31 Ekim 2017 Salı

Finansal sonuçlar açıklanırken bunlara dikkat!


Finansal sonuç açıklama döneminde tek bir gelişme ya da duyumla ani kararlar verilmemeli. Hisse senedi yatırımlarında şirketlerin dönemlik finansal performansları önemli olsa da tek başına yeterli bir gösterge olmadığı göz ardı edilmemeli...

Finansal sonuç açıklama dönemlerinde genellikle, endeksin seyrinden ziyade hisse bazlı hareketler yatırımcıların odağında oluyor. Payları Borsa İstanbul’da işlem gören şirketlere ait 2017 üçüncü çeyrek finansal sonuç açıklama takvimi 20 Ekim itibariyle başladı. Bu yazının hazırlandığı 26 Ekim Perşembe sabahı itibariyle BİST-100’de yer alan sekiz şirkete ait sonuçları karşılamış durumdayız. Bu hafta, finansal sonuç açıklama döneminde hisse seçimi konusunda dikkat edilebileceklere ve nasıl hareket edilebileceğine dair bir bakış açısını ele alacak ve son açıklanan finansal sonuçlar üzerinden işin pratikteki yansımalarına değineceğiz. Öncelikle bazı uyarı ve hatırlatmalarla başlayalım:

*Finansal piyasalardaki fiyat hareketlerinin dinamiğini en güzel özetleyen tabirlerden bir tanesi “beklentiyi al; gerçekleşmeyi sat” şeklindedir. Özellikle finansal sonuçların açıklanmasına yakın dönemlerde hisselerde alınan pozisyonlar büyük ölçüde açıklanacak kâr rakamına yönelik beklentilere odaklanmaktadır. Bundan dolayı da, genellikle, açıklanan kâr rakamının beklentiyi aşması durumunda hisse fiyatlarının yükseldiğini; beklentilerle uyumlu gelmesi durumunda sınırlı kâr satışlarının geldiğini; beklentilerin altında kalması durumunda ise ciddi düzeltme hareketleri görülmektedir.

*Net çeyrek sonuçlarını, bir önceki çeyreğe göre kıyaslamak devam eden performansı yansıtması açısından önemli olmakla birlikte olası mevsimsel etkiler nedeniyle sağlıklı değerlendirmeyi zorlaştırabilmektedir. Bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yapılan kıyaslamalar mevsimsellik kaynaklı zorlukları önemli ölçüde ortadan kaldırmakla birlikte; önceki yılki dönemde tek seferlik ciddi etkilerin görülmesi de baz etkisine yol açarak yine değerlendirme açısından zorluk ortaya koyabilmektedir. Dolayısıyla, son dönem performansı değerlendirirken, bu durumlar göz önünde bulundurularak yorumlanmalıdır.

*Konsensüs beklentilere göre pozisyonlar günler öncesinden alınmış olunduğundan, sonuçların açıklanması sonrasında ilk fiyat hareketleri sert olabilmektedir. Bu durum, sonuçların açıklanmasının hemen akabinde alman yatırım kararları bir anlamda “panik” özelliği taşımasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, alım satım kararlarında zamanlama ve zarar kesme/hedef seviyeleri belirleyip bunlara riayet etmek büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, hemen açılışlarda alım satım yapmak yerine fiyatın bir miktar dengelenmesini bekleyerek basiretli hareket etmek daha sağlıklı olmaktadır.

*Açıklanan sonuçlarda ilk piyasa tepkileri büyük ölçüde net kâr gerçekleşmelerine odaklanıyor olsa da sonuçların genel operasyonel ve mali performansı kapsayacak şekilde bir bütün olarak değerlendirilmesi yerinde olacaktır. Zira net kâr rakamında bazı tek seferlik gelişmeler nedeniyle ciddi sapmalar olabilmektedir. Finansal sonuçların bütününde ve/veya şirketin projeksiyonlarında gözlenen değişimler, şirket değerlemesinde kullanılan varsayımları etkileyebileceğinden, güncellenen hedef fiyatlar ilk fiyat tepkisinden farklı şekilde hareketlere neden olabilmektedir.

*Hisse fiyatlarının seyrini etkileyen iki ana risk vardır; firma özelindeki risk ve piyasa riski. Yalnızca finansal sonuçları dikkate alıp diğer tüm gelişmeleri göz ardı edecek olursak aslında firma özelindeki riske odaklanmış oluruz. Ancak pratikte, bu iki risk iç içe geçmiş durumdadır. Dolayısıyla, finansal sonuçlardaki beklenti-gerçekleşme kaynaklı görülmesi muhtemel hareketler piyasanın genelini etkileyen gelişmelerle daha sınırlı kalabildiği gibi daha da sertleşebilmektedir. Bu nedenle, özellikle, kısa vadeli alım-satımlar açısından şirket özelindeki gelişmelerle birlikte piyasadaki genel eğilimi de göz önünde bulundurmak faydalı olacaktır.

Özetle, finansal sonuç açıklama döneminde kısa vadeli alım-satım yapmak daha riskli olabilmekte olduğundan; tek bir gelişme ya da duyum kaynaklı ani kararlar vermekten kaçınmak daha sağlıklı olacaktır. Orta-uzun vadeli beklentilerle hareket edilmesi durumunda, şirkete yönelik ana hikâye bozulmayacak şekilde dönemlik zayıf sonuçların getireceği olası düşüşler alım fırsatı olarak değerlendirilebileceği gibi, yatırım kararının temelini oluşturan hikâyenin bozulmaya başladığının görülmesi halinde uygun seviyelerden çıkış yapılması da tercih edilebilir. Hisse senedi yatırımlarında şirketlerin dönemlik finansal performansları oldukça önemli olmakla birlikte, tek başına yeterli bir gösterge olmadığı göz ardı edilmemelidir.

Alıntı:


28 Ekim 2017 Cumartesi

Merkez'in duruşu piyasalara nasıl yansıyor


Milliyet yazarı Güngör Uras, Merkez Bankası'nın dünkü faiz kararını ve verdiği mesajları değerlendirdi. İşte Uras'ın o yazısı:


Merkez Bankası’nın faizi indirmesini bekleyenler var, yükseltmesini bekleyenler var.

İndirsin diyenler, “Faizi indirsin ki ülkede iş yapacaklar, yatırım, üretim yapacaklar, ev alacaklar faiz ucuzladığı için, daha fazla yatırım, üretim yapsınlar. Daha çok konut alsınlar. Ekonomi canlansın, istihdam artsın, ekonomi büyüsün” diyor.

Faizi yükseltmesini bekleyenler, “Faiz yükselmezse, ülkeye döviz akımı yavaşlar. Döviz açığımızı finanse edemeyiz. Döviz fiyatı artar” şeklinde konuşuyorlar.

Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan ve Sayın Bakanlar piyasadaki faizi yüksek buluyor.

Faiz inmeli, artmalı tartışmaları sürerken, Merkez Bankası’nın ‘Para Politikası Kurulu’, dünkü toplantıda faizleri değiştirmeme kararı aldı.

İstiyor ama indiremiyor

Merkez Bankası’nın bankalara borç para dağıtırken uyguladığı faiz oranları, ekonomide Hazine’nin borçlanma faizinin, mevduat ve kredi faizlerinin seviyesini belirliyor. Merkez Bankası bankalara 3 farklı pencereden borç veriyor. Bu 3 pencerenin borç verme tavanı belli. Merkez Bankası 3 pencerenin Faiz tavanını indirirse faizi indirmiş, çıkarırsa faizi artırmış oluyor.

Bu 3 pencereden, (1) Haftalık repo penceresinin faizinin tavanı %8.0, (2) Marjinal fonlama penceresinin faizinin tavanı %9.25, (3) Geç likidite fonlama penceresi faizinin tavanı %12.25.

Merkez Bankası birazı o pencereden, birazı bu pencereden harman yaparak her gün bankalara ortalama bir faizle borç veriyor. Buna da “fonlama maliyeti” deniliyor. Ekonomide tüm faiz oranlarını oluşturan Merkez Bankası’nın bankaları fonlama faizi ortalaması şu günlerde %12 dolayında.

Artışın bir sınırı var

Merkez Bankası faiz oranlarının tavanını değiştirmediğine göre bundan sonra bankalara kredi verirken faizi en çok % 12.25’e kadar artırır ama istediği kadar aşağıya çekebilir.

Merkez Bankası faizi neden artırıyor? Bankanın önceliği enflasyonu aşağıya çekmek. Öne çıkarmadığı arayışı, döviz girişinin kesilmesini, döviz fiyatının artmasını önlemek. İşte bu nedenle, yüksek faiz politikası uygulamak zorunda kalıyor ama faizi yüksek tutarken de ekonominin daralmamasına dikkat etmek zorunda.

Yüksek faiz politikası bankanın enflasyonu dizginlemek için elindeki tek araç değil. Ekonominin normalin üzerinde ısınmasını (talebin coşmasını) engellemek için bankaların kredileme imkânlarını değişik yollardan sınırlıyor. Faizi yükseltilirken buna ek olarak banka imkânlarının sınırlandırılmasına “Sıkı Para Politikası” deniliyor.

Merkez Bankası faiz konusundaki kararlarını açıklarken, “Sıkı Para Politikası”nın sürdürüleceğini tekrarlıyor. Bütün bunlardan sonra da devamlı şeker dağıtıyor: (1) Enflasyonda iniş umutları var. (2) Ekonomide büyüme umutları var şeklinde mesajlar vermeyi ihmal etmiyor.

Sıkı para politikası sürecek

Merkez Bankası dün neden sıkı para politikası uygulandığını da açıkladı. Enflasyonun bulunduğu yüksek seviyelerin ve çekirdek enflasyon görünümüne ilişkin gelişmelerin fiyatlama davranışlarında risk yarattığını, bu nedenle sıkı duruşunu enflasyonda gerileme görüleceğine kadar kararlılıkla koruyacağını belirtti.

Bu arada “Yüksek faiz, sıkı para politikası” uygulamasına rağmen, işler durmuyor, ekonomi büyüyor mesajını ihmal etmedi. Her şeye rağmen “iktisadi faaliyetin güçlü seyrettiği”ni tekrarladı.

Merkez Bankası’nın durumu böyle de, bu durum piyasalara nasıl yansıyor?

Eylülde manşet enflasyon %11.20, çekirdek enflasyon %10.98 idi. Hazine’nin gösterge faizi dün %12.60 dolayındaydı. Hazine %12.00 - %12.40 birikimli faizle borçlanabiliyor. Bankalarda ortalama ticari kredi faizi %16.88. Bankalar mevduata %12 - %14 faiz veriyor. Faiz cephesinde durumumuz budur efendim...

Alıntı:


15 Ekim 2017 Pazar

Alman borsası rekordan rekora koşuyor, ancak Alman yerli yatırımcı sayısı azalıyor

Alman borsa endeksi DAX çoktandır beklendiği gibi 13 bin puanın üzerine çıktı. Ama özel yatırımcı rekordan pay alamadı.

Tasarrufa önem veren Almanların çoğunlukla borsaya uğramamaları biraz çelişkili gibi geliyor. Alman Hisse Senetleri Enstitüsü 2016 yılında hissedar sayısının daha da azaldığını duyurmuştu. Geçen yıl Almanya'da şirket ve fon hissesi bulunduranların sayısı 9 milyon civarındaydı. Her yedi Alman'dan sadece biri doğrudan ya da şirket fonları üzerinden borsada yatırım yapıyor. Borsa endeksi rekordan rekora koşarken tasarruf hesaplarına faiz ödenmemesine rağmen hisse senedi sahiplerinin sayısı bir yılda 30 bin azaldı.

Almanya'da borsa kültürü yaygın değil. Bunun bir nedeni de bankaların geniş kitleleri hisse senetlerine yatırım yapmaya özendirmede geç kalmasıydı. 2000'lerin başlarında internet şirketleriyle birlikte Alman Telekom'un Hisse senetleri de dibe vurunca güvensizlik daha da artmıştı.

Almanlar borsadan çekiniyor

Güvensizliği ortadan kaldırmak mümkün olmadı. Her üç Alman'dan biri hisse senetlerine yatırım yapmanın riskli olduğunu, yüzde 62'si de yatırımda en önemli kriterin güvenirlik olduğunu düşünüyor.

Alman Birleşik Borsa Endeksi DAX'ın yeni bir rekor daha kırması epey sürdü. Borsa uzmanları endeksin 13 bin puanın üzerine çıkmasının gün meselesi olduğunu biliyorlardı ve perşembe günü öyle de oldu. DAX'ın şahlanmasının çeşitli nedenleri var. Bunlardan biri, yabancı yatırımcının Almanlardan daha hevesli olması. DAX'a kayıtlı en büyük 30 Alman şirketindeki yabancı hissedarların payı yüzde 80'i buluyor.

En büyük yabancı yatırımcı grubunu Kuzey Amerikalılar oluşturuyor. Amerikalıların borsada hisseleri işlem gören Alman şirketlerindeki payı yüzde 33'e yaklaştı.

Aynı zamanda DAX senetlerinin yüzde 61'i bankalar, sigortalar ve yatırım fonları gibi kurumsal yatırımcıların elinde bulunuyor. Kurumsal yatırımcı yüksek kâr amaçlı çalışıyor. Alman devlet tahvillerine negatif faiz uygulanan bir dönemde yatırım sermayesinin borsaya yönelmesi kaçınılmazlaşıyor.

Alternatifsizlik

Diğer borç senetleri de kâr etmiyor. Avrupa Merkez Bankası her tahvili satın alıyor ve sıfır faiz politikasıyla İtalya'nın borçlarını yeniden yapılandırmasına yardım ediyor. Kurumsal yatırımcı da alternatifsizlik nedeniyle tahvilden çıkıp hisse senedine yöneliyor.
Alman borsa endeksinin önümüzdeki aylarda yeni puan rekorları kırması sürpriz olmaz. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) dünya ekonomisi büyüme tahminini revize edip yukarı çekti. Petrol İhraç Eden Devletler Teşkilatı (OPEC) arzı daraltmayı başaramadığı sürece petrol fiyatlarının tırmanmasından korkmaya da gerek olmayacak. Oysa DAX'ın uzun süre yerinde saymasına petroldeki ucuzluk neden olmuştu. Yatırımcı petrol talebinin durgunluk beklentisi yüzünden gerilediğini düşünmekteydi. Ama bunun aksi de söylenebilir. Enerji fiyatlarının düşmesi işletmelerin üretim maliyetlerini düşürüp kâr marjını arttıracağından, hisse senetlerinin cazibesi artar.

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/borsa-rekordan-rekora-kosuyor-yatirimci-sayisi-azaliyor/1239225


13 Ekim 2017 Cuma

Yabancı ülkelerin Türkiye’deki yatırımlarının varlığı

Türkiye ile vize krizi yaşayan ABD’nin Borsa İstanbul’daki hisselerinin, aldıkları Türkiye devlet tahvillerinin, doğrudan yatırımlarının ve bankalar ile şirketlere verdiği borçların toplam tutarı 58.1 milyar dolara ulaşıyor.

Son dönemlerde önce Kuzey Irak’taki devlet yapılanması ardından konsolosluk görevlisinin gözaltına alınması ile zirveye çıkan Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye’nin yaşadığı gerilim öncelikle finans piyasalarında etkisini gösteriyor. ABD doları vize krizi öncesi 3.58 düzeyindeyken bir ara Asya piyasalarında 3.92’lerden bile işlem gördü. Kur dün 3.65’in hafif üstünde seyretti. Borsa İstanbul’da da vize krizi ile sert dalgalanma gerçekleşti. Endeks ekim ayı başında 110 binli seviyeleri aşmışken vize krizinin başladığı gün yüzde 2.3 gerileyerek 99 bin 210 puana kadar indi. Tahvil faizleri yüzde 12.43’e kadar fırladı. Tüm bunların altında yatan neden ise uluslararası alanda yaşanan siyaset kaynaklı endişe olurken ABD ve ABD vatandaşları ve fonlarının Türkiye’deki yatırımlarının varlığı da bu endişeleri katladı. Peki ABD’li şirketlerin fonların ve vatandaşların Türkiye’de ne kadar varlığı bulunuyor?

29.4 MİLYARI BORSA VE TAHVİLDE PARK ETMİŞ

Öncelikle ABD kökenli fonları ve vatandaşların Borsa İstanbul’daki yatırımlarının tutarı Merkezi Kayıt Kuruluşu rakamlarına göre 73.1 milyar lira yani yaklaşık 20.8 milyar dolar. Bu rakam yabancıların toplam 52 milyar lira olan varlıklarının neredeyse yarısının ABD kaynaklı olduğunu ortaya koyuyor. Borsada en fazla hisse varlığı bulunan ikinci ülke ise 9 milyar dolar ile İngiltere. Merkez Bankası’nın Uluslararası Yatırım Pozisyonu rakamlarına göre ABD’liler Türkiye’nin iç borçlanma senetlerinden yani bono ve tahvillerinden toplam 8.7 milyar dolarlık varlık taşıyor. Türkiye tahvillerinden yabancı ülke fon ve vatandaşlarının taşıdığı toplam varlık 33.2 milyar doları buluyor.


2.4 MİLYAR DOLAR VARLIĞIMIZ VE 54.3 MİLYAR DOLAR ABD TAHVİLİMİZ VAR

TÜRKİYE’NİN ABD’DE VARLIĞI VE ALACAĞI 56.7 MİLYAR DOLAR

Türklerin ise ABD’de 454 milyon dolar tahvil ve 301 milyon dolar ise hisse senedi yatırımı bulunuyor. Türklerin ABD’deki doğrudan yatırımı 1 milyar 625 milyon dolara ulaşmış durumda. Türk vatandaşlarının diğer ülkelerdeki doğrudan yatırım tutarı 31 milyar Dolar düzeyinde. ABD, Jersey, Malta ve Lüksemburg gibi vergi cennetlerini çıkarsak Türkler’in en fazla doğrudan yatırım yaptığı ülke. İkinci ise 1.3 milyar dolar ile Almanya. Diğer yandan Türkiye’nin rezerv para olarak gördüğü dolar yatırımı yapmak için aldığı ABD Hazine tahvillerinin tutarı 54.3 milyar dolar civarında.


TÜRKİYE EUROBOND TAHVİLİNİ DE ONLAR ALIYOR

Türkiye Hazine’sinin iç borçlanma için çıkardığı tahvillerden yabancılara satılanların yüzde 26’sını da ABD’liler almış. Ayrıca Türkiye Hazine’sinin çıkardığı Eurobond borçlanmasında da ABD’liler varlık sahibi ancak bu rakam henüz belli değil.


DOĞRUDAN YATIRIMDA İKİNCİ

ABD’lilerin Türkiye’de yaptığı doğrudan yatırım tutarı da Ekonomi Bakanlığı verilerine göre 2002 ile 2017 arasındaki 15 yılda 11.3 milyar dolar oldu. Bu tutar Hollanda’nın ardındın Türkiye’ye en çok doğrudan yatırım yapan ülkenin ABD olduğunu gösteriyor. Hatta Hollanda’dan gelen yatırımın büyük bölümünün bu ülkede genel merkezi olan diğer ülke şirketleri olduğu düşünüldüğünde ABD’nin Türkiye’ye en fazla doğrudan yatırım yapan ülke olduğunu söyleyebiliriz. ABD bankaları ve fonlarının bankalara ve özel sektöre verdiği borç tutarı da 19.9 milyar dolar. Bu alanda en fazla borç veren ülke Birleşik Krallık gibi görünse de bir çok ABD’li banka bu ülkede oluşturulan konsorsiyumlar aracılığı ile kredi sağladığı için ABD’nin payı daha yüksek olabilir.

(Rahim Ak/Habertürk)

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/abd-borsa-istanbulun-ne-kadarina-hakim/1238881