27 Kasım 2018 Salı

2019’a az kala dünya ve Türkiye ekonomisinin görünümü

Ekonomik açıdan zorlu 2018 yılını geride bırakmak üzere olan Türkiye, 2019 yılında da zor günler geçirebilir
2008 yılında “mortgage krizi” sonrası ABD’nin ve 2011 yılında “borç krizi” sonrasında Avrupa’nın, merkez bankaları vasıtasıyla likiditeyi artıran hamleleri ile beraber ticareti artırıcı hamleleri işe yaramış ve gerek kendi ekonomileri gerekse dünya ticareti iyiye doğru gitmiştir. IMF verilerine göre; 2016 yılında % 3.3 büyüyen dünya ekonomisi 2017 yılında % 3.7 büyümüştür. 2017 sonu itibariyle dünya ekonomisi içinde ABD 19.4 trilyon dolarlık ekonomi ile birinci sıradaki yerini korurken, 12.0 trilyon dolarlık Çin ikinci sırada yer almıştır. Türkiye ise 850 milyar dolarlık GSYH ile dünya ekonomisi içinde 17. sırada yer almaktadır.

ABD Başkanı Trump’ın vergi indirimleri ile desteklediği hamleler sayesinde ABD ekonomisi 2018 yılında oldukça ciddi bir büyüme süreci geçirdi. 2017’de % 2.2 büyüyen ABD’de 2018 yılı ilk çeyreğinde % 2.0, ikinci çeyreğinde % 4.2, 3. çeyreğinde % 3.5 büyüme yaşandı. Üstelik bu süreçte işsizlik oranı % 3.7’ye kadar düştü. ABD borsa endeksleri de rekor seviyelere yükselerek tasarruflara yüksek getiri sağladı. Bu güçlü ekonomik gelişme karşısında Merkez Bankası FED, faizleri her üç ayda bir artırarak ekonomideki ısınmanın aşırıya kaçmasını önlemeye çalışıyor. Tabi bu durum, doların dünyadaki maliyetini de artırıcı etki yapıyor. 2 yıl önce Libor oranı % 1 seviyesinin altında iken günümüzde % 2.5 seviyelerinde seyrediyor. Diğer taraftan parasal genişleme nedeniyle 4.5 trilyon dolarlık büyüklüğe ulaşan FED, bilançosunu da küçültmek amaçlı hamleler yapılıyor. FED'in bilanço küçültmesinin piyasalara yansıması; 2018’de 420 milyar USD, 2019’da 600 milyar USD, 2020’de 600 milyar USD ve 2021’de 350 milyar USD olarak beklenmektedir. Bu kadar paranın piyasadan çekilmesi doların önümüzdeki dönemde bir miktar kıtlık sorunu yaşanmasını da beraberinde getirecektir. Zaten Türkiye dahil gelişmekte olan ülkelerde, son bir yılda yerel para birimlerinin dolara karşı ciddi değer kayıpları yaşamaya başladığını gözlemledik. Gelişmekte olan ekonomilerin birçoğunun 10 yıl öncesine kıyasla daha yüksek düzeyde özel ve kamu borçlarının olması, bu ülkeleri daha savunmasız bırakmaktadır.

Trump’ın Çin’e karşı önce 50 milyar USD sonra 200 milyar USD ithal ürüne ek gümrük vergisi koyması ve 2019’da bu ek vergilere devam edeceğinin niyetini açıklaması dünya ticaret savaşlarının gelecek yıl da süreceğini gösteriyor. Ancak bu durum dolaylı olarak ABD ekonomisine negatif etki gösterecek. Gerek FED’in faiz artırımları gerekse azalacak ticaret nedeniyle IMF, ABD’nin 2019 yılı büyüme beklentisini % 2.7’den % 2.5’e indirirken; Moodys aynı yıl için % 2.3 öngörüyor. Hatta Moodys, 2020’de ABD büyümesinin mali teşviklerin azalmasıyla % 1.5’e kadar ineceğini hesaplıyor.
IMF, 2018 yılı küresel büyüme beklentisini yükselen riskler nedeniyle %3.9'dan %3.7'ye indirmiştir. Küresel büyümeye yönelik negatif revizyona gelişmiş ülke piyasa ekonomilerine yönelik büyüme tahminlerindeki aşağı yönlü revizeler sebep olmuştur. Özellikle Arjantin, Brezilya, Meksika, İran ve Türkiye için ciddi ölçüde aşağı yönlü revizyonlara gidilmiştir.



Kaynak: IMF ve OECD

Türkiye 2008 küresel krizi sonrasında hızlı büyüyen ülkeler arasında üst sıralarda yer almıştır. 2010-2016 döneminde yıllık ortalama büyüme oranı % 6.7 olarak gerçekleşmiş ve küresel kriz öncesi dönemdeki yüksek büyüme performansına yaklaşmıştır. 2017’nin ilk iki çeyreğinde % 5.3 büyüyen GSYH, 3. çeyrekte % 11.5 ile rekor bir artış yaşarken 4. çeyrekte % 7.3 büyümüştür. 2018 yılının ilk çeyreğinde de % 7.3 büyüyen ekonomideki bu hızlı gidiş beraberinde sorunları da getirmiştir. 7 Mart’ta Moodys Türkiye’nin kredi notunu indirirken 8 Mart’ta cari açık verisi beklentilerin üzerinde geldi. Bu tarihten sonra dolar ve faiz yükselişi başladı.

Türkiye’de 18 Nisan 2018’de erken seçim kararı alındı. Erken seçim sürecinde, dolardaki yükseliş sürerken ABD ile gerilimin artmasıyla dolar kuru seçim sonrasında da yükselmeye devam etti. 13 Ağustos 2018 tarihinde Türk Lirası, dünyadaki 192 ülkenin parasının 186’sına karşı tarihinin en düşük seviyesini gördü. Ancak bu tarihten sonra gerek Merkez Bankasının gösterge faizi % 24.0’e yükseltmesi, gerekse piyasadaki gerçek döviz talebini azaltacak sözleşmelerin TL’ye çevrilmesi zorunluluğu ve TBB’nin borçlu şirketlerin vadelerinin yapılandırılması kararı ile piyasa rahatladı.
20 Eylül’de Hazine ve Maliye Bakanı tarafından açıklanan Yeni Ekonomi Programı-YEP göre 2019’da büyüme yavaşlasa da % 2.3 büyüme gerçekleşecek ve ardından 2020’de % 3.5, 2021’de % 5.0 ile ciddi anlamda güçlenecektir.

Türkiye’nin 2019 yılında resesyona girmesi bekleniyor. Yani ikiden fazla çeyreksel dönemde ekonomi küçülecek. 2019 yılı ilk ve ikinci çeyreklerde baz etkisiyle negatif rakamları göreceğiz. Ancak diğer çeyrekler için net bir tahmin zor. Diğer taraftan Türkiye’nin stagflasyona girip girmeyeceği, tahmini yapanlara göre değişiyor. Stagflasyon, ülkede işsizlik oranı artarken fiyatların da yükseldiği durumu anlatır.

Maliye Bakanlığı Yeni Ekonomi Programına göre 2019 yılında yüksek enflasyon ve yüksek işsizliğe karşılık düşük de olsa pozitif bir büyüme beklemekte, Türkiye'nin stagflasyona girmeyeceği öngörülmektedir. IMF ve OECD ise stagflasyon öngörüyor: IMF, 2019’da % 0.4 büyümeye karşın işsizliğin % 12.3’e çıkmasını beklerken OECD 2019 yılı büyüme tahminini 21 Kasım’da -% 0.4’e çekmiş ve işsizliğin % 12.7’ye çıkacağını tahmin etmiştir. 2019 yılı için Kredi derecelendirme şirketlerinin Türkiye’ye bakışı ise daha negatiftir: 2019 yılı için S&P % 0.5, Fitch % 1.9, Moodys % 2.0 küçülme bekliyor.

Türkiye’nin resesyon sürecine girmesiyle beraber dış talepte sert bir azalma görülüyor. Bunu en net, cari açık veren ekonominin cari fazla vermesi ile görüyoruz. Son açıklanan veriye göre 2017 Eylül ayında 4.441 milyon Dolar açık veren cari işlemler hesabı, 2018 yılının Eylül ayında 1.830 milyon dolar fazla verdi. Bunun sonucunda son 1 yıllık cari işlemler açığı 46 milyar dolara geriledi. Ekim ayında da bu fazla vermenin rekor seviyeye çıkması bekleniyor. YEP’e göre cari işlemler açığının milli gelire oranının 2019 yılında % 3.3’e, 2020 yılında % 2.7’ye, 2021 yılında ise % 2.6’ya düşmesi beklenmektedir.

Görünen o ki biraz zor bir yıl bizi bekliyor. Ancak bu çözümsüz değil. Umarız, 2008 krizinin teğet geçmesi gibi bunu da atlatırız.

Yunus Kaya
Borsagundem

Asgari ücretlinin sofrasından ayda 44 ekmek eksildi

Enflasyondaki artışın asgari ücretlilerin maaşını erittiği açıklandı. Yılbaşında maaşıyla 370.2 adet ekmek alabilen asgari ücreti şimdi 326 ekmek alabiliyor
Asgari ücretlinin maaşı enflasyon karşısında eridi. 10 aylık enflasyon yüzde 22.5 artarken, 1.603 liralık asgari ücretin 360.6 lirası yüksek enflasyon karşısında eridi. Yılbaşında 370.2 ekmek alabilen asgari ücretlinin sofrasından 44.4 ekmek eksildi.

Sözcü'den Recep Genel'in haberine göre, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ocak ayında dana etinin kilogram fiyatı 40 liraydı. 1.603 lira maaş alan bir asgari ücretli maaşı ile 40 kilogram et alabiliyordu. Ekim ayında dana etinin fiyatı 45.3 liraya ulaştı. Asgari ücretlinin alabildiği et miktarı yaklaşık 5 kilogramlık kayıpla 35.3 kilograma geriledi. Aynı şekilde, asgari ücretli maaşı ile TÜİK verilerine göre kilogram fiyatı 4.33 liradan 370.2 ekmek alabiliyordu. Ekim ayında ise ekmeğin fiyatı 4.92 liraya yükselirken, asgari ücretlinin sofrasından da 44.4 ekmek eksilmiş oldu. Asgari ücretlinin alabildiği ekmek miktarı da 325.8'e geriledi.

Merkez Bankası'nın 2019 yılı için enflasyon beklentisi yüzde 15.2, Yeni Ekonomi Programı'na (YEP) göre hükümetin beklentisinin ise yüzde 15.9 seviyesinde bulunduğu dikkate alındığında çalışanlar için asgari ücretin kaç lira olacağı hayati bir öneme sahip olacak. Çalışanlar kayıplarını telafi edecek ve gelecek yılın enflasyon oranlarını karşılayacak bir zam bekliyor.

TÜİK'e göre aralık ayından bu yana enflasyonun 22.5 arttığı dikkate alındığında net 1.603 liralık asgari ücretin 360.6 lirası enflasyon karşısında eridi. Yani, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (Türk-İş) asgari ücretin net 2.000 lira olması yönündeki talebi dikkate alındığında dar gelirliler bu ücreti aldığında ancak enflasyon karşısındaki kayıplarını telafi ederken, 36.4 liralık da bir fark almış olacak. Net 2.000 lira asgari ücret talebinde bulunan Türk-İş bu durumu göz önünde bulundurarak asgari ücretten vergi alınmaması çağrısı yaptı. Ücretli çalışanlar üzerinde ağır vergi yükü bulunduğunu açıklayan Türk-İş, kazanç üzerinden alınan verginin yaklaşık üçte ikisini ücretlilerin ödediğine dikkat çekti. Türk-İş'in açıklamasında "Yılbaşında yüzde 15 olarak kesilen vergi miktarı, iki kattan daha fazla artarak yıl sonunda yüzde 35'e çıkmaktadır" sözlerine yer verildi.

YOKSULLUK SINIRI 1.990 LİRA ARTTI

Türk-İş'in her ay düzenli olarak yayınladığı açlık ve yoksulluk sınırı verilerine göre ocak ayında 4 kişilik ailenin açlık sınırı 1.615 TL, yoksulluk sınırı 5.262 liraydı. Ocak ayında bekar bir çalışanın aylık yaşama maliyeti ise 1.998 TL olarak gerçekleşti. Ekim ayında ise açlık sınırı 304 liralık artışla 1.919 TL'ye yoksulluk sınırı 990 liralık artışla 6.252 liraya yükseldi. Evli olmayan çocuksuz bir çalışanın yaşam maliyeti de 362 liralık artışla aylık 2.360 TL olarak hesaplandı. Yine Türk-İş'in verilerine göre 12 aylık dönemde mutfak enflasyonundaki artış yüzde 24.28 liraya ulaştı.

22 Kasım 2018 Perşembe

Yemek kartlarında yeni dönem yarın başlıyor

Ticaret Bakanlığı tarafından Perakende Ticarette Uygulanacak İlke ve Kurallar Hakkında Yönetmeliği'ne geçtiğimiz haziran ayında eklenen ve Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren yemek kartı düzenlemesi için tanınan 6 aylık süre yarın itibariyle sona eriyor.

Yeni Şafak'tan Kenan Biter'in haberine göre Türkiye’deki 100 bine yakın işletme ve 4 milyonun üzerindeki kullanıcıyı yakından ilgilendiren yeni yasal düzenleme ile birlikte yemek kartlarındaki yüzde 12’lere kadar çıkan komisyon oranları yüzde 6'ya kadar indirilecek.

İskonto dönemi sona eriyor

22 Kasım'dan sonra yemek kartı hizmeti veren kuruluşlar, sözleşme yaptıkları özel ve kamu sektöründeki işverenlere doğrudan ya da dolaylı olarak herhangi bir iskonto da uygulayamayacak. İş yeri sahipleri de yemek kartı şitketlerinden iskonto ya da başka bir menfaat talep edemeyecek.

Yüzde 6 sınırı

Düzenlemeyle yemek kartı hizmeti veren kuruluşların anlaşmalı olduğu işletmelere uyguladığı ve yüzde 12’lere varan komisyon oranı da yüzde 6'yı geçemeyecek.

Bakım ve depozito bedeli talep edilemeyecek

Yine yemek kartı şirketleri sözleşmeyle belirlenen komisyon dışında, uygulama barındırma, kira, sarf malzemesi, işletim, teknik destek, bakım bedeli ve depozito gibi adlar altında da herhangi bir bedel talep edemeyecek.

Karttaki bakiyeler devredilebilecek

Ay sonu veya yıl sonu itibarıyla yemek kartında kalan bakiye, herhangi bir şart aranmaksızın bir sonraki aya veya yıla devredilebilecek. Düzenleme ile artık her önüne gelen yemek kartı da çıkaramayacak.

Önüne gelen kart çıkaramayacak

Yemek kartı hizmeti sunmak isteyen kuruluşlar, faaliyete başlamadan önce Bakanlığa bildirimde bulunacak. Düzenleme yemek kartlarıyla aynı amaçla kullanılan yemek çekleri, çevrimiçi sistemler ve benzeri uygulamalar içinde uygulanacak.

Pastayı 6 firma yiyor

Türkiye’de çok sayıda yemek kartı hizmeti veren şirket bulunurken pastayı ise 6 şirket yiyor. Söz konusu kurumların işletmelerden aldığı komisyon oranları ise yüzde 12’lere kadar varıyor. Bu da işletmelerin karlılığını büyük ölçüde düşürerek sıkıntıya girmesine hatta kapanmalara kadar giden sonuçlara yol açıyor. Yüzde 12’lik komisyonun karın yüzde 40’ı anlamına geliyor.

Talep edilen oran 3-4 arasındaydı

Düzenlemeye ilişkin yenisafak.com’a konuşan Tüm Restoranlar, Lokantalar ve Tedarikçiler Derneği (TÜRES) Genel Başkanı Ramazan Bingöl, kendilerinin komisyon oranı talebinin yüzde 3-4 arasında olduğunu ve bu anlamda komisyon oranlarının hala yüksek olmakla birlikte eskiye nazaran çok önemli bir yol kat edildiğinin farkında olduklarını belirterek, ‘’ Düzenleme gerçekleşmeden önce yemek kartı firmalarınca gerek Bakanlığımız nezaretinde gerek İTO nezaretinde pek çok kez bir araya geldik. Ancak kendi içimizde bir orta yol bulamayacağımız için kararı her iki tarafı da dinleyen bakanlığımız verdi. Hayırlı uğurlu olsun. Yemek kartı firmalarının varlığını sektörümüz açısından çok önemsiyoruz. Sektörümüze katkı sağladıkları gibi kayıt dışının önlenmesinde de rol oynuyor ve ülke ekonomisine katkı sağlıyorlar.’’ dedi.

22 Kasım’dan sonra komisyon oranlarına yüzde 6’lık üst sınır uygulanacağına da değinen Bingöl, komisyon dışında, artık uygulama, barındırma, kira, sarf malzemesi, işletim, teknik destek ve bakım bedeli ile depozito gibi adlar altında herhangi bir bedel talep edilmeyeceğini de söyledi.

Yemek fiyatlarına indirim olarak yansıyacak

Düzenlemenin tüketiciye yansımana ilişkin de konuşan Bingöl, ‘’Düzenleme sonrası işletmeler daha uygun fiyattan ürün satabilecek. Bu da tüketicinin cebinden daha az para çıkacağı anlamına geliyor. Yakın zamanda TÜRES olarak enflasyon ile mücadele kapsamında üyelerimiz ile yüzde 10 indirim kampanyası başlattık. Bu yasanın uygulamaya konulacağının bilinmesi kampanyaya katılım oranını etkiledi ve daha çok işletme bu kampanyamıza destek verdi.’’ diye konuştu.

Uymayan şirkete ciddi para cezası yolda

Belirlenen komisyon oranını üstüne çıkılması ve alınması yasak bedellerin alınması halinde rekabetin korunması kanunu kapsamında yer alan ceza yönetmeliğinin gerektirdiği yaptırımların uygulanacağını da kaydeden Bingöl, böyle bir ihlal durumunda yemek kartı firmalarının ciddi idari para cezaları ile karşı karşıya kalabileceklerini de söyledi.

Genelevde basılan da var! Ghosn adı skandala karışan ilk CEO değil

http://www.finansgundem.com/foto-galeri/genelevde-basildi-galeri/1362763

BM'de yarım milyar dolarlık seyahat harcaması istifa getirdi

Haziran 2016'dan bu yana BM Çevre Programı Direktörü olarak görev yapan Solheim, seyahat ve otel giderlerinin yaklaşım yarım milyar doları bulduğunun ortaya çıkması üzerine istifa etti
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) Direktörü Norveçli Erik Solheim'nin seyahat harcamalarının yaklaşık 500 milyon doları bulduğu ortaya çıktı.

İngiliz The Guardian gazetesi, Solheim'ın 668 günün 529'unu seyahat ederek geçirdiği, uçak ve otel masraflarının yaklaşık yarım milyar doları bulduğunu yazdı.

BM Genel Sekreter Sözcüsü Stephane Dujarric ise yaptığı açıklamada, Genel Sekter Antonio Guterres'in Solheim'ın istifasını kabul ettiğini duyurdu.

Solheim, Haziran 2016'dan beri Nairobi merkezli BM Çevre Programı'nın direktörü olarak görev yapıyordu.

Giorgetti: Açığa satışa yasak getirilmeli

Italya İtalya Kabine Müsteşarı Giorgetti, hisse piyasalarında mağduriyetler yaratan açığa satış uygulamasının yasaklanmasını istedi
İtalya Kabine Müsteşarı Giancarlo Giorgetti, İtalya'da hisse senetlerinde açığa satışın yasaklanması çağırısı yaptı.
Repubblica gazetesinin haberine göre Giorgetti gazetecilere yaptığı açıklamada, "Açığa satışın İtalya'da yasaklanacağını umuyoruz" diye konuştu.

AÇIĞA SATIŞ NEDİR?

Bir hisse senedini açığa satmak aslında sahip olmadığınız ama siz satış işlemini yaptıktan sonra fiyatının düşmesini beklediğiniz hisse senedini satmak anlamına gelir.

Aynı şekilde bir şirketin bu yıl fazlaca kar edeceğini duyduğunuz zaman da hemen o şirketin hisse senetlerine yatırım yapmak istersiniz. Çünkü düşük fiyattan alacaksınız ve beklediğiniz süre geldiğinde fiyatı yükseldiği için alım – satım farkından kar edeceksiniz.

Değer kaybedecek hisseler genelle tercih edilmeyen hisselerdir. Çünkü bu hisselerin alımı bir kar getirmek, aksine zarar getirir. Elinizde bu hisselerden varsa ve düşme eğilimine girdiyse ya zaman kaybetmeden satarsınız ya da uzun vadede tutmaya devam edersiniz. Ama açığa satış dediğimiz işlem sayesinde değeri düşecek olan hisse senetlerinden de kar edersiniz.

Borsada açığa satış işlemi bazılarına göre oldukça riskli ve uzak durulması gereken bir işlem türdür. Ama bu işlem yasaldır; çünkü borsada gerçek fiyatların oluşmasında bu işlemi yapan kişilerin de katkısı vardır. Ama bu işlemin manipülasyonla oldukça ince bir ayrımı vardır ve para kazanayım derken bir suça dahil olmak istemezsiniz.

Açığa satış işlemleri SPK tarafından belirli düzenlemelere tabi tutulmakta olup, yine açığa satışa konu menkul kıymetlerin listesi de SPK tarafından yayınlanmaktadır. Açığa satış emri verilirken yatırımcının hesabında en az %50 oranında özkaynak bulunması gerekmektedir. İşlemin sürdürülmesi için ise özkaynak oranının minimum %35 oranında devam etmesi gerekmektedir. Aksi halde yatırımcıya özkaynak tamamlama bildirimi gönderilir.

18 Kasım 2018 Pazar

"9 ayda yaklaşık 6,4 milyar liralık yatırım yaptık"

Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç, "Son 5 senede yaptığımız yaklaşık 35 milyar TL'lik yatırımın üzerine bu yılın 9 ayında yaklaşık 6,4 milyar TL yatırım gerçekleştirdik." değerlendirmesinde bulundu
Koç Holding'ten yapılan açıklamaya göre, şirketin, Türkiye'nin dört bir yanındaki Koç topluluğu bayilerini bir araya getirerek görüş alışverişinde bulunmak amacıyla düzenlediği Anadolu Buluşmaları'nın 27'ncisi Adana'da gerçekleşti.

Koç Topluluğu'nun Adana, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Mersin, Niğde ve Osmaniye'deki 300'e yakın bayisinin bir araya geldiği etkinliğin açılışında konuşan Ömer Koç, dünya genelinde iş yapma biçimlerinin ve tüketici alışkanlıklarının önemli bir değişim geçirdiğini bildirdi.
"Dördüncü Endüstri Devrimi" ya da "Dijital Çağ" olarak adlandırılan bu yeni dönemde ancak teknolojiyi ve kaynaklarını etkin kullanan ülkelerin dünyada söz sahibi olabileceğini vurgulayan Koç, böyle bir küresel tablo içinde, Türkiye'yi yeni dijital çağda rekabetçi kılacak ortamın hazırlanması da önem kazandığını kaydetti.
Koç, "Bu çerçevede ülkemiz de dünyadaki baş döndürücü gelişime ve değişime ayak uyduracak; hatta bunu şekillendirecek nesilleri yetiştirebildiğimiz ölçüde aydınlık ve çağdaş bir geleceğimiz olacağına inanıyorum. 100. yılımıza doğru emin adımlarla ilerlerken küreselleşmeye, yenilikçiliğe, teknolojiye ve yaratıcılığa verdiğimiz önemle büyümeye devam ediyoruz." ifadelerini kullandı.

"KOMBİNE CİROMUZ MİLLİ GELİRİN YÜZDE 7'SİNE EŞDEĞER"

Koç, yurt içinde ve yurt dışında yaşanan ekonomik ve siyasi dalgalanmalara rağmen ülke sanayisine en fazla yatırım yapan topluluk olmayı sürdürdüklerini belirterek, şu bilgileri verdi.

"Son 5 senede yaptığımız yaklaşık 35 milyar TL'lik yatırımın üzerine bu yılın 9 ayında yaklaşık 6,4 milyar TL yatırım gerçekleştirdik. Yatırımlarımıza devam ederken mali yapımızı sağlam tutuyor, risk yönetimi sistemlerimize özel önem vermeyi sürdürüyoruz. Bu hassasiyetimizin özellikle içinde bulunduğumuz ekonomik koşullarda daha da önem kazandığını görüyoruz. Topluluğumuzun yarattığı kombine ciro, Türkiye milli gelirinin yüzde 7'sine eşdeğerdir. Şirketlerimiz ülkemizin ihracatının yüzde 10'unu gerçekleştiriyor. Ne mutlu ki, bu sene de ciro büyüklüğü ve ihracat sıralamalarının ilk 10'unda dört şirketimiz yer aldı.
İhracat pazarlarımızı çeşitlendirme stratejimizin yine bu dönemde ne kadar doğru bir karar olduğunu görüyoruz. Elde ettiğimiz gelirler sonucu Topluluk olarak ödediğimiz vergiler, ülkemizin vergi gelirlerinin yüzde 8’ine tekabül etmektedir."
Koç, Türkiye'deki özel sektör Ar-Ge yatırımlarında, Ar-Ge merkezi sayısında ve Ar-Ge personeli istihdamında açık ara önde olduklarını belirterek, 2007-2017 döneminde yaklaşık 8,2 milyar liralık Ar-Ge harcaması gerçekleştirdiklerini bildirdi.
Ömer Koç, "Borsa İstanbul'da halka açık şirketlerimizin piyasa değeri toplam piyasa değerinin yüzde 19'udur. En büyük piyasa değerine sahip şirket Koç Holding'dir. En önemlisi de ülkemize gurur kaynağı kurumlar ve insanlar kazandırmaya devam ediyoruz. Yıllardır iftiharla taşıdığımız bu bayrak, bayilerimizle birlikte ülkemiz için yarattığımız en büyük değerdir. Sayısı sekiz bini aşan bu bayi gücü, Topluluğumuzun en önemli rekabet avantajıdır." ifadelerini kullandı.

"DİJİTAL DÖNÜŞÜME DE LİDERLİK ETMEYİ HEDEFLİYORUZ"

Koç Holding Üst Yöneticisi (CEO) Levent Çakıroğlu ise iş modellerinin hızla değişitiğini ve dönüştüğünü belirterek, bu kapsamda yeni teknolojiler ve iş modelleriyle hep bir adım önde olmaya, çevre dostu, üstün nitelikli ürünler ve hizmetlerle tüketicileri için değer yaratmaya ve pazar liderliklerini pekiştirmeye devam ettiklerini anlattı.

"Küresel vizyonumuz ve sürdürülebilir büyüme stratejimiz çerçevesinde teknoloji, Ar-Ge, inovasyon ve insan kaynağımızı geliştirmek için kesintisiz yatırım yapıyoruz." ifadesini kullanan Çakıroğlu, şunları kaydetti:

"Bu hedefle, dijital teknolojilerin sunduğu fırsatlardan en etkin şekilde faydalanıp yeni büyüme alanları yaratmak üzere Koç Holding liderliğinde 'Dijital Dönüşüm Programı' başlattık. Amacımız dijital teknolojilerin sunduğu fırsatlardan tüm şirketlerimizin en yüksek seviyede yararlanmasını sağlamak, müşterilerimize benzersiz bir deneyim ve ilave değer yaratmak, hızla değişen rekabet ortamında şirketlerimizi daha da güçlendirmek ve gelecek vaat eden yeni iş alanları yaratmak. Böylece Türkiye'de dijital dönüşüme de liderlik etmeyi ve ülkemizin geleceğine değer katmayı hedefliyoruz."

Trump'ın Suudi Arabistan ve OPEC petrolü üzerindeki baskısı artıyor

ABD Başkanı Donald Trump'ın Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütüne (OPEC) ve kartelin en büyük üreticisi Suudi Arabistan'a ham petrol üretimini azaltmamaları yönündeki baskısı artıyor
ABD Başkanı Donald Trump'ın Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütüne (OPEC) ve kartelin en büyük üreticisi Suudi Arabistan'a ham petrol üretimini azaltmamaları yönündeki baskısı artıyor.

İran'ın petrol ihracatını bitirmeyi amaçlayan yaptırımları 5 Kasım'dan itibaren uygulamaya başlayan Trump yönetimi, yaptırımlar sonrası oluşacak arz boşluğunun küresel piyasada neden olacağı arz kaynaklı fiyat artışını da engellemeye çalışıyor.

Fiyat artışının önüne geçebilmek için İran'dan petrol alan 8 ülkeye 180 gün ithalat muafiyeti tanıyan Washington yönetimi, oluşabilecek arz eksikliğinin Suudi Arabistan ve OPEC üretimiyle giderilmesini amaçlıyor.

Trump, küresel çapta artan petrol arzının ham petrol fiyatlarının düşmesine yardımcı olarak ABD'deki benzin fiyatlarını aşağı çekebilmeyi ve Amerikan halkına ekonomik açıdan destek olabilmeyi hedefliyor.

Küresel arzdaki artışı, yaptığı baskıyla OPEC ve Suudi Arabistan'ın üretimini artırmasını sağlayarak başarmaya çalışan Trump, ABD'li ankonvansiyonel petrol üreticilerinin yatırımlarının da oluşacak fiyat düşüklüğünden etkilenmemesini piyasada oluşacak optimum bir fiyatla garantiye almak zorunda.

- İran yaptırımları

Washington yönetiminin İran'ın enerji, finans ve deniz taşımacılığı sektörlerine etkileyecek yaptırımların ikinci bölümü 5 Kasım'da uygulanmaya başlandı.

İran Ulusal Petrol Şirketi ve iştiraklerinin uluslararası faaliyetlerini kısıtlayan yaptırımlar, büyük ölçüde petrol ihracatına dayanan İran ekonomisini hedef alırken, Tahran yönetimini 2015'teki nükleer anlaşma için yeniden müzakere masasına oturtmayı amaçlıyor.

Trump, İran yaptırımları nedeniyle küresel piyasada petrol arzının azalması dolayısıyla fiyatların yükselmesini engellemek için Çin, Hindistan ve Türkiye'nin dahil olduğu 8 ülkeye ithalat muafiyeti tanıdı.


ABD'nin İran üzerindeki yaptırımları öncesinde, geçen ay, dünya genelinde en yaygın olarak kullanılan Brent türü ham petrolün varil fiyatı 86,74 dolara, ABD'nin Batı Teksas (WTI) türü ham petrolünün varil fiyatı da 76,90 dolara kadar çıkarak 2014'ten bu yana en yüksek seviyelerini görmüştü.

Bunun ardından, Beyaz Saray'ın İran'dan petrol alan bazı ülkelere muafiyeti tanıdığını duyurmasıyla, petrol fiyatları geçen aydan bu yana yüzde 20'nin üzerinde düşüş gösterdi.

Piyasaların en son açık olduğu cuma günü itibariyle, söz konusu dönemden bu yana Brent petrol yüzde 23,2 düşüşle 66,63 dolara, WTI türü petrol de yüzde 26,6 azalarak 56,41 dolara kadar geriledi.

- Trump'ın siyasi manevrası

Bazı ülkelere muafiyet tanınması, petrol fiyatlarındaki yükselişte Trump'a yönelebilecek tepkilerin bertaraf edilmesi için siyasi bir manevra olarak yorumlandı.

Washington'ın Tahran üzerindeki yaptırımları yeniden uygulamaya başlayacağı beklentisiyle ekim ayında ham petrol fiyatları hızla artışa geçerken, ekonomileri yüksek oranda petrol ithalatına bağlı ülkelerden de Trump'a tepki gelme riski artmıştı.

Bu nedenle, Beyaz Saray'ın İran'dan petrol ithal eden 8 ülkeye tanıdığı muafiyeti 180 günlük süresinin ardından, fiyatlarda yükseliş olabileceği endişesiyle uzatma ihtimali olduğu belirtiliyor.

- Trump hedefine şimdilik ulaştı

Ekim ayında küresel piyasada ham petrol fiyatları son 4 yılın en yüksek seviyesine çıkarken, ABD'de pompa benzin fiyatları da artış göstermişti.

ABD Enerji Enformasyon İdaresi (EIA) verilerine göre, 8 Ekim haftası ülkede ortalama benzinin 1 galonluk (3,78 litre) fiyatı 2,9 dolara kadar tırmanmıştı.

Küresel piyasada ham petrol fiyatlarının ekim sonunda düşüşe geçmesiyle, ABD'de benzinin ortalama pompa fiyatı 5 Kasım haftası itibariyle yüzde 5,2 düşüş göstererek 2,75 dolara geriledi ve daha sonra pazartesi itibariyle de yüzde 2,2 daha düşerek 2,69 dolara düştü.

Trump, pompa fiyatlarını indirerek Amerikan halkının benzin maliyetini 6 Kasım'daki ara seçimler öncesi düşürmeyi amaçlıyordu ve bunu kısmen başarmış oldu.

Ancak yine de Trump'ın Cumhuriyetçi Partisi 6 Kasım'da yapılan seçimlerde Temsilciler Meclisindeki üstünlüğünü kaybetti.

Bir gün sonra Trump, yaptığı konuşmada yine OPEC'i hedef alarak, "Petrol fiyatlarına bakarsanız son 2 ayda önemli derecede aşağı indi. Bu benim sayemde oldu. Çünkü OPEC adlı bir tekel var ve ben bu tekeli sevmiyorum." açıklamasını yaptı.

- Twitter diplomasisi

Daha önce birçok önemli açıklamayı Twitter'dan yapan Trump, petrol fiyatları konusunda da Suudi Arabistan ve OPEC'i hedef alan açıklamalarda bulunmuştu.

Nisan ayında "Görünüşe bakılırsa OPEC, yine iş başında. Denizlerdeki tam dolu gemiler dahil, her yerde rekor seviyede petrol var. Petrol fiyatları yapay olarak çok yüksek! Bu iyi değil ve kabul edilemez!" ifadelerini kullanan Trump, haziranda da "Petrol fiyatları çok yüksek, arkasında yine OPEC var, bu iyi değil." değerlendirmesinde bulunmuştu.

Twitter üzerinden pazartesi günü yaptığı "Umarım Suudi Arabistan ve OPEC üretimlerinde kesintiye gitmez. Arza dayalı olarak petrol fiyatlarının daha düşük olması gerekiyor." açıklamasını yapan Trump, küresel ham petrol piyasasında fiyatların daha da gerilemesini istiyor.

Trump'ın açıklamasının, Suudi Arabistan Petrol Bakanı Halid el-Falih'in aralıkta Suudi Arabistan'ın petrol ihracatını 500 bin varil azaltacağını belirtmesi ve OPEC'in ham petrol üretimini günlük ortalama 1 milyon varil indirebileceği sinyalini vermesinin ardından gelmesi dikkati çekiyor.

Trump, ABD Başkanı olmadan önce iş hayatı döneminde de OPEC'i hedef alan eleştirilerde bulunmuştu.

1987'de yazdığı "Trump: Anlaşmanın Sanatı" adlı kitabında, OPEC yüzünden petrol fiyatlarının yükseldiğini ve ABD'li hava yolu şirketlerinin harap olduğunu öne süren Trump, 2011'de kaleme aldığı "Sert Davranma Zamanı: Amerika'yı Yeniden 1 Numara Yapmak" adlı kitabında da anti-tröst yasalarını ihlal ettiği ve petrol fiyatlarıyla oynadığı için OPEC'e dava açılması gerektiğini savunmuştu.

ABD'de finansal krizin devam ettiği 2009'da CNN'in ünlü yorumcusu Larry King ile söyleşi yapan Trump, "Ekonomi iyiye gitmeye başlasın, OPEC sorunumuz olacak. Yeniden petrol fiyatlarını yükseltip ekonomiyi mahvedecekler. Dünya ayağa kalkar kalkmaz, OPEC çirkin başını kaldırıp yeniden dünyayı yok edecek." yorumunu yapmıştı.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise çarşamba günü yaptığı açıklamada, Trump ile geçen cumartesi Paris'te konuştuğunu belirtmiş ve "Birlikte, Suudi Arabistan ve diğer üreticilere fiyatları sınırlamaları konusunda baskı kurma kararı aldık. Son günlerde fiyatlara bakarsanız düşmeye başladı ve umarım bu düşüş devam eder." yorumunda bulunmuştu.

- Trump'ın çelişkisi

Öte yandan, yüksek petrol fiyatları Amerikalı petrol şirketlerinin ekonomi ve üretimlerine katkı sağlarken, ABD'nin ham petrol üretiminin rekor seviyeye ulaşarak küresel pazardaki payını artırıyor. Bu durum Trump için önemli bir ikilem yaratıyor.

Yüksek petrol fiyatları, Trump tarafından eleştirilse de, ABD'deki ham petrol üreticilerine ekonomik olarak destek sağlıyor, gelirlerini artırıyor ve Amerikan federal hükümetinin petrol şirketlerinden aldığı vergilere katkıda bulunuyor. Ayrıca, çok teknik süreçler içeren petrol arama ve çıkarma işlemleri binlerce Amerikalıya iş imkanı sunuyor.

Ekim sonunda petrol fiyatlarının artmaya başlamasıyla, ABD'nin ham petrol üretimi kasım başında 11,6 milyon varile ulaşarak rekor kırdı. Bu sonuçla ABD dünyanın en büyük ham petrol üreticisi konumuna yükseldi.

Günlük ortalama ham petrol üretimi 11,36 milyon varilde bulunan Rusya ikinci sırada gelirken, Suudi Arabistan ise günlük ortalama 10,63 milyon varil üretim seviyesiyle üçüncü sırada yer alıyor.

Bilecik: Ucuz ve bol parayla büyüme dönemi sona erdi

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik, genel olarak dünyada artık ucuz ve bol parayla büyüme döneminin sona erdiğini belirterek, "Bugün dünyada böyle bir rüzgar yok. Ancak biz, rüzgar yoksa küreklere yükleneceğiz” dedi.
Girişim ve İş Dünyası Zirvesi’nin 22’ncisi, ’Güçlü İşletmeler, Güçlü Ekonomi’ başlığı ile Hatay’da gerçekleştirildi. DASİFED’in ev sahipliğinde gerçekleştirilen zirveye, TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik de katıldı.

Bilecik, toplantıda yaptığı konuşmada, ekonominin düzelmesinin sabır, inat ve irade gerektirdiğini belirterek, "Gerek küresel gelişmeler, gerekse içeride ülkemize özgü koşullar nedeniyle finansman maliyetlerinin bir süre daha yüksek seyretmeye devam etmesi muhtemeldir. Genel olarak dünyada artık ucuz ve bol parayla büyüme dönemi sona erdi. Bugün, dünyada böyle bir rüzgar yok. Ancak biz, rüzgar yoksa küreklere yükleneceğiz” diye konuştu.

Türkiye’nin bu zorlu dönemin üstesinden gelmek için yapısal sorunlara odaklanması ve hiç vakit kaybetmeden bir reform takvimi oluşturması gerektiğini kaydeden Bilecik,”Ekonomide gürlediğiniz kadar yağmanız lazım. Zaman artık aksiyon zamanıdır. Verimlilik artışlarıyla büyümenin desteklenmesi ve yatırım ortamının iyileştirilmesi için işgücü, vergi, eğitim, inovasyon ve dijitalleşme alanlarında kendimizi geliştirmeliyiz. Türkiye ekonomisinin dijital çağın şartlarına uygun teknolojiye, rekabet gücü yüksek sanayi ve hizmetler sektörüne ve modern bir tarım sektörüne ihtiyacı var.

Ekonomimizi ayağa kaldırmak için sorunlarımızı kabul edip çaresine bakmalıyız. Kalkınmayı esas alan bir perspektifle serbest piyasa ilkelerinden taviz vermeden, ekonomimizi yeniden ayağa kaldırmamız gerekiyor. Bunun yolu en başta şeffaf, uzlaşmacı, adil ve demokratik bir toplum olmaktır. Güçlü bir ekonominin olmazsa olmazı, güçlü bir demokrasidir. Ekonomik reformlarla eşzamanlı olarak demokratik açılımlar, ifade ve basın özgürlüğünün sağlanması ve özgürlük alanlarının genişletilmesi bu nedenle önemlidir” ifadelerini kullandı.

Dünyada küreselleşmenin iyi yönetilememesinden kaynaklanan bir siyasi kriz ve beraberinde toplumlarda artan bir kutuplaşma yaşandığına işaret eden Bilecik, "Biz, dünyada yaşanan küresel kriz dönemlerinin getirdiği tıkanıklıkları, kendi yaşadığımız tıkanıklıklar için bir mazeret olarak görmüyoruz. Çünkü mazeret, yetersizliğin itirafıdır. Bir şeyi gerçekten yapmak isteyen bir yol, istemeyen ise mazeret bulur. Demokrasi, hukuk devleti, kurallara dayalı piyasa ekonomisi ve sosyal kalkınma hedeflerinin başarılabilmesi ve ekonomimizde son dönemde yaşanan sorunların çözümü için Batı ve AB ile ilişkilerimize daha fazla özen göstermemiz gerekiyor. Kısaca Türkiye, yüzünü batıya dönmelidir” şeklinde konuştu.

Çin ile ABD ekonomide rolleri değişiyor

Dışa açılımının 40'ıncı yılını dolduran Çin, kendisini buna teşvik eden ABD ile rolleri değişiyor
Çin, tarihi reform sürecinin 40'ıncı yılında kendisini dışa açılmaya teşvik eden ABD ile rolleri değişirken, Devlet Başkanı Şi Cinping'in liderliğinde "Çin nüfuzu" retoriği gittikçe keskinleşiyor.

Ülke, dışa açılımının meyvelerini zenginleşerek alıyor. Ancak Şi yönetimi, "büyük birader" benzeri gözleme mekanizmalarıyla ülke halkına yönelik kontrol ve denetimini giderek sıkılaştırıyor.

Çin yakın tarihine damgasını vuran en önemli siyasi figürlerden olan Dıng Şiaoping, 1978'de ülkenin dışa açılımını dünyaya ilan etmişti.

Aradan geçen 40 yıllık süreçte ülke, Dıng'ın dahi hayal edemeyeceği düzeyde bir kalkınma hikayesi yazdı. Çin, dışa açılımdan bu yana 3,12 trilyon dolarla dünyanın en çok döviz rezervine sahip, 11 trilyon dolarla dünyanın en büyük ikinci ekonomisi ve 170 milyar dolarla üçüncü en büyük doğrudan yabancı yatırımcı haline geldi.

Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre, Çin'in dünya ekonomisindeki payı 1978'de yüzde 1,8 oranındayken, 2017 sonunda yüzde 18,7 seviyesine yükseldi.

Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulduğu 1949'dan dışa açılımın ilan edildiği 1978'e kadar sadece 200 bin Çinli yurt dışı seyahati yapabilmişken, sadece geçen yıl Çin'den yurt dışına 130 milyon seyahat gerçekleşti.

Dışa açılımın mimarı
ABD ile diplomatik ilişkilerin tesisinin ardından 1979'da bu ülkeye yaptığı 9 günlük ziyarette kovboy şapkası giyerek kameralara poz veren Dıng, Çin'in dışa açılımının mimarı oldu.

Çin'de ülkenin kurucu lideri Mao Zıdong tarafından yapılan kültür devriminin yıkıcı etkilerini silerek, daha düşük profilli ve pragmatist bir dış politikaya yönelen Dıng Şiaoping, ülkesinin ekonomik kalkınma ve sosyal refah hedeflerini hayata geçirmekte önemli rol oynadı.

Reform süreciyle özel şirketlerin önü açılırken, devlet şirketlerinin de iç ve dış pazarda aktif olmasına izin verildi. Ülkenin güneyindeki Guangdong eyaletine bağlı Şıncın kentinde dışa açılım adımlarının ilklerinden olan özel ticaret bölgeleri kuruldu.

Sıradan bir balıkçı köyüyken yaklaşık 20 yıl gibi kısa bir sürede Hong Kong ile rekabete aday kent haline gelen Şıncın, dışa açılımda ülkenin dinamo motorlarından biri haline geldi.

Fabrika ayarlarına geri dönüyor
Ülke, ekonomi alanında kaydettiği bu "mucizevi" başarıya karşın Devlet Başkanı Şi Cinping liderliğinde dış politikadaki "pragmatist" ve düşük profilli çizgisini, küresel ölçekli nüfuz arayışlarıyla değiştiriyor.

Kendisini dışa açılıma teşvik eden ABD ile rolleri değiştiren Çin, özellikle ABD Başkanı Donald Trump'ın açtığı "ticaret savaşı", stratejik konumuyla öne çıkan Güney Çin Denizi'nde komşularıyla egemenlik yarışı ve tarihi İpek Yolu'nu yeniden canlandırmayı hedefleyen "kuşak ve yol" inisiyatifiyle dünya arenasında ihtiyat ve endişeyle izleniyor.

Dışa açılımın meyvelerini daha müreffeh bir toplum haline gelerek almaya başlayan Çin, Şi liderliğinde siyasi ve sosyal açıdan adeta "fabrika ayarlarına" geri dönüyor.

Zira Şi, martta yapılan Çin Ulusal Halk Kongresi genel kurulunda oylamaya sunularak kabul edilen yeni anayasayla devlet başkanlığı için belirlenen 10 yıllık görev sınırını kaldırarak "süresiz" liderliğinin önünü açmıştı.

Önceki anayasada yer alan süre sınırlaması, Dıng'ın teklifiyle 1982'de anayasaya eklenmişti. Mao'nun kültür devrimi sonrası toplumda hakim olan kargaşanın önünü almak için atılan bu adım, aşırı güç sahibi liderlerin yol açabileceği tehlikeler göz önünde bulundurularak atılmıştı.

Daha "kontrolcü" bir çizgiye kayıyor
Dıng, ülkenin politikasına yön veren başlıca aktör olmasına rağmen hiçbir zaman devlet başkanlığı görevine talip olmamış ancak Çin Komünist Partisi ve ordu üzerindeki yetkilerini kullanarak döneminin gerektirdiği denge siyasetini başarıyla yürütmüştü.

Özellikle Çin gibi daimi tek parti iktidarıyla yönetilen bir rejimde halkın ömür boyu liderlere karşı kaygılı tutumu, ülkeyi bu yönde karar almaya itmişti.

Dıng ile kapılarını batıya açan Çin, komünizmi "Çin özellikleri taşıyan sosyalizm" sunumuyla kapitalist bir ambalajla piyasaya sürmüştü. Batılı şirketler, ucuz iş gücünden faydalanarak üretim hatlarını Çin'e taşımış ve bu ülkeyi "dünyanın fabrikasına" dönüştürmüştü.

Ülke, bu süreçte başta ABD olmak üzere batı dünyasının refahını ülkesine çekerken, özellikle Şi'nin göreve geldiği 2013'ten bu yana ülke içinde daha "kontrolcü" bir çizgiye kayıyor.

Dünyanın en büyük ikinci ekonomisi ile en kalabalık ordusuna sahip, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyeliği bulunan Çin, Şi Cinping'in liderliğinde ülkenin kurucu lideri Mao'yu gölgede bırakmaya namzet bir geleceğe doğru ilerliyor.

Ülke, giderek daha fazla dışa açılıyor. Ancak Çin hükümeti, uyguladığı "büyük birader" benzeri gözlem mekanizmalarıyla ülke içinde halkı üzerindeki denetim ve kontrolünü giderek artırıyor.

Şi Cinping yönetimi, 2020'ye kadar tüm ülkeye yaymayı planladığı sistemle yüz tanıma, sosyal medya kullanımı ve yapay zeka teknolojileriyle halkını sosyal puanlamaya tabi tutacak. Vatandaşları aldığı puanlara göre kategorize edecek olan Çin, bu yolla ülke içindeki denetim ve kontrolünü güçlendirecek.

ABD ve Çin arasındaki küresel rekabet
ABD Başkanı olarak göreve gelmesinin ardından Çin'i teknoloji casusluğu ve fikri mülkiyet haklarını ihlal etmekle suçlayan Donald Trump, kendi ülke halkına yönelik milliyetçi propaganda ve ordu kapasitesinin artırılması gibi konularda Şi'nin ekmeğine yağ sürüyor.

Trump yönetiminin mart ayındaki hamlesiyle başlayan vergi savaşları sonucunda ABD, 250 milyar dolar değerindeki Çin mallarına ilave vergi getirdi. ABD'nin vergi hamlelerine anında karşı cevap veren Pekin yönetimi de 60 milyar dolar tutarında ABD menşeli ürünlere vergi ekledi.

Dünyanın geri kalanını etkileyen tarife savaşlarının yanı sıra Çin'in yılda yaklaşık 5,3 trilyon dolarlık ticaretin deniz taşımacılığına ev sahipliği yapan Güney Çin Denizi'nin yüzde 80'i üzerinde hak iddia etmesi ve burada yapay adalar inşa ederek deniz üzerinde uçak pistleri ve füze bataryaları konuşlandırması, Pekin-Washington hattında ayrı bir gerginlik alanı oluşturuyor.

Çin ayrıca 2015'te hayata geçirdiği askeri reform paketiyle yurt dışında operasyonlar yapılması için ordusuna yeşil ışık yakmıştı.

Çin merkezli Kuşak ve Yol
Pekin yönetiminin Güney Çin Denizi üzerinden deniz yoluyla ülkenin batısında ise demir yoluyla karadan dünyaya açılma hamlesi olan Kuşak ve Yol inisiyatifi, nüfuz alanını artırmayı amaçladığı gerekçesiyle uluslararası alanda eleştiri ve engellemelere hedef oluyor.

Tarihi İpek Yolu'nu yeniden canlandırmayı hedefleyen Kuşak ve Yol kapsamında karadan Pakistan ile yaklaşık 46 milyar dolarlık Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru'na yatırım yapan Pekin yönetimi, bu ülkede bulunan Gwadar Limanı'nı 43 yıllığına kiraladı.

Afrika'ya verilen borç 143 milyar doları buldu

Afrika'da da varlığını hissettiren Çin, 2000 yılından bu yana bölge ülkelerine verdiği borçlar nedeniyle uluslararası kamuoyunun "modern sömürgeci" eleştirilerinin hedefi oluyor.

2000-2017 döneminde Çinli devlet firmaları ve bankalarının Afrika ülkelerine verdiği toplam borç miktarı 143 milyar doları buluyor.

Eski ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, martta Afrikalı hükümet liderlerini uyararak, Çin'den borç para aldıklarında karşılığında egemenlik haklarını kaybetmeyi riske attıklarını söylemişti.

Çin'in ayrıca Afrika'ya, hibe, faizsiz kredi, özel kalkınma fonu, ithalatı destekleme fonu, yatırımlar çerçevesinde 60 milyar dolarlık yardım taahhüdü bulunuyor. Afrika ile ilişkilerini sadece ekonomiyle sınırlamayan Çin'in stratejik konum bakımından bölgedeki kilit ülkelerden Cibuti'de askeri üssü de bulunuyor.

Uluslararası arenada söz sahibi olma hedefiyle 40 yıl önce dışa açılan Çin ile son 2 yıldır içe kapanan süper güç ABD arasında marttan bu yana devam eden ticaret savaşı, Güney Çin Denizi ve çeşitli ikili, bölgesel ve uluslararası konulara yönelik müzakerelerden halen somut sonuçlar elde edilemiyor.

İki ülkeden üst düzey yetkililerin karşılıklı ziyaretlere rağmen mesafe alamadıkları müzakerelerin, Şi ve Trump arasında Arjantin'de bu ay sonu yapılacak G-20 Liderler Zirvesi kapsamında yapılacak görüşmenin nasıl geçeceği merakla bekleniyor.


17 Kasım 2018 Cumartesi

Borsa İstanbul’dan farklı bir endeks: TİM İhracat Endeksi

Borsa İstanbul Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Gönen, TİM İhracat Endeksi’ni Kurumsal Yatırımcı Dergisi için kaleme aldı…
TİM İhracat Endeksi  ‘bir endeks daha’ değil. Takip edilesi, farklı bir endeks. Belki de kurumsallık gibi, sürdürülebilirlik gibi yakalamaya çalıştığımız başka temaları da içeren bir endeks.

Endeksler borsaların görünen yüzüdür. Nerdeyse tek bir rakam ile borsadaki yüzlerce değişik şirketin durumu özetlenir. Son yıllarda dünyayı saran pasif fon yönetimi anlayışı endekslerin önemini daha da arttırdı. Borsacılar olarak bundan şikayetimiz olamaz. Likiditenin arttığı yerde işlem hacimleri de artar, daha çok komisyon kazanılır. Ama borsanın güzelliklerinden biri de herhangi bir endekse sığmayacak kadar çok ve değişik şirkete yatırım imkanı sağlamasıdır. Dönemsel olarak işi iyi gidecek ya da zorlanacak şirketleri doğru tahmin etmek, yatırımlarınızı ona göre ayarlamak getirinizi mutlaka olumlu etkiler.

Tek tek şirketleri inceleyip seçerek bunu yapabilirsiniz. Daha kolayı yatırım temanıza uygun endekslerin olması ve seçiminizi bunlar arasından yapmanız... İşte TİM İhracat Endeksi bu yönde bir çalışma.

Bizim çok endeksimiz var. Ama gösterge niteliğindeki Endeks 30 ve Endeks 100 dışında çok azı kullanılıyor. Yeni bir endeks hesaplama işine girmeden önce farklı bir performansa sahip olup olmadığı en önemli soru... Her iş göründüğünden zordur; TİM endeksini yapmak da öyle oldu. TİM1000 listesindeki şirketlerle Borsada halka açık olanları birebir eşleştirdiğimizde dış ticaret şirketi kullanan bazı büyük ihracatçılarımızı dışarda bıraktığımızı fark ettik. Onun üzerine Borsamızdaki şirketlerin finansal bilgilerini tarayarak TİM1000 seviyesinde ihracat kayıtlı dış satış yapanları da listeye ekledik. Hem kapsayıcı olacak hem de portföy yöneticilerinin işini zorlaştırmayacak seviyede bir büyüklük kriteri koyduk. Hiçbir şirket endeksi domine etmesin diye ağırlık sınırı koyduk. Sonunda Borsamızdaki şirketlerden Türk sanayisinin ihracat kapasitesini iyi yansıttığını düşündüğümüz 55 şirketlik bir liste oluşturduk. Ve performansına baktık...

Grafikteki mavi çizgi TİM İhracat Endeksi. Sanayi Endeksi'nin de (yeşil), en çok kullanılan Borsa 100 endeksimizin de (kırmızı) üstünde bir getiri söz konusu. Kısacası TİM ihracat endeksi ‘bir endeks daha’ değil. Takip edilesi, farklı bir endeks. Belki de kurumsallık gibi, sürdürülebilirlik gibi yakalamaya çalıştığımız başka temaları da içeren bir endeks. Çünkü ihracat yapabilmek, küresel üretim sürecinin içinde yer alabilmek başlı başına bir donanım istiyor. Organizasyon yapınız, insan kaliteniz, üretim süreçleriniz dünya standartlarında olmak zorunda. Endeksin performansı da herhalde bunu yansıtıyor. Çalışmayı yaparken hoşumuza giden bir şey daha oldu; değişik temalı endekslerin son beş sene gibi ülkemizde oynaklığın yüksek olduğu bir dönemde bile mevduatın getirisini geçebildiğini gördük.

Bizde tasarruf dendiğinde akla mevduat geliyor. Sermaye piyasası ürünleri mevduata bir alternatif olacaksa rüştünü ispat etmek durumunda. Bankaya gönül rahatlığıyla para koyan kitleleri, paralarının bir kısmını yine gönül rahatlığıyla hisse senedine de koyabileceklerine ikna etmemiz lazım. Bir grafik belki bin kelimeden fazla anlam ifade ediyor. Son beş senede genel endeksin çok yükselmediği bir dönemde bile Sanayi ya da İhracat temaları mevduattan çok daha yüksek getiriler sağlamış. Genel endeksin yükseldiği bir dönemde kim bilir nasıl bir fark ortaya çıkardı... Yani sermaye piyasası korkulacak, uzak durulacak bir dünya değil. Bunu herkese anlatmak en büyük görevimiz.

Başlarken söylediğimiz gibi bu çalışmada TİM’in de bizim de çıkış noktamız daha iyi ve daha çok halka arzın gerçekleşmesiydi. Milyar dolarlık şirketlerde halka arz süreci rahat çalışıyor. Yabancı fonlar satışa çıkan hisselerin çoğunluğunu alıyor. Ama daha küçük şirketlerde - ki esas marifet bunlara sermaye toplayıp milyar dolarlık hale getirmek - sorunlarımız var. Yabancı fonlar likidite kısıtlı diyerek girmiyor, yerli fonlarımız yetmiyor, sadece bireysellere dayanıyoruz. Bu endeksle yapmaya çalıştığımız biraz da bunu değiştirmek. Eğer portföy şirketlerimiz bu ve benzer endekslere dayalı fonlar oluşturursa, sonra yatırımcıları ikna ederek bu fonları büyütebilirsek, yeni bir şirket halka arza geldiğinde kurumsal alıcısı da hazır olacak. Nice güzel temalı endekslere ve bunları takip eden fonlara diyoruz...

Trump'ın Türkiye'ye esnek davranmasının sebebi ne?

Rahip Brunson'ın iadesinin ardından ABD Başkanı Donald Trump, Türkiye'ye karşı olan tutumunu değiştirdi.

Kasımda Aşk, Son Gaz

Türkiye, dünyanın en gözde portföy yatırımı ülkesi konumunu sürdürüyor. Türk Lirası bugün 5.35’e kadar inerek Ağustostan beri dolara karşı % 25 değer kazanırken 10 yıllık tahvilin faizi % 22.6'dan % 16'ya geriledi (ki parada dalgalanma başlamadan 13 seviyelerindendi) 3 gündür yükselen borsa dün Tl bazında yatay gözükse de dolar bazında % 1.6 yükseldi.

Bu güzel gelişmelerde; verilen yüksek faizin ve alınan geçici önlemlerle daha güvenilir hale gelen sistemin etkisi kadar ABD başkanı Trump'ın jestleri de etkili oluyor. Rahibi bırakmadığı için Türkiye'ye kızan ve iki bakana yaptırım uygulamaya kadar giden tepkisi, 12 Ekim'de rahibin serbest bırakılmasıyla terse dönerek evrildi. Neredeyse her hafta bir jest geliyor ki hoşumuza gitmesin.

İki başkan arasında buzları eriten 21 Ekimdeki telefon görüşmesi sonrası 1 Kasım'da yeniden telefonla görüşüldü. Bu görüşmede Erdoğan ayrıca Halk Bankası sürecinin düşürülmesinin normalleşme sürecinde önemli bir adım olacağını söyleyince Trump, "Hazine Bakanlığımla görüşeceğim" demiş. Menbiç’te Türk-Amerikan askerlerinin ortak devriyesi 1 Kasım’da başladı. Ertesi gün iki ülke, karşılıklı olarak bakanlara uyguladıkları yaptırımların kaldırıldığını duyurdu. 11 Kasım'da Paris'te Devlet Başkanları yemeğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump yan yana oturmuştu.

5 Kasım’da İran'a uygulanmaya başlayan ambargolarda Türkiye geçici muafiyet alan 8 ülkeden biri olarak açıklandı. 6 Kasım'da ABD, PKK’nın lider kadrosundan 3 kişiye toplam 12 milyon dolar ödül koydu. 14 Kasım'da ABD'den kiralanan 'Rowan Norway' platformu, TPAO tarafından belirlenen koordinatlarda sondaj çalışması yapmak üzere Mersin'e geldi. 15 Kasım akşamı ise NBC haberine göre, Trump, Fetö elebaşı Gülen'in yasal olarak iadesi konusunda çalışmalar için talimat verdi. Bugün gelen haberlerde ise Pentagon, Türkiye'nin satın alması planlanan 100 F-35 uçağıyla ilgili raporunu Kongre'ye sundu. Açıklamaya göre raporda tavsiye verilmiyor. Yani negatif bir durum yok. Ancak bir konu daha var ki Trump'a müteşekkiriz o da İran'a ambargoya rağmen petrol fiyatlarının düşmesindeki payı. Ekim'de 86 dolara çıkan Brent varil fiyatı şimdi 66 dolara indi, ki bu Türkiye'nin milyarlarca dolarının cebinde kalmasını sağlayacak.

Bu haberler güzel ama ABD başkanının Türkiye’yi kara kaşı kara gözü için sevmediği aşikar. Suriye politikalarından ve Rusya ile olan ittifakından ötürü Türkiye ile çatışmalar daha da sürecek. Fırat’ın doğusunda özerk PKK bölgesi kurmaları karşılığında Irak'taki PKKlılara ödül koymalarına bakanlarımız tepki gösterdi. 2019 sonunda Türkiye'ye kurulacak rus S-400'lerin bölgesine ABD'nin yıllarca hayalini kurduğu görünmez uçaklarını vermek istemiyorlar. Halk Bankası konusunda Trump'ın OFAC soruşturmasına müdahale edebileceği ama New York Güney Bölgesi Başsavcılığı’nda (SDNY) devam eden soruşturmaya müdahale edemeyeceği basında yazılıyor. Fetö için iade konusunu ise Trumpın sözcüsü yalanladı. Bu gerçekler yüzünden ABD konusunda çok da iyimser olamıyoruz. Çıkarı ne gerektirse onu yapacaktır. Gölge etmesin başka ihsan istemeyiz.

Avrupa tarafında ise Brexit sürecindeki yeni sancılar beliriyor. Başbakan May, bir azınlık hükümetini yönetiyor. Ve 4 bakanı istifa etti. Sterlin, dün şelale düşüşü yaptı. AB ile anlaşmayı çoğunluğa beğendiremeyeceği ortada. Sıkıntı büyüyecek gibi. İtalya ise Bütçesini AB'ye sundu ve ses yok. Bakalım AB ona nasıl bir ceza verecek.

MSCI ,Türkiye endeksinden altı hisseyi çıkardı

Dünyanın başlıca endeksleme hizmeti sağlayıcısı MSCI, altı şirketin hisse senedini Türkiye endeksinden çıkardı. MSCI tarafından gece saatlerinde yapılan açıklamada, Coca-Cola İçecek , Emlak Konut GYO , Tofaş, Vakıfbank , Ülker Bisküvi ve Yapı Kredi hisselerinin endeksten çıkarıldığı belirtildi. MSCI Türkiye Endeksi'ne yeni hisse eklenmedi.

30 KASIMDAN İTİBAREN GEÇERLİ OLACAK

Öte yandan Şok, Coca Cola Emlak Konut GYO Enerjisa ve Ülker küçük sermayeli şirketler endeksine eklendi. Değişiklikler 30 Kasım kapanışından itibaren geçerli olacak.

FONLAR TARAFINDAN GÖSTERGE KABUL EDİLİYOR

MSCI endeksleri birçok uluslararası fon tarafından tarafından gösterge kabul ediliyor. Endekslerde gidilebilecek değişikliklerin piyasa üzerindeki etkisinin sınırlı kalmasını bekleyen uzmanlar, bazı ekleme ve çıkarmaların hisse bazında etkili olabileceğinin altını çizdi.

HAZİRANDA DA DEĞİŞMİŞTİ
MSCI endekslerinde 1 Haziran'da yapılan değişiklikle Türk Telekom, Türkiye Endeksi’nden çıkarılmış, MLP Sağlık Hizmetleri, MSCI Türkiye Küçük Ölçekli Şirketler Endeksi’ne eklenmişti.  Adana Çimento, Beşiktaş, Fenerbahçe, Goodyear, Gübre Fabrikaları ve İş Gayrimenkul Yatırım endeksten çıkarılmıştı.

MSCI endeksleri, global yatırımcılar için bu ülkelerde yatırım fırsatlarını değerlendirme, portföy çeşitlendirme, risk dağılımına yüksek katkı sağlıyor.

MSCI Turkey (MITR00000PTR)

ABD'nin İran'a yaptırımları Türkiye'yi nasıl etkiliyor

ABD’nin uygulamaya başladığı İran’ın dolar kullanımını ve petrol ticaretini engellemeye dönük yaptırım paketinde 6 ay süreyle muafiyet Türkiye’nin elini rahatlatıyor. İki ülke arasındaki ticarette TL cinsinden ödeme de gündemde
ABD, Mayıs ayı sonrasında enerji sektörünü etkileyecek yaptırım paketini 5 Kasım itibariyle İran’a karşı yürürlüğe koydu. Bu yaptırım paketinde Türkiye’ye ise Washington’un “muafiyet” tanıması doğalgaz alımı gibi başlıklarda Ankara’ya nefes aldırmış görünüyor. Uzmanlar, 6 ay sonrasında bu muafiyet sona ereceği için Ankara–Tahran hattında Amerikan doları olmaksızın Türkiye’nin İran’a doğalgaz ödemelerini yapması için yeni bir mekanizma kurulmasını bekliyor. Uzmanlar, Türkiye’nin komşusuna ilaç ve temel gıda maddeleri satışına devam edeceğini hatta sınır ticaretinde artış da olabileceğini savunuyor.

Amerika'nın Sesi'ndeki haberde açıklamalarına yer verilen İran Araştırmaları Merkezi uzmanı Mehmet Koç, İran’a yönelik ABD’nin yaptırım paketiyle henüz amaçladığı sonucu alamadığını belirterek, Türkiye açısından henüz sıkıntılı bir tablo olmadığı görüşlerini aktardı.

Enerji alanında uzman Aydın Sezer de, yaptığı değerlendirmesinde, kısa sürede ABD’nin İran’ı köşeye sıkıştıramayacağını kaydederek, Türkiye’nin doğalgaz alımında sıkıntı yaşamayacağını ve hatta Van gibi sınır illerinde ticaret artışı olabileceğini ifade etti.

Türkiye ve İran yerli parayla mı ticaret yapacak?

Mehmet Koç, Türkiye açısından mevcut durumda doğalgaz ticaretine yasak getirilmediğini ancak 6 ay sonrasında bunun Amerikan dolarıyla devam ettirilemeyeceğini hatırlattı. Bu nedenle Türkiye ile İran’ın yerli para birimleriyle ticareti nasıl yürüteceklerini konuştuklarını kaydeden Koç, “İran’ın sadece Türkiye değil Rusya, Çin, Hindistan gibi aktörlerle de böyle yapma durumu var. Dolayısıyla Amerikan dolarını kullanmama durumu. İran, Türkiye’ye yapılan doğalgaz satışı bedeli TL’ye dönüştürülerek karşılığında ilaç, gıda gibi temel ihtiyaç maddeleri satın alma yoluna gidebilir. Günlük toplumsal yaşamı etkilemeyecek şekilde temel ihtiyaç maddelerini Türkiye’den temin edebilir. Büyük ihtimalle yerli para birimleri kullanımı olacaktır. Avrupalılar da benzer bir mekanizma üzerinde çalışma yürütüyor. Ancak Türkiye zaten fiilen İran ile ilişkilerini yürütmek durumunda. Çünkü iki ülke sınır komşusu, bölgesel ve küresel gelişmeler her iki ülkeyi güvenlik boyutuyla da birbirine yakınlaştırıyor. Türkiye olabildiğince ticareti sürdürmeye çalışacaktır” dedi.

Aydın Sezer de, “Türkiye açısından zaten teknik olarak da doğalgaz ticaretini sonlandırmak mümkün değildi” diyerek Ankara–Tahran arasında 1996 yılında imzalanmış uzun vadeli doğalgaz alımı anlaşmasına ve mevcut boru hattıyla alım yapılması gerçeğini yineledi. Türkiye’nin İran’dan yıllık doğalgaz alım taahhüdü bulunduğunu belirten Sezer, “ABD’nin yaptırım paketiyle doğalgaz alımına karşılık Swift sistemi kullanılamayacağı için İran’a ödeme yapılması sıkıntısı ve dolayısıyla İran’ın parasını Türkiye’de bloke etme durumu söz konusuydu. Ama şimdilik 6 aylık süre için Türkiye muafiyetten yararlanıyor ve böylece doğalgaz ticareti Swift sistemiyle ödeme yapılması yoluyla devam ediyor. Ancak 6 ay sonra Türkiye ile İran’ın çözüm yolu bulması gerekiyor” diye konuştu.

Bu noktada yerli para birimleriyle ticaret seçeneği boyutu dışında ABD’nin de devrede olabileceği bir mekanizma da kurulabileceğini söyleyen Sezer, “ABD, İran’ın doğalgazdan hak ettiği paranın Türkiye’de belki yabancı menşeli bir bankada tutulmasını sağlayacak ve buradan ilaç başta olmak üzere temel ihtiyaç maddeleri alımı yapılmasını kabul edecek görünüyor” düşüncesini paylaştı. Sezer, “Ya da Türk Lirası cinsinden Türkiye’de bir şekilde hesap altında tutarak, bunun İran’a yönelik insani malzemeler ihracatında kullanılması söz konusu olacak” dedi.

“Türkiye petrol alımını zaten azalttı”

Her iki uzman isim de Türkiye’nin hali hazırda ABD’nin İran’ın petrol ticaretiyle ilgili yaptırımına uyduğu görüşünde birleşiyor.

Mehmet Koç, İran’a ilaç ve gıda temini konusunda herhangi bir yaptırım uygulanmadığını hatırlatarak, Türkiye açısından en önemli başlık doğalgaz ticaretinin de ABD’nin yaptırım paketinde kapsamında olmadığını kaydetti. Bu noktada Türkiye’yi etkileyecek geriye petrol ve değerli madenlere yönelik yaptırımlar olduğunu anlatan Koç, ancak Türkiye’nin hali hazırda petrol alımını azalttığını ve dolayısıyla yaptırım paketinden etkilenişini de en aza indirgemeye çalıştığını ifade etti.

Aydın Sezer ise, Türkiye’nin dolayısıyla TÜPRAŞ’ın İran’a yönelik bir önceki ambargo uygulamasında yaptırıma uyduğunu anımsatarak, “O dönemde yüzde 56 oranında İran’dan petrol ve petrol ürünleri alımı söz konusuydu. Ama ambargo kararıyla bu alım yüzde 18-16 civarına düşürüldü. Ambargoya uyuldu. Şimdi ise TÜPRAŞ, ABD’li yetkililerle yaptığı görüşmeler çerçevesinde muafiyet veya kısmen daha az sınırlama beklentisindeydi. Türkiye’ye muafiyet tanınması sonrasında bu konu 6 ay sonra yeniden gündeme gelecek.

İran açısından bunun faturası farklı tabii oluyor. "Ama Türkiye azaltma yoluna gitti" diye konuştu.

Peki doğalgaz ticaretinde durum nedir? diye sorduğumuzda Sezer, “İran ile doğalgaz ithalatımız yıllık 9.6 milyar metreküp civarında. Bu doğalgaz alımı için 2018 yılı sonunda 1.8 milyar dolar düzeyinde ödeme rakamı olacağı tahmin ediliyor. Geçtiğimiz yılda bu rakam 2 milyar dolar mertebesindeydi. Bu ticaret, İran’la bizim 1996 yılında imzaladığımız anlaşmayla doğalgaz alımı gerçekleşiyor” bilgisini verdi.

İran’a yaptırım paketinden Türkiye’nin enerji dışındaki sahalarda beklenildiği gibi olumsuz etkilenmeyeceği görüşünü de aktaran Sezer, “Geçmiş yıllardaki ihracat verilerine baktığımızda Türkiye’nin İran’a ambargo uygulandığı dönemlerde satışında artış gözlemleniyor. Sınır ticareti bulunması nedeniyle ilaç ve gıda maddeleri de yaptırım kapsamında olmadığından artış olabiliyor. Türkiye ile İran’daki iş adamları daha önceki ambargo sürecinde neyi nasıl aşacaklarını keşfetmiş durumda. Dolayısıyla Kapalıçarşı ticareti ve sınır illerindeki alışveriş ile ekonomik hareketlilik olabilecektir. Hatta Doğu Anadolu’da özellikle Van ilindeki esnaf, ticari kesimler bölgede refahta artış olacağını hatta vergi rekoru kırabileceklerini düşünüyorlar” dedi.

ABD, İran’ı yaptırımlar ile köşeye sıkıştırabilecek mi?

İran uzmanı Mehmet Koç, İran’da yönelik birinci yaptırım paketi yürürlüğe girdiğinden beri ülkedeki ekonomik gelişmeleri yakından izlediklerini kaydederek, “Özellikle döviz ve altın borsasında ciddi hareketlilik oldu. İran Riyali ciddi değer kaybı yaşadı, yüzde 200’ler civarında kayıp oldu. Hatta bir ara yüzde 300 değer kaybı gözlendi sonrasında gerileme yaşandı. Amerikan Doları’nda öngörülen etkiyi ise yaratmadı. Hatta İran’ın bilinçli bir şekilde dalgalanma yapılmasına izin verdiği ve asıl 4 Kasım sonrasında meydana gelebilecek tepkiyi kısmen kontrol altına almış olduğu da söyleniyor. Kısmen küçük oranda da olsa dolar ve altında düşüş de oldu” diye konuştu.

Koç, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2006’da başlatarak 2012’ye değin kapsamını genişlettiği bir yaptırım paketine kıyasla şimdi ABD’nin daha detaylı ve geniş bir yaptırım paketini uygulamaya koyduğunu da belirtti. Ancak bu sefer işin içerisinde Birleşmiş Milletler’nin (BM) olmamasını en önemli fark olarak işaret eden Koç, “ABD bunu tek taraflı olarak dayatmaya çalışıyor ve üçüncü tarafların uyması için de ciddi tedbirler almış durumda. Bu yaptırım paketi amacına ulaşır mı noktasında İran’ın içerisindeki gelişmelere bağlı. ABD’nin amacı, İranlı yetkililerce de sürekli dile getirildiği üzere devlet ile milleti karşı karşıya getirmek. Eğer bunu başarırsa ve devlet kendini baskı altında hissederse, bunu bir bekaa problemi veya birlik-bütünlüğü için tehlike olarak görürse masaya döner. Diğer türlü ABD’deki gelecek başkanlık seçimlerine kadar bu oyunu sürdürmeyi ve buna direnmeyi planlıyor” dedi.

ABD’nin Türkiye dahil işbirliği yapan ülkelere yönelik 6 ay süreyle tanıdığı bir imtiyaz olduğunu İran eğer 6 ay sonra masaya oturmazsa sıkıntı yaşanabileceğini belirten Koç, ancak o zaman da Çin, Avrupa Birliği gibi küresel aktörlerin takınacağı tutuma bakmak gerekeceğini söyledi.

Aydın Sezer de, “AB ülkeleri, Çin tarafından İran’a uygulanan ambargo için BMGK kararına uygun olmadığı yaklaşımı var. Kısa dönemde ABD’nin amacına ulaşacağını zannetmiyorum. Ama 6 ay sonra bunu nasıl uygulayacağıyla ve ne kadar durumu sertleştireceğiyle de değerlendirmek gerekecektir. Ama kısa vadede İran’ın köşeye sıkıştırılacağını zannetmiyorum” diye konuştu.

Türkiye açısından ise İran’a yönelik petrol ambargo konusuna bütünsel bir yaklaşımla bakmak gerektiğini belirten Sezer, Türk–Amerikan ilişkilerinde Suriye başlığı, Halkbankası sorunu, Rusya’dan S-400’ler alımı, F35 askeri uçakları gibi konuların seyrine bağlı olarak İran’a yaptırımlar meselesini değerlendirmek gerektiğini söyledi. Sezer, “Siyaseten Türkiye’nin hem ABD hem de İran’la ilişkilerini etkileyecek bir süreç. Siyasette konu ne tarafa evrilecek oraya bakılmalı” görüşünü dile getirdi.

13 Kasım 2018 Salı

Doların Rusya üzerindeki etkisi azalıyor

The Wall Street Journal gazetesi, Rusya'nın kademeli olarak dolar kullanmaktan vazgeçtiğini yazdı
Önde gelen Amerikan ekonomi gazetesi The Wall Street Journal, Rusya'da hükümetin doların ekonomi üzerindeki etkisini azaltmak için aldığı önlemlerin meyve vermeye başladığını yazdı.

Gazetede çıkan değerlendirme Rusya'nın Kasım sonunda açıklanması beklenen yeni ABD yaptırımlarının olumsuz etkilerinden kaçınmak için kademeli olarak dolar kullanımından vazgeçtiğine işaret ediyor.

The Wall Street Journal yazarları iddialarına destek için 2018 Eylül ayında özel ve tüzel kişilerin döviz yatırımlarının iki yıl önce kaydedilen yüzde 37'lik seviyeden yüzde 26'ya gerilediğine dikkat çekiyor.

Dikkat çekici bir diğer gösterge de dolar cinsinden ihracat gelirlerinin 2013'te kaydedilen yüzde 80'lik orandan bu yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 68'e gerilemiş olması.

Söz konusu gerilemenin sebeplerinden biri de Çin ve Rusya arasındaki ticaret hacminin hızla büyümesi. İki ülke arasında ruble ve yuan cinsinden ticaret son dört yılda dört kat artmış durumda. Ruble ve yuan cinsinden ticaretin iki ülkenin toplam ticareti içindeki payı ise yüzde 19.

Gazete, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Rusya Merkez Bankası'nın desteklediği dolardan vazgeçme planının, finansal sistemi hedef alacak olası Batı yaptırımlarının etkisini azaltma amacı taşıdığını da vurguladı.

(Turkrus)

Apple'ın piyasa değeri 200 milyar dolar eridi

iPhone satışları 2018’de de 2019’da da düşecek” tahminin Apple’ı vurdu. Şirketin piyasa değeri 5 haftada 190 milyar dolar eridi
ABD borsalarının tarihindeki ilk 1 trilyon dolarlık şirket olmayı başaran Apple’ın piyasa değerini, iPhone satış beklentilerindeki düşüş vurdu. 3 Ekim’de 1.1 trilyon doları aşan şirketin piyasa değeri dün itibariyle 920 milyar dolara kadar düştü.

Son 5 haftalık süreçte 190 milyar dolar eriyen Apple’ın bu sert düşüşünde 2019 yılının ilk çeyreğinden itibaren iPhone satışlarının yıllık bazda gerileyeceği yönündeki analizler etkili oldu.

1980 yılında halka arz edilerek borsada işlem görmeye başlayan Apple’ın piyasa değeri 2010 yılında 190 milyar dolar seviyesine ulaşmıştı. Diğer bir deyişle şirketin 30 yılda ulaştığı rakam, 5 haftalık bir süreçte eridi. Apple’ın borsada kaybettiği bu değer, Yunanistan’ın toplam milli gelirine eşit bir düzeyde.

JP Morgan’ın son analizi, Apple’ın iPhone satışlarının hem 2018 yılı hem de 2019 yılı genelinde yıllık bazda düşeceğinin ortaya koyarken, buna sebep olarak ise gelişmekte olan pazarlardaki zorlu makro ekonomik koşullar gösterildi.

Apple'ın 3 Ekim 2018'de 232 dolarla tarihi zirvesine çıkan hisse fiyatı, 12 Kasım 2018 itibariyle yüzde 16.3 düşüşle 194 dolar seviyesine kadar düştü.

TİM COOK, TÜRKİYE’YE DE BAĞLAMIŞTI...

Apple’ın en yeni akıllı telefon modelleri iPhone Xs ve iPhone Xs Max satışları yüksek fiyatlarının da etkisiyle henüz istenilen seviyelere ulaşmazken, bir kötü haber de şirketin bir diğer yeni modeli iPhone XR ile ilgili geldi.

TF International Securities, yüksek fiyatları ve Huawei başta olmak üzere Çinli zorlu rakipleri nedeniyle iPhone XR satış tahminlerini 100 milyondan 70 milyona düşürdüğünü duyurdu.

Küresel akıllı telefon pazarındaki satışlar dört çeyrektir aralıksız düşerken, Apple’ın son açıkladığı finansal sonuçların ardından Apple CEO’su Tim Cook da yaşanan daralmaya dikkat çekmiş ve Türkiye, Hindistan, Brezilya ve Rusya gibi gelişmekte olan pazarlarda satışlarının iyi gitmediğini açıklamıştı.

Şirketin bu ayın başında yaptığı “Artık iPhone satış adetlerini açıklamayacağız” duyurusu da iPhone’un geleceğine ilişkin satış tahminlerinin düşürülmesinde belirleyici olmuştu.

(Necdet Çalışkan/Habertürk)

11 Kasım 2018 Pazar

Reform yapmayı erteledik, kaybettik

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik, “Reform yapmak yerine hızla ve kolayca, bol ve ucuz parayla büyümeyi tercih ettiğimizde, bunun bedelini eninde sonunda yüksek enflasyon, yüksek cari açık ve yükselen faizler ile ödedik” dedi.
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik, sadece iş dünyasının değil, bugün ülkedeki herkesin ana gündeminde önceliğin ekonomi olduğunu söyledi. Bilecik, “Türkiye’nin içinde bulunduğu sorun borçluluk ya da cari açık sorunu değil, kur ve faiz de değildir. Sorun bizim seçimlerimiz” dedi. Genç Yönetici ve İş İnsanları Derneği’nin ‘Başarı: Dijital Dönüşümde Konferansı’nda konuşan Erol Bilecik, şu tespitlerde bulundu:  Ekonomimiz ciddî zorluklarla karşı karşıya. İstediğiniz geleceği kurmaya çalışmazsanız, elde ettiğiniz geleceğe katlanmak durumunda kalırsınız. Ekonomide istediklerimizi elde edebilmek için ilk önce istemeden elde ettiklerimizin analizini beraber yapmamızda fayda görüyorum.

REFORMLARA ÖNCELİK VERELİM

Bundan sonra tartışılmaz bir şekilde finansal istikrara, enflasyonun olması gerektiği gibi düşük tek hanelerde tutulmasına gereken değeri ve önemi verirsek, büyümeyi ucuz sıcak para ile değil, reformlarla ekonomimizi köklerinden besleyerek artırmayı hedeflersek bir daha böyle zorluklarla karşı karşıya kalmayız. Hatayı yapmaktan değil, tekrarlamaktan korkulmalı. Bu zorlu dönemi atlatmak için uygulayacağımız çözümlerde de sonrasındaki politikalarda da önce hatalarımızla yüzleşmeliyiz.

BEDEL ÖDEDİK

Küresel krizden bu yana ekonomi kesintisiz büyümüş olsa da kırılganlıklar arttı. Sonuçta, hem TL çok ciddî değer kaybına uğradı hem enflasyon son derece yüksek seviyelere ulaştı. Yükselen finansman maliyetleriyle birlikte ülkemize girmekte olan sermaye azaldı ve ekonomimiz küçülmeye başladı. Türkiye’nin içinde bulunduğu sorun borçluluk ya da cari açık sorunu değildir, kur ya da faizin nereye geldiği de değildir. Sorun bizim seçimlerimizdir. Reform yapmak yerine hızla ve kolayca, bol ve ucuz parayla büyümeyi tercih ettiğimizde, bunun bedelini eninde sonunda yüksek enflasyon, yüksek cari açık ve yükselen faizler ile ödedik.


Çare üretim ekonomisi

Yumuşak karnımız cari açık

ASO Başkanı Nurettin Özdebir, ekonomi politikalarının üretim ve sanayi odaklı olması gerektiğine işaret ederek, “10 yılda bir kriz yaşamamızın sebebi bizim yumuşak karnımız olan cari açık. Cari açığı azaltmak için Ar-Ge, inovasyon ve verimlilik üzerinde çalışmalıyız. Üretim ekonomisine dönülmediği sürece yine Brunson krizleriyle karşı karşıya kalırız” dedi.

Yüksek üretim stratejileri

özdebir, gelecek dönemde yüksek enflasyonun gelir dağılımında önemli hasarlar bırakabileceğini belirterek, ticaret ve kur savaşlarında artık ülkelerin en büyük silahının üretim olduğuna ve dünya ile rekabet edip ekonomik tehditleri savuşturmak için yüksek teknolojili, katma değeri yüksek üretim stratejileri oluşturulması gerektiğine dikkat çekti.

***

ASO Başkanı Nurettin Özdebir: Çare üretim ekonomisi

ASO Başkanı Nurettin Özdebir, kaynak oluşturma yerine kaynak bulmaya odaklanılmaması gerektiğini söyledi.



Ankara Sanayi Odas (ASO) Başkanı Özdebir, kurun aşağı yönlü hareketiyle birlikte sıcak para girişinin başlayacağını ve bu durumun suni iyileşme algısı ortaya çıkaracağını belirterek, kaynak oluşturma yerine kaynak bulmaya odaklanılmaması gerektiğini söyledi. Dünya gazetesinden Yeşim Ardıç’ın haberine göre,  ASO Ekim ayı meclis toplantısında konuşan Özdebir, doların 7.5 liradan 5.5 liraya kadar gerilemesinin kur açısından başarıdan söz edilebileceğini belirtirken, bunun yüksek faiz ortamında yabancı yatırımcıların ilgisinin artmasından kaynaklandığını bildirdi. Türkiye’nin yıllarca kısa vadeli sermaye yatırımları ile TL’yi değerli hale getirdiğini ifade eden Özdebir, “Gelen bu para ekonomide sanal bir zenginlik yaratmış ve gelen sermaye katma değeri olmayan alanlar da kullanılması kaçınılmaz sonu getirmiştir” dedi. Tarihin tekerrürden ibaret olduğunu, yeniden ülkeye sıcak para girmeye başlayacağını vurgulayan Özdebir, “Yeniden TL’yi yabancı ülkelerin parasıyla değerlendireceğiz. Yine suni bir iyileşme algısı ortaya çıkacak. Sonrası çok daha önemli. Geçmişten ders çıkartamadığımız sürece gelecekle ilgili kaygılar ortaya çıkıyor” diye konuştu.

‘Sorunların çözüldüğü anlamına gelmiyor’

Mevcut ekonomi politikalarının kaynak yoluşturmaktan ziyade kaynak bulmaya odaklandığını vurgulayan Özdebir, “Geçmişten hala ders çıkartmadığımızı düşünüyorum. Üretim ekonomisine dönülmediği sürece yine Brunson krizleri ile karşı karşıya kalacağız” ifadelerini kullandı. Dolar kurunda yaşanan gerilemenin, ekonomik sorunların bertaraf edildiği anlamına gelmemesi gerektiğine işaret eden Özdebir, “Finansal sistemde yaşamış olduğumuz sorunların nedeni reel sektörde yaşanan daralmanın bir sonucu olduğu unutulmamalıdır. Yapısal sorunlarımız hala devam ediyor. Ekonomideki temel sorunların bir an önce net olarak belirlenip çözüm odaklı politikaların ivedi bir şekilde uygulamaya geçmesi gerekir. Özellikle yüksek enflasyon, yüksek faiz ve yüksek cari açık pozisyonunda ekonomimizde kırılganlıklar derinleşerek devam ediyor.” diye konuştu.

Dünya ülkeleri başka çağa geçiş yapıyor

Artık ülkelerin en büyük silâhının üretim olduğuna değinen Özdebir, ekonomik tehditler savuşturulmak isteniyorsa, yüksek teknolojili katma değeri yüksek üretim stratejisi oluşturulması gerektiğini belirtti. Ar-Ge ile birlikte teknoloji üretimi, yüksek teknolojili mal üretimine katkı sağlayacağını ve kaynak oluşturmak açısından önemli fırsatları ortaya çıkaracağını söyleyen Özdebir, “Biz bu sorunlarda uğraşmaya devam ederken gelişmiş ülkeler robot teknolojisinin en üst seviyesine geldiler. Korkum şu dur ki biz ekonomik sorunlarla didişirken dünya ülkeleri başka bir çağa geçiş yapıyor ve biz gene gerilerde kalıp yetişemeyeceğiz.” ifadelerini kullandı.


Orta Doğu'nun gözde ürünü oldu: '60 ülkeye ihraç ediliyor'

60 ülkeye ihraç edilen Elazığ'ın "vişne mermeri" Orta Doğu ülkelerindeki bir çok rezidans, otel ve konutta kullanılıyor.
Elazığ'ın "vişne mermeri", ihraç edildiği Orta Doğu ülkelerindeki bir çok prestijli rezidans, otel ve konut projesine zenginlik katıyor.

Dünyanın bilinen en büyük vişne mermeri rezervinin bulunduğu Alacakaya Mermer, ürünlerini 60 ülkeye gönderiyor.

Bu yıl 35 bin ton ham mermer ve 300 bin metrekare işlenmiş ürün ihracatı hedefleyen firma, işlenmiş ürünlerinin yarısını Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Katar ve Bahreyn'deki prestijli projeler için gönderiyor.



Alacakaya Mermer İhracat Müdürü Salih Tufan, vişne mermerinin, rengi ve beyaz damarlı yapısıyla dünya çapında büyük ilgi gördüğünü söyledi.

Vişne mermerinin bugüne kadar Kabe, Beyaz Saray, Burç Halife'de kullanıldığını ifade eden Tufan, şöyle konuştu:

"Geçmiş yıllardan farklı olarak Orta Doğu ülkelerine iki kat artışla 150 bin metrekare işlenmiş ürün ihracatı gerçekleştireceğiz. Bunun 50 bin metrekaresini ihracatımızın lokomotifi konumundaki vişne mermeri teşkil ediyor. Çünkü vişne mermeri hem daha pahalı hem de gelen firmalar daha çok vişne mermeri için geliyor."



Mescid-i Haram'daki projelere vişne mermeri

Tufan, 2018 yılında Orta Doğu ülkelerindeki büyük inşaat firmalarıyla prestijli projelerde anlaşmaya vardıklarını dile getirdi.

Bunlardan birinin Kabe'nin de bulunduğu Mescid-i Haram'ın genişletilmesi amacıyla Omar Dağı'nda 245 bin metrekarelik alanda yapılan Jabal Omar Projesi olduğunu aktan Tufan, şunları kaydetti:

"Kutsal topraklarda yer alan Jabal Omar adıyla içinde devasa otellerin ve rezidansların olduğu bir yerleşim alanı inşa ediliyor. Kabe'nin yanında yer alan Jabal Omar'daki lüks mekanları ürettiğimiz mermer çeşitlerimiz süsleyecek."

Ürünlerinin dünyadaki gözde mekanların vazgeçilmez dekoratif ürünlerinden biri olduğunu dile getiren Tufan, şöyle devam etti:

"Dünyadaki seçkin mekanlar arasında yer alacak Mohammed Bin Rashid City'de yine vişne mermerimiz yer alacak. Bu projelerin yanı sıra Katar, Kuveyt, Abu Dabi ve Bahreyn'de bir çok gözde mekanda kullanılmak üzere vişne mermerini ihraç ediyoruz. Bu yılki 150 bin metrekarelik ihracatımızla Orta Doğu ülkelerine adeta bir çıkartma yaptık diyebiliriz."

Türkiye'nin gururu olan ve dünyanın en büyük hava limanı olma özelliği taşıyan İstanbul Yeni Havalimanı'nda da Elazığ vişne mermerinin kullanıldığını aktaran Tufan, "Bugün 60 ülkeye ihracatını yaptığımız vişne mermerimiz dünyada seçkin mekanları süsleyen, mekanlara zenginlik katan önemli bir unsur haline gelmiştir." diye konuştu.




10 Kasım 2018 Cumartesi

Zorda olan işletmelere devletten destek

Kur saldırıları sonrası üretimini kısmen azaltmak zorunda kalan firmalara kısa çalışma ödeneği müjdesi geldi. İşsizlik sigortasında da 120 gün şartı esnetiliyor
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın açıkladığı Enflasyonla Topyekün Mücadele Programı'nda duyurulan işvereni rahatlatacak kısa çalışma ödeneği konusunda adım atıldı. Hükümet, ağustosta yaşanan kur saldırıları nedeniyle üretimlerini kısmen azaltmak durumunda kalan firmalara kısa çalışma ödeneği kapısını açtı.

Kısa çalışma ödeneği yönetmeliğinde yapılan değişiklikle, dışsal etkiler kaynaklı dönemsel durumlar 'zorlayıcı sebep' tanımına alındı. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın yönetmelikte yaptığı değişiklikle, "İşverenin kendi sevk ve idaresinden kaynaklanmayan, önceden kestirilemeyen, bunun sonucu olarak bertaraf edilmesine imkân bulunmayan, geçici olarak çalışma süresinin azaltılması veya faaliyetin tamamen veya kısmen durdurulması ile sonuçlanan dışsal etkilerden kaynaklanan dönemsel durumları ya da deprem, yangın, su baskını, heyelan, salgın hastalık, seferberlik gibi durumları"na 'zorlayıcı sebep' tanımı getirildi.

Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir, düzenlemeyle zora düşen firmaların elemanlarını çıkarmak zorunda kalmayacağını belirterek, "Kur saldırılarıyla bazı firmalarımız sıkıntı yaşadı, üretimlerini kısmi olarak azaltmak durumunda kaldı. Başkan Recep Tayyip Erdoğan ve bakanlarımıza kısa çalışma ödeneği uygulamasının da süratle hayata geçirilmesini içeren rapor sunduk. Düzenlemenin işçilerimizi çıkarmadan sıkıntılarımızı aşmak için önemli bir fonksiyon üstleneceğine inanıyorum" dedi. Özdebir, işçilerin işsiz kalması durumunda 10 ay süreyle maaşlarını bu fondan almak zorunda kalacağına işaret ederek, "Düzenlemeyle fon daha az ödeme yapmış olacak. Dolayısıyla bu hem çalışanın, hem de fonun lehine bir durum" dedi.


KISA ÇALIŞMA ÖDENEĞİ NEDİR?

Kısa çalışma uygulaması, genel ekonomik, sektörel kriz veya zorlayıcı sebeplerle haftalık çalışma sürelerinin geçici olarak en az üçte bir azaltılması ya da faaliyetin tamamen, kısmen en az dört hafta süreyle durdurulması hallerinde, işyerinde üç ayı geçmemek üzere sigortalılara çalışamadıkları dönem için gelir desteği sağlayan bir uygulama. Bakanlar Kurulu kararıyla 6 aya kadar uzatılabiliyor.

JP Morgan çalışanından manipülasyon itirafı

Dünyanın en büyük yatırım bankalarından JP Morgan`da trader (al-satçı) olarak çalışan John Edmonds, yıllardır başta altın olmak üzere kıymetli metal (gümüş, platin, paladyum vs) piyasalarında manipülasyon yaptığını itiraf etti
New York'ta yaşayan 36 yaşındaki John Edmonds, Connecticut Mahkemesi'ne 9 Ekim'de verdiği yeminli ifadede emtia piyasasında sahtecilik, dolandırıcılık yapmak için komplo kurmak, emtia fiyatlarında manipülasyon ve sahte alım satım emirleri girme suçlarını kabul etti.

Başsavcı yardımcısı Bryan Benczkowski konu ile ilgili yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi:

"Yaklaşık 2009'dan 2015'e kadar John Edmonds, vadeli kıymetli metal piyasalarını manipüle etmek üzere çok yönlü bir sahtecilik operasyonunda yer aldı. Bu operasyon öncelikle, Edmonds'ın aslında hiçbir zaman uygulanmayacak sahte alım satım emirlerini piyasaya girerek kendisine çıkar sağlamasına dayanıyordu."

FBI direktör yardımcısı Charge Sweeney ise aynı konuda yaptığı açıklamada sahte emirlerin fiyatları Edmonds ve bankadaki diğer suç ortaklarının para kazanmasını sağlayacak şekilde hareket ettirdiğini belirtti.

Sweeney, şöyle devam etti:

"Edmonds ayrıca, bu taktikleri bankadaki (JP Morgan) daha üst düzey traderlardan öğrendiğini, bu yöntemleri yüzlerce kez kullandığını ve bu işlemlerde yöneticilerinin de onayı olduğunu kabul etti."

ABD Adalet Bakanlığı da yaptığı açıklamada, söz konusu olay ile ilgili soruşturmanın devam ettiğini bildirdi. Bakanlık ayrıca bu operasyonlarla zarara uğradığını düşünen bireysel yatırımcıları kendisine başvurmaya davet etti.

9 Kasım 2018 Cuma

Ponzi sistemi nedir?

Saadet Zinciri diğer adıyla Ponzi düzeni (Ponzi şeması), ilk kez Charles Ponzi tarafından 1910 yılında uygulanan hileli bir yatırım şeklidir.

Her zaman ortalamanın üzerinde kazanç sağlamayı vaat eden sistem ilk önce bu beklentileri karşılamayı sağlar. Bu durumda yeni gelen yatırımcıların paralarını eski yatırımcılara ödeyerek kullanır ve ponzi sisteminin gelişmesi sağlanır.

Ponzi sistemleri hiçbir zaman meşru yatırım yapmaz. Bunun yerine yatırımcıların paralarını kullanarak birbirine aktarır. Yeni yatırımcı gelmediği takdirde ise sistem bir süre sonra çöker.

3 Kasım 2018 Cumartesi

Türkiye'nin Ham Petrol İthali

ABD'nin İran yaptırımları Türkiye'yi nasıl etkiler

Türkiye, geçtiğimiz yıl günde ortalama 515 bin varil ile tarihinin en yüksek ham petrol ithalatını yaptı. Bu artışın en önemli nedeni, Türkiye'nin akaryakıt talebinin rekor kırarak günde 1 milyon varile yaklaşmış olması.

İran'ın Türkiye'nin ham petrol ithalinde 2011'de %51 olan payı 2012'de yaptırımların yürürlüğe girmesinden itibaren düştü. İran'ın yerini başta Irak olmak üzere başka ülkeler doldurdular.

2016 yılında yaptırımların kaldırılmasına yönelik anlaşmayı müteakiben İran da Türkiye'ye ham petrol ithalini arttırmaya başladı ve geçtiğimiz yıl, Türkiye'nin ham petrol ithalinin neredeyse yarısını karşıladı.

Yeni yaptırımlar, Türkiye'nin yıl sonundan itibaren İran'dan alacağı ham petrolün azalması demek olacak. Geçmişte de olduğu üzere, ithal edilen ham petrolün özellikleri de düşünüldüğünde İran'ın yerini başta Irak ve Rusya'nın dolduracağını beklemek yanlış olmaz.

Öte yandan İran'a yönelik yeni yaptırımların biraz zamansız olduğu da bir gerçek. Türkiye'nin ham petrol ithalatı, şimdiye kadarki tek ithalatçı Tüpraş'a ek olarak, bu yılın üçüncü çeyreğinden itibaren Azeri SOCAR'ın Aliağa'daki yeni rafinerisi ile birlikte daha da artacak ve muhtemelen bu artışın İran harici ülkelerden karşılanması gerekecek.

(BBC Türkçe)

Yeni bir finansal kriz mi geliyor

Ne zaman ve ne uzunlukta olacağı bilinmese de yeni bir finansal kriz geliyor. Roket hızında artan borçlar, ticaret savaşları, yükselen faizler, değerlenen dolar yeni finansal krizin başlıca nedenleri olacak…
Finansal krizin üzerinden tam 10 yıl geçti. Büyük Buhran’dan bu yana en kötü felaket ekonomileri ve borsaları müthiş etkiledi.

ABD hisse senedi piyasalarının değer olarak kaybı 7,9 trilyon, küresel piyasaların ise 34,4 trilyon dolar oldu. İşsizlik yüzde 10’a fırlamış ve 9 milyon Amerikalı evini kaybetmişti. Krizin yaraları çoktan sarıldı, borsalar rekorlar kırıyor, finans, bankacılık sektörleri daha da güçlü... Ancak hastalıklar tedavi edilmedi, sadece belirtiler bulundu ve pansuman yapıldı.

Son zamanlarda uzmanların bir başka finansal krizin ufukta göründüğüne dair öngörüleri ağırlık kazanıyor. Ticaret savaşları, artan faizler ve enflasyon, yükselen dolar, patlayan borçlanma, artan bütçe açıkları, zorlanan gelişen ekonomiler... Birçok risk kapıda bekliyor.

Küresel ekonominin ve piyasaların sert bir kış dönemi geçireceği kesin gibi. Evet, dünya ekonomisinin lokomotifi ABD ekonomisinde bir fırtınayı tetikleyecek olumsuz bir gösterge yok. ABD’nin ekonomik büyümesi yüzde 4,1, işsizlik yüzde 4’ün altında, enflasyon şimdilik sorunsuz ve hatta ücretler bile artıyor. Borsalar ise ağustos ayında tüm zamanların en yüksek seviyesine çıktı. Wall Street’te şirketlerin karlılığı da yüksek. Bu yıl hisse başına karda ortalama artışın yüzde 20 seviyesinde olması beklenirken, 2019’da da bu kadar olmasa da yüksek oranlar bekleniyor.

Ancak gelecek bir yılda küresel ekonomiyi baltalayacak dört önemli kaygıya dikkat çekiliyor. Bunlar: 1- ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşı, 2- Gelişen ekonomilerin giderek kötüleşmesi, 3- Fed’in politika hatası yapması, 4- Değer kazanan dolar.

Ticaret savaşları halen küresel ekonomiye en büyük tehdit olarak algılanıyor. Küresel talepte düşüşe neden olarak ekonomik faaliyetleri aşağıya çekmesi ve sonuçta üreticilerin karlılığını azaltması sonucunu yaratmasından korkuluyor. Piyasalar şu anda ticaret savaşı tehlikesini tam anlamıyla algılamış değil ancak gümrük tarifelerinin kalıcı olması halinde finansal ve ekonomik hasarın ağırlaşacağı kesin... Ticaret savaşının küresel büyümeyi uzun vadede vurması bekleniyor, Alibaba’nın patronu Jack Ma, ABD-Çin ticaret savaşının 20 yıl süreceğini tahmin ediyor.

Gelişen piyasalarda devam eden bozulma da bir başka endişe kaynağı... Bunun nedenlerinden biri ticaret savaşı olsa da gerçek neden Fed’in faiz artırımları ve ABD Doları’nın yükselişi... ABD yönetimi hem dolar politikası hem de Çin ve diğer ülkelere uygulamaya koyduğu gümrük tarifeleriyle ticaret açığını azaltmayı hedefliyor. Önceki Başkan Obama görevi bıraktığında 600 milyar dolar olan dış ticaret açığının bu yıl sonunda 890 milyar dolara ulaşması bekleniyor.

Eğer Başkan Donald Trump ticaret açığını düşürmekte başarılı olursa, dolar dünya ölçeğinde az bulunur hale gelecek. Ticaret savaşlarında tansiyon düşse bile dolar bolluğunun sona ermesi, gelişen ekonomilere sermaye girişinin daha da azalması ve ciddi bir kriz demek. Bu da küresel ekonomide artan türbülansın bir diğer tanımı.

Bir başka endişe kaynağı ise Fed’in politika hatası yapması. Birçok uzman, Fed’in faiz artırımlarını nerede durduracağını ve faizlerin nereye kadar yükseleceğini merak ediyor. Aslında Faiz politikasının “verilere dayalı” olduğunu sık sık vurgulayan Fed’in bile bunu bilmediği bir gerçek. Uzmanlar Fed’in faizleri gerektiğinden daha fazla artırdığını ve bu yönde sinyal verdiğini savunuyor. Bu nedenle 11,4 trilyon dolara ulaşan ABD dışı dolara dayalı kredilerin ödeme maliyetlerinin ciddi oranda artması da büyük sıkıntılar doğuracak.

Gelişen piyasaların 2018’deki kötü performansının en önemli nedeni Fed’in faiz politikası. Gelişen piyasalar şimdilik gelişmiş ekonomileri etkilemese de, bu ülke bankalarının buralardaki açık pozisyonları, ticari ilişkiler ve tüm ekonomilerin çeşitli yollarla birbirine bağlı olması kriz derinleştiği takdirde ABD ekonomisini de vuracak.

Fed Başkanı Jerome Powell’ın, “Ekonomimiz güçlü olduğu ve faiz artırdığımız zaman, dolar ile borçlanan ekonomileri etkileyebiliriz. Gelişen ekonomilerin performansı dahili vekaletimizi taşıdıklarından dolayı bizin için gerçektin önemli” sözleri de bu ülkelerin küresel ekonomi için taşıdığı işlevi anlatıyor.



Finansal analist ve yazar George Kesarios, “Eğer Fed faiz artırımlarının gelişen ülkelerde yarattığı hasarı dikkate alırsa bu döngünün sonu iyi bitebilir. Ancak devam «ederse daha büyük hasarlara şahit olabiliriz ve sonunda ABD’nin de dahil olduğu gelişmiş piyasalara sıçrayabilir” diye konuşuyor.

Küresel finansın liderleri de sert bir kışın yaklaşmakta olduğunu teyit ediyor. Liderler ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşı ile Fed’in faiz artırımlarının küresel ekonomi 2011’den bu yana ilk kez bu kadar hızlı büyürken, finansal ve ekonomik olarak hasar yaratabileceğine dikkat çekiyor. IMF-Dünya Bankası toplantıları için Endonezya-Bali’de bir araya gelen küresel finansa yön verenler, ticaret savaşları ve artan faiz oranlarının küresel ekonomiyi ciddi biçimde tehdit ettiğini vurguladı. Sıkılaşan para politikalarının gelişen ekonomilerden sermaye kaçışma ve borsalarda düşüşlere neden olduğu belirtildi.

Faizlerin artması ve doların değer kazanması hisse senedi fiyatlarını da vuruyor. ABD’nin 10 yıllık tahvillerinin faizi son yedi yılın en yüksek seviyesine çıktı. Yükselen faizler Wall

Street ve diğer dünya borsalarım aşağı çekiyor. S&P 500 Endeksi, ağustos sonunda 2 bin 914 puan seviyesindeyken, eylüldeki düzeltmeden sonra yeniden yükseldi ve 20 Eylül’de 2 bin 930 puan ile yeni bir tarihi rekora imza attıktan sonra ekim ayında inişe geçti. 11 Ekim’de 2 bin 728 puandan kapanarak zirvesinden itibaren yüzde 6,9 geriledi. Dow Jones ise 800 puandan fazla düşerek son sekiz ayında en büyük düşüşünü kaydetti. Faang adı verilen ve Facebook, Apple, Amazon, Netflix ve Google’dan oluşan teknoloji hisseleri son bir yılda en iyi performans gösteren hisseler iken ekim ayında en büyük kayıpları yaşattı.



Aynı şekilde Avrupa endeksleri de inişteydi. Britanya’nın FTSE 100 endeksi, nisan başında 7 bin 30 puandan başlayan yükseliş ile 22 Mayıs’ta 7 bin 877 puan ile tarihi zirvesine ulaştı. Daha sonra dalgalı bir dönem yaşan endeks 8 Ağustos’ta 7 bin 776 puan seviyesinden 12 Ekim’de 6 bin 995 puana geriledi. Son altı ayın en düşük seviyesine inen endeksin mayıs zirvesinden bu yana kaybı yüzde 11 oldu. Alman DAX Endeksi de 27 Eylül’den 12 Ekim’e kadar 900 puanın üzerinde gerileyerek yüzde 7,3 değer yitirdi.

Fed bu yıl faizleri üç kez artırdı ve piyasalar aralık ayında bir gelecek yıl ise üç artış daha bekliyor. Faiz artırımları borsaları aşağı çekerken faiz oranlarını yükseltiyor. İki yıllık Hazine tahvillerinin faizi 2008’den bu yana en yüksek seviyeye çıkarken, ipotek, otomobil kredileri ve diğer borçlanmaları fiyatlandırmada kullanılan 10 yıllıkların faizi de yedi yılın en yükseğine ulaştı.

Borsalardaki aşırı dalgalanmanın ‘hızla artan sinirliliğin’ bir göstergesi olduğunu vurgulayan Uluslararası Finans Enstitüsü Başkanı Robin Brooks piyasalarda durgunluk tehlikesi konusunda aşırı derecede kaygı olduğunu ve 2020’de güçlü bir durgunluk riski konusunda beklentilerin yükseldiğini dile getiriyor. Algebris Investments’ın kurucusu Davide Serra ise Euro Bölgesi’ni de etkileyecek bir finansal krizin eşiğindeki İtalya’yı dünyanın en büyük risklerinden biri olarak gösteriyor.

EN BÜYÜK SORUN: YÜKSEK BORÇLANMA ORANI

*Tarihin akışı gereği bir krizin yaşanacağı kesin. Ancak ne zaman ve ne şiddette olacağı tartışılıyor. Tanınmış serbest fon yöneticisi Ray Dalio, vergi indirimlerinin etkisinin azalması ve hükümetin gelir sıkıntısı yaşamasıyla birlikte iki yıl içinde bir durgunluk bekliyor. Dalio kriz anında yatırımcıların bol miktarda Hazine bonosu satacağını, Fed’in para basmak zorunda kalacağını ve bunların sonucunda doların değerinin düşeceğini öngörüyor.

*Beyaz Saray Ekonomik Danışmanlar Konseyi eski Başkanı Martin Feldstein ise finansal krizin Amerikan hane halkının menkul değer varlığında 10 trilyon dolarlık azalmaya neden olacağını belirterek “Durgunluk öncekilere göre daha derin ve daha uzun olacak” diyor.

*Euro Pacific Capital’in CEO’su ve kıdemli küresel stratejisti Peter Schiff aşırı derecede boğa görüşlü olan uzmanlar dahi finansal krizden söz etmeye başladı. Karamsarlığının nedenini,

tüketici, şirket, kamu; her alanda aşırı yüksek seviyede borçlanmaya bağlayan Schiff, "Bizi bekleyenin durgunluk olduğunu söylememiz mümkün değil. Belki 1929 Büyük Buhranı'ndan daha kötü olabilir. ABD ekonomisi 10 yıl öncesine göre daha kötü durumda ve merkez bankaları da 2008’de olduğu gibi dünyayı kurtaramayabilir” diye konuşuyor.

*ABD’nin aşırı borçlu bir ülke haline gelmesi de bir başka saatli bomba. Hane halkının toplam borcu ağustos ayında tüm zamanların en yükseği olan 13,95 trilyon dolara ulaştı. 2008 krizinden önce 13,3 trilyon dolardı. Bunun büyük bölümü 10,1 trilyon dolar ile 2008 krizinden önceki 10,7 trilyon dolara yaklaşan ipotek borçları. Otomobil kredileri 2008'e göre yüzde 42 artarak 1,13 trilyon dolara çıkarken, öğrenci kredileri yüzde 144 artarak 1,53 trilyon dolar oldu. Şirket borçları 5,3 trilyon dolara çıkarken, ABD hükümetinin toplam borcu da 21 trilyon dolara ulaştı.

(LEVENT GÜRSES/FORBES TÜRKİYE DERGİSİ)





İşte Türkiye'nin vergi rekortmenleri

http://www.finansgundem.com/foto-galeri/aciklandi-galeri/1357328

Türkiye genelinde 2017 yılı için en fazla vergi beyan eden 100 mükellef listeleri açıklandı
2017 vergilendirme dönemine ilişkin Yıllık Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi beyannamelerinin değerlendirilmesi sonucunda Türkiye genelinde en fazla vergi beyan eden 100 mükellef listeleri açıklandı.

En fazla vergi beyan eden kurum TCMB olurken, Ziraat Bankası, Garanti Bankası, Akbank ve İş Bankası ilk 5 sırayı oluşturdu. Türkiye'nin gelir vergisi rekortmeni, 53 milyon 583 bin 488 lira

vergi tahakkuk ettirilen Şarık Tara oldu.

Gelir İdaresi Başkanlığından yapılan açıklamaya göre, 2017 yılı vergilendirme dönemi gelir vergisi beyanlarında bir önceki yıla (Mart 2016) göre, beyan edilen matrah toplamında % 19,08 tahakkuk eden vergi toplamında % 21,14 oranında artış gerçekleşti.

2017 yılı vergilendirme dönemi kurumlar vergisi beyanlarında bir önceki yıla (Nisan 2016) göre, beyan edilen matrah toplamında % 29,41 tahakkuk eden vergi toplamında % 28,75 oranında artış gerçekleşti.

Açıklamada şu bilgiler verildi:

"Türkiye genelinde 2017 vergilendirme dönemi yıllık gelir vergisi beyanlarına ilişkin olarak 2018 yılı Mart ayında 3 milyon 486 bin 592 mükellef tarafından yıllık gelir vergisi beyannamesi verilmiştir.
Verilen yıllık gelir vergisi beyannameleri ile 77 milyar 339 milyon 779 bin 509 TL matrah beyan edilmiş ve beyan edilen bu tutar üzerinden 20 milyar 636 milyon 779 bin 513 TL gelir vergisi tahakkuk
ettirilmiştir.

Türkiye geneli gelir vergisi mükelleflerinden en fazla vergi tahakkuk eden ilk 100 mükellefin illere göre dağılımı İstanbul (87), Ankara (4), Gaziantep (4), Bursa (2), İzmir (1), Eskişehir (1) ve Burdur (1) olarak gerçekleşmiştir.Türkiye genelinde 2017 vergilendirme dönemi için her bir mükellef
ortalama 22 bin 182 TL matrah beyanında bulunmuş ve bu matrah üzerinden ortalama 5 bin 919 TL gelir vergisi tahakkuk ettirilmiştir."

GELİR VERGİSİNDE ŞARIK TARA İLK SIRADA

Gelir vergisinde ilk sırada 53.583.488,38 TL vergi tutarı ile iş adamı Şarık Tara yer alırken onu sırasıyla 45.164.210,90 TL ile Mustafa Rahmi Koç, 29.269.277,51 TL ile Mehmet Sinan Tara, 28.169.306,69 TL ile Suna Kıraç, 21.915.312,25 TL ile Mehmet Ömer Koç, 21.835.000,53 TL ile Şükrü Avşar, 18.331.872,54 TL ile Gönenç Gürkaynak takip etti.


2 Kasım 2018 Cuma

Kefil olanlar dikkat!

http://www.finansgundem.com/foto-galeri/kefil-olanlar-dikkat-milyonlarca-kisi-galeri/1356820

Hedefler ne oldu?

TCMB’nin geçmiş dönem enflasyon hedeflemeleri ve gerçekleşmelerine baktığımızda hedeflerin tutmadığı görülüyor. 2011 yılından bu yana da gerçekleşmelerin hedeflerin üzerinde yer aldığı dikkat çekiyor. 2018 için yılbaşında yüzde 5’lik enflasyon hedefleyen TCMB son yayınladığı enflasyon raporunda enflasyon hedefini yüzde 23,5’e revize etti. Önümüzdeki hafta, 5 Kasım Pazartesi günü Ekim ayı enflasyonu açıklanacak. Ekim enflasyonunda “Enflasyonla Topyekün Mücadele” programının etkilerinin görülmesi bekleniyor. Bu rakam yılı hangi seviyelerde tamamlayabileceğimize ilişkin öngörü de oluşturacaktır.