek yok. Dönüşüme konvansiyonel hareket ettiğimizde ayak uyduramıyoruz.Her birimizi bekleyen sıradaki işimiz için yaşımız, yapılan mesleğin teknoloji esnekliği ve rekabetin gücü belirleyici oluyor. Herkes için tek bir reçete yok ancak bize zaman kazandıracak yollar var.

Sıcak bir  örnek

Dün bir dostumla çok iyi bir üniversitenin elektronik mühendisliği son sınıfta olan oğlunun  pilot olmak istediğini, sahada daha az maaşla mesleğini yapmak yerine geliri çok daha iyi olan pilotluk  için son derece pahalı olan eğitimi almasını finanse edeceğini anlatıyordu. Bence yapma dedim. Zira uçak şoförü olmak için fazla bir eğitim almıştı. İnsansız hava araçlarının sürekli geliştiği, droneların eve girdiği bir zamanda insansız yolcu/çok amaçlı uçakların geliştirilmesinin artık radara girdiğini büyük ihtimalle gizli biçimde geliştirildiğini söyledim. Evet son 10 senede insanoğlunun mobilitesi büyük ölçüde arttı. Bu daha fazla uçak ve tabi pilot ihtiyacı demekti. Muhtemelen önümüzdeki 5 yılda bu trend devam edebilirdi. Ya sonra? Oğlunun önünde ise 45 yıllık bir çalışma hayatı olacaktı. Başlangıçta aldığı maaşın getirdiği standartlara alışacak mortgage a girecek ancak şu an çok kazandıran mesleğe hem fazla emek arzından dolayı hem de sistemlerin daha az insan müdahalesine açık hale gelmesinden dolayı maaşının düşeceğini sonrada iş bulma sıkıntısına gireceğini anlatmaya çalıştım. Ucuz uçuş için yaşanan rekabetin götürdüğü yere, hızlı trenlere, pilotaj hatalarının sigorta maliyetlerinin dayatacağı standartlara vs girmeye vakit kalmadı.

Bu birçok bugün kazandıran meslek için böyle. Kimse mesleğine haklı olarak toz kondurmak istemez. O kaleyi ve konfor ortamını sonuna kadar savunmak ister. İnsanın unsurunun o meslek için ne kadar önemli olduğunu anlatır. Malesef durum böyle değil.

Peki ne iş yapacağız kardeşim?

Evet zurnanın zırt dediği yer orası zaten. Bugün teknolojiye yön verenlerin kesin konuşamadığı da bu. Meslek sayılamıyor ortaya karışık konuşuluyor. Bill gates’e soruyorlar bu soruyu fizik,matematik ekonomi okusunlar falan diyor. Üstelik bugünün gelecek zamanı ne önce onu konuşmalıyız. Önümüzdeki 10-20-30 senemi 50 senemi? Her zaman dilmine göre ayrı konuşmak lazım. Soruyu kendimiz için mi çocuğumuz veya onun çocuğu için mi soruyoruz? Daha sonrasını düşünmediğimiz kesin daha sonrası çevre aktivistlerinin takıldığı bir konu. Zaten parça değişimi ile sonsuza kadar yaşayacağımızı bilsek çevre sorunları açısından bugünkünden daha iyi bir dünyada yaşamak için çırpınacağınımıza eminim. O kadar sorumluluk hissetmediğimiz açık. Birçoğumuz için gelecek ertesi gün ve aydan ibaret.

Gelecekte ne işler yaparak gelir sağlayacağımız öncelikle kaç yılı konuştuğumuz ile ilgili bir konu demiştik. Birçok diğer faktörden en güçlüsü yine de zaman faktörüdür.

Emekliliğine 5 yıl kalanların birçoğu ite kaka  süreci bir şekilde tamamlar gözüküyor.

10-15 yıl kalanlar içinse mesleklerini sürdürebilmek için değişecek kalifikasyonlara uyum becerisi önemli olacaktır. Daha az insan o mesleği yapacak ancak uyum becerisi yüksek olanlar çemberin içinde kalmaya devam edeceklerdir.

Emeklilik planına 10-15 yıl kalanlar  şimdiden tasarruflarını arttırmaya değişik konulardaki becerilerini geliştirmeye çalışmalılar.Mevcut meslekleri çok büyük ihtimalle onları başarılı bir emeklilik planına ulaştırmayacaktır. Şimdiden Khan academy,Udemi,Coursera,Turkcell akademi,uzman tv gibi mecralarda yeni yetkinlikler edinmeye başlamalarını şiddetle öneririm.

Yine 10-15 yıl bandında sosyal güvenlik sistemi değişecektir. 10 yıl sonra yüksek gelir getiren bir işte çalışanların sayısı o kadar azalacağı ve/veya azalacağı öngörüldüğü için çalışanların sübvansiyonuna dayalı sosyal güvenlik sistemi büyük ölçüde değişecektir. Bu süreçte toplumlarda anarşiyi önlemek için “national basic income” denemeleri yaygınlaşacaktır.

Emeklilik planına 15-20 yıldan daha fazla kalanlar ve genç kuşak için ise yazacaklarım büyük benzerlik taşıyor olacaktır. Bu dahi 20-30 yıl perspektifi içindir. 30 yıl sonrası içinse ancak futuristik fantezileri ortaya koyuyor olabiliriz. Konumuz ise futuristik fanteziler değil çıplak gerçekler.

Emeklliğine 15-20 yıl ve daha fazla kalanlar mevcut mesleklerini ve/veya tahsilini yaptıkları mesleği sürdüremeyecekleri açık olacağından kendi donatılarını farklılaştırmak yatay gelişime dikey gelişim kadar zaman vermek durumundadır.

Önümüzdeki 20-30 yıl bandı için şanslı alanlar olarak; eğlence/medya,  yiyecek/içecek,psikoloji ve türlü kişisel danışmanlık işleri, devlet hizmetleri ve kısmen tarımı  otomasyonun gelişimine rağmen insanların geniş biçimde iş alanı bulabildiği işler olarak görüyorum.  İnsan üretimden çekilecek hizmetler sektöründe diğer insanların  kendilerini iyi hissetmesi için varlıklarını sürdürüyor olacaklardır.

Şu an iyi bir üniversiteye/bölüme girmesi için bizim kaynaklarımızı  çocuklarımızın ise zamanını  seferber ettiği bu geçiş zamanında onları gri alandan kurtarmak için paradigma değiştirmemiz gerektiği açık.

Gaybı şüphesiz Allah bilir. Bizim yapmaya çalıştığımız bugünkü teknolojinin dönüştürme hızı ile olabilecekleri ortaya koymak ve bu dönüşümün gerektirdiği adaptasyon ihtiyacına dikkat çekmektir. Yazı karamsarlığa değil uyanmaya ve daha çeşitli çalışmaya yöneltme amacını taşımaktadır.

Şu an ne okullarımız, ne müfredatımız ne de konvansiyonel sistemde yetişmiş öğretmenlerimiz bu gelecek için bireyleri yetiştirmiyor. Dolayısı ile iyi bir eğitim artık gelecek garantisi değil.

Uzun yıllardır eğitim değil anti-eğitim alan bizler bu sebeple yenilik ve marka çıkaramıyoruz. Nasıl bir eğitim ayrı bir yazının konusu olacaktır.

Sevgiyle kalın...


http://www.finansgundem.com/yazarlar/gelecek-geldi-mi-yazisi/1173788

Eğitim Şart! mıdır?

Okumuşlar kişisel kültürünü yüceltirken bunu okulda aldığı hangi derslerle ilişkilendiriyor? Acaba gençlerimizin en güzel ve verimli senelerini geçirdikleri yıllar biz işteyken onları oyalamak için oluşturulmuş toplama kampları mıdır? Biz de öyle kamplardan gelmedik mi? Okulda geçirdiğimiz zamanın yüzde kaçı bugünkü geldiğimiz seviyeyi açıklıyor? Biz çocukların doğuştan gelen tanrısal/kadim yazılımlarını bozup hangi bozuk yazılımları yüklüyoruz ki savaşlar, kötülükler,zulüm, sömürgecilik ve açlık teknoloji kaldıracıyla şiddetlenip devam ediyor. Yoksa bozuk yazılımlarla geliyoruz da ıslah mı ediliyoruz? Öyleyse  çocuklar masum değil günahkar mı? Ya daaa neye maruz kalıyorsak ona mı benziyoruz.

2017 yaşındayız..

Tabi miladi takvimle gidersek. Bulgular ise elli bin, ikiyüz bin ve milyon şeklinde gidiyor. Kimse bilmiyor. Neyse bir kerteriz alalım ve 2017 yaşında olduğumuzu kabul edelim. Ne değişti silahlarımız aletlerimiz ve kıyafetlerimiz dışında. Daha yüksek bir bilinç düzeyine mi eriştik? Nerde son 10 yılın tanınmış felsefecileri, alimleri ve sanatçıları? Bunların son örneklerini geçen yüzyılda bıraktık da hallettik mi insan olmayı. Yoksa ulaştığımız noktada bunları bile çıkaramaz hale mi geldik? Eğitim sistemleri hangi insani özelliğimizi kuvvetlendirdi?  Bugün ve son 50 yıldır herhalde dünyayı yönetenlerin tamamına yakını en az lise mezunuysa –çoğu üniversite mezunu- bu lise mezunları sayesinde daha güvenli ve adil bir dünyada daha büyük bir harmoni ile mi yaşıyoruz? Lise mezunluğu ortalama insan ömrünün en az beşte biri ve en az 12-13 yıl demek. Bu 12 yıl ne için geçiyor ki daha iyi bir dünyada huzurla ve refahla yaşamıyoruz.  Üniversite eğitimi demode biçimde ülkelerin tamamında meslek insanı yetiştirmek için kullanıldığından sakın “herkes üniversite mezunu olsaydı böyle olmazdı”ya sığınmayalım. Dolayısıyla bizim birçok konuyu liseye kadar halletmemiz gerekmez mi?

Tüm bu fenalıklara okula gitmemişler veya yeterince okumamışlar mı sebep oluyor?  Tam tersi mi?  Yoksa en iyi okullara gidenler mi daha vahşi oluyor ve her şeye hakkı olduğunu düşünüp güdücü çoban olmaya hak kazanıyor? Daha kaliteli hile mi yapmak hüner?

Eğitim şart derken hangi eğitimi kastediyoruz?

Tehlike robotların insanlaşması değil eğitimle insanların robotlaşması

İki uçtan robotlarla birbirimize yaklaşıyoruz. Bir taraftan şimdilik kendi elimizle yaptığımız robotların bir kısmını fiziksel olarak insana evriltmeye çalışıyoruz. Üstelik davranış olarak insan tarifinde bir ittifak olmamasına rağmen. Sanırım kendimizden 2017 yıldır çıkaramadığımız insanı robottan yapacağız. Diğer yandan insanlıktan uzaklaşarak robotlaşıyoruz. Bu da ömrümüzün beşte birinin geçtiği eğitim hayatı vasıtasıyla oluyor. Hedef denileni yapan insanı yetiştirmek. Halbuki robottan daha iyi kimse denileni yapamaz. O halde evrim robotla son bulacaktır. Ancak tabi ki bizim yaptığımız robotla değil otonomi kazanmış robotla. Robotlar otonomi kazandığında konağın (dünyanın) virüsü (insan) ile mücadeleye girişecek ve satrançta yenildiğimiz gibi yenilecek miyiz? Tek gözlü deccal yoksa bilgisayar mı? Neyse enseyi karartmayalım farklı bir son olabilir.

Eğitimde yeni paradigma

Her yeni doğan yaratıcının yeni mesajı ise insan ırkının devamı için yeni bilgi ve beceriler ile donanmışsa -ki evrim böyle oluyor ve hayatta kalabiliyoruz- bizim bilgi diye verdiğimiz doğruluk sosuna bulanmış şeyleri kesip biraz olsun çocukları ve gençleri dinlememiz gerekmez mi? İtibarı sorgulanır olsa da eldeki tek mekanizma olan birleşmiş milletlerin öncülüğü ve garantörlüğünde eğitim sistemini yeni bir paradigmayla kurgulamanın zamanı gelmedi mi?  Üstelik 3.dünya savaşının arifesinde olduğumuzu gösteren emarelerin arttığı bir dönemde tüm dünyada sınıflara doldurduğumuz öğrencilere itiraflarla derse başlasak. “Heyy sizden önceki çocuklar olan bizler yine beceremedik. Bizden her öğrendiğinize inanmayın. Birçok hatamız var ve bunları sıklıkla tekrarlıyoruz. Kendimizi size örnek diye yutturmaya çalışırsak buna da inanmayın. Hele sakın bizim gibi olmaya çalışmayın. İyisi mi gelin beraber çalışalım. Sizlerin yaşayacağı dünyayı tarifleyin bizler de onu gerçekleştirmek için çalışalım. Siz bizim dediklerimizi değil biz sizin dediklerinizi yapalım.” Acaba hangisi daha iyi olur? Ne dersiniz Eğitim şart mıdır?

http://www.finansgundem.com/yazarlar/egitim-sart-midir-yazisi/1233010

“Girişimciye kız verilmez”

Ülkemizin işadamına bakış açısı sorunludur. Bir ülkenin barındırdığı işadamı kadar zengin olabileceği gerçeğini son yıllara kadar ıskalamışızdır. Bunun eğitimde,sanatta,medyada algı köklerine değineceğiz. Bürokrasinin arka planını da oluşturan kamu/özel ayrımı da bu sebeplerle ortaya çıkmıştır.

Biz ve önceki kuşaklar memur oğlu memurdur. Daha eskilerde üretim devletin elindeydi. Ticaret ise daha çok azınlıkların. Ebeveynlerimiz devlette veya az sayıdaki özel şirkette memur olarak çalışmıştır. Biraz çiftçimiz daha az sayıda da küçük esnafımız vardır. Üretim devletten özel sektöre geçmeye başlayıp ancak devlette üretimde kalmayı sürdürdükçe bürokrasinin arka planında kamu/özel sektör ayrımı şekillenmiş ve kırmak mümkün olmamıştır. Ancak sorun yalnızca bürokraside değildir.

Ebeveynlerimizin rüyalarını bizlerin iş garantili iyi bir memur olması süslemiştir. Örgün eğitim sistemimiz adeta öğrencilerini laf dinleyen, denileni yapan birer memur hale getirmek için  kurgulanmıştır. Ailelerimiz  bizi koruma güdüsüyle ön plana çıkmama ve ortalarda yer alma ile terbiye etmiştir. Memur olmak yüceltilmiştir. Okul kitabı dışında kitap okumak geçmişte aşağılanmıştır. Bunun şüphesiz gerekçeleri vardır. Ancak durum bu olduğu için olması gereken sayı,nitelik ve derinlikte bir iş dünyamızdan, bölgesel ve küresel markalarımızdan şimdilik söz etmek mümkün değildir.

Eski filmlerde iş adamı hep kötü karakterdir

İş adamına sorunlu bakış açısı filmlerimizde de devam etmiştir. İş adamları hep kötü karakterler ile sembolize edilmiştir. Tecavüz eden, hakları gasp eden, her türlü kötülüğü meslek edinmiş insanlardır. Filmlerimizin mutlu sonu işadamının 8 kurşunla ölmesi veya  iflas etmesi ile seyircinin duyduğu haz ile  tamamlanır. Medyamızda bu algıya uzun yıllarca tuğla taşımıştır. Sistemin yol verdiği az sayıdaki iş adamının dokunulmazlığının dışında kendi işini yaparak büyümek isteyenler hep potansiyel dolandırıcı olarak takdim edilmiş kendi işini yaparak büyüyenler değil bunlardan çıkan kötü örnekler sayfalarda geniş yer bulmuştur.

Adeta bu filmleri izleyen ve haberleri okuyanlar iş adamı olmadıklarına sevinmişlerdir.

Yasalarımız da iş adamlığını/girişimciliği baskılamıştır

Geçmişte iş kurmak için alınan onlarca izin ve aylarca geçen süreye ilaveten yolunda gitmeyen işinizi kapamak için gereken onlarca izin ve bu defa yıllarca süren süreç iş kurmak düşüncesini baltalamıştır. Cebinde fazladan döviz taşıyanın hapis ve izinsiz yurtdışına gitmenin mümkün olmadığı bir Türkiye hafızalardadır.

Bunların birçoğu geçmişte kaldı diyebilirsiniz ancak biliniz ki ebeveynlerimizin, öğretmenlerimizin bürokratlarımızın ve siyasilerimizin arka planı hep bunlardır. Bugünün gelişmiş ülkeleri ve markaları biz işadamlığını baskılarken uygun iklimi oluşturmuş ülkelerden meydana gelmiştir.

Asker ve memur milletten girişimci millete geçiş

Bu paradigma değişikliği kolay olmamış ve olmamaktadır. Bizim memuriyet dışındaki iş yaşamı ile geçmişimiz 80’li yıllardan sonra oluşmaya başlamıştır. Son 5 yıldır da artık gençler de iş kurabilsin kıvamına gelmiştir. Bu birden olmamış yıllar içerisinde evrilerek gelişmiş dünya ile entegrasyon artarak gerçekleşmiştir. Ancak hala hafızalar güçlüdür. Bize iyi memurlarda iyi askerler de lazımdır. Ancak ekosistemde gereken çeşitliliği sağlamak hiçbir türün diğerine baskın hale gelmemesi zengin bir ekosistem için, umut ve refah dolu olmanın ön koşuludur.

Dünün girişimcileri bugünün işadamlarıdır

Bugün önemli iş ve isimlerine sahip iş adamlarımız unutmayalımki dünün girişimcileriydi. Birçoğunun aileden bir serveti yoktu ve birçok yokluğun ve yukarılarda sayılan zorluğun arasından gelerek bugünün işadamları oldular. Birşeyler denediler birşeyler başardılar.Birçoğunun hikayesini bilir ve takdir ederim. Uzun yıllar banka yöneticiliği yapmanın iyi yanı iş hayatım dünün girişimcilerine kredi verip sonra tahsil etmeye çalışarak yani hikayelerine ortaklık ederek geçti. Birçoğu yeni yaptığı girişim konusunda tam bilgi sahibi değildi. Esinleniyordu ve ben de yaparım diyordu. Zaten mesele ben de yaparım diyebilenlerin sayısını ve niteliğini arttırmamız değil midir? Bugünün girişimcileri de yarının saygıdeğer iş adamları ve işverenleri olacaktır.

Devletimiz insanlar girişimci olsun diye hibe verir noktaya gelmiştir. 

Son 5 yılda girişim ekosisteminin oluşması için devlet kurumları seferber olmuştur. Sağlanan pekçok teşvik ve hatta hibe gerekirse para batsın ama yeterki yeni iş girişimleri desteklensin noktasına gelinmiştir. Eksikler, aksaklıklar,yetersizlikler  şüphesiz vardır ancak tek başına bu paradigma değişimi bile  bizleri umutlandırmaktadır. Ülkemizin bu konudaki adımlarını ısrarla atmayı sürdürmesi daha çok sayıdaki gencin nihayet “ben de yapabilirim” bakış açısına kavuşması büyük bir kazanımdır.

Strateji,taktik ve sabır

Bu teşvik ve hibe programlarını işe yaramıyor diye eleştirmek kolaydır. Ancak bu işadamlığını baskılamak için tarihimizde harcadığımız eforla mukayse edecek olursak birden mucizeler beklemek de yersizdir. Memuriyetin yüceltildiği bir millet baskıyı kaldırdım hadi bakalım şimdi sizden icatlar ve markalar bekliyorum denmesi ile o hale gelemez. Önce emeklenecek sonra ürkek adımlar atılacak ve zamanla güvenli yürüyüş pozisyonuna geçilebilecektir. Bu konuları düzenleyen bürokratlarımız ve siyasilerimizin bile bu yönlü bir geçmişinin bulunmadığı gözönüne alınırsa bu konulardaki iyi niyetli adımların acımasız eleştiriler ile veya tarihi iş yaşamını teşvik etmekle geçmiş ülkelerin neticeleriyle sınava tabi tutulması doğru bir yaklaşım olmayacaktır.

Ortaya bir strateji konmuştur. Bunun ile ilgili taktik adımlar atılmıştır. Taktik adımlar yenilenerek devam edilmeli ve en önemlisi sabırla teşvik edilmelidir. Son yüzyılda ilk yerli arabamızda ve uçağımızda da sabır gösterilebilse idi bugün eminim uçak/uzay endüstrisinde ve yerli arabada çok ciddi mesafe almış ve birçok konuda birçok markaya sahip olmuş olacaktık.

Devlet organizasyonumuzu Girişimciliğe bir bakanlık vererek taçlandırmalıyız.

Girişimciliğe tek işi ekosistemin gelişmesi olan yetkili ve yetkin bir “bakan” ın  olması bu konuda sarfedilen birçok emek ve kaynağın eşgüdümünü ve daha hızlı kazanıma dönüşmesini sağlayacaktır. Bu sebeple bu konuda bir bakanlık kurulmasını önermekteyim. Bu bakanlığımızın esas işi aslında iş adamı ve marka ekosistemini oluşturmak olacaktır. Bu gereği gibi adım atılırsa bugünkü çabalara çarpan etkisi yaratacaktır.

Hadsizlik etmek istemem ancak sözkonusu “bakan” ın tercihen 40 yaşın altında kendi başarılı girişimlerinin yanısıra başarısız girişimleri de olmuş, yurtdışında öğrenim görmüş ve halen ekosistemin içinde olan parasını kazanmış ve millete hizmet etme isteğinde olan bir profilinin olması bu önemli konuya ve geleceğimize büyük hizmet edecektir.

Gençlerimizi pozitif ajandalara odaklayan, özgüvenini arttıran, komut bekleyen değil insiyatif alan, iş ve aş yaratmadaki çabaları çoklayan girişimciliğin gelişmesi dileğiyle.   

http://www.finansgundem.com/yazarlar/girisimciye-kiz-verilmez-yazisi/1240529

Fintelektüel sorunumuz…

Başlığa bakıp ülkemizin yeni bir sorunu daha mı var demeyin.

“Finteleküel” çeşitli büyük sorunlarımızın ortak paydası düşünülerek çözüm olarak geliştirilmiş ve “entelektüel” kelimesinden türetilen bir kelime.

Sağlık ve ölüm dışındaki kişisel sorunlarımızın altında da çoğunlukla tek bir önemli sebep yatar. Deriz ki “şunu halletsem gerisi kolay”  İşte tam da böyle bir şey. Hadi başlayalım mı?

En büyük sorun

Ülkemizde yaşayan insanların, şirketlerin ve devletin en büyük sorunu sürdürülebilir yüksek refah seviyesidir. Sıklıkla tahminlerde bulunuruz, “Ülkemizde ortalama gelir 30 bin dolar olsa şunları konuşup bunları dert etmeyiz” diye. Gerçekten de durum böyledir. Çünkü belli refah düzeyini aşan insanın kaygıları azalmakta kendiyle, çevresiyle, doğa ile daha uyumlu yaşamakta ve farklılıklara toleransı artmaktadır.

Peki gelirimiz nasıl refah düzeyine çıkabilir?

Bunun cevabı on yıllardır üzerinde neredeyse mutabakata varıldığı şekilde  katma değerli üretime geçince veya eğitimle değildir.

Çünkü katma değerli üretime geçemeyişimiz veya refahımıza etki edecek bir eğitim verememiz de bir sonuçtur.

Gelir seviyemizin refah toplumu yaratmadaki yetersizliğinin en büyük sebebi refah oluşturacak bakış açısı eksikliğidir.

Gereken bakış açısına sahip  olmayınca gereken eğitimi de dizayn edemiyor ve imkanlarımızı değerlendiremiyoruz. Kısacası sorunları yanlış teşhis edip yetersiz çözümler peşinde enerjimizi tüketiyoruz.

Ülkemizdeki tüm sorunların kaynağı ve potansiyellerimizin heba olmasının  sebebi “fintelektüel” bakış açısı eksikliği ve buna bağlı olarak fintelektüel sayımızın azlığıdır.

Peki Fintelektüel nedir?

“Fin.” kısaltması  iş jargonunda finansal olan anlamında kullanılır. Entelektüel kelimesi anlamının aydın ve münevver insan olduğunu biliyoruz. Bu ikisinin biraraya getirerek oluşturduğumuz yeni kelime ise Fintelektüel’dir.

Fintelektuel: Finansal okur yazarlığa ve iş zekasına sahip, entelektüel birikim sağlamış, güçlü empatisi bulunan, meraklı, çevresel uyum ve ilişki kurma konusunda becerikli, evrensel perspektifi olan, etik değerleri taşıyan, üretken, katılımcı, çözüm odaklı ve özgüvenli bireylere artık! fintelektüel diyoruz.

Bireylerin,şirketlerin ve ülkelerin refahı Fintelektuel bakış açısı ile ilişkilendirilmelidir. Bir şirketin ve ülkenin zenginliği bünyesinde bulundurduğu Fintellektuel sayısı ile doğru orantılıdır.

Ortalama milli gelirimizi 30 bin dolara çıkarmak ve oyunda level atlamak için için Fintelektüel kapasite oluşturmak ve Fintelektüel sayımızı arttırmamız gerekmektedir.

Fintelektueli olmayan bir yelkenliye hiçbir rüzgar yardım edemez

Birey, şirket ve ülkemizin tüm sorun ve fırsatları fintelektuel bakış açısına göre yeniden ele alınmalıdır.

Örneğin en büyük girdisi üretiminde dünya lideri olduğumuz fındık bitkisi olan Nutella markasının ekmeğe sürülen krema şeklindeki fındık ezmesi ürününün perakende satış fiyatlarına göre varili 1200 dolar iken yıllardır bizde çıksa neler yaparız dediğimiz petrolün varili 60 dolardır. Yani yıllardır aradığımız petrolü bulsak katma değerli bir ürün yapamadıktan sonra varilini 60 dolardan satacağız. Fındığı tarlada 10 liraya sattığımız gibi. Bizde tarımda ve madencilikte dünya lideri veya ilk beşte olduğumuz buna benzer çok madde vardır. Kaldıki bu hammaddelere  sahip olmayıp doğru bakış açısına sahip olabilsek hammaddeye sahip olmak da şart değildir.

Dünyanın refahı yüksek çoğu ülkesinde bizim yıllardır en büyük eksikliğini çektiğimizi iddia ettiğimiz petrol ve gaz yoktur. Çikolatası ve elması ile ünlü belçikada kakao ağacı ve elmas madeni yoktur. Almanya ve Japonya başta petrol ve gaz olmak üzere hammadde fakiri ülkelerdir. Buna benzer bir dolu örnek vardır.

Başka bir örnek sosyal bir konu olarak görülen dış politikadan vereyim.

Ülkemizin 135’i büyükelçilik olmak üzere 235 dış temsilciliği var.

Bir bakanımıza randevu alarak  dış temsilciliklerimizi hedefler ile yönetelim teklifini sunmuş çok mantıklı bulmasına rağmen bir geridönüş alamamıştım. Önerdiğim şuydu; “Yabancı ülkelerde görev yapan en yüksek temsilcilerimize  görev yaptığı  ülkelerdeki; Türk şirketi sayısında, o ülkeden ülkemize çekilen para miktarında, turist sayısında,görev yapılan ülkeye ihracatımızda  ve o ülkenin medyasında çıkan olumlu haberlerlerdeki artışa  göre puan verin. Terfi ve yer değişiklikleri buna göre yapılsın” diyordum. Gereken değersiz yazılımı ücretsiz sağlayacaktım. Buna ihtiyaç duymamın sebebi o güne kadar ziyaret ettiğim bazı büyükelçilerimiz ziyaretim esnasında görev yaptığı ülkedeki ilişkilerinin mükemmelliğinden bahsediyordu. Benim zihnimde  ise bu durumdan  ülkemizin hangi metrikler ile faydalandığı sorusu vardı. Sorduğumda görüyordum ki büyükelçimiz rakamların yeterince farkında değildi. Hatta üsteleyince “iş takipçiliğimi yapıyoruz burada ” diye tersleyenler vardı. Evet aslında tam da iş takipçiliği  yapılmalıydı. Çünkü iş hayatımda gördüm ki bizleri ziyaret eden gelişmiş ülke büyükelçilerinin ana gündemi ülkelerinin firma ve bireylerinin iş takibini yapmak ve iş kapasitesini arttırmaktı. Büyükelçilerimiz çok iyi yetişmiş ve ülkesi için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacak şekilde görev yaptıkları halde doğru metrikler tariflenmeyip hedeflere göre yönetim prensipleri olmadıkça çalışmalarının ulusal refahımıza etkisi sınırlı olmaktadır.

Görüldüğü gibi dış politika gibi eski önkabullerimize göre  tarihsel hesaplaşmaların alanı ve sosyal bilim konusu olan bir konu bile bu bakış açısı ile ülkemizin refah artışına hizmet edebilecektir.

Global bir ürün, işadamı, sanatçı, akademisyen,sporcu,marka çıkartmak refah seviyemizin artması için fintelektuel bireyler lazım

Hiç düşündünüz mü neden global bir ürünümüz yok?  Ürün tanımlamasının içine insandan markaya herşeyi koyabiliriz. Bunun sebebini herşey benzemeye çalışırken kendimiz yani özgün olamamakta bulmuşumdur. Bu özgünlüğü sağlayacak olan tabiki eğitim sistemimizin vizyonu ve  stratejisidir.

Maalesef okul müfredatımızda bireysel ve ulusal refahımızı arttıracak bakış açısı ve becerileri kazandıracak yetkinlikler kazandırma hedefi yok. Elimizde ilk-orta-lise öğrenimi boyunca 12 yıllık bir fırsat penceresi  varken bunu değerlendiremiyoruz. Herşey sanki uzun bir üniversite sınavlarına hazırlık programı gibi dizayn edilmiş. Üniversitelerimizde de böyle bir perspektif olmayınca refah düzeyimizi geliştirecek iklimi bir türlü oluşturamıyoruz.

Burada yumurta mı tavuktan hesaplarına girip önce öyle öğretmeni, o müfredatı hazırlayacak bürokratı, bu ortamı oluşturacak siyasetçiyi vs nerden bulacaksın denilebilir. Katılmıyorum. Yollar var. Üstelik ülke olarak geçmişimizde gördük ki istisnalar ve oyun değiştirici insanlar çıkartabiliyoruz. Ülkemizin bütün yetersizliklerine rağmen kadim kültürden süzülmüş feraset sahibi bu istisnalar ile ayakta kalabildiğini düşünüyorum.

Diğer yandan internet iyi bir eğitim sistemi olmasa da eksiklerini bilenler için kapatma konusunda bir fırsat eşitliği sağladı. Artık doğru stratejiyi oluşturamasak da internet sayesinde  eğitim sistemimizin eksiklerine rağmen daha fazla sayıda pozitif istisna çıkartabileceğimizi düşünüyorum. Dolayısı ile opsiyonlarını kullanmamış olan ülkemizin geleceği için umutluyum.

Nasıl Fintelektuel olabilir ve refah düzeyimizi nasıl geliştirebiliriz?

Bu yazımızda dilimize ve literatüre girmesini istediğim Fintelektuel kavramını işlemiş olduk. Neden sorunların kökeninde yattığını bu olmadan gelişmemizin ve kararlarımızın yönsüz kaldığını ifade etme olanağı bulduk.

Nasıl Fintelektuel olabilir ve refah düzeyimizi geliştirebiliriz sorusun cevabını geniş bir şekilde gelecek yazılarda vermeye çalışacağım.

http://www.finansgundem.com/yazarlar/fintelektuel-sorunumuz-yazisi/1274724