26 Aralık 2016 Pazartesi

En büyük il ekonomileri

TÜİK, 2016 yılı 3. çeyrek milli hasıla rakamını açıkladığında iller bazında milli hasıla rakamlarını da açıkladı.
Türkiye rakamı güncel olmakla birlikte illerin rakamları iki yıl gecikmeli açıklandığından 2004 – 2014 yılı arasını kapsıyor. 2015 ve 2016’da durumun değişip değişmediğini bilmiyoruz. Açıklanan 10 yıla bakıldığında illerin milli hasıla büyüklüğünde sıra değişmeleri dikkat çekiyor. Büyük çoğunlukla iller yerlerini korumuş. 81 ilin sıralamasında ilk dördün sırası (İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa) değişmemiş. Ancak çok büyük gelişme gösteren veya tersine sıra kaybı yaşayan iller de var. Osmaniye 12 sıra, Yalova 11 sıra, Van ve Mardin 8’er sıra tırmanmış. Osmaniye 2004’te 81 il içinde 57’nci büyük ekonomiyken, 2014’te 45’inci sıraya çıkmış. Osmaniye’de bu çıkışı sağlayan yıllık yüzde 10’un üzerindeki büyümeler. 2009 kriz yılında bile yüzde 1.9 büyüme olmuş. Aynı şekilde Yalova 2004’te Türkiye’nin illeri içinde 63’üncü büyük ekonomiyken, 2014’te 54’üncü büyük ekonomi olmuş. Mardin ve Van’da da büyük gelişme var. Bu illerin ekonomileri 2004 – 2014 arasındaki 10 yıl içinde hızlı büyümüş. Her iki il de 8 basamak tırmanmış. Van ili, Türkiye’de 81 il içinde 33’üncü büyük ekonomi, Mardin ise 35’inci sıraya yükselmiş. Aksaray 7 basamak tırmanmış. Ekonomik olarak Türkiye’nin 49’uncu büyük ili olmuş. Bu ilde son yıllarda büyük otomotiv yatırımları olmuştu. Düzce ve Elazığ 3 basamak tırmanmış.
Güneydoğu illerinde dikkat çeken gelişme
2004 – 2014 arasında Güneydoğu illerinde dikkat çekici bir tırmanma olmuş. Sadece 8’er basamak tırmanan Van ve Mardin’de değil, diğer illerde de önemli ilerleme sağlanmış. 81 il sıralamasında Bitlis, Siirt 6’şar basamak atlamışlar. Şırnak 4 sıra, Batman 3 sıra, Bingöl 2 basamak tırmanmış. Diyarbakır ilinin ekonomik büyüklük sırasında bir değişme olmamış. Güneydoğu illerinde, o dönem yakalanan yatırım ortamı bölge illerinde hızlı büyüme sağlamış görünüyor. Bölge illerinden sadece Ağrı’da 5 sıra, Hakkari’de 2 sıra gerileme olmuş. Yozgat ve Burdur’da ekonomi hız kaybetmiş Büyük kayıp yaşayan iller içinde Yozgat dikkat çekiyor. 2004’te Türkiye illeri içinde 42’nci büyük ekonomi olan Yozgat, izleyen 10’uncu yılda 50’nci sıraya gerilemiş. Nevşehir ve Burdur ekonomileri 7 sıra geri düşmüşler. Çorum, Isparta, Tokat 5’er sıra kaybetmişler. Kastamonu ve Sinop ekonomisi de diğer illere göre hız kaybı yaşamış ve bu iller 4’er sıra gerilemişler. Aydın, Kars ve Bartın 3’er basamak gerilemiş.
10 il 10 yılda yüzde 300’ün üstünde artış yakalamış
TÜİK rakamlarında illerin 2004’ten 2014’e yıl yıl ürettikleri milli hasıla ve 10 yılda nereden nereye geldikleri de görülüyor. 2004’e oransal olarak en fazla büyüme sağlayan illerin başında Siirt var. Bu ilin 2004 milli hasılası 841.3 milyon lirayken, 2014’te 3.9 milyara çıkmış. Artış oranı yüzde 360. Yalova, Osmaniye, Kocaeli, Mardin, Bingöl, Bitlis, Şırnak, Gaziantep, Van ekonomilerini 10 yılda yüzde 300’ün üzerinde büyüten iller olarak öne çıkıyor. Kocaeli 2004’te 16.5 milyarlık milli hasıla üretirken, 2014 milli hasılası 74 milyara çıkmış. Hem hızlı büyüyen hem de ekonomisi büyük olan illerden Gaziantep, aynı dönemde milli hasılasını 8.5 milyardan 35 milyara çıkarmış.
Türkiye’nin 81 ilinden 76’sı 10 yıl gibi uzun bir sürede ekonomilerini en az iki katına çıkarırken, sadece 5 il bu hızı yakalayamamış. Yozgat yüzde 175 artışla sonuncu sırada. Diğer 4 il ise sırasıyla şunlar: Isparta, Çorum, Ardahan ve Tokat.
Osmaniye vakası demir - çelikle geldi
Osmaniye Ticaret Odası Başkanı Murat Teke, ildeki bu büyük çıkışın nedeni şöyle anlattı: “Bu çıkıştaki en önemli etken demir-çelik yatırımları. 2004’te bizim OSB’miz faaliyete geçti. Şimdi bu OSB’de en büyük iş kolu demir çelik oldu. 10’dan fazla büyük demir-çelik yatırımı var. Limana 11, demiryolu istasyonlarına 5 km. mesafede. İskenderun ve Payas bölgesi durumunu korurken burada gelişme oldu. Osmaniye, Türkiye’nin demirçelik merkezlerinden biri haline geldi. Tosyalı, Baştuğ, Koç Haddecilik gibi birçok yatırım yapıldı. Bunun yan sanayisi, lojistiği oluştu. Tekstilde de önemli yatırımlar oldu ama asıl büyüme katkısı demir çelikten geldi. Son dönemde bir de zeytincilik büyük gelişme gösteriyor. 4 milyon adet ağaç oldu. Bu sektör de katkı yapıyor.”




Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/en-buyuk-il-ekonomilerinde-sira-degisti/1151618


24 Aralık 2016 Cumartesi

HSBC Grubu’nun “Güvencenin Konforu: Yaşamı Değiştiren Deneyimler” raporu

HSBC Grubu’nun, 12 ülkeden 12 bin kişiyle gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçlarına göre; işten kovulmak finansal istikrarı en olumsuz etkileyen olay olarak görülüyor.

Ekonomi alanında, politikada, güvenlik konularında sıkıntılar yaşanan 2016’da bu gelişmeler tüketici alışkanlıklarını da olumsuz etkiledi. Son olarak Beşiktaş’taki bombalı saldırıların ardından tüketici güven endeksi, aralık ayında bir önceki aya göre yüzde 8 azaldı. Bununla birlikte tüketici güven endeksleri ile gerçek tüketim arasındaki korelasyon son zamanlarda sıkça tartışılıyor. Bazı ekonomistler, kurdaki yükseliş ya da ülke genelini etkileyen travmatik olaylar gibi gelişmelerin tüketici güven endeksini aşağı çektiğini ancak tüketim davranışlarını bu olaylar ve algıdan ziyade bireysel finansal durumun belirlediği belirtiliyor.
HSBC Grubu’nun “Güvencenin Konforu: Yaşamı Değiştiren Deneyimler” raporu da bireylerin finansal istikrarını olumsuz etkileyen gelişmelere ve bu gelişmelerin üstesinden gelmek için atılan adımlara dair önemli bulgular içeriyor. 12 ülkeden 12 bin kişiyle gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına göre; işten kovulmak finansal istikrarı en olumsuz etkileyen (%85) olay olarak belirtiliyor.
Daha az harcama daha çok birikim Yaşamı ve finansal davranışları değiştiren büyük olayları inceleyen HSBC’nin araştırması, bireylerin bu olaylar sonucu oluşan finansal güçlüklerin üstesinden gelmek için attıkları adımları ortaya koyuyor. Buna göre tüketiciler harcamalarını azalttığı gibi var olan gelirini de daha fazla tasarrufa yöneltme eğilimi gösteriyor. Bankanın araştırmasında ankete katılanların yüzde 42’si daha çok tasarruf ettiğini, yüzde 26’sı yeni bir tasarruf hesabı açtığını belirtmiş. Yani zorluk yaşandığında tüketici yeni bir harcama ve tasarruf politikası belirliyor. Genellikle de daha çok tasarruf yapması gerektiğini düşünüyor.
Tasarrufta geç gelen pişmanlık
Araştırmaya katılanların yarısından fazlası (%54) geçmişte yaşadıkları olaylar karşısında aldıkları önlemleri göz önünde bulundurduğunda birikim yapmaya daha erken bir zamanda başlamış olmayı diliyor. Katılımcıların yüzde 37’si harcamalarında kesintiye gitmiş olmayı dilerken, yüzde 34’ü ise harcamalarını önceliklerine göre yeniden sıralamış olmayı diliyor. Türkiye’de tasarruf oranı yıllar boyunca gerileyerek, 2015 itibariyle yüzde 15’e inmişti. Ancak TÜİK’in yaptığı güncelleme ile tasarruf oranımız yüzde 24 olarak belirlendi. Başka bir deyişle Türkiye düşük tasarruf bir ülkeden orta tasarrufl u bir ülke kategorisine yükseldi. Yeni tasarruf oranlarına göre Türk tüketicinin bu konuda ne düşündüğü, tasarrufta bir pişmanlığı olup olmadığı araştırmaya muhtaç.
HSBC’den zor günler için 4 öneri
HSBC Grubu’nun “Güvencenin Konforu: Yaşamı Değiştiren Deneyimler” raporunda geleceğe daha iyi hazırlanmak için atılması gereken adımlar 4 başlık altında özetleniyor. Buna göre; yaşamı değiştirecek olaylara yönelik plan yapılması ve öngörülemez gelişmelerin finansal etkilerini bu planda hesaba katmak büyük önem arz ediyor. Bunun yanı sıra finansal planın; harcama, birikim ve finansman dağılımının yanı sıra hem bireylerin hem de çocuklarının gelecek güvencesini içermesinin önemine dikkat çekiliyor.
Merkez Bankası ekonomistleri iş güvencesine dikkat çekmişti
HSBC araştırmasına göre işten atılma tüketiciler açısından en büyük risk olarak öne çıkarken, Merkez Bankası ekonomistleri de bu kalemden kaynaklanacak aşağı yönlü baskının azaltılması için daha fazla iş güvencesi verilmesini önermişti. MB araştırmasına göre iş güvencesindeki azalma konut talebini de azaltıyor. İşten atılma tehlikesi yaşayan bir çalışan da konut satın alma gibi büyük bir karar veremiyor. Ekonomistler daha fazla iş güvencesinin kredi talebi üzerindeki olumlu etkisi göz önüne alındığında büyümeyi artıracak talep odaklı bir politikanın parçası olarak düşünülebileceğini belirtiyor.

Alıntı:http://www.finansgundem.com/haber/yuzde-85-isten-kovulmak-diyor/1151257



9 Aralık 2016 Cuma

Büyümenin tetikleyicileri olan dört ana motor

Büyümenin tetikleyicileri olan dört ana motoru:
- Özel tüketim
- Kamu harcamaları
- Özel yatırım
- İhracat


Büyümenin tetikleyicileri olan dört ana motordan özel tüketim, kamu harcamaları, özel yatırım ve ihracat kompozisyonunda da, sadece özel tüketim ve kamu harcamalarının ağırlığı çektiği aktarılan raporda, bunun sağlıksız bir yapıya işaret ettiğinin açık olduğu söylendi ve Türkiye özelinde büyümenin daha çok yatırım ve ihracat ağırlıklı olmasının arzulandığı belirtildi.

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/turkiye-kritik-bir-esige-geldi/1145990

DOLARIN YERİNE ADAYLAR...

Dolara alternatif küresel para birimi belirsizliği yaşanırken şu an doların yerini alabilecek bir kaç aday bulunuyor. Çin'in Yuan'ı zayıflarken 2001 yılında favori olan Avro ise en zayıf adaylardan. İngiliz Pound'u ve Japon Yen'i ise güçlü adaylar. Ancak, en muhtemel çözüm, küresel döviz, dolar yerine Uluslararası Para Fonu'nun SDR (Özel Çekme Hakkı) uygulaması olabilir.

Özel Çekme Hakları (Special Drawing Rights - SDR), Uluslararası Para fonu (IMF) tarafından 1969 yılında meydana getirilmiş uluslararası bir rezerv birimi. SDR başlangıçta 0.888671 gram saf altına eşitken yani 1 SDR = 1 ABD Doları iken, 5 yıl sonra Bretton Woods Sistemi çöküp önemli para birimleri dalgalı kur uygulamasına geçince, 1974 yılı Temmuz ayında SDR değeri "para sepeti" yöntemine göre belirlenmeye başlamıştı.

1 Ocak 1981'den itibaren SDR değerinin belirlenmesine konu oluşturan ulusal para sayısı beşe indirilerek (Amerikan Doları, Alman Markı, Fransız Frangı, Japon Yeni ve İngiliz Sterlini) dünya ticaretinde en büyük paya sahip olan ülkelerin ekonomik gücünü yansıtacak biçimde düzenlenmişti. Ancak son yıllarda Avrupa Birliği ülkelerinin para birimi olarak Euro'ya geçmesi dolayısıyla Alman Markı ve Fransız Frangı yerini Euro'ya bırakmıştır. Halen SDR değerinin belirlenmesinde dört para birimi geçerli.

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/stratfor-erdoganin-dolar-hamlesi-domino-etkisi-yaparsa/1145847

8 Aralık 2016 Perşembe

Şeytan taşlamaktan reform yapamadık

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Türkiye İş Bankası'nın düzenlediği, “İş'le Buluşmalar" toplantısına katıldı. Başbakan Yardımcısı Şimşek, burada bir konuşma yaparak, “Genelde bizim siyaset söyleminde üreticileri korumak üreticilerin yanında olmak vardır. Alsında biz tüketicileri iyi korursak, üreticileri iyi korumuş oluruz. Çünkü küresel ölçekte bir şeyi satabiliyorsanız o zaman zaten o rekabet gücünü edinmişsiniz" dedi.
“İNŞALLAH 2017 YILINDA BU MÜZAKERELER GÜÇLÜ BİR ŞEKİLDE BAŞLAR VE HIZLI BİR ŞEKİLDE BİTER"
Mehmet Şimşek, bir dönem Amerikalıların Türkiye'yi Gümrük Birliğine alma konusunda destek verdiğini belirterek,"Çok iyi hatırlıyorum; reel sektör bu konuya pek meyilli değildi. 'Anahtarlarımızı alıp Avrupalılara verseler daha iyi olur' şeklinde bir yaklaşım vardı. En çok gürültü de belli sektörlerden geliyordu. Mesela otomotiv sektöründen... O dönemde Türkiye'nin toplam otomotiv ihracatı 329 milyon dolardı, bugün 20-25 milyar dolardan bahsediyoruz. Rekabet çok önemli. Ticarete açık olmak, bölgesel ve küresel entegrasyon, refah artışı açısından olmazsa olmazdır. Aslında rekabet gücünün gelişmesi açısından da olmazsa olmazdır. Bugün biz AB ile 'Gümrük Birliği'ni, hizmetler, kamu alımları ve tarımı içerecek şekilde nasıl genişletiriz, nasıl pozitif bir gündem oluştururuz' onun çabası içerisindeyiz. Nisan ayında AB ile bu konuda bir zirve yaptık. İnşallah 2017 yılında bu müzakereler güçlü bir şekilde başlar ve hızlı bir şekilde biter. Çünkü o Türkiye'nin rekabet gücünün toptan bir şekilde artmasını sağlar diye düşünüyorum" şeklinde konuştu.
YERLİ ENERJİ KAYNAKLARI
Şimşek, enerjinin de öneminden bahsederek, "Kim ne derse desin enerji çok belirleyici bir faktördür. Yani rekabet gücü açısından hala çok kritik bir değişkendir. Enerjide de Türkiye'nin özellikle yenilenebilir, yerli kaynakları harekete geçirmesi, ki bu konuda ciddi bir ilerleme var, çok etkili olacak." dedi.
“GELECEKLE İLGİLİ KÖTÜMSER OLMANIZ İÇİN SEBEP YOK"
Şimşek, “Türkiye hakikaten kürsel kriz, Avrupa borç krizi, Ortadoğu'daki gerilim, terör, FETÖ'nün Türkiye'de iktidarı ele geçirme mücadelesi, darbe girişimine kadar gelen süreç, Rusya ile olan sıkıntılar, bütün bu şokları Türkiye büyük bir direnç göstererek atlattı. Yani 2008'den bu yana bunların hepsini yaşadık, parti kapatma davası dahil olmak üzere. Türkiye yaklaşık olarak 2008-2016'da yüzde 3.5 büyümüş. Bu bile Çin ve Hindistan hariç gelişmekte olan ülkelerden daha iyi bir performans. Şimdi bu zorlukları geride bıraktığımız bir dönem düşünün ve tekrar güçlü bir reform uygulamasına geçtiğimiz bu dönemi düşünün gelecekle ilgili kötümser olmanız için sebep yok. Evet sıkıntılar var ama bu sıkıntıların biz farkındayız. Bu sıkıntıları çözmek için yoğun bir çaba içersindeyiz şu an. Gönül ister ki, Türkiye bu felaketlerden nasibini almasaydı veya yaşamasaydı. Ama yaşandı, gelinen noktada Türkiye ekonomisi büyük bir direnç gösteriyor. Kamu maliyesi hala destekleyici ve güçlü nitelikte. Diğer sıkıntıları da aşabiliriz. Aslında Türkiye önceliklerini iyi belirledi ama daha çok mesafe kaydetmemiz lazım" şeklinde konuştu.
“BİZİM VATANDAŞIMIZ ARZULANAN DÜZEYDE KENARA PARA KOYMUYOR"
Mehmet Şimşek, “Tasarruf meselesi aslında Türkiye'nin en büyük sıkıntılarının başında geliyor. Türkiye'nin bu sene tasarruf oranı yüzde 13.5 olacak gibi görünüyor. Dünyada ortalama tasarruf oranı yüzde 25, gelişmekte olan bizim gibi ülkeler yani orta üst gelir grubuna dahil ülkeler yüzde 32.5. Bizim yatırıma ihtiyacımız var. Bu yatırımları da iç tasarruflarla finanse etmemiz lazım. Fakat gelin görün ki, bizim vatandaşımız arzulanan düzeyde kenara para koymuyor. Diyebilirsiniz ki, 'zaten ülkenin gelir düzeyi düşün, neyi tasarruf edecekler'. Öyle değil, Türkiye'nin kişi başına milli geliri Çin'in 1.5 katı neredeyse. Biraz abarttım ama. Asgari ücreti çok çok üstünde. Fakat Çin'de tasarruf oranı yüzde 48. Bu tasarruflar yatırıma, üretime, ihracata dönüşüyor. Türkiye'nin bu anlamda mutlaka tasarrufları artırması lazım. Biz aslında çok güçlü destekler veriyoruz, bireysel emeklilik kapsamında. Bu otomatik katılım meselesi de bunun bir ürünü. Ama yetmez. İş gücü piyasası reformu ile tasarruflar arasında yakında ilişki var. İşgücü piyasası esnek olsa daha çok kişi istihdam edilse ne olur biliyor musunuz? Bağımlı nüfus azalır. Yani bir ailede birden çok kişi gelir elde edeceği için tasarruf imkanı artıyor.
“İNANIYORUM Kİ REFERANDUM SONRASINDA ÜLKENİN ÖNÜ TEKRAR AÇILIR"
Başbakan Yardımcısı Şimşek, “Birincisi Türkiye ekonomisi büyük bir direnç gösterdi. Muhtemelen en kötü dönem geride kaldı. İkinci mesajımda şu; sıkıntıları biz biliyoruz, asında çok iyi bir reform programımız, yol haritamız var. Şeytanı taşlamaktan, diğer problemlerle mücadele etmekten bu güne kadar arzuladığımız hızda belki bunları devreye koyamadık. Ama inanıyorum ki referandum sonrasında ülkenin önü tekrar açılır ve hızlı bir şekilde Türkiye belirsizlikleri geride bırakır, çok hızlı bir şekilde bu reformları uygulamaya koyar. Bütüncül yaklaşım ortaya koymamız gerekiyor, bizim söylediğimiz bu." şeklinde konuştu.
Alıntı:http://www.borsagundem.com/haber/mehmet-simsekten-tasarruf-vurgusu/1145359


5 Aralık 2016 Pazartesi

Kredi Derecelendirme Kuruluşlarının Verdiği Ülke Notunun Günlük Hayata Etkisi

Geçtiğimiz aylarda gündemi hayli meşgul etmesine rağmen, Türkiye’nin kredi notlarının düşürülmesinden şu sıralar pek söz edilmiyor. Dünya’nın en büyük üç kredi derecelendirme kuruluşunun ikisi (S&P ve Moody’s) Türkiye’yi yatırım yapılabilir seviyenin altında notlandırdı. Diğer büyük kuruluş Fitch ise son yayınladığı raporda Türkiye hakkında kritik tespitlerde bulundu. Not indirimlerinin geldiği günlerde tartışmalar alevlendi, bir tarafta ekonomimiz kötüye gidiyor sesleri, diğer tarafta “siz kimsiniz ki bize not veriyorsunuz nidaları” vardı.
Siyasiler tarafından o dönemde yapılan açıklamalarda kimsenin bu notlara bakmayacağı, Türkiye’ye yabancıların yatırım yapmaya devam ettiği, notların taraflı olduğu gibi birçok argüman sunuldu.

Gerçekten Notlara Bakılmıyor mu?

Bu açıklamalara bakılırsa kredi notunun şöyle kullanıldığı düşünülüyor: Bir bireysel ya da kurumsal yabancı yatırımcı var, Türkiye’nin kredi notuna bakıyor ve “bu ülkenin notu düşükmüş yatırım yapmayayım” ya da “notu yüksekmiş yatırım yapayım” diyor. Halbuki, kredi notları karar vericiler tarafından bu şekilde kullanılmıyor.
Bizim yabancı sermaye dediğimiz şey aslında yurtdışındaki fonlar. Fon denilen yapı çeşitli finansal enstrümanlardan (tahviller, dövizler, hisse senetleri vs.) oluşur ve yabancı fonların içerisinde farklı ülkelerin enstrümanlarına yatırım yapılır. Ancak bu fonların belirli kuralları var. Örneğin, bazı fonlar oluşturulurken sözleşmesine (terminolojideki adıyla prospektüsüne) şu yazılıyor: ‘Ülke kredi derecelendirme notu yatırım yapılabilir seviyede olmayan ülkelere ait enstrümanlar portföye alınamaz’. Bazılarında da fonun bir ülkede yatırım yapabilmesi için en az kaç kredi derecelendirme kuruluşundan geçer not almış olması gerektiği belirtiliyor. Dolayısıyla, bazı fonlar Türkiye’ye bakıp, “ülkenin notu düşmüş yatırım yapsak mı yapmasak mı” diye düşünmüyor, kuralları gereği yatırımlarını durduruyorlar veya sürdürüyorlar.

Faiz ve ülke notu ilişkisi

Kredi notunun kullanıldığı bir diğer alan ise sendikasyon kredileri. En basit anlatımıyla sendikasyon kredisi, Türkiye’deki bankaların yurtdışından aldığı kredilerdir. Bankalar bu kredileri alırlar, Türk Lirası’na çevirirler ve piyasaya kredi olarak verirler. Yurtdışından alınan bu kredilerin faizi genellikle bir baz faiz ve buna eklenen bir değişken faiz ile belirlenir. Örneğin LIBOR+1,5 faiz dendiğinde, LIBOR baz faiz olarak alınır, 1,5 ise adına ‘spread’ denen değişken faiz kısmını oluşturur. Bu yüzde 1,5’luk değişken kısım ülkenin kredi notundan etkilenir. Şöyle ki, tıpkı yukarıda bahsedilen fonlarda olduğu gibi krediler için de yazılı kurallar belirlenmiştir ve kredi notu ne kadar düşükse faiz o kadar yükselir. Bunlar yurtdışında kredi verenlerin regülasyon ve düzenlemelerinde yazılı halde olduğu için, bir kural silsilesi içerisinde yapılır. Yani bu kredileri verenler “Sizin ülkenizin notu düşmüş ama yine de ben size güveniyorum, buyurun düşük faizli krediniz” diyemez.

Harfler önemli

Bu iki örnekten çıkan sonuç şu, Türkiye’nin kredi notu sadece görüş olarak başvurulan bir harf kodu değil, ekonomimizi doğrudan etkileyen bir veri. Ülkeye yabancı fonların gelmemesi, piyasadaki dolar miktarının artmasına ve doların düşmesine engel olur. Keza, Türkiye’deki bankalara verilen kredilerin faiz oranlarının yükselmesi, nihai yurtiçi kredi faizlerinin yukarı doğru ivmelenmesi sonucunu doğurur. Bu yüzden, derecelendirme kuruluşlarının verdiği notlar, günlük hayatımıza etki edecek kadar önemli verilerdir ve bunlara ilişkin haberlere bu çerçeveden bakmakta fayda vardır.

Osmanlı Dönemi'nde akçe altın ve gümüş karşısında sürekli değer kaybediyordu



Osmanlı'da ekonomiyle ilgili sorunlar vardı. Türkiye'nin şimdi içinde bulunduğu paranın değersizleşmesi Osmanlı Dönemi'nden süregelen bir sorun.

Konuyu Taha Akyol köşesine taşıdı. İşte o yazı:


Kanuni Sultan Süleyman zamanında Amerika kıtası keşfedilmişti ama Amerikan devleti de dolar da yoktu. Atlas Okyanusu'ndan Viyana kapılarına kadar hükmeden Osmanlı'nın fevkalade önemli bir "para" sorunu vardı.
Bugün dolar karşısında TL nasıl değer kaybediyorsa, o zaman da Osmanlı parası “akça”, altın ve gümüş karşısında devamlı değer kaybediyordu.
Merhum hocamız Halil İnalcık “Devlet-i Aliye” adlı kitabında anlatır: 1525 yılında bir birim altın 57 akça idi, 1584 yılında aynı birim altın 120 akçaya çıkmıştı. Gümüş için de benzer bir tablo vardı. (Cilt 1, s. 194-195)
Dünkü “altın” karşısında akçayı, bugün “dolar” karşısında TL’yi düşünün, elbette aynı değil fakat iktisat ilminin önemli prensiplerinden biri görülür: Bir ülkenin parasının değeri o ülkedeki sermaye birikimi, tasarruf oranı, teknik ya da teknolojik seviye, üretim kapasitesi gibi faktörlere bağlıdır.
Bunlar zayıfsa paranız da değer kaybediyor.

OSMANLI PARASI AKÇA

O çağlarda bütün dünyada madeni para kullanılıyordu. Paraların asli değeri, içindeki altın ve gümüş oranına bağlıydı, yani asıl para altın ve gümüştü.
Osmanlı akçasında sürekli olarak altın ve gümüş oranı düşürülüyor, yani devalüasyon yapılıyordu!
Yeniçeriler ve esnaf “züyuf akça” denilen bu “ayarı bozuk” akçaları kabul etmediğinde isyanlar çıkıyordu.
Öte yanda, Avrupa’da ticaret devrimi yaşanıyor, faizle para toplayıp tüccara kredi satarak ticarete sermaye veren bankalar gelişiyor, sermaye birikimi ve şirketler güçleniyordu. Bu sayede 16. yüzyılda Avrupa’da faiz yüzde 5 civarındaydı.
Şirket ve banka kurumları bulunmayan, tarım ekonomisine bağlı kalan Osmanlı’da sermaye yetersizliği yüzünden faiz şeyhülislam fetvasıyla yüzde 12 idi!

FETİHLER VE EKONOMİ

Tarihçi Mustafa Akdağ “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” adlı eserinde, Osmanlı’nın bu müzmin para sıkıntısını şöyle anlatır:
“Kanuni Sultan Süleyman gibi Türk fetihlerinin en şanlılarını yapan bir hükümdarın ünü Avrupa memleketlerinde dolaşırken, İstanbul’da hükümetin, giderlerini karşılayacak parayı bulmak için akla gelen her yola başvurduğu görülmektedir.” (Cilt 2, s. 355)
13. yüzyıldan itibaren sermaye birikimi güçlenen Avrupa, tüfekle donatılmış düzenli piyade ordusuna geçiyordu. Osmanlı toprağa bağlı “sipahi” ordusunun yerine “tüfekli piyade”yi koyamıyordu, çünkü mali sıkıntı içindeydi...
Bir süre sonra mağlubiyetler başlayacaktı.
Merhum Akdağ bu tabloyu “altından kalkılmaz zorluklar” olarak niteliyor. 1700’lerden itibaren modernleşme arayışları başladı, fakat tarihin akışı değiştirilemedi. Viyana’dan Meriç’e, hatta Sakarya’ya kadar çekildik. Binlerce şükür ki, Milli Mücadele ve Lozan sayesinde Irak sınırı hariç bugün vatan sınırlarını kurtarabildik.

TÜRKİYE’NİN İHTİYACI?

Avrupa’yı 17. yüzyılda öne geçiren sermaye birikimi 12. yüzyılda başlayan bir süreçti. Devletlerin bilinçli iktisat politikalarının değil, Avrupa’nın özel coğrafi şartlarından doğan toplumsal dinamizmin eseriydi.
Sonradan devlet politikası oldu.
Bunun için Osmanlı’yı suçlamak da fetihlere bakıp 21. yüzyılda Osmanlı hayalleri kurmak da yanlıştır.
Her iki tavır da 600 yıllık büyük tecrübelerden dersler çıkarmayı, tarihin dinamiklerini “öğrenmeyi” engeller.
Peki, günümüzde Dolar karşısında neden en çok Meksika Pezosu ve Türk Lirası değer kaybediyor?
Trump Meksika sınırına duvar örecek falan...
Türkiye’de Son 5-6 yılda reformları, Avrupa standartlarını, teknolojinin ekonomideki rolünü, tasarruf ve sermaye birikimini unuttuk... Kısa sürede oy getiren inşaat yatırımlarını ve tüketim ekonomisini körükledik.
Demek ki Türkiye’nin sistem değiştirmeye değil, modern iktisadi zihniyete, demokratik ve rasyonel siyasi davranışlara ihtiyacı var.

Alıntı:

Yatırım için faiz seviyesi ilk ve olmazsa olmaz kriter değildir.

Yatırım için faiz seviyesi ilk ve olmazsa olmaz kriter değildir. Öyle olsaydı yüzde 70-80 enflasyonun olduğu dönemlerde asla ve kat’a yatırım gelmezdi bu ülkeye, ama geldi. Yatırımın ilk ve olmazsa olmazı “güven” ortamının oluşmuş olmasıdır! Hukukun üstünlüğünün varlığına; devletin, hukukun üstünlüğüne saygılı olmasına, iyi yetişmiş çalışanların olabilmesi için uluslararası kabul gören bir eğitim altyapısına sahip olmak faiz oranlarından çok daha önce geliyor. Sanayi üretimi yapıyorsanız ürünlerinizi pazarlara ulaştırabilecek yollara, tren yollarına sahip olmanıza, finansal hizmetler sunuyorsanız kendinizin ve müşterilerinizin havaalanından ofislere kolaylıkla ulaşabileceğiniz ulaşım altyapısına sahip olmanız gerekiyor. Sadece finans merkezi yapmakla değil, bunu ulaşım imkânları, finansal/vergisel düzenlemelerle ama özellikle de tutarlılık ve sürdürülebilirlikle desteklemeniz gerekir. Bunu yap(a)mıyorsanız, tek başına faiz oranlarını “sıfırlamakla” amacınıza ulaşamazsınız. Bunlar “yapısal” problemlerimiz, kısa sürede düzelmesini beklemek hayalcilik olacak ama bir yerden başlamamız da şart.

Alıntı:
http://www.finansgundem.com/foto-haber/dolartlde-zirve-goruldu-mu/1144166/4

4 Aralık 2016 Pazar

Doların yükselmesi ne anlama geliyor?

Dolarizas-yon, bir ülke vatandaşlarının yerli para birimi yerine yaygın olarak ABD Doları ya da başka bir yabancı para birimini kullanması anlamına geliyor. Türkiye’de yılların getirdiği bir alışkanlıkla süregelen bu uygulama kökeninde yüksek enflasyonla yaşadığımız yıllardan gelen bir alışkanlığı yansıtıyor. Enflasyona karşı tasarruflarının değerini korumak, uzun vadeli kontratlardan elde ettiği geliri sabitlemek isteyen vatandaş TL yerinde doları tercih ediyor.

Dolarizasyon döviz kurunun sakin olduğu dönemlerde sınırlı boyutlarda kaldığı için gündemi meşgul etmiyor. Ama ne zaman ki döviz kuru ani sıçramalar gösteriyor, o zaman dolarizasyon tekrar hızlanıyor ve gündeme oturuyor.

Türkiye de şu anda böyle bir dönemden geçiyor. Kasım başında 310 TL’ye aldığınız 100 doların kasım sonunda 342 TL’ye yükselmesi ne anlama geliyor?

1) Sözleşme gereği kira, maaş gibi ödemesini dolar cinsinden yapacak olan ama geliri TL cinsinden olan işletmeler ciddi bir yük altına giriyor. Önce kâr marjları azalıyor, dalganın devam etmesi durumunda iflas tehlikesi başlıyor. Ödemeyi yapan mağdur durumundayken, eğer alacaklı durumundaysanız, kurdaki yükselişi göz önünde bulundurup TL cinsinden sözleşme imzalamaktan daha çok kaçmaya başlıyorsunuz. Yani dolarizasyonun dalga boyu artıyor.

2) Dolar cinsinden borcu olup geliri TL cinsi olan şirketler keza benzer bir kıskacın içine giriyorlar.

3) Dolarla bir işi olmayan sokaktaki vatandaş ise kurdaki artışı uzun vadede fiyatlarda genel bir artış yani yükselen enflasyon olarak görürken, daha kısa vadede fiyatları dolara endekslenmiş ithal ürünlerin fiyatlarında ani sıçramalar olarak hissediyor. Böyle olunca, ister istemez tasarruflarda TL yerine dolar tercih edilmeye başlanıyor. Yani bir kere daha dolarizasyon dalgası ivme kazanıyor.

Peki, dolarizasyon nasıl engellenir? Dolara olan talebin artmasında, işlemlerin dolar cinsinden yapılmasında ana sebep TL’nin dolara karşı değer kaybı olduğuna göre çözüm de bu değer kaybını asgariye indirerek olabilir. Dolardaki yükselişin yurtdışı ve yurtiçi kaynakları var. Fed’in faiz artırımlarına aralıkta devam etmesi burada önemli bir etken ve bu konuda yapabileceğimiz bir şey yok. Bizim yapabileceğimiz, yükselen faiz nedeniyle ABD’ye kaçan parayı içeride tutabilmek için ne yapabiliriz onu düşünmek. Kısa vadede dolar talebini azaltabilmek için TL getirisini artırmak yani reel faizi cazip bir seviyede tutmak gerekiyor. Yani bir taraftan dolar talebinin arttığı bir ortamda, diğer taraftan bankalardan mevduat faizlerini düşürmelerini istersek, zaten dolarizasyona çanak tutmuş, yangına körükle gitmiş oluyoruz.

Uzun vadede öncelikle enflasyonu düşürmek suretiyle dolarizasyonun geleneksel sebebini ortadan kaldırmak gerekiyor ki vatandaş sürekli parasında bir erozyon hissetmesin. Yine ilave olarak TL’yi cazip hale getirebilmek için yatırımlara uygun bir ortam yaratılması, iş hukukunun Batı standartlarına çekilebilmesi, demokratik, şeffaf bir hukuk devleti olduğumuzun yerli yabancı tüm yatırımcılara ispatlanması gerekiyor.

Alıntı:
http://www.finansgundem.com/haber/dolarizasyon-nasil-engellenir/1143273


27 Kasım 2016 Pazar

Venezuela'nın içler acısı durumu; artık finansman bulamıyor!

Deniz Gökçe bugünkü köşesinde Venezuela'nın içler acısı durumunu paylaştı. Petrol var çıkaracak para yok, finansman bulamıyor... Vatandaş artık ülkeyi terk ediyor. İşte o yazı;
Cumartesi günkü, 26-27 Kasım tarihli New York Times Gazetesi'nin ikinci sayfasının bütünü, dünyanın en büyük petrol zengini olan, global petrol kaynaklarının yüzde 17 kadarına sahip Venezuela’nın vatandaşlarının, açlıktan ülke dışında iş bulmak için aileleriyle beraber kaçak olarak komşu ülkelere girmeye çalıştıklarını anlatıyor.
The Economist dergisinin son sayfasındaki global ekonomik verilere göre de 2016 yılında Venezuela ekonomisi yüzde 13.5 daralmış olacak. Ülkenin tüketici enflasyonu ise yüzde 423 olarak kaydedilmiş. Ama IMF gerçek enflasyonun yüzde 1600 değerinin üstüne geldiğini yazıp duruyor. Ülkenin bütçe açığının ise 2016 yılında GSYİH oranı olarak yüzde 24.4 olduğu The Economist'te yazılı. Venezuela’nın petrolünü çıkartacak parası yok, Çin 60 milyar doların üstünde bir fonu Venezuelaya borç vermiş ama kesenin ağzını da kapatma kararı almış. Çin parasını geri alamıyor, Venezuela da artık finansman bulamıyor.
Son çare durumuna gelen ülkenin fakir kesimi ise komşu ülkelere kaçmaya çalışıyor. 2016 yılında resmi istatistiklere göre 150 bin kadar Venezuela vatandaşı ülkeyi terk ederek komşu ülkelere kaçmış.
Venezuela Merkez Üniversitesi'nden göç konularında uzman araştırmacı Profesör Tomas Paez ise son 18 ayda 200 bin Venezuelalının gıda ve ilaç alamadıkları ve para da kazanamadıkları için ülkeden ayrıldığını araştırmalarında açıklıyor.
Venezuelalıların çoğu Brezilya'ya geçmek istiyor. Caracas Üniversitesinde sosyoloji Profesörü olan Ivan de la Vega der ki, bu insanların ya yürüyerek, ya denizden sal veya küçük teknelerle gitmek dışında pek fazla alternatifleri de yok. Bu insanlar ülkenin en fakirleri ve de yakın komşu ülkelere, yasaklara rağmen gitmekten başka çareleri kalmamış durumda.
Brezilyaya göç etmelerinin nedeni orada iş bulmanın daha kolay olması diye düşünülüyor. Gazeteye açıklama yapan Reinier Salazar adlı göçmen 30 yaşında bir mühendis, ama şimdi ucuz bir lokantada ayda 400 dolar alarak, gıda ve yiyecek pişiriyor. Hayatı zorlaşmış!
Venezuela ile komşu olan, Brezilya’nın Roraima adlı bölümüne, 2015 yılından bu yana 30 bin Venezuelalı, kaçak olarak geçmiş.
Venezuela ile yakın komşu olan Aruba ve de Curaçao hudutlarını geçen yıldan bu yana Venezuelalılara kapatmış durumdalar. Hatta Aruba yakalanan 500 kadar kaçak Venezuela’lı göçmeni bir stadyumda esir olarak tutmakta imiş.


20 Kasım 2016 Pazar

İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ DÜZENSİZLİK ÇAĞI

TÜRKONFED’in düzenlediği 20’nci Girişim ve İş Dünyası Zirvesi İzmir Kaya Termal Otel’de yapıldı. TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran Symes yaptığı konuşmada dünyadaki ekonomik, sosyal gelişmeler ve Türk ekonomisini değerlendirdi. Symes, iki bambaşka düzlemde evrilen bir dünyada yaşandığını, bir tarafta her geçen gün daha sofistike olan robotlar, birbiriyle iletişim kurabilen nesneler, giyilebilir teknolojiler, genetik bilimdeki gelişmeler, hatta Mars’ta koloni kurma gibi konular tartışılırken; diğer tarafta ise renk, inanç, ulus, cinsiyet gibi konularda insanların birbirlerini yediğini söyledi.
İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ DÜZENSİZLİK ÇAĞI
Symes, "İçinde bulunduğumuz durumu düzensizlik çağı, yeni bir soğuk savaş, hatta vekƒleten savaşlar aracılığıyla yürütülen yeni bir sıcak dünya savaşı olarak gören yaklaşımlar gün geçtikçe çoğalıyor. Rekabetçi ekonomi mantığının sosyal refah mantığıyla yeterince bütünleştirilemediği durumlarda ortaya çıkan krizler, siyaset yelpazesinin sınırlarını genişletse de genel olarak kimlik siyasetini öne çıkaran popülist akımların güçlenmesine zemin oluşturuyor" diye konuştu.
Son yıllarda, özellikle finansal kriz sonrasında, küreselleşmenin ulusal egemenliğin önüne geçmesine yönelik bir direnç olduğunu belirten Symes, "Bu sadece hükümetler düzeyinde değil, toplumlar düzeyinde de artıyor. Evet, küreselleşme toplumlara önemli bir refah artışı getirdi, orta sınıfı güçlendirdi. Sadece otoriter devletlerde değil, demokratik devletlerde de, hatta en son Brexıt’te gördüğümüz gibi Avrupa Birliği’nde ve ABD’de de bu karşı çıkışın temelinde ne var? Tüm bu gelişmeler ve bunun yol açacağı değişim, vatandaş olmanın ötesinde, birer iş insanı olarak, bizleri çok yakından ilgilendiriyor" dedi.
ÖRNEK ALINACAK ÜLKELER
Symes, bir ülkenin sadece gelir seviyesinin veya büyüme oranlarının yüksek olmasının, ciddi altyapı yatırımlarının yapılmasının o ülkenin toplumunun gelişmişliği ve hatta mutluluğu için yeterli olmadığını söyledi. Türkiye için referans alırken sadece gelir seviyesi yüksek ülkeleri almadıklarını belirten Symes, "Ülkemiz için referans alacağımız, kendimizi karşılaştıracağımız ülkeler; demokrasisiyle, ekonomisiyle, yarattığı katma değerle ve yaşanabilirliği ve yaşam standartları gelişmişlik gösteren ülkeler olmalıdır" diye konuştu.
ADALET DUYGUSU SARSILIRSA, MEŞRUİYET SORGULANIR
Dünyada üzerinde durulması gereken ana konulardan birinin bu toplumlarda giderek artan şekilde, adalete inancın azalması ve özellikle 2008 krizinden sonra sosyo-ekonomik eşitsizliğin artması olabileceğini belirten Symes şöyle devam etti:
"Biliyorsunuz, artık teknolojinin ve iletişim araçlarının çok hızlı geliştiği bir çağdayız. İnsanlar bilgiye ve birbirlerine anında ulaşabiliyorlar. En baskıcı ve otoriter devletlerin bile bir noktadan sonra bunun önüne geçmeleri imkansız. Sansürlerin, bilgiye ulaşma konusunda anlamını yitirdiği bir dönem bu. Bir toplumda adalet duygusu sarsılıyorsa, sistemin toplumun farklı kesimlerine karşı adil işlediğine inanç zayıflıyorsa, gelirin ve fırsatların adil dağılmadığına yönelik kanı giderek artıyorsa, kendini dışlanmış görenler çoğalıyorsa, yeni kuşakların öncekilerden daha iyi yaşayacağına dair umutlar azalıyorsa, hem ekonomik hem de siyasal meşruiyet de gittikçe artan şekilde sorgulanır, toplumlar da buldukları her fırsatta tepkilerini bir şekilde gösterir. Burada kritik olan husus, bu adaletsizlik ve eşitsizliğe karşı olan tepkilerin nasıl bir siyaset ve politika üreteceği. Bunun, tüm toplumlar için daha adaletli ve eşit bir dünya talebini mi doğuracağı; yoksa aksine, daha fazla düşmanlık, kimlik kutuplaşması, dışlayıcılık ve yine sonunda adaletsiz ve eşitliksiz olan savaşlarla dolu bir dünya mı üreteceği. Bu da dünyadaki tüm liderlere, siyasilere, iş dünyasına, STK’lara karşılaştığımız sorunları anlama ve yeni çözümler üretme konusunda önemli bir sorumluluk veriyor. Enerjimizi neye harcayacağız?"
HEP DAYA İYİSİNİ TALEP EDİYORUZ
"Kullanılan dil, izlenen politikalar, odaklanılan konular, kutuplaşma, kavga ve savaşlar mı olacak yoksa gelişen teknolojiyi özellikle çocuklar için daha demokratik, daha refah seviyesi yüksek, daha adil bir dünya için nasıl kullanılacağı mı tartışılacak" sorusunu soran Symes "Çünkü biliyoruz ki, teknolojinin inanılmaz bir hızla gelişmesi, geleceğimizin nasıl şekilleneceğini göstermeye yetmiyor. Bu teknolojiyi nasıl kullanacağımız, bizlerin yapacağı tercihler aslında nasıl bir geleceğe sahip olacağımızı gösterecek.Türk iş dünyası olarak, bulunduğumuz noktayı hiçbir zaman yeterli bulmadık. Her zaman ülkemizin daha fazla kalkınması, daha fazla refah üretmesi, demokrasinin daha güçlü olması için görüşlerimizi her ortamda paylaşıyoruz. Hep daha iyisini talep ediyoruz. Bu tür zor değişim dönemlerinden geçerken en çok dikkat etmemiz gereken, iktisadi kurumlar, demokratik hak ve özgürlükler, rekabet gücümüz, uluslararası zemindeki yerimiz, işbirliklerimiz gibi alanlardaki kazanımlarımızı kaybetmemek" dedi
'TÜRKİYE EKONOMİSİNDE ÖNGÖRÜLEBİLİRLİK AZALDI'
Symes, son dönemde hızlanan ve ardı ardına yaşanan iç ve dış gelişmelerin Türkiye ekonomisi üzerinde giderek daha büyük etki yarattığını söyledi. Türkiye ekonomisinin, öngörülebilirliğin azaldığı, güven ve güvenlikte olağanüstü sıkıntıların yaşandığı bir süreçten geçtiğini belirten Symes, "Veriler, ekonomik büyümenin ciddi boyutlarda yavaşladığını, işsizliğin uzun zamandır hiç olmadığı kadar yükseldiğini gösteriyor. Son iki haftadır hızlı bir şekilde yükselen döviz kurunun, enflasyon beklentileri ve dolayısıyla uzun vadeli faizler üzerinde yaratacağı olumsuz etkilerden, fazlasıyla endişe duyuyoruz. Aynı zamanda, en önemli ticaret ortağımız olan Avrupa Birliği ile uzun zaman süren ve çeşitli aksamalarla sekteye uğrayan müzakere sürecinin neredeyse kopma noktasına geldiği algısı bizleri ciddi şekilde endişelendiriyor. Sınır ötemizdeki Suriye ve Irak operasyonlarının yarattığı riskler gün geçtikçe büyüyor" diye konuştu.
GÜVEN VE GÜVENLİK SORUNU
Ekonomi açısından, bugün itibarıyla güven ve güvenliğin en önemli iki temel sorun olduğunu dile getiren Symes şunları söyledi:
"Tüm yaşananların etkilerinin reel sektöre yansıması biraz daha zamana yayılıyor. Özellikle, Anadolu’daki firmalarda güven sorunu yaşanıyor ki, güven zinciri ticaret için en önemli konu. Normalleşme için önce güvenin yeniden acilen tesisi gerekiyor. Hep söylüyoruz, güven olmadan ne yatırım, ne harcama, ne de büyüme olması mümkün değil. Diğer taraftan, aynı anda çeşitli terör örgütleri ile mücadele ediyoruz. Yani, güvenlik açısından da çok zor bir dönemdeyiz. Bu tüm ülke ekonomisini ciddi şekilde etkiliyor. Turizm sektöründeki zararın etkisi, pek çok sektörü ve tüm tedarik zincirini çok ağır şekilde etkilemiş durumda. Güneydoğu Anadolu bölgemizde insanlarımız ise ülkenin yaşadığı tüm bu zorlukların yanı sıra, daha da ağır bir travma yaşıyorlar. Hem savaşların yaşandığı bu ülkelere coğrafi olarak yakınlığın getirdiği zorlukları; hem de daha 2 yıl öncesine kadar iç barışın tesisi ile reformlardan, bölgede yapılacak yatırımlardan, fırsatlardan, acıları geride bırakıp geleceğe yönelik umudu konuşuyorken, çok ciddi çatışmaları ve bu çatışmaların getirdiği ağır maddi ve manevi yükü çekmek durumunda kaldılar."
O dönemde TÜRKONFED ile birlikte bölgede, Cizre’de, Batman’da yatırım danışma konseyleri topladıklarını, pek çok TÜSİAD üyesinin bölgeye götürüldüğünü, nasıl yatırımlar yapılabileceğinin konuşulduğunu belirten Symes, o günerin özleminin içlerinde olduğunu söyledi.
Hükümetin açıkladığı son teşvik paketinin çok kapsamlı ve olumlu olduğunu dile getiren Symes, "Ancak, bölgede güvenlik sağlanmadan, öngörülebilirlik artmadan yatırımların olması çok mümkün görünmüyor. Barış, güven, öngörülebilirlik ve huzur iş insanları için en büyük teşvik. İyimser bir tablo çizmek kolay değil. Ancak, mesele, buradan ileriye nasıl bakacağımız. Nasıl refah düzeyimizi yükseltecek adımları atarak, asıl gündemimiz olması gereken, teknolojiye, dijital dönüşüme, girişimciliğe, 21’inci yüzyıl becerilerine odaklanacağız? Aslında 2 yıldır, gündem ne olursa olsun TÜSİAD olarak bu başlıklara odaklanmak için çaba gösterdik, hükümet ile yakın temas içerisinde bu alanlardaki reformlara özel önem verilmesi için çalıştık, sürekli uyardık. Ve gördük ki; aslında Türkiye’de bu alanlarda ciddi bir potansiyel var. Yapısal reformlarını erteleyen ülkelerin, hem ekonomik, hem de siyasal anlamda nasıl zorlandığını görüyoruz. Kısa vadeli politikaların sadece geçici çözümler ürettiğini asla unutmamalıyız.
GÜVENLİK SORUNLARI, DEMOKRATİKLEŞMENİN ÖNÜNE GEÇMEMELİ
Ekonomiyi canlandırmak için kısa vadeli bazı tedbirler alırken, asıl ihtiyacımız olan uzun vadeli reform alanlarını ihmal edemeyiz. Bu dönemde kısa ve uzun vadeli tedbirler elele gitmek zorunda. Güvenlik sorunlarımız son derece büyük, farkındayız ama bu sorunların ne iktisadi alanda ne demokratikleşmede ilerlememizin önüne geçmesine izin vermemeliyiz. Bu tür zor değişim dönemlerinden geçerken en çok dikkat etmemiz gereken, iktisadi kurumlar, demokratik hak ve özgürlükler, rekabet gücümüz, uluslararası zemindeki yerimiz, işbirliklerimiz gibi alanlardaki kazanımlarımızı kaybetmemek. Ne olursa olsun temel hak ve özgürlüklerden, demokrasiden taviz vermeden, refah seviyesi yüksek, sosyal ve ekonomik kalkınmasını başarmış bir ülke olma hedefimizde kararlılıkla ilerlemeliyiz" dedi
Zirvede, gazeteci Nedim Adila moderatörlüğünde, ’Global oyuncu olarak aile şirketleri’ paneli de yapıldı. Panelde konuşan Avrupa Yatırım Bankası Türkiye temsilcisi Massimo D’Eufemia, Türkiye’de KOBİ’lerin dinamizminin farkında olduklarını ve uzun yıllardır aile şirketleri ve KOBİ’leri desteklediklerini söyledi. 2016 yılının ilk 10 ayında Türk KOBİ’lerine 900 milyon eurodan fazla destek sağladıklarını belirten D’Eufemia, "Bunların büyük kısmı aile şirketleridir. Ülkenin bazı bölgelerinde fonlama sağlamak zor ve imkansız. Doğu ve Güneydoğu’daki işletmelere özel hazırlanmış fonlama programlarımız var. Mesleki eğitim ve kadınların girişimcilik yapması konusuna önem verilmesi gerekir. Türkiye’de çok daha fazla kadın girişimciye ihtiyaç var" dedi.
PERİHAN İNCİ: 'FİNANSAL OKUR YAZARLIK ÇOK ÖNEMLİ'
İnci Holding Yönetim Kurulu üyesi Perihan İnci de finansal okuryazarlığın çok önemli olduğunu, finansmana erişmek için yönetimini bilmek gerektiğini söyledi. Aile şirketlerini en önemli özelliğinin temkinli oldukları için krizlerde ayakta kalmayı başarmaları olduğunu belirten İnci, "Türkiye’de kadınları üst düzey yöneticilikte aktif görüyorum. Biz beş kız kardeşiz. Babam vefat ettikten sonra şirketi devam ettirdik" diye konuştu.
Yaşar Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Feyhan Yaşar, Yaşar Holding bünyesinde 38 yıldır çalıştığını, Türkiye’de her türlü iyi, kötü sorunları yaşayan, asla yolundan vazgeçmeyen bir girişimcinin (Selçuk Yaşar) kızı olduğunu söyledi. Yaşar, "Bu dirençli girişimci bize büyük sorumluluk devretti. Krizlerden ve yıllardan sonra insan kaynağının önemini daha da çok anladık. Çalışan insan kaynağımızla beraber takım olmayı benimsedik. Aile, çalışanlarıyla birlikte takım olabilirse başarılı olabilir. Aile şirketlerinin çocukları işi en alt kademeden öğrenmelidir. Yetkinlikleri olan kişilerin karar verme mekanizmalarının başında olması gerekir. İnsan kaynağı politikası aile şirketinin sürdürebilirliği ve gelecek finansmanı kapsamında çok değerlidir. Aile içindeki uyumun sağlanması için bir aile anayasası olması da çok önemli. Herkesin bilgilere, rakamlara, gelecek planlarına sahip olması, bilmesi gerekir" dedi.
Aile şirketlerinde liderin vizyonunu ve ’Benden sonra ne olacak’, ’Benim gibi işe ilgi duyacak, vizyon sahibi olacaklar mı’ sorusunun önemli olduğunu belirten Yaşar, 1990’lı yıllardan itibaren danışmanlık hizmeti aldıklarını belirtti. Finansman, ticari başarı ve uluslararası strateji bir araya geldiğinde aile şirketlerinin istihdamın belkemiği ve geleceğin halkaları olacağını söyledi.
PEYRANO: 'AVRUPA’DA 23 MİLYON İŞSİZ VAR'
Londra Borsası Elite Programı İcra Kurulu Başkanı Luca Peyrano, dünyanın her yerinde aile şirketlerini özellikle karar alma süreçlerinde aynı zorluklarla karşı karşıya olduğunu dile getirdi. Peyrano, "Avrupa’da 23 miyon KOBİ var. Türkiye’de 2.4 milyon KOBİ var. Avrupa’da 23 milyon işsiz var. Her KOBİ’nin bir kişi işe aldığı düşünülürse işsizliğin üstesinden gelinir. Bir şirket işi büyütme güveni hissetiğinde bu adımı atabilir. Buna sermaye eksikliği, bürokrasinin çok oluşu engeli, eğitim eksikliği, belirsizlik engel olur" dedi.
CHP’li İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ise konuşmasında İzmir’i, belediyenin yatırımlarını ve karşılaşılan sorunları anlattı. Kocaoğlu, İzmir’in insanı, kozmopolit yapısı, yaşam biçiminden taviz vermeyen, kırmızı çizgileri olan, kadınların hem sosyal yaşamda hem iş hayatında son derece güçlü olduğu, hakkını hukukunu koruduğu, gerekiyorsa sokağa çıkıp eylem yaptığı, asla ve asla dayatmayı kabul etmediği Türkiye’nin bir numaralı kenti olduğunu söyledi. 
TÜRKONFED Başkanı Tarkan Kadooğlu ise yaptığı konuşmada, "Dostlarımızı çoğaltıp, düşmanlarımızı azaltacağız" söyleminin, geçmişten bugüne gelen ideolojik hesaplaşmalardan sıyrılmak, kutuplaşmayı azaltmak ve geleceğe birlikte yürümek için de siyaset kanallarına şans tanımakla olacağına inandıklarını söyledi. Kadooğlu, "Geçmişin kısır tartışmalarını sürdürmenin, ülkemizin enerjisini ve potansiyelini karşılıklı gerilimlerden beslenerek harcamanın zamanı değildir. Gün birlik ve beraberlik günüdür. Zira 15 Temmuz’da yaşadığımız darbe girişimi ülkemizin nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu hepimize gösterdi. TÜRKONFED olarak dün olduğu gibi bugün ve gelecekte de demokrasiden yanayız ve tarafız. Bilgi fikri, fikir özgür düşünceyi besler. Fikri hür, irfanı hür ve vicdanı hür nesiller yetiştirip, akıl ve bilim yoluyla yeni Türkiye’yi birlikte inşa edebiliriz" diye konuştu. 
Alıntı:
http://www.finansgundem.com/haber/tusiad-baskani-symes-endise-duyuyoruz/1139017



15 Kasım 2016 Salı

Şirketler neden yönetici değiştiriyorlar?

Türkiye'nin büyük şirketleri ekonomi için bu zorlu dönemde tepe yöneticileri ile vedalaştı... Bunun sebebi neler olabilir?

Son iki ayda 45 şirket CEO, genel müdür ve ülke müdürü değiştirdi. Unilever'den Vodafone'a, Boyner'den Pirelli'ye kadar pek çok şirkette yaşanan bu değişimin devam edeceği söyleniyor. Verimliliğin ve dış yatırımların önem kazandığı bu dönemde global tecrübesi olan yöneticilerin daha da öne çıkması bekleniyor. Yönetici değişiminde ibre yerlilere kayarken yabancıların sayısı azalıyor.
Türkiye ekonomisi zor bir dönemden geçiyor. Tüketici talebinde azalma, yükselen kurlar, alacakların zamanında tahsil edilememesi gibi nedenler şirketlerin performansını olumsuz etkiliyor. Şirketler bu gidişe dur diyecek, bu zor zamanlarda geminin rotadan çıkmasına engel olacak bir kaptana ihtiyaç duydukları için yeni yönetici arayışına girdi. Bu da pek çok şirkette CEO, genel müdür ve ülke müdürü değişimlerini beraberinde getirdi. Son iki ayda Unilever'den Türk Telekom'a, D&R'dan Altınbaş Holding'e kadar 45 şirket yönetici değiştirdi.
Üst düzey yönetici seçme ve yerleştirme hizmeti veren şirketlerin uzmanları, tepe yöneticilerdeki bu değişim rüzgarının süreceği konusunda hem fikir. Yeni yöneticilerde aranan özellikler şirketlerin ihtiyaçlarına göre şekillense de genel müdür ve CEO pozisyonlarında liderlik yetkinlikleri önemli. Bu dönemde verimlilik yine önem kazanmış durumda. Ayrıca pek çok Türk şirketinin yurtdışına açıldığı ve yurtdışı yatırımlarının önem kazandığını görülüyor. Dolayısıyla global tecrübesi olan yöneticiler de bu süreçte öne çıkıyor.
KAPTANLAR DEĞİŞİYOR
Aslında sonbahar ve kış dönemi üst düzey yönetici değişikliklerinin yoğun olduğu bir dönemdir. Ancak 15 Temmuz sonrasında bu yıl şirketlerin değişikliklere daha temkinli yaklaşacağı yönünde bir beklenti vardı. Fakat son iki ayda bunun tam tersinin olduğunu, yaz durgunluğunun ardından sonbahar döneminin yönetici değişimleri açısından oldukça hareketli başladığını gördük.
Amerika merkezli uluslararası bir 'executive search' şirketi olan NGS Global'in Türkiye ortağı Can Onan, hükümetin aldığı önlemlerin ve canlandırma paketlerinin genel olarak büyük şirketlere ve mega projelere pozitif etkide bulunduğunu söylüyor. Şirketlerin çoğu ise bunlardan pek yararlanamıyor. Onan, "Bu nedenlerden dolayı hem halihazırda başta olan CEO'larda bir yorgunluk baş gösterdi, hem de şirket patronları bu gidişata dur demek için bu zor zamanlarda gemiyi düzeltecek ya da en azından olanı koruyacak yeni kaptanlar aramaya başladılar" diyor.
İBRE YERLİYE KAYDI
Yerli ve yabancı CEO tercihinde uzun süredir Türk üst yöneticiler hem ülkeyi ve ortamı bildiklerinden hem de başarılı geçmişleri ve kriz tecrübeleri nedeniyle tercih ediliyorlardı. Son bir yılda baş gösteren terör olayları nedeniyle yabancı CEO'lar Türkiye'ye gelmemeyi tercih ettiklerinden ya da burada kalma konusunda çekinceleri olduğundan dolayı da ibre ciddi bir şekilde yerli yöneticilere dönmüştü. Son iki ayda gerçekleşen değişimde de benzer yönde bir tablo dikkati çekiyor.
Yerli yöneticilerin öne çıkmasının bir başka nedenini ise Ergene Consulting & HGA Group Türkiye başkanı Murat Ergene şöyle anlatıyor: "Bir şirketten yabancı bir yönetici ayrıldığı zaman, maliyet unsuru da dikkate alınarak yerli yöneticiler tercih ediliyor. Böyle örneklere de çok sık rastlıyoruz. Bu konuda genel bir değerlendirme yapmak yerine sektör bazında değerlendirme yapmanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Çünkü yabancı ve yerli yönetici ihtiyacı her sektörde farklı olabiliyor. Örneğin şu sıralar lojistik ve otomotiv sektörlerinde hem yabancı hem de yerli yönetici talebinde bir hareketlilik olduğunu söyleyebiliriz."
YABANCILAR AZALACAK
Tabii tabloda yeni atanan yabancı yöneticiler de görülüyor. Özellikle ani değişiklik kararlarında yurtdışındaki merkezden aday gönderildiğini söyleyen MY Executive Kurucu Ortağı Müge Yalçın, "Bundan yabancı yöneticilerin tercih edildiği anlamını çıkarmamak gerekiyor. Ben uygun aday bulununca tekrar yerli yöneticilere dönüleceğini sanıyorum" diye konuşuyor.
Önümüzdeki bir yılda Türkiye'deki yabancı yönetici sayısında ciddi bir azalma beklediğini söyleyen Egon Zehnder Yönetici Ortağı Murat Yeşildere, ülke gündemi ve yapısal unsurlar nedeniyle giden yabancı yöneticilerin yabancı yatırımları negatif etkilememesi için normalleşmeye yönelik iletişimin yapılması gerektiği görüşünde.
PERFORMANS MUTSUZLUĞU
Yönetici değişimlerinin önümüzdeki dönemde devam edeceği beklentisinde olan Murat Yeşildere, bu yöndeki düşüncelerini şu sözlerle paylaşıyor: "Son dönemde iş dünyasında bir performans mutsuzluğu var. Patronlar ve yatırımcılardan başlayan bu memnuniyetsizlik aşağıya doğru gidiyor. Bu memnuniyetsizlik ilk etapta organizasyonun tepe koltuklarında değişime neden oldu. Ancak bir yıl içinde onların altında, CMO, CFO ve satış pozisyonlarında da değişim bekliyorum. Bu ortamda yöneticilerin sonuç odaklı olması ve değişim liderliği kasının gelişmiş olması çok önemli, Çünkü oyun değişti ve yıkıcı yenilikler getirmek, işi yeniden kurgulamak gerekiyor."
Neden yönetici değiştiriyorlar?
1-İstedikleri kir ve verimliği elde etmek için,
2-Şirketin mevcut durumunu korumak için,
3-Yeni açılımlar ve fırsatlar elde etmek için. (Fatoş Bozkuş/Ekonomist Dergisi)



Alıntı:
http://www.finansgundem.com/haber/sirketler-neden-yonetici-degistiriyorlar/1137391


12 Kasım 2016 Cumartesi

SPK dolandırıcılık duyurusunda bulundu

SPK Haftalık Bülteninde, sosyal medya hesapları üzerinden kendilerini “yatırım danışmanı”, “piyasa uzmanı” gibi unvanlarla tanıtan şahıslarla ilgili duyuruda bulunuldu

SPK Haftalık Bülteni yayımlandı. Bültende  Kurulumuzun 11/11/2016 tarih ve 31/1111 sayılı Kararı ile aşağıda yer alan duyurunun kamuoyuna yapılmasına karar verildiği belirtildi.
DUYURU: Kurulumuzca son dönemlerde yapılan incelemelerde, sosyal medya hesapları üzerinden kendilerini “yatırım danışmanı”, “piyasa uzmanı” gibi unvanlarla tanıtan, hisse senedi veya diğer piyasalara yönelik öngörüler paylaşan mesajların olduğu görülmektedir. Bu kişilerin kısa sürede yüksek getiri vaadiyle yatırımcılara tavsiye ve telkinlerde bulundukları anlaşılmaktadır. Söz konusu şahıslara ve bu hesaplarda yer alan tavsiye ve telkinlere itibar edilmemesi, yatırım danışmanlığı ve/veya portföy yönetim hizmeti alınmak isteniyorsa Kurulumuzdan yetki belgesi almış kuruluşların tercih edilmesi mağduriyet yaşanmaması açısından önem arz etmektedir. 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu (SPKn)’nun 39’uncu maddesine göre; yatırım hizmetlerinin ve faaliyetlerinin düzenli uğraşı, ticari veya mesleki faaliyet olarak icra edilebilmesi için Kuruldan izin alınması zorunludur. Kuruldan izin alınmadan icra edilen sermaye piyasası faaliyetinin yaptırımı ise, SPKn’nun 109’uncu maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenmiş olup; anılan maddede “…Sermaye piyasasında izinsiz olarak faaliyette bulunanlar iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin günden on bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılırlar...” hükmü yer almaktadır. Diğer taraftan, anılan sosyal medya hesapları aracılığıyla beraber hareket etmek suretiyle SPKn’nun “Piyasa dolandırıcılığı” başlıklı 107’nci maddesine aykırı olarak işlem gerçekleştirildiğinin Kurulumuzca tespit edilmesi durumunda sorumlular hakkında SPKn’nun 115’inci maddesi kapsamında suç duyurusunda bulunulması, SPKn’nun 101’inci maddesi kapsamında tedbir getirilmesi ve/veya SPKn’nun 104’üncü maddesi kapsamında ilgililer hakkında idari para cezası verilmesi mümkündür. Bu kapsamda, bahse konu anılan sosyal medya hesaplarına ve burada yer alan şahısların tavsiye ve telkinlerine yatırımcılar tarafından itibar edilmemesi hususu önemle duyurulur.
Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/spk-dolandiricilik-duyurusunda-bulundu/1136427


30 Ekim 2016 Pazar

Dünya Bankası'ndan Türkiye'ye büyüme önerisi

Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Cyrill Muller, Türkiye ekonomisinin çok sağlam bir şekilde büyüdüğünü ve dünyada en hızlı büyüyen ekonomiler arasında yer aldığını belirterek, "Bu performansını yükselterek sürdürebilmesi için eğitime yapılan yatırımların devam etmesi, bölgesel çatışmaların sona ermesi ve tarım temelli ekonomiden sanayi merkezli ekonomiye geçişin hızlanması gerekiyor." dedi.
Türkiye ekonomisinin performansı ve sürdürülebilir büyümenin gereklilikleri hakkında AA muhabirine açıklamalarda bulunan Muller, Türkiye'nin sahip olduğu potansiyeli göz önüne alarak daha müreffeh bir seviyeye erişebilmek için mevcut büyüme hızının da üzerine çıkabileceğini ifade etti.
Muller, Türkiye ekonomisinin büyüme hızını artırabilmesi ve performansını sürdürülebilir seviyede tutabilmesi için eğitime yapılan yatırımların devam etmesinin, bölgesel çatışmaların sona ermesinin ve tarım temelli ekonomiden sanayi merkezli ekonomiye geçişin hızlanmasının gerektiğinin altını çizerek şu değerlendirmelerde bulundu:
"Diğer ülkeler ile karşılaştırdığımızda, Türkiye ekonomisinin büyüme performansı gerçekten sağlam ve açıkçası en hızlı büyüyenlerden birisi. Bunun bu şekilde devam edebilmesi için öncelikle eğitim konusuna ağırlık verilmeli. Eğitime erişebilme ve mezun verme oranlarınız çok iyi. Ancak alınan eğitimin kalitesi ve genç insanların bu eğitimle iş bulabilmesi konuları da önemli. Eğitim sisteminin daha yaratıcı, daha yenilikçi, daha modern bir ekonomiye geçişle doğrudan bağlantısı olduğunu düşünüyoruz.
İkinci olarak, ülkenizin de içinde bulunduğu bölgede devam eden karışıklıkların, Türkiye ekonomisinin büyümesini olumsuz yönde etkiliyor ama söz konusu karışıklıklardan bazılarının çözüleceğini ve gerilimin azalacağını düşünüyorum. Bu da Türkiye'ye ekonomisini büyütmesi için fırsatlar sunacak.
Son olarak şunu söylemek isterim ki Türkiye belli bir süredir tarımsal ekonomiden üretim ve hizmet ekonomisine geçme konusunda çok başarılı bir performans sergiledi. Ancak geldiği pozisyonu sağlamlaştırarak daha ileriye taşıyabilmesi için kendisini teknolojinin daha yoğun kullanıldığı, yenilikçi ve yaratıcı anlayışla üretilmiş katma değeri yüksek ürün ve hizmetlerin etrafında konumlandırmalı.
Bu üç hususun size yardımı olacağını düşünüyorum. Mesela yatırım konusunda, özellik altyapı yatırımları konusunda çok iyisiniz ki bu ekonomik büyüme için önemli bir bileşendir. Buna ek olarak canlı bir ekonominiz, güçlü bir talebiniz ve daha yüksek seviyeye ulaşmanıza yardımcı olacak genç nüfusunuz var."
"Günümüzde eğer güvenilir makro politikalarınız yoksa kaybedersiniz"Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Muller, sağlam makro ekonomi ve maliye politikalarının önemini hatırlatarak, şu ifadeleri kullandı:
"Bir iktisatçı olarak bu değerlendirmeleri yaparken tabii ki makro ekonomi ve maliye politikalarının düzgün uygulandığı kabulüyle konuştum. Çünkü sağlam politikaların yokluğunda Türkiye için her şey çok zor olur. Günümüz dünyasında eğer güvenilir politikalarınız yoksa kaybedersiniz. Çünkü düşük hızlı büyümenin hakim olduğu bu iklimin yatırımcıları her zaman hassas riskten kaçmaya eğilimli. Bu yüzden, yakın geçmişte küresel boyutta finansal kriz geçirmiş bir dünyayı düşünerek söylüyorum, ekonominizi büyütebilmek için çok sağlam makro iktisadi politikalara ve istikrara ihtiyacınız var. Aksi takdirde yatırımlarınız olumsuz etkilenecektir."
"Metodoloji değişikliği Türkiye'nin sıralamasını düşürdü"Muller, Dünya Bankası tarafından her yıl güncellenen ve 2017 versiyonu kısa bir süre önce açıklanan, ülkeleri iş yapabilme imkanlarıyla ilgili bir dizi ölçüme göre sıralayan, "2017 İş Yapma Kolaylığı" raporundaki sıralamada Türkiye'nin birkaç basamak aşağıya düşmesiyle ilgili olarak, "Türkiye'nin sıralamadaki yeri metodoloji değişikliği nedeniyle düştü. Türkiye'nin bir şeyleri eksik yapması söz konusu değil. Ayrıca diğer ülkelerden bazıları daha agresif bir gelişme gösterdiği için Türkiye'nin önüne geçtiler." dedi.
İleriye dönük beklentisinin yüksek olduğunu belirten Muller, "Hükümetinizin yaptığı açıklamalar ve çalışmalar, önümüzdeki süreçte Türkiye'nin söz konusu kriterlerde daha ileriye gideceğini düşünmemi sağlıyor." diye konuştu.
Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/dunya-bankasindan-turkiyeye-buyume-onerisi/1131832

İhracatın yarıdan fazlası İstanbul'dan

İstanbul, yılın ilk 8 ayında Türkiye'den yapılan ihracatın 54,5’ini tek başına gerçekleştirdi.

Türkiye'nin ihracat şampiyonları yılın ilk 8 ayında İstanbul, Bursa ve İzmir oldu. Gümüşhane, Tunceli ve Kars ise en az ihracat yapan iller olarak son sıralarda yer aldı.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Diyarbakır Bölge Müdürlüğü’nden alınan verilere göre, yılın ilk 8 ayında 93 milyar 320 milyon 378 bin dolar ihracat gerçekleşti.
Verilere göre, yılın ilk 8 ayında Türkiye'nin ihracat şampiyonu 50 milyar 906 milyon 266 bin dolar ile yine İstanbul oldu.
Uzak ara ihracat şampiyonu olan mega kent İstanbul, Türkiye ihracatının yüzde 54,5’ini tek başına gerçekleştirdi. İstanbul’u 6 milyar 272 milyon 841 bin Dolar ile Bursa ve 5 milyar 559 milyon 78 bin dolar ile İzmir takip etti.
İllere göre dolar bazında ihracat rakamları şöyle:
“Gaziantep 4 milyar 196 milyon 778 bin,
Kocaeli 4 milyar 178 milyon 753 bin,
Denizli bir milyar 583 milyon 516 bin,
Sakarya bir milyar 213 milyon 542 bin,
Manisa bir milyar 171 milyon 976 bin,
Hatay bir milyar 36 milyon 517 bin,
Adana bir milyar 18 milyon 534 bin,
Kayseri bir milyar 2 milyon 185 bin,
Konya 866 milyon 551 bin,
Mersin 852 milyon 297 bin,
Trabzon 789 milyon 363 bin,
Antalya 620 milyon 355 bin,
Tekirdağ 614 milyon 758 bin,
Mardin 582 milyon 691 bin,
Kahramanmaraş 579 milyon 789 bin,
Eskişehir 561 milyon 875 bin,
Aydın 393 milyon 363 bin,
Balıkesir 331 milyon 477 bin,
Adıyaman 289 milyon 728 bin,
Muğla 272 milyon 181 bin,
Samsun 236 milyon 108 bin,
Şırnak 235 milyon 222 bin,
Afyonkarahisar 194 milyon 936 bin, Karaman 186 milyon 795 bin, Uşak 164 milyon 157 bin, Karabük 161 milyon 277 bin, Malatya 155 milyon 226 bin, Çorum 148 milyon 355 bin, Zonguldak 141 milyon 910 bin, Şanlıurfa 136 milyon 746 bin, Kırklareli 127 milyon 519 bin, Elazığ 123 milyon 105 bin, Burdur 119 milyon 450 bin, Kütahya 118 milyon 76 bin, Kırşehir 115 milyon 514 bin, Isparta 113 milyon 429 bin, Rize 107 milyon 499 bin, Diyarbakır 105 milyon 667 bin, Giresun 102 milyon 474 bin, Osmaniye 100 milyon 165 bin, Bolu 97 milyon 888 bin, Ordu 94 milyon 661 bin, Yalova 74 milyon 574 bin, Kilis 74 milyon 155 bin, Çanakkale 72 milyon 416 bin, Iğdır 67 milyon 327 bin, Düzce 60 milyon 395 bin, Siirt 59 milyon 733 bin, Bilecik 57 milyon 23 bin, Aksaray 53 milyon 328 bin, Çankırı 53 milyon 9 bin, Amasya 51 milyon 883 bin, Sivas 47 milyon 949 bin, Artvin 39 milyon 463 bin, Niğde 36 milyon 971 bin, Ağrı 36 milyon 401 bin, Kastamonu 29 milyon 200 bin, Edirne 26 milyon 519 bin, Nevşehir 26 milyon 457 bin, Batman 25 milyon 190 bin, Van 24 milyon 72 bin, Yozgat 15 milyon 795 bin, Tokat 13 milyon 891 bin, Hakkâri 13 milyon 799 bin, Kırıkkale 13 milyon 477 bin, Sinop 12 milyon 884 bin, Erzurum 12 milyon 611 bin, Bartın 8 milyon 224 bin, Bayburt 6 milyon 912 bin, Erzincan 5 milyon 202 bin, Ardahan bir milyon 121 bin, Bitlis bir milyon 74 bin, Bingöl 598 bin, Muş 290 bin.”

8 Ağustos 2016 Pazartesi

Ücretsiz portföy programı: Google Finance

Hisse senetlerini alan, satan pekçok yatırımcı yatırımlarını bir programdan takip etmez, edenler de genelde Excel programından faydalanırlar. Takip için ise aracı kurumların ekstreleri ve uygulamaları tercih edilir. Portföy programları portföy yönetimleri içindir ve pahalıdır.
Bugün portföyümü, stratejileri Google Finance üzerinden ücretsiz nasıl takip edebiliriz inceleyeceğiz.
Google Finance kullanabilmek için bir Google hesabınızı olması yeterli.
Örnek olması için Sihirli Formül Stratejisinin 2016 yılında aldığımız hisselerini kullanacağız.
Şimdi adım adım portföyü nasıl aktaracağımızı özetleyelim.
Soldaki menüden Portfolios sekmesine tıkla:


Sağ üstte Create New Portfolio tuşuna tıklayarak portföyümüzü oluşturmaya başlayalım. Ben portföy ismini SF2016 olarak verdim.
Portföy ismini verdikten sonra boş bir sayfa gelecek buradan Edit portfolio sekmesini açacağız:


Açılan pencereden para birimini TL yapmamız gerekiyor, bu adım önemli bunu atlarsak sistem düzgün çalışmaz.


Kaydedip çıkalım.
Portföy hala boş. Portföyü 100000 TL ile başlatacağım. Bunun için Deposit tuşuna basıp işlemi giriyorum. Sonrasında Add to portfolio tuşuna tıklayıp portföye eklemem gerekiyor:


TL yatırdıktan sonra görünüm:


Portföy hala daha boş.
2016 yılında yapılan işlemleri 20 hisseli portföy için aktaracağım. Hisseleri 31/12/2015 tarihinde alıp 31/3/2016 tarihinde sattığımı, oluşan TL rakamını kullanarak yeni grup hisseleri 31/3/2016 tarihinde aldığımı ve bu hisseleri 30/6/2016 tarihinde sattığımı, daha sonra elimdeki para ile 30/6/2016 tarihinde yeni hisseleri aldığımı varsayacağım. Komisyon ödemedim.
İşlemleri yapabilmek için Excel’de oluşturup Google Finance portföye aktaracağım. Bunun için import transactions kullanılacak:


Gelen ekrandan Gözat:


İlgili dosyayı seçtikten sonra preview import tuşuna bastıktan sonra portföy işlemleri ekrana gelmeli. Bu ekranda sütunları eşleştirmek gerekiyor:


Sol üstteki kutucuğu işaretledikten sonra tüm işlemler seçilecek. Bilgi satırını seçim dışı bıraktıktan sonra altta yer alan import tuşuna basacağız ve portföy işlemleri aktarılacak.
Herşey doğru gittiyse aşağıdaki mesaj gelecek:


Aktarım sonrasında ise edit transactions ile tüm işlemleri cash linked olarak işaretlemek gerekecek. Kaydettikten sonra portföyü inceleyebiliriz:


Kapatılan pozisyonlar closed olarak gelecek, diğerleri ise açık olacak. Her bir hissenin performansı vs incelenebilir.