30 Nisan 2019 Salı

Amazon’un müthiş sırrı o twitte ortaya çıktı

Dünyanın en değerli halka açık şirketi Amazon’da satış büyümesi azaldı ancak şirketin karlılığı arttı. Peki, bu nasıl oldu? Amazon’un sırrı ne? Önemli yanıt, ünlü akademisyen Prof. Dr. Özgür Demirtaş’ın attığı twitte ortaya çıktı.

Demirtaş’ın twitter notları şöyle:

“Amazon bilançosunu açıkladı. Öncelikle birkaç bilgi vererek başlayayım. 2019 ayının Ocak Şubat ve Mart aylarında yani sadece 3 ay içindeki cirosu 59.7 milyar dolar etti. Yani bugünkü Dolar/TL kurundan hesaplarsak yaklaşık 355 milyar TL’ye denk geliyor.

Geçen yıl aynı dönem 3 aylık cirosu 51 milyar dolar idi. Yani cirosunda geçen yıl aynı döneme göre %17’lik bir artış var.

Geçmiş 12 aylık dönemdeki toplam cirosu ise 51+52.9+56.6+72.4+59.7= 292.6 milyar dolar yapıyor. TL cinsinden 1 yıllık cirosu 1 trilyon 740 milyar TL’ye denk geliyor.

Geçmiş 1 yıl içindeki net karı ise 13.6 milyar dolar ediyor.

2019 yılının ilk 3 ayındaki cirosu (59.7 milyar dolar) geçen yılın aynı 3 ayındaki cirosuna göre (51 milyar dolar) % 17 artmış olsa bile karlılığı 1.6 milyar dolardan 3,6 milyar dolara çıkarak %125 artmış durumda.

KARLILIĞIN ANAHTARI “VERİMLİLİK”

Demek ki satış büyümesi azalırken şirketin verimliliği muazzam derecede artmış durumda. Bu şirketin mükemmel yönetiminin bir göstergesi. Bu karlılık seviyelerindeki en ufak bir ciro artışı muazzam çarpan etkisi gösterir.

Sizlere benim kullandığım bir servisten bilgi de aktarıyorum. Aşağıda göreceğiniz hisse fiyat tahmininin dağılımı gözüküyor. Hisse fiyatının %42 si Amazon Web Services' den geliyor. Uluslararası satışlardan ise sadece %17.6’sı geliyor.



Amazon şirket değeri de oldukça büyük. Piyasada 491.2 milyon tane hissesi bulunuyor. Hisse başı fiyatı ise 1950 dolar. Yani piyasa değeri 491.2 milyon X 1950 =957 milyar dolar.

Bu büyüklük ne demek? Sadece Amazon firmasının değeri Türkiye’deki tüm şirketlerin piyasa değerinin yaklaşık 7 katı, Türkiye Milli Gelirinin ise 1.25 katı. Büyüklüğü anlamamız için bu rakamları veriyorum. Yani ne demek? Tek bir Amazon ile Türkiye'nin tüm halka açık şirketlerini üst üste 6-7 kez alıyorsunuz demek…”





29 Nisan 2019 Pazartesi

Palandöken: Köye dönüş proje kriterleri cezbedici olmalı

TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken, "Tarım ve hayvancılıkta dünya markası olabilecek potansiyeli olan ülkemizin o seviyeye gelebilmesi için öncelikli hedefi köy nüfuslarının artırılmasına yönelik projeler olmalı" dedi.
Köy nüfuslarının artırılması için köye dönüş projelerindeki kriterlerin cezbedici olmasının gerektiğine dikkati çeken TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken, "Tarım ve hayvancılıkta dünya markası olabilecek potansiyeli olan ülkemizin o seviyeye gelebilmesi için öncelikli hedefi köy nüfuslarının artırılmasına yönelik projeler olmalı. Bu projeler ise cezbedici maddeler içermeli ki köyde tarım ve hayvancılık yapmakta olan, yapacak olan vatandaşlar projelerden faydalanarak üretime katkı sağlayabilmeli. Aynı zamanda tarladan sofralarımıza gelene kadarki süreçteki dengeyi sağlamak adına kooperatifçilik de desteklenerek geliştirilmeli. Kooperatiflerin etkinliği artırılmalı" dedi.

"KÖYLERİN NÜFUS ORANI 10 YILDA YÜZDE 29,5'TEN YÜZDE 7,7'YE AZALDI"

Ülkemizin 2023 hedeflerine ulaşmasının temelinin, tarım ve hayvancılıktaki yerli üretime dayandığını vurgulayan Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken, "Tarımda Milli Birlik Projesi başta olmak üzere, Köye Dönüş projeleri gibi tüm tarımsal ve hayvansal desteklerle ilgili projelerde birinci öncelik yerli üretim olmalı. Tarım politikalarımızda ülkemizin potansiyelini en verimli şekilde kullanacak yolları izlemeliyiz. Bunun için de köylerin nüfusu artırılarak eski şaşalı günlerine döndürülmesi gerekiyor. 2007 yılında köylerin nüfusunun toplam nüfusa oranı yüzde 29,5 iken geçtiğimiz yılsonu itibariyle, yani 10 yılda, bu oran maalesef yüzde 7,7'ye kadar geriledi. Köylerin nüfusundaki bu azalma, şehirlerde yoğunluk, trafik, çarpık kentleşme gibi sorunlara da yol açıyor" diye konuştu.

"KÖYE DÖNÜŞ PROJELERİNDE EV İÇİN DE DESTEK VERİLMELİ"

Köye dönüş projelerinde yaş sınırı olmaması ve ev desteği de verilmesi gerektiğine değinen Palandöken, "2016'dan beri uygulanmakta olan Köye Dönüş Projesi'nin hibe desteği 30 bin TL. Genç çiftçiler için de ayrı projeler mevcut. Fakat bu projelerde 40 yaş sınırı var.
Projelerin daha çok insana ulaşması için bu yaş sınırı kaldırılmalı.
Bununla birlikte hibe desteğinin miktarı da artırılmalı. Çünkü bu miktar ile köye yeni bir ev yapan ya da var olan evine tadilat yaptıracak olan vatandaşın elinde tarım ya da hayvancılık yapmak için para kalmayacak. Ev onarımı ya da yeni ev yapımı için de destek verilmesi projenin amacına ulaşmasında çok önemli bir destek olacaktır" şeklinde söyledi.

"ÜRETİMİN ARTMASI HEM FİYATLARI HEM İŞSİZLİK ORANINI DÜŞÜRÜR"

Tarım ve hayvancılıkta üretimin artmasının birçok sorunu çözeceğini belirten Palandöken, "Geçtiğimiz ay tanıtılan, ilk yerli elektrikli traktörümüz mazot derdini azaltacak, tarım ve hayvancılıkta büyümeyi hızlandıracak. Bunun gibi üretimi kolaylaştıracak ve hızlandıracak projeler, ar-ge çalışmaları da desteklenmeli. Sorunlar masa başında değil direkt yerinde incelenerek tespit edilmeli. Bununla birlikte çiftçilerin yüksek sigorta primlerinde düzenlenmeye gidilmeli ve aynı zamanda buzağı ölümlerini de azaltacak çalışmalar yapılmalı. Tarladan sofraya israf oranı azaltılmalı. Tüm bunlar hızla uygulamaya konulduğunda sebze-meyve fiyatlarıyla birlikte işsizlikte de düşüş gözlenecektir."

28 Nisan 2019 Pazar

Küresel şirketlerin 'vergi oyununda' sona yaklaşıldı

OECD Genel Sekreteri Gurria internet devlerinin vergilendirilebilmesine ilişkin, "Bundan sonra gelişmekte olan ülkeler toplayamadıkları vergileri toplamaya başlayacak" dedi.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma-Örgütü (OECD) Genel Sekreteri Angel Gurria, kısaca "GAFA" olarak adlandırılan Google, Apple, Facebook ve Amazon gibi internet devlerinin vergilendirilebilmesini 2020'nin sonuna kadar yasal netliğe kavuşturacaklarını belirterek, "Bundan sonra gelişmekte olan ülkeler toplayamadıkları vergileri toplamaya başlayacak." dedi.

Gurria, Almanya’nın başkenti Berlin'de AA muhabirine yaptığı açıklamada, "küresel otomatik bilgi paylaşımı sistemi" ile bireysel vergi konusunda en büyük devrimin yapıldığını söyledi.

Bu otomatik bilgi paylaşımı ile Türkiye'de vergi toplayıcısının "masasının üzerinde", tüm dünyadaki Türk vatandaşlarının beyan edilen veya edilmeyen bütün hesaplarının bulunduğuna işaret eden Gurria, "Bu, bireysel otomatik bilgi alışverişi ve bir devrimdir. Vergi konusunda saklanacak hiçbir yok." diye konuştu.

Teşkilatı tarafından hazırlanan ve çok uluslu şirketlerin, sınır ötesi işlemlerde vergi düzenlemelerini ihlal etmesinin önüne geçmeyi hedefleyen Matrah Aşındırma ve Kar Kaydırma (MAKA-BEPS Base Erosion and Profit Shifting) Eylem Planı'nın bir numaralı aksiyonu olan "dijital ekonominin vergilendirilmesini" politik bir "çetin ceviz" olarak değerlendiren Gurria, şunları kaydetti:

"Bu yılın geri kalanında 8 ay var. Gelecek yıl 12 ay daha var. Üzerinde çalışıyoruz ve kuşkusuz bitireceğiz. Dünya ekonomileri, toplumları ve ülkeleri bir araya gelerek aynı kriterlerin nasıl ele alınacağına dair bir anlaşma yapmak zorunda. Bunun üzerinde çalışıyoruz. Çok zor ve karmaşık… Ancak çok fazla ilerleme kaydediyoruz."

 "2020'nin sonuna kadar yasal netliğe kavuşturacağız"
Angel Gurria, uluslararası vergi düzenlemeleri konusunda Fransa, Almanya, ABD ve Türkiye gibi ülkelerin maliye bakanları başta olmak üzere herkesin bu sorunun OECD düzeyinde çözülmesini istediğini ifade ederek, "Biz de üzerinde çalışıyoruz." dedi.

MAKA'nın tamamlanmasıyla kısaca "GAFA" olarak adlandırılan Google, Apple, Facebook ve Amazon gibi internet devlerinin vergilendirilebilmesini 2020'nin sonuna kadar yasal netliğe kavuşturacaklarını belirten Gurria, "Bundan sonra gelişmekte olan ülkeler toplayamadıkları vergileri toplamaya başlayacak." değerlendirmesinde bulundu.

Eylem Planı'nın son halinin, bu yıl G20 Zirvesi'ne sunulması bekleniyor
MAKA Eylem Planı üzerinde uzun yıllardır çalışan (2012'den beri) OECD'den, bu yılın mart ayında yapılan açıklamada, "Ekonominin Dijitalleşmesinin Yol Açtığı Mali Zorlukların Giderilmesine Dair Anlaşma" adı altında dünyadan yaklaşık 130 ülkenin, "dijital devlerin faaliyette bulundukları ve kar ettikleri yerlerde vergilendirilmesi" prensibi üzerinde anlaştığı duyurulmuştu.

G20 ülkelerinin çağrısı üzerine OECD tarafından hazırlanan MAKA Eylem Planı'nın son halinin, bu yıl Japonya'da yapılacak G20 Zirvesi'ne sunulması bekleniyor.

Vergi gelirlerinde yıllık yaklaşık 500 milyar dolara varan kaybını önlemeyi hedefleyen MAKA Eylem Planı, uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde çok taraflı çözüm üretme mekanizması oluşturarak vergi mevzuatını tek bir çatı altında toplamayı öngörüyor.

Eylem planı kapsamında oluşturulacak yasal zeminle, çok uluslu şirketlerin karlarını, "vergi cennetlerine" kaydırmasının önüne geçilebileceği ve bu şirketlerin adil olarak vergi yükünü paylaşacağı belirtiliyor.

Fransa'daki sarı yelekliler hareketi de "adil vergi paylaşımı" istemişti
Bugün dijital ekonominin devlerinin, sadece merkez binalarının bulunduğu ülkelere vergi ödemesi toplumsal tepkilere de yol açıyor. Google ya da Facebook, İrlanda gibi vergi avantajı olan ülkelere merkez binasını kuruyor ve burada düşük vergi ödüyor. Bu firmalardan vergi alamayan hükümetlere, kamuoyunun baskısının giderek artması da dikkati çekiyor.

Fransa'daki sarı yelekliler hareketi eylemlerinde, taleplerden biri de dijital ekonominin devlerinin vergilendirilmesi ve büyük firmaların vergi kaçırmalarının önlenmesiydi.

MAKA Eylem Planı tam olarak uygulamaya geçmeden söz konusu dijital faaliyetlerin vergilemesi konusunda ülkelerin tek taraflı olarak farklı uygulamaları benimseyerek hayata geçirdiği görülürken, AB'nin, vergi kaçırmakla suçlanan büyük şirketlerin dijital gelirlerine yüzde 3 vergi getirme planı da bulunuyor.

Söz konusu AB vergisi, uluslararası geliri 750 milyon avro olan ve internetten satışı 50 milyon avroyu bulan şirketleri kapsıyor. Bu kategoriye giren en az 115 şirket bulunuyor. AB ülkelerinde, dijital vergi konusunda ABD'nin kendi şirketlerini korumak için misilleme yapacağı endişesiyle fikir ayrılıkları oluşması dikkati çekerken, Fransa, AB içinde uzlaşma sağlanamaması halinde kendi başına düzenleme yapmaya hazırlanıyor. İngiltere de dijital devlere vergi uyguluyor.

23 Nisan 2019 Salı

BES'in büyüklüğü 100 milyar liraya dayandı

Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de sosyal güvenlik sistemini tamamlayıcı olarak kurulan Bireysel Emeklilik Sistemi'nde (BES) katılımcıların fon tutarı ve devlet katkısı fon tutarının toplam büyüklüğü olan 93,6 milyar lira ile otomatik katılımla sisteme dahil olanların biriktirdiği 5,6 milyar lira dikkate alındığında, sistemin toplam büyüklüğü 100 milyar liraya dayandı.

Bireylerin emeklilik dönemlerinde refah seviyelerinin düşmemesini hedefleyen, aynı zamanda yurt içinde uzun vadeli tasarruf seviyesini yükselterek yarattığı fonlarla ülke ekonomisine katkı sağlayan BES, Türkiye'de 27 Ekim 2003'te başladı ve 16. yıla doğru emin adımlarla ilerliyor.

Emeklilik Gözetim Merkezi (EGM), BES'e ilişkin istatistiki verileri otomatik katılımın getirilmesinin ardından "BES istatistikleri" ve "OKS istatistikleri" şeklinde iki ayrı başlık altında yayımlıyor.

Katılımcılar 82 milyar liraya, devlet 12 milyar liraya yakın birikim yaptı
AA muhabirinin EGM temel göstergeleri verilerinden derlediği bilgilere göre, 12 Nisan itibarıyla sistemdeki katılımcı sayısı 6 milyon 809 bin 13 oldu.

Söz konusu dönemde katılımcıların fon tutarı 81 milyar 863 milyon lirayı bulurken, devlet katkısı fon tutarı da 11 milyar 768 milyon lira olarak gerçekleşti.

Böylelikle katılımcıların fon tutarı ile devlet katkısı fon tutarının toplam büyüklüğü 93 milyar 631 milyon lira oldu. Söz konusu tarih itibarıyla BES'ten emekli olan kişi sayısı da 97 bin 715'i buldu.

Katılımcı ile devlet, BES kumbarasına yaklaşık 4 ayda 5 milyar lira attı
Geçen yılın sonunda BES'teki katılımcı sayısı 6 milyon 875 bin 886, katılımcıların fon tutarı da 76 milyar 560 milyon lira olarak kaydedilmişti. Söz konusu dönemde devlet katkısı fon tutarı 11 milyar 319 milyon lira, emekli olanların sayısı da 89 bin 141 olarak gerçekleşmişti.

Böylelikle 2018'nin sonundan bu yana geçen sürede, katılımcı fon tutarı 5 milyar 303 milyon lira ve devlet katkısı fon tutarı 449 milyon lira artış gösterirken, toplam fon büyüklüğünde 5 milyar 752 milyon liralık yükseliş görüldü. Emekli sayısı da 8 bin 574 kişi yükseldi.

Otomatik katılımda çalışan sayısı 5 milyonu aştı
Otomatik katılım kapsamında ilk aşamada 45 yaş altı, bin ve üzeri çalışanı olan özel sektör 1 Ocak 2017'de, memurlar (genel ve özel bütçeli idareler) ile 250-1000 çalışanı bulunan özel sektör 1 Nisan 2017'de sisteme girerken, 100-250 çalışanı olan özel sektör de 1 Temmuz 2017 itibarıyla sisteme katılım sağladı.

Kademeli geçişte mahalli idareler ve KİT'ler ile 50-100 çalışanı olan özel sektör de 1 Ocak 2018'de sisteme giriş yaptı. 10-50 çalışanı olan özel sektör 1 Temmuz 2018'den itibaren otomatik katılımla BES'e dahil olurken, 5-10 çalışanı olan özel sektör ise 1 Ocak 2019’dan itibaren BES'li oldu.

Otomatik katılım istatistiklerine göre, 2017'nin başından itibaren otomatik olarak BES'e dahil olup 29 Aralık 2017 itibarıyla sistemde bulunanların sayısı 3 milyon 417 bin 3 olarak kayıtlara geçmişti. Aynı dönemde çalışanların fon tutarı da 1 milyar 793 milyon lira olmuştu. Geçen yılın sonu itibarıyla ise sistemde olanların sayısı 4 milyon 990 bin 786, çalışanların fon tutarı da 4 milyar 598 milyon lira olarak gerçekleşmişti.

Bu yıl 13 Nisan itibarıyla açıklanan verilere bakıldığında, otomatik katılım ile sisteme girenlerin sayısı 5 milyon 13 bin 39 olurken, bu katılımcıların biriktirdikleri fon tutarı da 5 milyar 627 milyon liraya ulaştı.

Bu arada, katılımcıların fon tutarı ile devlet katkısı fon tutarının toplam büyüklüğü olan 93 milyar 631 milyon lira ile otomatik katılımla sisteme dahil olanların biriktirdiği 5 milyar 627 milyon lira dikkate alındığında, sistemin toplam büyüklüğü 99 milyar 258 milyon lira oldu.


14 Nisan 2019 Pazar

McKinsey araştırması: Türkiye'de üretmek daha ekonomik

McKinsey'nin “Giyim Üretimi Evine mi Dönüyor?” başlıklı araştırması, küresel tekstil ticaretinde çarpıcı değişimler ortaya koyuyor.
Global yönetim danışmanlığı şirketi McKinsey'nin araştırma kolu McKinsey Global Enstitüsü'nün (MGI) giyim, lüks ve moda sektörü üzerine yaptığı “Giyim Üretimi Evine mi Dönüyor?” başlıklı araştırması, küresel tekstil ticaretindeki çarpıcı değişimleri ortaya koyuyor.

Geçtiğimiz yıllarda ABD ve Avrupalı hazır giyim şirketlerinin, düşük işgücü maliyetlerinden yararlanmak için üretiminin büyük kısmını Çin'de ve diğer Asya ülkelerinde yaptığı belirtilen araştırmaya göre, bahsedilen model, pazarlarda ortaya çıkan hız gereksinimi ile uyumlu değil. Asya'dan deniz yoluyla Batı pazarlarına nakliye süresi ortalama 30 gün sürüyor. Böyle uzun bir teslim süresi esneklik ve farklılaşma ihtimalini ortadan kaldırıyor. Hava taşımacılığı ise pahalı ve çevre dostu bir seçenek de değil.

Bu modelin faydalarının, ticari kısıtlamalar ve döviz kurlarındaki belirsizliği artıran jeopolitik gerilimler nedeniyle daha da azalma ihtimali var.

Araştırmaya göre, yüzde 9 ila 12 civarındaki vergilerin yarattığı maliyet, ticarette çok daha önemli bir rol oynayabilir.

Çin'de üretim eskisi kadar avantajlı değil

McKinsey Global Enstitüsü'nün (MGI) “Giyim Üretimi Evine mi Dönüyor?” başlıklı araştırmasının bulguları şöyle:

ABD'nin ve Avrupalı yüksek üretim yapan şirketlerin dışa açılma stratejisi pek çok nedenle baskı altında. Geçmişte, giyim sektörü için Batı'nın gelişmiş pazarlarından gelen güçlü talep, bugün çoğunlukla Uzak Doğu ve Güney Yarımküre başta olmak üzere dünyanın diğer bölgelerinden geliyor.

Tüketicilerin her zamankinden daha fazla kıyafet aldığı Asya'da giyim satışlarının her yıl yüzde 6 oranında artacağı tahmin ediliyor. Bu da 2025'te olması öngörülen küresel satışların yaklaşık yüzde 40'ını oluşturuyor. Bu yükselen yerel talep, Asya'nın hazır giyim üretim kapasitesi için rekabet yaratıyor ve ihracat dengesini değiştiriyor. Birçok Çinli üretici, talep çok yüksek olduğu için odağını değiştiriyor ve yerel pazar için üretiyor.

Uzak Doğu'da üretim artık eskisi kadar maliyet avantajı sağlamıyor. Asya genelinde işçi ücretleri artıyor. Örneğin, 2005'te Çin'deki işgücü maliyetleri ABD'nin onda biri kadardı; bugün, yaklaşık üçte biri seviyesine geldi. ABD piyasasına yakın olan Meksika bugün, Çin'den daha düşük ortalama üretim işçiliği maliyeti sunuyor.Batı Avrupa pazarına yönelik kıyı ülkelerindeki gelişmeler benzer yönde ilerlerken, işçilik maliyetleri hala Çin'deki fiyatlara göre daha yüksek, ancak aradaki fark azalıyor. Türkiye'de saatlik üretim işçiliği maliyetleri, 2005'te Çin'dekinden 5 kat fazlaydı, bu faktör 2017 yılına kadar 1,6 kat azaldı. Günümüzde coğrafi yakınlık, nakliyede önemli tasarruf sağlayarak, üretim maliyetini daha ekonomik hale getirebiliyor.

'Üretimi Çin'den Türkiye'ye kaydırmak daha ekonomik'

Örneğin, kot üretimini Bangladeş veya Çin'den Meksika'ya taşıyan bir ABD hazır giyim şirketi, kâr marjını koruyabilir veya hatta biraz artırabilir. Bangladeş'i üretim kaynağı olarak kullanan Avrupa için birim maliyetler hâlâ düşük, ancak üretimi Çin'den Türkiye'ye aktarmak ekonomik olarak daha uygun görünüyor. Örneğin kot üretiminin Çin yerine Türkiye'de olması durumunda maliyetlerin yüzde 3 oranında daha düşük olabileceği belirtiliyor.

Bunlara ek olarak Avrupa pazarına yakın olan Türkiye'de kot üretiminin otomasyonunun, parça başına 1.30 ila 2 Dolar arasında maliyet tasarrufu sağlayacağı öngörülüyor. Avrupa pazarında maliyet avantajı yaratan yakınlığın otomasyonla daha da geliştirilebileceği, örneğin, üretimin otomasyon sağlandıktan sonra Bangladeş'ten Türkiye'ye taşınmasının yüzde 3 ila 4 arasında marj iyileştirmeleri sağlayabileceği tespiti yapılıyor.

Yakınlaşma, Otomasyon ve Sürdürülebilirlik

Araştırmaya göre geleceğin başarılı hazır giyim şirketleri, değer zincirini yakınlaşma ve otomasyon anlamında geliştiren şirketler olacak. İnternetle dönüşen pazar yapısı ve kilit pazarlardaki durgunluk nedeniyle rekabet her zamankinden daha şiddetli ve tüketici talebini tahmin etmek daha zor olduğundan, giyim şirketlerinin işlerini her zamanki gibi yaparak büyümeleri mümkün görünmüyor. Araştırmanın küresel tekstil sektöründeki diğer önemli bulguları ise şöyle:

Kitlesel pazarlara hitap eden markalar, start-up'larla rekabette zorlanıyor

Kitlesel pazarlara hitap eden giyim markaları ve perakendecileri, online satış yapan start-uplarla rekabet ediyor. Bunların en başarılı olanları birkaç haftada müşterilerine modaya uygun tasarımlarını ulaştırıyor. Ayrıca, giyim şirketleri trend belirleme konusundaki güçlerini kaybediyor. Çoğu pazar kategorisinde en güncel eğilimler, moda şirketlerinin pazarlama bölümleri yerine 'influencerlar' ve tüketiciler tarafından belirleniyor.

Fiyatlardaki düşüşün kârlılık üzerinde baskı yaratması ve aşırı üretimin çevresel etkisine dair endişelerin artması, pazarlarda daha küçük ve çevik üreticilerin talep üzerine hızlı üretim gerçekleştirmelerini sağlayan iş modellerini öne çıkarıyor.

Bu gelişmelerle birlikte pazara girme hızı ve sezon içinde taleplere hızlı cevap verebilme yeteneği, sektörde başarı için her zamankinden kritik faktörler olarak öne çıkıyor.ABD konfeksiyon yöneticilerinin neredeyse üçte ikisi ve uluslararası satın alma direktörlerinin yaklaşık yüzde 80'i de bu iki yeteneğin öncelikli olduğunu söylüyor.

Yavaş ticari süreçlerin geçerli olduğu dönemlerden kalan eski tedarik zincirleri ve satın alma sistemlerine sahip yerleşik büyük oyuncular, yenilikçi ve çevik rakiplerine yetişmek için mücadele ediyorlar.

O nedenle, hazır giyim markaları ve perakendecilerinin önümüzdeki on yılda hız kazanıp talep odaklı bir iş modeline dönüşmeden başarı kazanmaları zor.

McKinsey'den giyim şirketlerine tavsiyeler:  Hızlanın, dijitalleşin, pazara yakınlaşın

MGI Araştırmasında, giyim şirketlerinin değişen koşullarda rekabet güçlerini artırmak için yapmaları gereken dört uygulama şöyle sıralanıyor:

Ticari satış ekiplerinin onay süreçlerinin azaltılması ve tedarikçilerle daha yakın işbirliğinin sağlanması gibi mevcut süreçler optimize edilmeli.

Akıllı tüketici iç görülerinden sanal tasarıma ve prototiplemeye, entegre satış yönetimi araçlarına ve dijital satışa kadar moda döngüsünün tüm aşamaları boyunca süreçler dijitalleştirilmeli.

Deniz taşımacılığına karşı etkin bir hava yolu dengesi ve yüksek verimli tesisler kurulması hedeflenerek,lojistik yeniden ele alınmalı. Pazara yakınlaşmayı ve otomasyonu içeren yeni teslimat modelleri geliştirilerek, sürdürülebilir, dairesel değer zincirleri yaratılmalı.

MGI, yakın gelecekte hazır giyim sektöründeki satın alma ile ilgili karar verme süreçlerini belirleyen faktörlerin yakınlık, otomasyon ve sürdürülebilirlik üçlüsünden oluşacağını tahmin ediyor.

'Türkiye tekstil sektörü, rakipleriyle arayı daha da açabilir'

McKinsey Türkiye Ülke Direktörü Can Kendi raporla ilgili olarak, geçmişte hammadde ve emek-yoğun üretime dayalı olan tekstil ve hazır giyim sektörünün küreselleşmenin de etkisiyle son dönemde önemli bir dönüşüm yaşadığını ve günümüzde sektördeki rekabetin temel belirleyicisinin teknoloji, marka ve tasarım olduğunu söyledi. Hız faktörünün önem kazanmasıyla birlikte üretimdeki değer zincirinde coğrafi yakınlık ve teknolojinin payındaki hızlı artışa dikkat çeken Kendi, şunları söyledi:

“Güneydoğu Asya'dan Avrupa'ya gemilerle gönderilen ürünler 30 günde, Türkiye'den gönderilen ürünler 3 ila 6 günde ulaşıyor. Bu veri, üretimin Türkiye'ye kaydırılmasının Avrupa açısından avantajını açıkça ortaya koyuyor. Türkiye tekstil ve konfeksiyon sektörünün Afrika'ya ihracatı 2018'de tüm zamanların en yüksek seviyesine çıkarak, bir önceki yıla göre % 13,5 artışla 1 milyar doları buldu.Sektör açısından stratejik bir açılım olan Afrika pazarındaki bu gelişmede yine Türkiye'nin coğrafi yakınlık avantajı önemli rol oynuyor. Diğer taraftan önümüzdeki 10 yıl içinde otomasyon sayesinde giyim üretim süresinin yüzde 40 ile yüzde 70 arasında düşeceği tahmin ediliyor. Tekstil sektörümüzün bu öngörüleri dikkate alarak otomasyon yatırımlarını doğru zamanlamalarla gerçekleştirmesi durumunda, başta Çin olmak üzere Asya'daki rakipleriyle arasındaki makası daha da açması mümkün görünüyor.”

7 Nisan 2019 Pazar

Boeing, 737 MAX yolcu uçaklarının üretimini azaltıyor

Amerikan uçak üreticisi Boeing, 737 MAX 8 tipi uçakların düştüğü kazaların ardından 737 MAX yolcu uçaklarının üretimini azaltma kararı aldı.
Boeing'in Üst Yöneticisi (CEO) Dennis Muilenburg, nisan ortasından  itibaren 737 MAX yolcu uçaklarının üretimini geçici olarak ayda 52'den 42'ye  düşürme kararı aldıklarını açıkladı.  Muilenburg, şirketin yönetim kurulundan, Boeing'in uçaklarını  tasarlama ve geliştirme süreçleri ile politikalarını gözden geçirecek bir komite  kurulmasını istediğini de bildirdi.

Dennis Muilenburg, daha önce Twitter hesabında, Etiyopya Havayollarına  ve EndonezyaLion Havayollarına ait Boeing 737 MAX 8 tipi uçakların düşmesine  ilişkin "737 MAX kazalarındaki can kayıplarından dolayı özür dileriz."  paylaşımını yapmıştı.

Hayatını kaybeden yolcuların ve kabin görevlilerinin ailelerine  taziyelerini ileten Muilenburg, her iki kazada da Manevra Karakteristikleri  Takviye Sistemindeki (MCAS) bir hatanın payı olduğunu kabul etmişti.

Boeing 737 Max 8 krizi

Etiyopya Hava Yollarına ait Boeing 737 Max 8 tipi yolcu uçağı, 10  Mart'ta Addis Ababa'dan Kenya'nın başkenti Nairobi'ye gitmek içinhavalandıktan  kısa süre sonra düşmüş, uçaktaki 157 kişi hayatını kaybetmişti.

Endonezya'da ise Lion Hava Yollarına ait "JT 610" sefer sayılı Boeing  737 Max 8 tipi uçak, 29 Ekim 2018'de, Cakarta'dan Sumatra Adası'ndaki Pangkal  Pinang şehrine gitmek üzere havalandıktan kısa süre sonra denize çakılmıştı. 189  kişinin yaşamını yitirdiği kaza, bu tip uçakların ilk kazası olarak tarihe  geçmişti.

Etiyopya'daki son kazanın ardından aralarında Türkiye, Çin, Etiyopya, İngiltere, Almanya, Fransa, Hollanda, Avusturya'nın da olduğu birçok ülke "Boeing  737 Max" tipi uçakların operasyonlarını geçici olarak durdurmuş ve hava  sahalarını bu uçuşlara kapatmıştı.

ABD'li uçak üreticisi Boeing, 737 Max tipi uçakların MCAS için  güncelleme duyurusu yapmıştı. Firma, 737 Max tipi uçakların hücum açısı  sensörlerinin, uçakların yunuslama istikrarını desteklemek amacıyla tasarlanan  MCAS yazılımına yanlış veri sağlaması durumunda ek güvenlik katmanları sağlayacak  bir güncellemenin tamamlandığını açıklamıştı.

3 Nisan 2019 Çarşamba

Sandık ekonomiye odaklanmayı getirdi

Yerel seçimler sonuçlandı. Metropollerde seçmenlerin verdiği mesaj ekonomiye odaklanma yönünde.

2019 yılı 31 Mart yerel seçimleri sonuçlandı. Seçime katılım yüzde 84,5 oranında gerçekleşirken 57 milyon seçmen oy kullandı ve geçerli oy sayısı 45 milyon oldu. Kesin olmayan sonuçlara bakıldığında 30 Büyükşehir belediyesinin dağılımında: Ak Parti 16, CHP 10, HDP 3, MHP 1 olarak gerçekleşti. Türkiye genelinde Cumhur ittifakı ve AKP kazanırken metropollerde Millet İttifakı kazandı. Ekonomideki daralmanın etkileri metropol sonuçlarında etkisini gösterdi. Cumhurbaşkanı ekonomiye odaklanılacağını söyledi. Erdoğan,  “2023 hedeflerimize ulaşana kadar devam eden bu süreçte önceliğimiz ekonomimizi güçlendirmek, teknoloji ve ihracat odaklı bir şekilde büyümeyi sürdürmek, istihdamı artırmak olacaktır." diye konuştu.

SEÇİM SONRASI İLK RAPOR

Seçim sonrası ilk rapor Moody’s’ten geldi. Moody’s "Türkiye'nin döviz rezervlerindeki erime kredi notu açısından negatif, dış kırılganlığı artırıyor. Rezervlerde düşüş TCMB'nin yerel seçimler öncesinde liraya destek vermek için döviz piyasasına müdahale ettiğine işaret ediyor. Türkiye'nin finansal piyasalarında yinelenen resesyona ilişkin politika reaksiyonu daha fazla sermaye çıkışı riskini artırıyor" değerlendirmesinde bulundu. Bu raporlar artabilir. Kırılganlığın yüksek olduğu bir dönemdeyiz.

SEÇİM SONRASI YEDİ OLUMLU BEŞ OLUMSUZ GELİŞME

OLUMLU GELİŞMELER

1.      Tükiye’de 4,5 yıl boyunca seçim olmayacak.

2.      Bundan sonra ekonomiye odaklanılacak.

3.      Gelişmekte olan ülkelere hala ilgi yüksek.

4.      Türkiye’de fiyatlar iskontolu bu nedenle yatırımcı odağında.

5.      Seçim belirsizliği geride kaldı.

6.      Gelişmekte olan ülkeler içerisinde sıcak para için Türkiye’de faizler yüksek.

7.      Borsada yabancıların borsadaki payı olumsuz gelişmelere rağmen yüzde 65’in üzerinde.

OLUMSUZ GELİŞMELER

1.      Swap savaşları yabancı yatırımcıda tedirginlik yarattı.

2.      Yurtiçi yerleşiklerin döviz mevduatları 179 milyar dolar.

3.      Öncü ekonomik göstergelerdeki olumsuz seyir sürüyor.

4.      Yabancı raporlarında olumsuz değerlendirmeler sürebilir.

5.      Risk primi 412 seviyesinde bulunuyor

Sonuç: Seçim sonuçları ile birlikte ekonomiye odaklanılacak olması piyasaları rahatlatacaktır. Dolar kurunda seçim sonrası oluşan ilk fiyatlama 5,62 seviyesinden gerçekleşirken sonrasında 5,59’a gevşeme yaşandı. Yapısal reformların açıklanması ile birlikte kurda 5,60’ların altında kalınması borsada yükselişin, dolar kurunda gevşemenin önünü açacaktır. ABD ile yeni bir gerilim yaşanmadıkça piyasalar normalleşme sürecine girebilir.

Alıntı:
https://www.borsagundem.com/yazarlar/sandik-ekonomiye-odaklanmayi-getirdi-yazisi/1398384


Dünyanın en kârlı şirketi Saudi Aramco

Suudi Arabistan'ın devlet petrol şirketi Saudi Aramco, dünyanın en kârlı şirketi olarak gösterildi
Suudi Arabistan devlet petrol şirketi Saudi Aramco’nun geçen yıl dünyanın en çok kâr elde eden şirketi olduğu öğrenildi.

ABD merkezli ekonomi ağırlıklı haber kuruluşu Bloomberg, kredi derecelendirme kuruluşları Moody's ve Fitch'e dayandırdığı haberinde Saudi Aramco'nun geçen yıl dünyanın en çok kâr elde eden şirketi olduğunu bildirdi.

Uzmanlara göre Suudi şirketin geçen yılki net kârı 111.1 milyar dolar olarak gerçekleşti.

Böylelikle Saudi Aramco, Moody's ve Fitch'in sıralamasında lider konumuna yerleşti. Geçen yıl 59.5 milyar dolar kâr eden Apple ve 35.1 milyar dolarlık kâr sağlayan Samsung ise sırasıyla ikinci ve üçüncü sırada yer aldı.

Bloomberg'in aktardığına göre Saudi Aramco'nun net kârı, Apple, Google и Exxon Mobil'in toplamda elde ettikleri kâr rakamını aşıyor.

1 Nisan 2019 Pazartesi

Londra swap faizi: Gecelik Türk Lirası swap faizi neden yüzde 1300'ü aştı?

Londra'daki swap piyasasında Türk Lirası'nın gecelik faizi, yüzde 1.300'ü aştı. Geçen hafta yüzde 22 seviyesinde seyreden bu oran son iki gün içinde katlanarak yükseldi, 2001'deki ekonomik krizi sırasında görülen seviye yüzde 71'di.

Yabancı bankaların Türk Lirası elde etmek için kullandığı Londra swap piyasasında, Türk bankalarının yasal dayanaklarının da oldukça altında TL likiditesi sağlamak istemesi neticesinde bu gelişmenin yaşandığı belirtiliyor.

Reuters haber ajansına konuşan Türkiye'den üç ayrı kaynak, bankaların Londra piyasasına swap işlemleri için verilen TL likiditesinin en azından bu Pazar günü düzenlenecek olan yerel seçimlere kadar mevcut seviyelerde tutulacağını söyledi.

Reuters ismini açıklamayan bir bankacının "Swap piyasalarına TL likiditesi vermeme uygulaması uzun süre devam ettirilebilecek bir süreç değil. Seçim sonrasına kadar devam edecek. Yurt dışında TL likiditesi oldukça sıkışmış durumda" dedi.

Aynı bankacı bu tür uygulamaların en fazla 10 - 15 gün süreyle uygulanabileceğini, uzun vadeli tedbirler olmadığını da belirtti.

Ajansa göre BDDK'nın (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu) geçen yıl aldığı swap kararı ve Türk bankalarının bu eğilimi, piyasadaki likiditeyi azaltarak TL'nin maliyetini yükseltti.

Bloomberg haber ajansına göre de Türk Lirası pozisyonlarıyla ilgili işlem yapmak isteyen yabancı fonların bunun için bir karşı taraf bulamaması faizlerin yükselmesine neden oldu.

BDDK iddiaları reddediyor
Financial Times gazetesi de konuyla ilgili haberinde, "Londra'da bulunan ve adının yazılmasını istemeyen bir analist, Türk bankalarına 'yabancı muhataplarına tek bir lira dahi borç vermemeleri' talimatı gittiğini söyledi" ifadesi kullanıldı.

Ancak Türkiye Bankalar Birliği Başkanı ve Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın, Reuters'a yaptığı açıklamada bu iddiaları reddediyor.

"Türkiye'deki bankaların yurtdışındaki bankalara likidite vermediği iddiası doğru değil" diyen Aydın açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

"Bu değerlendirmeler doğru değildir ve gerçeği yansıtmamaktadır. Türkiye'deki bankalar kendi aralarında ve uluslararası ilişkilerinde bankacılık düzenlemelerine, teammüllere ve ticari esaslara ve sözleşmelere uygun davranmaktadırlar.

"TL'nin değer kaybetmesine neden olabilecek bu tür spekülatif bir yaklaşıma, diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de gerekli duruş gösterilmiştir. Alınan önlemler TL'nin değersizleştirilmesi çabalarını bertaraf etmiş, TL'nin güçlü ve istikrarlı bir para olduğunun anlaşılmasına katkı sağlamıştır."

Peki bütün bu süreç tam olarak nasıl gelişti?

Swap nedir?
TCMB'nin (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) terimler sözlüğünde swap şu şekilde açıklanıyor:

"İki tarafın bir varlık veya yükümlülüğe bağlı olan nakit akışını aralarında değiştirdikleri işlemdir. Örneğin on yıllık sabit faizli borca sahip bir firma ile benzer ancak dalgalı faizli borca sahip bir firma birbirlerinin yükümlülüklerini değiştirebilir.

"Swap işlemlerinde, faiz oranları ile döviz kurlarındaki değişmeler sonucunda ortaya çıkan riski en aza indirmek amaçlanmaktadır."

Swap, TCMB'nin terimler sözlüğünde de aktarıldığı gibi özellikle döviz kurlarında oynaklığın yaşandığı zamanlarda yatırımcının bu oynaklıktan kaynaklanan riskinin önünü alması için önemli bir araç olarak ortaya çıkıyor.

BDDK geçen yıl işlemlere sınır getirdi
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), geçen yıl Ağustos ayında Türk Lirası'nda yaşanan hızlı değer kaybının ve oynaklığın önüne geçmek için bankaların swap işlemlerine kısıtlama getirmişti.

Bankaların yurt dışı yerleşiklerle yaptığı bir bacağı döviz diğer bacağı TL olan para swaplarının ve swap benzeri işlemlerinin, bankaların yasal özkaynaklarının yüzde 25'ini geçemeyeceğini açıklamıştı.

Bu sınırlamaya, bankaların vadeli TL alım yönünde gerçekleştirecekleri forward, opsiyon ve benzeri swap dışındaki türev işlemlerin de dahil edildiği belirtilmişti.

BDDK'nın aldığı bu önlem, TL'nin kayıplarını geri almasında ön ayak olmuştu. BDDK, aldığı önlemler kapsamında TL'nin yaşadığı oynaklığı engellemek için swap işlemlerine kısıtlama getirerek spekülatif işlemlerin önünü kesti.


Londra swap faizi - Guardian ekonomi editörü: Erdoğan döviz spekülatörlerine savaş açtı, resesyon derinleşebilir

Guardian gazetesi Türkiye'nin Türk Lirası'nı (TL) desteklemek adına attığı adımların küresel ekonomide büyük bir dalgalanmaya yol açabileceğini yazdı.

Guardian Ekonomi Editörü Larry Elliot, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yabancı yatırımcıların TL'ye erişimi kısıtlamasının sonuç verdiği, ancak bu adımların hem kısa hem de uzun vadede büyük bir maliyeti olacağı değerlendirmesinde bulundu.

Elliot, Erdoğan'ın spekülatörlere açtığı savaşı "klasik bir Pirus zaferi (bedeli ağır olan bir galibiyet)" olarak niteledi.

"Türkiye'nin hasar göreceği kuşkusuz" yorumunu yapan yazar, şöyle devam etti:

"Tek soru işareti, zararın ne kadar büyük olacağı ve başka ülkelerde hissedilip hissedilmeyeceği. Ancak küresel ekonominin ne kadar kırılgan bir durumda olduğu düşünülürse, Türkiye'deki sorunların bulaşıcı olma ihtimali çok güçlü."

Guardian yazarı, Erdoğan'ın TL pozisyonlarını kapamak için çabalayan yabancı bankaların Türkiye'den çıkmasını engellemesinin dövizdeki oynaklığın önüne geçtiğini, ancak bunun bir maliyeti olacağını belirtti:

"Bunun sonucunda borçlanma maliyetleri de, Türk tahvillerini sigortalamanın maliyeti de (CDS) yükseldi. Borsa son 3 yılın en kötü gününü yaşadı ve yüzde 6'ya yakın değer kaybetti."

"Türkiye'nin planı Pazar günkü seçimlerden hemen sonra sınırlamaları kaldırmak ama çoktan olan oldu. Türkiye'nin cari açık yükü karşısında yabancı yatırımlara ihtiyacı var. Dolayısıyla yatırımcıların başını yakması, olabilecek en akıllı uzun vadeli strateji değil. Faiz oranları uzunca bir süre daha yüksek kalacağı için resesyon derinleşecek ve toparlanma yavaşlayacak. Türk Lirası'nda serbest düşüş riskini de gözardı edemeyiz."

"Piyasalarda yaygın görüş Türkiye'deki durumun bulaşıcı olmayacağı yönünde. Ancak piyasalar bunu hep söylüyor. Oysa küresel ekonomi yavaşlarken, merkez bankaları da faiz oranlarını yükseltme planlarını rafa kaldırdı. Yatırımcılar da Alman bonolarını tutmanın daha güvenli olacağı düşüncesiyle negatif getiriye razı olurken, 10 yıllık Amerikan tahvillerinin getirisi de on aylık bonodan düşük seyrediyor - ki geçmişte bu, resesyonun kapıda olduğunun sinyaliydi. Belki de resesyon için tek bir kıvılcıma ihtiyaç var ve Türkiye bunu kolayca ateşleyebilir."

Çarşamba günü Borsa İstanbul'un BIST 100 endeksi günlük yüzde 5,67 düşerek Temmuz 2016'dan beri görülen en büyük değer kaybını yaşamıştı.

Borsa İstanbul son dört gündür değer kaybediyor.

Bazı uzmanlar bu düşüşü TL'de son bir haftadır yaşanan oynaklığı gören yatırımcıların Pazar günkü yerel seçimlerden önce elindeki hisseleri satma isteği ile açıklıyor.

Swap piyasasında TL bulmakta zorluk çeken yabancı yatırımcının da TL pozisyonlarını kapamak için ellerindeki hisse senedi ve bonoları satmak istemesinin borsanın düşüşünde rol oynadığı yorumları yapılıyor.


Son bir haftada neler yaşandı?

Türk varlıkları son bir haftadır oldukça hareketli bir dönem yaşıyor. Dünyanın önde gelen yatırım bankalarından JPMorgan, geçen hafta içinde gönderdiği tavsiye notunda, Türk Lirası'nın 31 Mart seçimlerinin ardından değer kaybetmesini beklediklerini yazdı ve Merkez Bankası'nın net rezervlerinde görülen düşüş nedeniyle liraya satış tavsiyesinde bulundu.

Bunun üzerine geçen hafta Cuma günü, Türk Lirası Amerikan Doları karşısında yüzde 5 ile Ağustos 2018'deki sert düşüşten bu yana en büyük değer kaybını yaşadı. Bu gelişmenin ardından Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) JPMorgan hakkında soruşturma başlattı.

Bu durumun yarattığı tedirginlik, liradaki değer kaybının daha da devam edeceği beklentisiyle birleşince, yabancı yatırımcılar da swap işlemleriyle döviz satın almaya başladı. Ancak bankaların Londra swap piyasasına verdiği Türk Lirası likiditesini azaltmasıyla birlikte gecelik swap faizi de yüzde 1300'ün üzerine çıktı.

Böylece, kurdaki artış bir süreliğine önlenmiş olmasına karşın, yabancı yatırımcıların lira ihtiyaçlarını karşılamak için Türk tahvillerini ve hisselerini satmasıyla borsa geriledi ve bono faizleri de yükseldi. Perşembe günü ise Merkez Bankası'nın attığı adımlarla, swap piyasasına TL likiditesi sağlandı, swap faizi gerilerken, Türk Lirası dolar karşısında değer kaybetti.