31 Aralık 2017 Pazar

Sermaye önce içeride birikir

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanı Mehmet Ali Akben, bankacılık ve finans sektörünün 2017 yılı gerçekleşmeleri ve 2018 öngörülerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

2017'nin bankacılık ve finans sektörünün küresel ve yerel dalgalanmalara karşı dayanıklılığının bir kez daha test edildiği ve bu testten de yüzünün akıyla çıktığı bir yıl olduğunu belirtten Akben, ülkenin büyüme rakamlarını anımsatarak, bu nedenle dünyanın önde gelen yatırım kuruluşlarının Türkiye için 2017-2018 büyüme tahminlerini yukarı yönlü revize etmek durumunda kaldığını söyledi.

Akben, Bank Of China'nın Türkiye'ye gelmesiyle birlikte ülkeye doğrudan sermaye aktarımı olduğunu ve olacağını ifade ederek, şöyle devam etti:

"Bu aynı zamanda bizlere ülkesel çeşitliliği de kazandırıyor. Avrupa bölgesinden bankalarımız var, şimdi Çinli iki bankamız oldu. Japon bankamız mevcut. Körfez bölgesinden bankalar mevcut. ABD'den, Rusya'dan ve İngiltere'den bankamız var. Bu çeşitlilik de bizler için önemli, bir sigorta anlamı taşıyor. Körfez bölgelerinden sektöre ilgi var. Bizim yerli yatırımcılarımızın da bu alanda söz sahibi olması lazım. Zaman geliyor bir takım operasyonlara maruz kalıyoruz. Bu durumda içeride yerli, güçlü yapılar oluşması lazım. İş adamlarımız banka kuramıyorsa diğer finansal kuruluşlardan (leasing, tüketici finansmanı gibi) kursun... İş adamlarımıza bu çağrıyı hep yapıyorum. Sermaye önce içeride birikir. Sektörün yüzde 46-47'si yabancı sermayeli. Tabi ki gelen yabancı sermaye de yerli sermayeye dönüşüyor. Dışarıdan da sermaye çekmemiz lazım, bu güzel bir durum. Demek ki, ülkemize güveniyorlar. Bunun yanında içerideki yastık altı ya da atıl duran varlıkların da sermayeye yansıması lazım."

"Yapı Tasarrufu Sandığı 2018'de faaliyette"

Akben, birçok Avrupa ülkesinde olan dar gelirlilerin tasarruflarıyla konut sahibi olmalarını sağlamaya dönük 'Yapı Tasarruf Sandığı' sisteminin Türkiye’de de kurulması için çalışmalar yaptıklarını hatırlattı.

Sistem ile dar gelirlilerin para biriktirerek konut sahibi olmaları ve aynı zamanda da bir tasarruf imkanının kolaylaştırılmasının amaçlandığını anlatan Akben, "Çalışmalar hemen hemen tamamlandı. 2018'de bu sistemin faaliyete geçmesini bekliyoruz." dedi.

Akben, "Türkiye'deki diğer güçlü, banka sahibi olmamış ya da bankalarını satan iş adamlarının tekrar bu alana yatırım yaparak, yeniden finansal kuruluş sahibi olma yönünde çaba sarf etmelerini umuyorum. Bankacılık sektörüne yerli yatırımcıların ilgi göstermesini bekliyorum. Yerli yatırımcılar sıfırdan olacağı gibi TMSF'nin elinde bulunan bankaları da satın alarak Banka kurabilir. Bankacılık sektörü stratejik bir alandır. Buralarda yerli yatırımcıların olması gerekir. Bunu bir kişi yapamıyorsa ortaklık şeklinde olabilir." ifadelerini kullandı.

"Emlak Bankası ve PTT Bank geliyor"

"2018 yılında sektöre yeni katılımlar olacak mı?" sorusu üzerine Akben, "Emlak Bankası'nın kuruluş işlemleri tamamlandı. Onlar gelecek. Bunun yanı sıra PTT gelecek. 'PTT Bank' diye bir katılım bankası tasarlanıyor. PTT'nin 4 bin 500 civarında irtibat noktası olması avantaj." değerlendirmesini yaptı.

Alıntı:
http://www.finansgundem.com/haber/is-adamlarina-banka-kurun-cagrisi/1263874

İşte 2017'nin en çok kazandıran yatırım aracı

Borsa İstanbul'da hisse senetleri, 2017'de ortalama yüzde 47,60 artış ile başlıca yatırım araçları arasında en fazla kazandıranı oldu
2016 yılını 78.138,66 puandan kapatan BIST 100 endeksi, 2017'yi 115.333,01 puanla rekor seviyeden tamamladı. Endeksteki yıllık artış 37.194,35 puan ve yüzde 47,60 olarak gerçekleşti. Böylece, bu yıl yatırım araçları içerisinde en fazla kazandıran borsa oldu.

Kapalıçarşı'da 24 ayar külçe altının gram satış fiyatı yüzde 21,13 artarak 2017 yılında 158,80 lira oldu. Geçen yılın sonunda 131,10 liradan satılan 24 ayar külçe altının gram satış fiyatı 2017 yılının son işlem gününde 158,80 lira olarak gerçekleşti. 2016 yılını 877,00 liradan tamamlayan Cumhuriyet altınının satış fiyatı ise bu senenin sonunda 1.062,00 lira oldu. Cumhuriyet altınının satış fiyatında bu yıl yüzde 21,09 artış kaydedildi.

ABD doları da 2017 yılını önceki yıla göre kazançla kapattı. TL karşısında ABD dolarının yıllık artışı yüzde 7,69 olurken, avronun satış fiyatında ise yıllık bazda yüzde 22,48 yükseliş görüldü.

2017 yılında yatırım fonları ortalama yüzde 12,95 kazandırırken, emeklilik fonlarının getirisi ise yüzde 14,69 oldu.

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/iste-2017nin-en-cok-kazandiran-yatirim-araci/1263845


Türkiye'nin ‘En Büyük 500 Özel Şirketi Araştırması'nın sonuçları açıklandı

En büyük Tüpraş, en kârlı Enka

Capital dergisi tarafından düzenlenen Türkiye'nin ‘En Büyük 500 Özel Şirketi Araştırması'nın sonuçları açıklandı.

Araştırma kapsamında ciro, karlılık, ihracat ve istihdam rakamlarına göre değerlendirilen şirketlere 8 kategoride 24 ödül verildi. Araştırmada Türkiye ekonomisinin sürdürülebilir zeminde büyümesine katkı sağlayan şirketler ciro büyüklüğüne göre sıralanıyor. Buna göre, Tüpraş, Petrol Ofisi ve THY, ‘Türkiye'nin En Büyük Şirketleri’ olurken, Çelikler Taahhüt İnşaat, Nurol Makine ve YSE Yapı Sanayi de ‘Cirosunu En Çok Artıran Şirketler’ arasında yer aldı.

EN ÇOK ÇALIŞAN BİM’DE

‘En Çok Kar Eden Şirketler’ kategorisinde Enka İnşaat, Ereğli Demir Çelik ve Turkcell, ‘Kârını En Çok Artıran Şirketler’ kategorisinde ise Anadolu Cam, Kaptan Demir Çelik ve Çelikler Taahhüt İnşaat ilk 3 sırayı paylaştı. 

‘En Çok İhracat Yapan Şirketler’ Ford Otosan, Tofaş Oto Fabrika ve Arçelik, ‘İhracatını En Çok Artıran Şirketler’ ise Tepe İnşaat, Sanko Pazarlama ve Enerji Petrol Ürünleri oldu. ‘En Fazla Çalışanı Olan Şirketler’ kategorisinde BİM, LC Waikiki ve Türk Telekom, ‘Çalışan Sayısını En Çok Artıran Şirketler’ kategorisinde ise Sinpaş Yapı, Aras Elektrik Dağıtım ve Altın Ateş Kimya yer aldı. Bu yıl 20'ncisi yapılan araştırma kapsamında, Fiba Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hüsnü Özyeğin, onur ödülüne layık görülürken, ‘Vodafone Dijitalleşme Özel Ödülü’nü ise Borusan Holding aldı.

DÜNYA ÇOK HIZLI DEĞİŞİYOR

Türkiye'nin En Büyük 500 Özel Şirketi Araştırması'nda onur ödülüne layık görülen Hüsnü Özyeğin de son 50 yılda dünyada Fortune 500 listesine giren şirketlerin yüzde 80'inin artık listeye giremediğini belirterek, dünyada değişimin çok hızlı olduğunu anlattı. Özyeğin, genç girişimci şirketlerin, sıfırdan şirket kurup çok küçük sermayelerle ve Türk insan kaynağıyla döviz kazandırdığının altını çizdi. Rusya'da banka yatırımı olduğunu anımsatan Özyeğin, "Rusya gibi çok kolay olmayan bir ülkede 20 yıldır bankacılık yapıyoruz. Oradaki tüm yöneticilerimiz Türk. Çünkü Türkler dünyanın her yerine gidip başarılı olan insanlar. Bunun en önemli örneği bankacılar değil, benim her zaman gururla anlattığım Türk müteahhitleridir" dedi. Özyeğin, üniversite kurarak girişimciliği desteklediğini belirterek, özel sektörün üniversitelerle iş birliği yapması gerektiğini vurguladı.

Alıntı:


16 Aralık 2017 Cumartesi

Kredi Kartı: Olmayan Parayı Harcamak

Hayatı kolaylaştıran ödeme aracı mı yoksa bütçemiz için bir tuzak mı? Bloomberg HT Editörü Akın Aytekin Türkiye'nin giderek artan kredi kartı harcamalarını ele alıyor...

Bütçemizi düzenleyerek istediklerimizi yapmamızı sağlayan dâhiyane ödeme araçları mı yoksa ayağımızı yorganımızdan çıkarmamıza neden olan bir tuzak mı?

Bu tabii ki insanların harcama alışkanlıkları ile alakalı bir sorudur. Türkiye genelinde bu yılın ilk 9 ayında kredi kartlarından tam 482 milyar lira harcandı.

Bankalararası Kart Merkezi’nin verilerine göre 80 milyon nüfuslu ülkemizde kredi kartı sayısı 2017’nin ilk dokuz ayında geçtiğimiz yıla göre 2 milyon artarak 61 milyona ulaştı. Ülkede 15 yaşın altında çocuk olarak tanımlanan nüfusu (19 milyon) genel nüfus rakamından (80 milyon) çıkardığımızda Türkiye’de neredeyse her bir kişiye bir kredi kartı düştüğü görülüyor.

Peki kredi kartıyla ne kadarlık harcama yapıyoruz?

Dolaşımdaki 61 milyon kredi kartıyla bu yıl yalnızca Eylül ayında 281 milyon adet işlem gerçekleştirildi. Bu 281 milyon adet işlemin toplam tutarı ise 57 milyar lira oldu. Kredi kartlarıyla 2017 yılının ilk dokuz ayında tam 482 milyar TL’lik alışveriş yapılırken, bu rakam 2012 ile karşılaştırıldığında (260 milyar TL) neredeyse yüzde 100’lük bir artışa işaret ediyor.

Toplam işlem miktarını işlem adedine bölerek kart başına yapılan harcamalara bakarsak, Eylül ayında her bir karttan her seferinde ortalama 187 liralık çekim yapıldığı ortaya çıkıyor. Bunu 2017 geneline vurduğumuzda ise yılın ilk dokuz ayında kart başına her çekimde 194 liralık harcama yapıldığı görülüyor. 2016 yılında 189 lira olan bu rakam 2015’te 182 lira ve 2014’te de 171 milyar lira olmuştu.

Kredi kartı sayısının ve harcamaların çoğalması internetten yapılan alışverişleri de hızlandırıyor. İnternetten yapılan alışveriş oranı (73 milyar TL) bu yılın ilk dokuz ayında toplam harcamaların yüzde 15’ini oluştururken, bu oran 2016’nın aynı döneminde yüzde 12 (51 milyar TL) ve 2015’in aynı döneminde de yüzde 10 (41 milyar TL) olmuştu.

Sevdiklerinize ısmarlayacağınız bir yemek, kendinize alacağınız yeni bir spor ayakkabısı veya daha önce hiç görmediğiniz yerlere gitmek için alacağınız bir uçak bileti… Kredi kartının kullanım alanları oldukça geniş, fakat harcamalarınızı yaparken yorganınızın büyüklüğüne de dikkat edin.

Yani sonuç olarak dijital para devriminin gerçekleştiği ve nakit para kullanımının giderek azaldığı bir dönemde, kredi kartlarının kullanılacağı ve daha fazla artacağı şüphesiz…

Asıl soru ise bizim kredi kartlarının patronu mu, yoksa esiri mi olacağımız?

Alıntı:
http://www.businessht.com.tr/ekonomi/haber/1756224-kredi-karti-olmayan-parayi-harcamak


20 Kasım 2017 Pazartesi

Finansal piyasalarda asıl olan faizdir

Finansal piyasalarda asıl olan faizdir. Faiz paranın “fiyatıdır”. Herhangi bir malın olduğu gibi paranın “fiyatını” belirleyen arz/talep koşullarıdır. Talebin yoğun, arzın kısıtlı olduğu bir durumda fiyatların artması kaçınılmazdır. Her ne zaman mali/siyasi otorite buna “narh” koymaya kalkarsa ya karaborsa oluşur ya da piyasada o malın kıtlığı yaşanır. Son günlerde yaşanan tam da budur. Nereden görüyoruz derseniz 2 yıllık tahvil faizleri yüzde 13.83 ile rekor kırarken, 10 yıllık tahvil getirilerimiz de 12.55 ile tarihi rekorlarını bir kez daha kırdı. Piyasalar için döviz kurundan çok faizler aslolandır. Ha keza borsadaki hisse senedi değerlemelerindeki en önemli parametre faizdir. Faizlerdeki yükseliş vadeli kurları yukarı iterken, borsadaki hisse senedi değerlemelerini de aşağı çekecektir. Araştırma bölümleri cari faiz seviyelerinin kalıcı olduğuna ikna olmaları durumunda cari faiz seviyelerinden yapacakları değerlemelerle Hisse senetlerindeki hedef fiyatlarında önemli oranda aşağı yönlü revizyonlar yapabileceklerdir.

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/merkezin-yeni-silahiyla-dolartl-382yi-test-eder-mi/1250482


15 Kasım 2017 Çarşamba

Dünyanın yarısından fazlası yüzde 1'in


Dünyanın en zengin yüzde 1'lik kesimi, ilk kez dünyadaki toplam varlığın yarısından fazlasına sahip oldu.

Credit Suisse tarafından açıklanan rapora göre, en zengin kesimin toplam gelirden aldığı pay giderek büyüyor. Buna göre dünya nüfusunun en zengin yüzde 1'lik kesiminin varlığı dünyanın toplam varlığının yarısını geçti.

Dünyadaki toplam varlıklar son 12 ayda yüzde 6'lık artışla 280 trilyon doları aştı. Bu artış, son 5 yıldaki en büyük oran olarak kayıtlara geçti.

Geçtiğimiz yıl yaratılan 16.7 trilyon dolarlık gelirin yarısından fazlası ABD kaynaklı olurken, ABD 8.5 trilyon dolar daha zenginleşti.

GELİR ARTIYOR DAĞILIM BOZULUYOR

Dünyadaki gelir artmasına karşın bu gelirin adil bir şekilde paylaşılmadığı da dikkat çekiyor. En zengin yüzde 1'lik kesim toplam gelirin yüzde 50.12ine sahip olurken, bu oran 2001 yılında yüzde 45.5 seviyesindeydi.

EN ÇOK MİLYONER NEREDE

Dünyada halihazırda 36 milyon dolar milyoneri bulunurken, bu rakamın 2022 yılında 44 milyon kişiye ulaşması bekleniyor.

Milyoner sayısının en fazla olduğu ülke ise 15.3 milyon kişi ile ABD. Onu 2.7 milyon milyonerle Japonya ve 2.2 milyonerle İngiltere takip ediyor. Listede 1.9 milyonerle beşinci olan Çin'deki milyoner sayısının ise 2022'de 2.8 milyona yükselmesi bekleniyor.

Alıntı:


9 Kasım 2017 Perşembe

Türkiye'de külçe ve sikke altın alımları 4 yılın zirvesinde

Türk yatırımcılar, hızla altın almaya devam ediyor. Altın talebinin 2013'ten bu yana olan en yüksek seviyesine ulaşması bekleniyor.

Dünya Altın Konseyi'nin Perşembe günü yayınladığı rapora göre, külçe ve sikke altın alımları, 2017'nin bu zamanına dek 47 metrik ton olarak gerçekleşti. Bu rakam, bir önceki yılın aynı döneminde 14.8 ton idi.

Altın Konseyi tarafından yapılan açıklamada, zayıf liranın ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kasım ayındaki altın yanlısı yorumlarının piyasayı desteklemeyi sürdürdüğü bildirildi.

TCMB'nin altın alımları ise üçüncü çeyrekte 30.4 ton arttı. Merkez, çeşitlendirme politikası belirtse de, bazı analistler, Türkiye ve Batı'daki müttefikleri arasında artan gerginliğe bağlı olarak ülkenin rezervleri destekliyor olabileceği spekülasyonunda bulundu.

Alıntı:
http://m.borsagundem.com/haber/turkiyede-kulce-ve-sikke-altin-alimlari-4-yilin-zirvesinde/1247491


6 Kasım 2017 Pazartesi

Kocaeli'nin ihracatına 'otomotiv ve kimya' dopingi


Kocaeli'nin yılın 10 aylık dönemindeki ihracatı 10 milyar 356 milyon dolar oldu. Kentten yapılan ihracatın yüzde 75,8'ine denk gelen 7 milyar 852 milyon dolarlık kısmını, otomotiv ve kimya firmaları gerçekleştirdi


Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerinden derlenen bilgiye göre, Kocaeli'nin geçen yılın ocak-ekim döneminde 8 milyar 351 milyon 920 bin dolar olan dış satımı, bu yılın aynı döneminde yüzde 24 artış gösterdi.

İstanbul ve Bursa'nın ardından en fazla dış satım yapan il olan Kocaeli'nin 10 aylık ihracat performansı 2014'ten sonra ilk defa 10 milyar dolar barajını aşarak 10 milyar 356 milyon 129 bin dolarolurken, söz konusu dönemde toplam ülke ihracatındaki payı da yüzde 8 olarak gerçekleşti.

Otomotiv ilk sırada

Kentten yapılan ihracatın yüzde 75,8'ine denk gelen 7 milyar 852 milyon dolarlık kısmını, otomotiv ve kimya sektörlerinde faaliyet gösteren firmalar gerçekleştirdi. Ford Otosan, Hyundai Assan, Honda Türkiye ve Anadolu Isuzu'nun üretim tesislerine ev sahipliği yapan kentin ihracatında, ilk sırayı otomotiv sektörü aldı.

Bu dönemde kentten yapılan otomotiv ana ve yan sanayi ihracatı geçen yıla göre yüzde 20 artarak 4 milyar 586 milyon 712 bin dolar oldu.

Kimya ihracatında yüzde 34,2'lik artış

Ülkenin en büyük sanayi kuruluşu olan Tüpraş'ın yıllık 11 milyon ton ham petrol işleme kapasitesine sahip İzmit Rafinerisi'ni de barındıran Kocaeli'nin ihracatında bu sektör ikinci oldu. Kentin kimyevi madde ve mamulleri ihracatı bu dönemde yüzde 34,2'lik artışla 3 milyar 265 milyon 288 bin dolar olarak kayıtlara geçti.

Demir ve demir dışı metaller sektörü 558 milyon 772 bin dolarla üçüncü sırada yer alırken, bunu 484 milyon 481 bin dolarla çelik, 459 milyon 654 bin dolarla elektrik-elektronik, 317 milyon 992 bin dolarla iklimlendirme sektörü takip etti.

En fazla ihracat BAE'ye

Bu dönemde kentten en fazla ihracat yapılan ülke Birleşik Krallık oldu. Söz konusu ülkeye yapılan ihracat, geçen yılın 10 aylık dönemine göre yüzde 20,8'lik artışla 1 milyar 166 milyon 25 bin dolara yükseldi.

Kentten yapılan ihracatın geçen yılın ocak-ekim dönemine göre yüzde 232,7 arttığı Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), 796 milyon 273 bin dolarla ikinci sırada yer aldı.

Dünyanın en büyük 5 ekonomisinden biri ve Avrupa Birliği'nin lokomotifi olan Almanya ise Kocaeli'nin en fazla ihracat yaptığı üçüncü ülke oldu. Bu dönemde Almanya'ya yapılan dış satım, yüzde 6,3 artarak 792 milyon 841 bin dolara çıktı.

Alıntı:


31 Ekim 2017 Salı

Finansal sonuçlar açıklanırken bunlara dikkat!


Finansal sonuç açıklama döneminde tek bir gelişme ya da duyumla ani kararlar verilmemeli. Hisse senedi yatırımlarında şirketlerin dönemlik finansal performansları önemli olsa da tek başına yeterli bir gösterge olmadığı göz ardı edilmemeli...

Finansal sonuç açıklama dönemlerinde genellikle, endeksin seyrinden ziyade hisse bazlı hareketler yatırımcıların odağında oluyor. Payları Borsa İstanbul’da işlem gören şirketlere ait 2017 üçüncü çeyrek finansal sonuç açıklama takvimi 20 Ekim itibariyle başladı. Bu yazının hazırlandığı 26 Ekim Perşembe sabahı itibariyle BİST-100’de yer alan sekiz şirkete ait sonuçları karşılamış durumdayız. Bu hafta, finansal sonuç açıklama döneminde hisse seçimi konusunda dikkat edilebileceklere ve nasıl hareket edilebileceğine dair bir bakış açısını ele alacak ve son açıklanan finansal sonuçlar üzerinden işin pratikteki yansımalarına değineceğiz. Öncelikle bazı uyarı ve hatırlatmalarla başlayalım:

*Finansal piyasalardaki fiyat hareketlerinin dinamiğini en güzel özetleyen tabirlerden bir tanesi “beklentiyi al; gerçekleşmeyi sat” şeklindedir. Özellikle finansal sonuçların açıklanmasına yakın dönemlerde hisselerde alınan pozisyonlar büyük ölçüde açıklanacak kâr rakamına yönelik beklentilere odaklanmaktadır. Bundan dolayı da, genellikle, açıklanan kâr rakamının beklentiyi aşması durumunda hisse fiyatlarının yükseldiğini; beklentilerle uyumlu gelmesi durumunda sınırlı kâr satışlarının geldiğini; beklentilerin altında kalması durumunda ise ciddi düzeltme hareketleri görülmektedir.

*Net çeyrek sonuçlarını, bir önceki çeyreğe göre kıyaslamak devam eden performansı yansıtması açısından önemli olmakla birlikte olası mevsimsel etkiler nedeniyle sağlıklı değerlendirmeyi zorlaştırabilmektedir. Bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yapılan kıyaslamalar mevsimsellik kaynaklı zorlukları önemli ölçüde ortadan kaldırmakla birlikte; önceki yılki dönemde tek seferlik ciddi etkilerin görülmesi de baz etkisine yol açarak yine değerlendirme açısından zorluk ortaya koyabilmektedir. Dolayısıyla, son dönem performansı değerlendirirken, bu durumlar göz önünde bulundurularak yorumlanmalıdır.

*Konsensüs beklentilere göre pozisyonlar günler öncesinden alınmış olunduğundan, sonuçların açıklanması sonrasında ilk fiyat hareketleri sert olabilmektedir. Bu durum, sonuçların açıklanmasının hemen akabinde alman yatırım kararları bir anlamda “panik” özelliği taşımasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, alım satım kararlarında zamanlama ve zarar kesme/hedef seviyeleri belirleyip bunlara riayet etmek büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, hemen açılışlarda alım satım yapmak yerine fiyatın bir miktar dengelenmesini bekleyerek basiretli hareket etmek daha sağlıklı olmaktadır.

*Açıklanan sonuçlarda ilk piyasa tepkileri büyük ölçüde net kâr gerçekleşmelerine odaklanıyor olsa da sonuçların genel operasyonel ve mali performansı kapsayacak şekilde bir bütün olarak değerlendirilmesi yerinde olacaktır. Zira net kâr rakamında bazı tek seferlik gelişmeler nedeniyle ciddi sapmalar olabilmektedir. Finansal sonuçların bütününde ve/veya şirketin projeksiyonlarında gözlenen değişimler, şirket değerlemesinde kullanılan varsayımları etkileyebileceğinden, güncellenen hedef fiyatlar ilk fiyat tepkisinden farklı şekilde hareketlere neden olabilmektedir.

*Hisse fiyatlarının seyrini etkileyen iki ana risk vardır; firma özelindeki risk ve piyasa riski. Yalnızca finansal sonuçları dikkate alıp diğer tüm gelişmeleri göz ardı edecek olursak aslında firma özelindeki riske odaklanmış oluruz. Ancak pratikte, bu iki risk iç içe geçmiş durumdadır. Dolayısıyla, finansal sonuçlardaki beklenti-gerçekleşme kaynaklı görülmesi muhtemel hareketler piyasanın genelini etkileyen gelişmelerle daha sınırlı kalabildiği gibi daha da sertleşebilmektedir. Bu nedenle, özellikle, kısa vadeli alım-satımlar açısından şirket özelindeki gelişmelerle birlikte piyasadaki genel eğilimi de göz önünde bulundurmak faydalı olacaktır.

Özetle, finansal sonuç açıklama döneminde kısa vadeli alım-satım yapmak daha riskli olabilmekte olduğundan; tek bir gelişme ya da duyum kaynaklı ani kararlar vermekten kaçınmak daha sağlıklı olacaktır. Orta-uzun vadeli beklentilerle hareket edilmesi durumunda, şirkete yönelik ana hikâye bozulmayacak şekilde dönemlik zayıf sonuçların getireceği olası düşüşler alım fırsatı olarak değerlendirilebileceği gibi, yatırım kararının temelini oluşturan hikâyenin bozulmaya başladığının görülmesi halinde uygun seviyelerden çıkış yapılması da tercih edilebilir. Hisse senedi yatırımlarında şirketlerin dönemlik finansal performansları oldukça önemli olmakla birlikte, tek başına yeterli bir gösterge olmadığı göz ardı edilmemelidir.

Alıntı:


28 Ekim 2017 Cumartesi

Merkez'in duruşu piyasalara nasıl yansıyor


Milliyet yazarı Güngör Uras, Merkez Bankası'nın dünkü faiz kararını ve verdiği mesajları değerlendirdi. İşte Uras'ın o yazısı:


Merkez Bankası’nın faizi indirmesini bekleyenler var, yükseltmesini bekleyenler var.

İndirsin diyenler, “Faizi indirsin ki ülkede iş yapacaklar, yatırım, üretim yapacaklar, ev alacaklar faiz ucuzladığı için, daha fazla yatırım, üretim yapsınlar. Daha çok konut alsınlar. Ekonomi canlansın, istihdam artsın, ekonomi büyüsün” diyor.

Faizi yükseltmesini bekleyenler, “Faiz yükselmezse, ülkeye döviz akımı yavaşlar. Döviz açığımızı finanse edemeyiz. Döviz fiyatı artar” şeklinde konuşuyorlar.

Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan ve Sayın Bakanlar piyasadaki faizi yüksek buluyor.

Faiz inmeli, artmalı tartışmaları sürerken, Merkez Bankası’nın ‘Para Politikası Kurulu’, dünkü toplantıda faizleri değiştirmeme kararı aldı.

İstiyor ama indiremiyor

Merkez Bankası’nın bankalara borç para dağıtırken uyguladığı faiz oranları, ekonomide Hazine’nin borçlanma faizinin, mevduat ve kredi faizlerinin seviyesini belirliyor. Merkez Bankası bankalara 3 farklı pencereden borç veriyor. Bu 3 pencerenin borç verme tavanı belli. Merkez Bankası 3 pencerenin Faiz tavanını indirirse faizi indirmiş, çıkarırsa faizi artırmış oluyor.

Bu 3 pencereden, (1) Haftalık repo penceresinin faizinin tavanı %8.0, (2) Marjinal fonlama penceresinin faizinin tavanı %9.25, (3) Geç likidite fonlama penceresi faizinin tavanı %12.25.

Merkez Bankası birazı o pencereden, birazı bu pencereden harman yaparak her gün bankalara ortalama bir faizle borç veriyor. Buna da “fonlama maliyeti” deniliyor. Ekonomide tüm faiz oranlarını oluşturan Merkez Bankası’nın bankaları fonlama faizi ortalaması şu günlerde %12 dolayında.

Artışın bir sınırı var

Merkez Bankası faiz oranlarının tavanını değiştirmediğine göre bundan sonra bankalara kredi verirken faizi en çok % 12.25’e kadar artırır ama istediği kadar aşağıya çekebilir.

Merkez Bankası faizi neden artırıyor? Bankanın önceliği enflasyonu aşağıya çekmek. Öne çıkarmadığı arayışı, döviz girişinin kesilmesini, döviz fiyatının artmasını önlemek. İşte bu nedenle, yüksek faiz politikası uygulamak zorunda kalıyor ama faizi yüksek tutarken de ekonominin daralmamasına dikkat etmek zorunda.

Yüksek faiz politikası bankanın enflasyonu dizginlemek için elindeki tek araç değil. Ekonominin normalin üzerinde ısınmasını (talebin coşmasını) engellemek için bankaların kredileme imkânlarını değişik yollardan sınırlıyor. Faizi yükseltilirken buna ek olarak banka imkânlarının sınırlandırılmasına “Sıkı Para Politikası” deniliyor.

Merkez Bankası faiz konusundaki kararlarını açıklarken, “Sıkı Para Politikası”nın sürdürüleceğini tekrarlıyor. Bütün bunlardan sonra da devamlı şeker dağıtıyor: (1) Enflasyonda iniş umutları var. (2) Ekonomide büyüme umutları var şeklinde mesajlar vermeyi ihmal etmiyor.

Sıkı para politikası sürecek

Merkez Bankası dün neden sıkı para politikası uygulandığını da açıkladı. Enflasyonun bulunduğu yüksek seviyelerin ve çekirdek enflasyon görünümüne ilişkin gelişmelerin fiyatlama davranışlarında risk yarattığını, bu nedenle sıkı duruşunu enflasyonda gerileme görüleceğine kadar kararlılıkla koruyacağını belirtti.

Bu arada “Yüksek faiz, sıkı para politikası” uygulamasına rağmen, işler durmuyor, ekonomi büyüyor mesajını ihmal etmedi. Her şeye rağmen “iktisadi faaliyetin güçlü seyrettiği”ni tekrarladı.

Merkez Bankası’nın durumu böyle de, bu durum piyasalara nasıl yansıyor?

Eylülde manşet enflasyon %11.20, çekirdek enflasyon %10.98 idi. Hazine’nin gösterge faizi dün %12.60 dolayındaydı. Hazine %12.00 - %12.40 birikimli faizle borçlanabiliyor. Bankalarda ortalama ticari kredi faizi %16.88. Bankalar mevduata %12 - %14 faiz veriyor. Faiz cephesinde durumumuz budur efendim...

Alıntı:


15 Ekim 2017 Pazar

Alman borsası rekordan rekora koşuyor, ancak Alman yerli yatırımcı sayısı azalıyor

Alman borsa endeksi DAX çoktandır beklendiği gibi 13 bin puanın üzerine çıktı. Ama özel yatırımcı rekordan pay alamadı.

Tasarrufa önem veren Almanların çoğunlukla borsaya uğramamaları biraz çelişkili gibi geliyor. Alman Hisse Senetleri Enstitüsü 2016 yılında hissedar sayısının daha da azaldığını duyurmuştu. Geçen yıl Almanya'da şirket ve fon hissesi bulunduranların sayısı 9 milyon civarındaydı. Her yedi Alman'dan sadece biri doğrudan ya da şirket fonları üzerinden borsada yatırım yapıyor. Borsa endeksi rekordan rekora koşarken tasarruf hesaplarına faiz ödenmemesine rağmen hisse senedi sahiplerinin sayısı bir yılda 30 bin azaldı.

Almanya'da borsa kültürü yaygın değil. Bunun bir nedeni de bankaların geniş kitleleri hisse senetlerine yatırım yapmaya özendirmede geç kalmasıydı. 2000'lerin başlarında internet şirketleriyle birlikte Alman Telekom'un Hisse senetleri de dibe vurunca güvensizlik daha da artmıştı.

Almanlar borsadan çekiniyor

Güvensizliği ortadan kaldırmak mümkün olmadı. Her üç Alman'dan biri hisse senetlerine yatırım yapmanın riskli olduğunu, yüzde 62'si de yatırımda en önemli kriterin güvenirlik olduğunu düşünüyor.

Alman Birleşik Borsa Endeksi DAX'ın yeni bir rekor daha kırması epey sürdü. Borsa uzmanları endeksin 13 bin puanın üzerine çıkmasının gün meselesi olduğunu biliyorlardı ve perşembe günü öyle de oldu. DAX'ın şahlanmasının çeşitli nedenleri var. Bunlardan biri, yabancı yatırımcının Almanlardan daha hevesli olması. DAX'a kayıtlı en büyük 30 Alman şirketindeki yabancı hissedarların payı yüzde 80'i buluyor.

En büyük yabancı yatırımcı grubunu Kuzey Amerikalılar oluşturuyor. Amerikalıların borsada hisseleri işlem gören Alman şirketlerindeki payı yüzde 33'e yaklaştı.

Aynı zamanda DAX senetlerinin yüzde 61'i bankalar, sigortalar ve yatırım fonları gibi kurumsal yatırımcıların elinde bulunuyor. Kurumsal yatırımcı yüksek kâr amaçlı çalışıyor. Alman devlet tahvillerine negatif faiz uygulanan bir dönemde yatırım sermayesinin borsaya yönelmesi kaçınılmazlaşıyor.

Alternatifsizlik

Diğer borç senetleri de kâr etmiyor. Avrupa Merkez Bankası her tahvili satın alıyor ve sıfır faiz politikasıyla İtalya'nın borçlarını yeniden yapılandırmasına yardım ediyor. Kurumsal yatırımcı da alternatifsizlik nedeniyle tahvilden çıkıp hisse senedine yöneliyor.
Alman borsa endeksinin önümüzdeki aylarda yeni puan rekorları kırması sürpriz olmaz. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) dünya ekonomisi büyüme tahminini revize edip yukarı çekti. Petrol İhraç Eden Devletler Teşkilatı (OPEC) arzı daraltmayı başaramadığı sürece petrol fiyatlarının tırmanmasından korkmaya da gerek olmayacak. Oysa DAX'ın uzun süre yerinde saymasına petroldeki ucuzluk neden olmuştu. Yatırımcı petrol talebinin durgunluk beklentisi yüzünden gerilediğini düşünmekteydi. Ama bunun aksi de söylenebilir. Enerji fiyatlarının düşmesi işletmelerin üretim maliyetlerini düşürüp kâr marjını arttıracağından, hisse senetlerinin cazibesi artar.

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/borsa-rekordan-rekora-kosuyor-yatirimci-sayisi-azaliyor/1239225


13 Ekim 2017 Cuma

Yabancı ülkelerin Türkiye’deki yatırımlarının varlığı

Türkiye ile vize krizi yaşayan ABD’nin Borsa İstanbul’daki hisselerinin, aldıkları Türkiye devlet tahvillerinin, doğrudan yatırımlarının ve bankalar ile şirketlere verdiği borçların toplam tutarı 58.1 milyar dolara ulaşıyor.

Son dönemlerde önce Kuzey Irak’taki devlet yapılanması ardından konsolosluk görevlisinin gözaltına alınması ile zirveye çıkan Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye’nin yaşadığı gerilim öncelikle finans piyasalarında etkisini gösteriyor. ABD doları vize krizi öncesi 3.58 düzeyindeyken bir ara Asya piyasalarında 3.92’lerden bile işlem gördü. Kur dün 3.65’in hafif üstünde seyretti. Borsa İstanbul’da da vize krizi ile sert dalgalanma gerçekleşti. Endeks ekim ayı başında 110 binli seviyeleri aşmışken vize krizinin başladığı gün yüzde 2.3 gerileyerek 99 bin 210 puana kadar indi. Tahvil faizleri yüzde 12.43’e kadar fırladı. Tüm bunların altında yatan neden ise uluslararası alanda yaşanan siyaset kaynaklı endişe olurken ABD ve ABD vatandaşları ve fonlarının Türkiye’deki yatırımlarının varlığı da bu endişeleri katladı. Peki ABD’li şirketlerin fonların ve vatandaşların Türkiye’de ne kadar varlığı bulunuyor?

29.4 MİLYARI BORSA VE TAHVİLDE PARK ETMİŞ

Öncelikle ABD kökenli fonları ve vatandaşların Borsa İstanbul’daki yatırımlarının tutarı Merkezi Kayıt Kuruluşu rakamlarına göre 73.1 milyar lira yani yaklaşık 20.8 milyar dolar. Bu rakam yabancıların toplam 52 milyar lira olan varlıklarının neredeyse yarısının ABD kaynaklı olduğunu ortaya koyuyor. Borsada en fazla hisse varlığı bulunan ikinci ülke ise 9 milyar dolar ile İngiltere. Merkez Bankası’nın Uluslararası Yatırım Pozisyonu rakamlarına göre ABD’liler Türkiye’nin iç borçlanma senetlerinden yani bono ve tahvillerinden toplam 8.7 milyar dolarlık varlık taşıyor. Türkiye tahvillerinden yabancı ülke fon ve vatandaşlarının taşıdığı toplam varlık 33.2 milyar doları buluyor.


2.4 MİLYAR DOLAR VARLIĞIMIZ VE 54.3 MİLYAR DOLAR ABD TAHVİLİMİZ VAR

TÜRKİYE’NİN ABD’DE VARLIĞI VE ALACAĞI 56.7 MİLYAR DOLAR

Türklerin ise ABD’de 454 milyon dolar tahvil ve 301 milyon dolar ise hisse senedi yatırımı bulunuyor. Türklerin ABD’deki doğrudan yatırımı 1 milyar 625 milyon dolara ulaşmış durumda. Türk vatandaşlarının diğer ülkelerdeki doğrudan yatırım tutarı 31 milyar Dolar düzeyinde. ABD, Jersey, Malta ve Lüksemburg gibi vergi cennetlerini çıkarsak Türkler’in en fazla doğrudan yatırım yaptığı ülke. İkinci ise 1.3 milyar dolar ile Almanya. Diğer yandan Türkiye’nin rezerv para olarak gördüğü dolar yatırımı yapmak için aldığı ABD Hazine tahvillerinin tutarı 54.3 milyar dolar civarında.


TÜRKİYE EUROBOND TAHVİLİNİ DE ONLAR ALIYOR

Türkiye Hazine’sinin iç borçlanma için çıkardığı tahvillerden yabancılara satılanların yüzde 26’sını da ABD’liler almış. Ayrıca Türkiye Hazine’sinin çıkardığı Eurobond borçlanmasında da ABD’liler varlık sahibi ancak bu rakam henüz belli değil.


DOĞRUDAN YATIRIMDA İKİNCİ

ABD’lilerin Türkiye’de yaptığı doğrudan yatırım tutarı da Ekonomi Bakanlığı verilerine göre 2002 ile 2017 arasındaki 15 yılda 11.3 milyar dolar oldu. Bu tutar Hollanda’nın ardındın Türkiye’ye en çok doğrudan yatırım yapan ülkenin ABD olduğunu gösteriyor. Hatta Hollanda’dan gelen yatırımın büyük bölümünün bu ülkede genel merkezi olan diğer ülke şirketleri olduğu düşünüldüğünde ABD’nin Türkiye’ye en fazla doğrudan yatırım yapan ülke olduğunu söyleyebiliriz. ABD bankaları ve fonlarının bankalara ve özel sektöre verdiği borç tutarı da 19.9 milyar dolar. Bu alanda en fazla borç veren ülke Birleşik Krallık gibi görünse de bir çok ABD’li banka bu ülkede oluşturulan konsorsiyumlar aracılığı ile kredi sağladığı için ABD’nin payı daha yüksek olabilir.

(Rahim Ak/Habertürk)

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/abd-borsa-istanbulun-ne-kadarina-hakim/1238881


27 Eylül 2017 Çarşamba

Altın tahviline vergi yok!

Altına dayalı tahvil ve altına dayalı kira sertifikalarından elde edilen kazançlar vergilendirilmeyecek.
Resmi Gazete'de bugün yayımlanan kararnameyle Hazine Müsteşarlığı tarafından ihraç edilen altına dayalı devlet tahvil iç borçlanma senetleri ile varlık kiralama şirketleri tarafından ihraç edilen altına dayalı kira sertifikalarından elde edilen kazançlara vergi muafiyeti tanındı.

Daha önce yüzde sıfır vergi, hisse senetleri, hisse senedine dayalı VİOP işlemleri ve varantlar ile Hisse senedi yoğn fonların katılma belgelerinden elde edilen kazançlar için uygulanıyordu. Bu kararla birlikte altın tahvili ve altın kira sertifikaları da bunlara eklenmiş oldu.

TL mevduatta ise 6 aya kadar olan vadelerde yüzde 15, 6 aydan 1 yıla kadar olan vadelerde yüzde 12, 1 yıldan uzun vadelerde yüzde 10 stopaj uygulanıyor.

Yastık altında bekleyen ve 2 bin 200 tonu bulduğu tahmin edilen altınların ekonomiye kazandırılmasını amaçlayan altın tahvilinin ilk ihracının Ekim'de yapılması bekleniyor.

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/altin-tahviline-vergi-yok/1233786

21 Eylül 2017 Perşembe

Altınların, yurttaşlarca fiziksel olarak tutulma nedenleri

Hukukun askıya alındığı bir ülkede, yastıkaltı altınlar için devlet güvencesine işaretle bu proje çalışmaz. Çünkü tarihsel olarak o altınların, yurttaşlarca fiziksel olarak tutulma nedenlerine uzak bu.
Bu topraklarda yurttaşların altın tutma eğilimini sadece geleneksel nedenlerle açıklamak yetersiz kalır.

Vatandaş altınını ne yapacağını bilemediği için, modern yatırım araçlarını bilmediği için evinde, kolunda tutmuyor. En temel nedenlerin başında “tarihsel deneyim” geliyor.

Başkalarının başına gelenler, diğerlerinin de hafızalarına işliyor. Servet vergisi, darbeler, hukuksuzluklar, istikrarsızlık, kamu idaresine güvensizlik, kayıt dışı kalma, serveti gizleme, göç ya da demografik hareketlilikte servetini de kolayca taşıma gibi onlarca neden var.

En dolaylı olanı da şu; siyasetçilerin durmadan vatandaşa parasını ne yapması gerektiği konusunda telkinde bulunmasının, önemli etkisinin olduğu çok açık.

Şimdi altınlarını yatırması istenen bankaların yakın zamana kadar “dövüldüğü”, ne alması gerektiği, nereden bozdurması gerektiğinin söylendiği, ne yaparsa bozguncu olarak damgalanacağı gibi konuşmaların vatandaşta bıraktığı tortu, gelecekte devletin bunlara bir gün “ortak çıkması” kaygısı yaratır.

Alıntı:
http://www.finansgundem.com/haber/yastikalti-altinlari-sisteme-katmak-hayal-mi/1231674


13 Eylül 2017 Çarşamba

Halka arz yöntemleri ve ortaklara faydaları

Halka arz nedir? Halka arzın şirket ve mevcut ortaklarına faydaları nelerdir?

Halka arz, hisse senetlerinin çok sayıda ve önceden bilinmeyen yatırımcılara çağrı ve ilan yoluyla satışı olarak tanımlanmakta olup, Şirketlerin hisse senetlerini halka arz etme şekli, farklı koşullara bağlı olarak değişebilmektedir. Başka bir anlatımla şirketler, faaliyetlerini yürütebilmesi için kaynaklara ihtiyacı vardır. Bu kaynaklar yabancı kaynak (borç yoluyla elde edilen kaynak) veya özkaynak (ortaklardan sermaye yoluyla veya faaliyetler sonucu kar yoluyla sağlanan) olabilir.

Halka arz edilen hisse senetlerinin Borsa’da işlem görebileceği iki piyasa bulunmaktadır.
A-Hisse Senetleri Piyasası (HSP)
B-Gelişen İşletmeler Piyasası (GİP)

Şirketler, HSP’de mevcut sermayeyi temsil eden hisse senetlerinin bir kısmını ortak satışı şeklinde halka arz edebildiği gibi, sermaye artırımı yoluna giderek mevcut ortakların rüçhan haklarını kısıtlamak suretiyle de halka arzı tercih edebilir veya her iki yöntemi birlikte uygulayabilir.
GİP’te ise mevcut ortakların yeni pay alma haklarının kısmen veya tamamen kısıtlanması suretiyle sermaye artırımı ya da tahsisli sermaye artırımı sonucunda ihraç edilecek payların halka arzı yapılabilmektedir.

Halka Arz Yöntemleri Nelerdir?

Aile şirketleri veya bir kaç ortağın bulunduğu şirketler, yukarıdaki sebeplerden biri veya birkaçını göz önüne tutup halka açılmayı düşünüyorsa, kullanabileceği birkaç metod vardır ve genellikle bir danışman aracı kuruluş kullanıldığından, aracı kuruluşun hazırlayacağı öneriler arasından, şirket yönetimi en uygununu seçecektir

Sabit Fiyatla Talep Toplama Yöntemi, bu metodda şirket ortakları yapılmış olan önfizibilite çalışmaları ışığında belli bir fiyat ve arz edilecek hisse miktarı belirlerler. Bu ilgili yatırımcı grubuna sunulur ve isteyen kişilerden talepleri toplanır. En sonunda hisselerin karşılığını yatırmış olan yatırımcılara hisse senetleri dağıtılır. Bu metodda aracı kurum sadece yatırımcılar ile şirket arasında elçilik görevi görebileceği gibi, bu halka arzı kendisi de üstlenebilir (underwriting). Underwriting anlaşması çerçevesinde arzı kendisi üstlenen bir aracı kuruluş, hisselerin tamamını satmayı taahüt eder. Eğer satamadığı senet olursa, bu durumda satılamayan kısmı kendisi almakla mükelleftir.

Halka açılacak senetler, sermaye arttırımında ortakların rüçhan haklarının kısıtlanması yoluyla (şirket yapmayı düşündüğü bedelli sermaye artırımına mevcut ortakların kullanım haklarını kısıtlar ve primli fiyattan bu tutarlar halka arz edilir) olabileceği gibi, ortakların payından satılması yoluyla da olabilir.
Fiyat Teklifi Alınması Yöntemi, bu metodda şirket belli bir taban limitin altında olmamak koşuluyla senetler için teklif edilen fiyatlar alınır ve nihai karara göre hisseler satılır.

Bir başka metod ise, gelişmiş ülkelerde sıkça kullanılan, senede dönüştürülebilinen tahvil ihraç etme yoluyla (convertible bonds) olabilir. Burada, şirket yatırımcılara tahvil ihraç eder ve bu tahvilde, tahvil sahibine önceden belirlenen bir fiyattan hisse senedi alma hakkı verilir. Eğer tahvil sahibi (bondholder) ileride oluşacak konjektürde fiyatı uygun bulursa tahvilini hisse senediyle değiştirir.

Halka arzın şirket ve mevcut ortaklarına faydaları;
Öncelikle halka arz bir finansman yöntemidir.
Şirket aktiflerinin finansmanında borç finansmanının tersine uzun vadeli ve bir faiz yükü getirmeyen bir kaynaktır.
Halka arz geliri ile şirket ucuz bir kaynak ile büyüme ve gelişimine hız verebilir.
Faaliyet gösterdiği sektörde pazar payını artırma imkanına ulaşır.
Halka açılan bir şirket iyi bir performans yakaladığında şirket ortakları ile birlikte prestij kazanır.
Şirket borçlanması daha uygun koşullarda gerçekleşir.
Piyasa fiyatı belli olması nedeniyle şirket hisse senetleri teminat olarak gösterilebilir.
Dış kaynak ihtiyacı çok daha kolay ve ucuz sağlanabilir.
Halka arz ile birlikte hisse senetleri piyasasında oluşan fiyat ile birlikte şirketin değeri şeffaf bir şekilde ölçülmüş olmaktadır.
Ayrıca halka arz ile birlikte şirkete özkaynak girişi olduğundan mali yapı güçlenmekte aktifin finansmanında borçların payı azalmaktadır.
Bunların yanı sıra halka açık bir şirket tanınmayı artırır ve ticari ilişkide bulunduğu şahıs ve şirketlere güven verir.

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/halka-arz-yontemleri-ve-ortaklara-faydalari/1229803


Yakın İzleme Pazarı (Gözaltı Pazarı) nedir

Yenilenen teknolojisiyle BİSTECH sistemine geçilmiş, eklenen yeni ürünlerin neticesinde ise gelen hızlı değişim ile yeni pazarların oluşması ve bazı ad değişikliklerini beraberinde getirmiştir.
Sermaye piyasalarında menkul kıymetler bir çok farklı piyasalarda işlem görmektedir. Son düzenlemeler ile Borsa İstanbul’da 4 tane ana grup piyasa vardır. Bunlar sırasıyla Pay Piyasası, Borçlanma Araçları Piyasası, Vadeli İşlemler-Opsiyon Borsası ve Kıymetli Madenler ve Kıymetli Taşlar Piyasasıdır. Pay Piyasasında ise 7 adet Pazar bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla Yıldız Pazar, Ana Pazar, Gelişen İşletmeler Pazarı, Yakın İzleme Pazarı, Kolektif Yatırım Ürünleri ve Yapılandırılmış Ürünler Pazarı, Nitelikli Yatırımcı İşlem Pazarı ve Piyasa Öncesi İşlem Platformu adı altında toplanmaktadır.

Yakın İzleme Pazarı (YİP)

Yatırımcılar arasında yıllardır Gözaltı Pazarı olarak bilinen Yakın İzleme Pazarı(YİP) yeni adıyla yatırımcılara Borsa İstanbul bünyesinde W sembol kodunda Pay Piyasası pazarları altında hizmet vermektedir. Payları Borsa İstanbul’da işlem gören bazı şirketler zaman zaman pay işlemleri ile ilgili olağan dışı durumlarla karşılaşabilirler. Bu durum onların mevcut düzene uyum sağlayamaması ve kamuyu zamanında yeterince aydınlatamamasına neden olabilmektedir. Örnek olarak senetleri pay piyasasında işlem gören şirketlerin, yatırımcıları ilgili zamanda kurallara göre uygun bir şekilde bilgilendirmemiş olmaları, hatalı veya eksik bilgiler vermiş olmaları sonucunda yatırımcıları mağdur etmeleri söz konusu olabilir.

Bu durum, Borsa İstanbul’da bu tarz pay senetlerinin gözetim, denetim ve inceleme altına alınmasına sebebiyet vermektedir. Eğer bu pay senetlerinin Borsa İstanbul Yıldız, Ana, GİP gibi pazarlardan çıkarılması durumunda ise yatırımcıların haklarının korunması ve kamu yararı gereği bu pay senetlerinin sürekli gözetim, denetim altında tutulması gereklidir. Dolayısıyla Yakın İzleme Pazarı (YİP), pay senetlerin izlemeye alındığı, yatırımcıları devamlı olarak zamanında bilgilendirmelerinin sağlandığı ve söz konusu şirkete yatırım yapmış yatırımcıları sahiplerine likidite olanağı sağlandığı bir Pazar olarak kurularak hizmet vermektedir. Bu gözetim ve inceleme durumu, yatırımcıları oluşabilecek olası negatif riskleri karşı önlemekle birlikte, yatırımcıyı koruma amacı taşır.

Yakın İzleme Pazarı İşlem Saatleri

Yakın İzleme Pazarı, eski adıyla Gözaltı Pazarı ilk olarak 4 Aralık 1996 yılında faaliyete geçmişti. IMKB döneminde bu Pazar içerisinde işlem gören hisse senetleri gün içerisinde sadece 14:00-15:00 saatleri arasında işlem görüyorlardı. Daha sonraki yıllarda bu süre özellikle son yakın dönemde normal günlerde ikinci tek fiyat seans saatleri olan 14:00-17:40 arasında işelm gördü. Son olarak en yeni düzenlemeler neticesinde Yakın İzleme Pazarı (YİP), Borsa İstanbul döneminde diğer pazarlar gibi 09:15-17:40 arasında işlem görmektedir.


Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/yakin-izleme-pazari-gozalti-pazari-nedir/1229800


12 Eylül 2017 Salı

"Yüzde 15-16-18'lere varan kredi faizleri ile olmaz" diyen Erdoğan, bankalara "Sürümden kazanın" çağrısı

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Astana dönüşü kredi faizlerine dikkat çekti. "Yüzde 15-16-18'lere varan kredi faizleri ile olmaz" diyen Erdoğan, bankalara "Sürümden kazanın" çağrısı yaptı
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Kazakistan dönüşü uçakta gazetecilere ekonomi gündemini değerlendirdi. Vahap Munyar, Erdoğan'ın açıklamalarını Hürriyet'teki köşesine taşıdı. İşte Munyar'ın o yazısı:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Astana’dan dönüş yolunda uçaktaki sohbet sırasında 180 günlük program sözünü anımsattık:

- 180 günlük program açıklama konusunda beyanınız vardı. Program gecikiyor mu?
- Bütün Bakan arkadaşlarımız hazırlıklarını Başbakanımıza veriyor. Başbakanımız da çalışmalarını bitirip bana takdim edecek. Ben de çalışmaları bitirdikten sonra inşallah adım atacağız.

Erdoğan’a Kredi Garanti Fonu’nun (KGF) işletilmesinin piyasalara, özellikle küçük ve orta ölçekli şirketlere çok olumlu katkı yaptığını aktarıp, sorduk:

- KGF’nin 2018’de de benzeri şekilde işletilmesi söz konusu olur mu?
Bu konuda sinyal vermek yerine bankaların kredi konusundaki tavrını değerlendirmeyi seçti:

- Gelişmelerdeki güzelliklere baktığımızda, bankaların kredi olayındaki tutuculuğunu kesinlikle aşacağız. Kesinlikle sıkıştıracağız. Devlet bankaları başta olmak üzere üzerlerine gideceğiz.

Özellikle yatırımcıların krediye rahat erişmesi gerektiğini vurgulayıp sürdürdü:

- Bunun önünü devlet olarak açalım dedik ama yeterli değil. Bankaların da bu işi kolaylaştırması lazım. Öyle yüzde 15, 16, 18’lere varan kredi faizleri ile olmaz. Aşağı çekilmesi lazım.

Bu konuda gerekli sinyalleri verdiklerini kaydetti:
- Sayın Başbakanımızla beraber ilgili bankalarla konuşacağız. “Bunu aşağı çekeceksiniz ona göre” diyeceğiz. Sürümden kazanmak lazım. Yatırımcıyı köşeye sıkıştırarak değil. Bunu yapınca yatırımda farklı bir süreç olacak. Türkiye farklı bir kalkınma performansı elde edecek.

Merkez Bankası döviz rezervi artışına işaret etti:

- Merkez Bankası döviz rezervi bir ara 106 milyar dolara inmişti. Şimdi 112 milyar dolara ulaşmış vaziyette.

Dün açıklanan ikinci çeyrek büyüme verilerine dikkat çekti:

- İnşallah üçüncü çeyrekte de tırmanış devam edecek. Böyle bir Türkiye tabii hazmedilir mi? Tabii hazmedemiyorlar. Nüfus 80 milyon hâlâ büyüyor.

Faizlerin yüzde 4.6’ya kadar indiği günlere döndü:

- Zaten orada çılgına döndüler ve Gezi olayları ile darbeyi vurdular. Bu ülkelerin adını vermeyeceğim. Aynı şeyi başka yerlerde de yapıyorlar ama Türkiye’de başarılı olamadılar.

Astana’da Venezuela Devlet Başkanı’yla görüştüğünü anımsattı:
- Venezuela Devlet Başkanı da kendilerine oynanan oyunu anlattı. Aktörler aynı. İnşallah bunları aşmış olacağız.
Kredi faizlerinin aşağı çekilmesi için KGF gibi formüller mi bulunacak, bankaların kulağının çekilmesi yolu mu seçilecek?

CEHALETLE SAVAŞIN ÇOK FARKLI OLMASI GEREK

CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan, Astana’da gerçekleşen İslam İşbirliği Teşkilatı Bilim ve Teknoloji Zirvesi’ne değindi:

- Zirvede İslam Ülkelerinin bilim ve teknolojiye daha fazla yatırım yapması, insan yetiştirmeye odaklı programlar, müfredatlar oluşturulmasının gereği üzerinde durduk. İslam İşbirliği Teşkilatı Dönem Başkanı olarak, bu çalışmalara Türkiye olarak destek vermeye devam edeceğimizi vurguladık.

OECD ülkeleriyle karşılaştırma yaptı:

- OECD ülkelerinde milli gelirden eğitime ayrılan pay ortalama yüzde 5.2 iken, maalesef İslam dünyasında bu oran yüzde 1’in altında. Tabii bunun muhakkak kapatılması lazım. Çok ciddi adımların atılması lazım.

Alıntı:
http://www.finansgundem.com/haber/erdogandan-bankalara-faiz-uyarisi/1229264


9 Eylül 2017 Cumartesi

Hamallıktan enerjinin zirvesine

Üniversite sonrası eğitim için gittiği Viyana’da sebze halinde hamallık yaparak çalışma hayatına başlayan Fatih Birol , 22 yıldır çalıştığı Uluslarararası Enerji Ajansı’nın siyasetten gelmeyen ilk ve tek başkanı.

FATİH Birol, Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Baskanı. 29 ülkenin üye olduğu, dünyanın enerji politikalarının belirlendiği kurulun ilk siyasetçi olmayan başkanı. Aynı zamanda Amerika ve Avrupa Birliği ülkelerinden olmayan ilk başkan.

Hamallıktan enerjinin zirvesine

Davos’ta toplanan Dünya Ekonomik Forumu’nun enerji sektörü toplantılarının başkanlığını 10 yıldır Fatih Birol yapıyor. Birçok yorumda dünyanın enerji politikalarını yöneten ilk 5 adamdan biri olarak gösteriliyor. Forbes Dergisi Dünya Enerjisini Yönlendiren en önemli 7 kişiden birisi olarak Fatih Birol’u gösterdi, aynı listede ABD Başkanı, Çin Cumhurbaşkanı ve Suudi Arabistan Petrol Bakanı da var. Türkiye’den çok yurtdışında tanınan dünya liderlerinin, enerji ve çevre bakanlarının yakından tanıdığı Fatih Birol’un hayatı tam bir başarı öyküsü.
- Siz çok uzun zamandır yurtdışındasınız. Okumak için mi gitmişttiğiniz Viyana’da muhteşem bir kariyer yapmışsınız…
Ankara’da büyüdüm. TED Ankara Kolejini bitirdim. İstanbul Teknik Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Viyana’da Enerji Ekonomisi üzerine doktora yaptım. O dönemde daha yeniydi bu konu. Viyana’da eğitim alırken aynı zamanda çalıştım.

- Hangi işlerde çalıştınız?
Mesela, sebze hamallığı yaptım. Viyana’da meşhur bir meyve-sebze hali vardır, oraya Ege Bölgesi’nden meyve sebze gelirdi, biz de sabaha kadar halde tezgahlara meyve sebze kasaları indirirdik. Okul sonrasında OPEC’e (Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı) girdim. Orada petrol analisti olarak 7 yıl çalıştım. Daha sonra da Paris’e Uluslarararası Enerji Ajansı’na önce 13 aylık bir kontratla girdim. 22 yıl kaldım Uluslararası Enerji Ajansı’nda. Uzman olarak girdiğim yerde 20 sene sonra başkan oldum.

- Bu çok gurur verici bir mevki. Nasıl başardınız?
Ben IEA’nin 42 yıllık tarihinde 8’inci başkanım. Genelde AB üyesi ülkelerden gelir başkanlar, 6 kere AB, bir kere de Japonya oldu. Mesela benden önceki başkan Hollanda eski Ekonomi Bakanı’ydı. Tüm ülkelerin oy birliğiyle seçildim. İlk defa siyasetten de gelmeyen birini seçtiler. Uzun yıllardır bu dünyanın içindeyim. Dünya Enerji Görünümü adında bir kitap çıkardık. Bu kitap dünyanın en saygı duyulan ve en çok satılan enerji kitabı oldu.

SESSİZ DEVRİM YAPTIK

- Sizin başkanlığınızla birlikte neler değişti?
Ben ve ekibimle birlikte sessiz bir devrim oldu. 29 üye hükümet vardı. Amerika, Kanada ve Avrupa Birliği ülkeleri, Japonya, Kore, Avusturalya ve Yeni Zellanda’ydı. Ancak dünyada gelişmekte olan ülkelerin payı ekonomide, enerjide büyüyor. Bir kayma yaşanıyor. Ben yeni stratejiyle geldim. Ajansın kapılarını gelişmekte olan ülkelere açtım. Benimle birlikte ajans ailesine 6 yeni ülke girdi.
- Hangi ülkeler bunlar?
Çin, Hindistan, Endonezya, Meksika, Singapur ve Fas. Başkan olduğumda ajanstaki ülkelerin dünya enerji tüketimindeki payı yüzde 50’nin altındaydı, şimdi yüzde 70’i geçti. Yenilenebilir enerji konularında da adımlar attık.
- Kömür, petrol, doğalgaz tüketimi çevresinde dönüyor enerji politikaları. Taşlar nasıl yerinden oynuyor, yeni oyun düzenleri nasıl kuruluyor?

Ben Türk olduğum için gelişmekte olan bir ülkenin ihtiyaçlarını, şartlarını biliyorum. Ayrıca Viyana’da yaşadığım için gelişmiş ülkelerin, petrol ihraç eden ülkelerin bu konulara bakışını biliyorum. Suudi Arabistan, İran, Irak’ı çok yakından izliyorum. Her ülke enerjiyi mümkün olduğu kadar ucuza ve verimli kullanmak istiyor. Mümkün olduğu kadar da çevreye zarar vermeden kullanmaya çalışıyorlar. Ancak bu konu söylendiği kadar kolay bir şey değil.

- Petrolün yerine geçebilecek enerji kaynaklarına yaklaştı mı dünya?
Uzun yıllar daha dünya petrol kullanacak. Elektrikli araçların sayısında hızlı bir artış var ve daha da olacak ancak buna rağmen arabalar, kamyonlar, otobüsler ve uçaklar petrol kullanmaya devam edecek. “Bugünden yarına petrole ihtiyacımız kalmayacak” demek mümkün değil, bunu söylemek ham hayal olur. Doğalgaz hızla artıyor, yeni yeni doğalgaz ihracatçıları çıktı. Amerika gibi, Avusturalya gibi ülkelerde doğalgaz üretimi hızla artıyor.

- Amerika kayagazı konusunda çok hızlı davrandı. Bu dengeleri nasıl değiştiriyor?
Kayagazı devrimiyle Amerika çok önemli bir atak yaptı. Amerika giderek dünya enerji gündemini belirleyecek. Çünkü hem petrolde hem de doğalgazda çok büyük üretim artışları yaşıyorlar. Kayagazından gelen gaz sayesinde 7 yılda 2 Katar kadar gazı üretti Amerika. Aynı teknolojiyle 7 yılda sadece kaya petrol üretimleri Irak’ın toplam petrol üretimine ulaştı. Yani 7 yıl içinde kaya petrolünden elde ettikleri petrol bir Irak kadar oldu, kayagazı da 2 Katar kadar oldu.

- Amerika daha da güçlenecek diyebilir miyiz?
Amerika’nın dünya doğalgaz ve petrol piyasalarındaki payı artacak, giderek dünya petrol ve doğal gaz piyasalarını belirleyen bir ülke olacak. Kömürde 2 ayrı tablo var. Avrupa ülkelerinde giderek azalıyor, Çin’de azalıyor ama Hindistan’da, Endonezya da artıyor.

GÜNEŞİN MALİYETİ YÜZDE 80 DÜŞTÜ

- Yenilenebilir enerji konusunda sizin de başkanlığınızla birlikte yeni projeler, adımlar gündemde. Bu konuda çok ileride olan ülkeler var. Yenilenebilir enerji yatırımları gelişmekte olan ülkeleri nasıl etkileyecek?
En çarpıcı gelişme yenilenebilir enerjide yaşanıyor. Özellikle rüzgar ve güneş enerjisinde devrim oldu. Rüzgar ve güneş 2 açıdan ideal. Çevreye zararı yok. Dışarıdan ithal edilmiyor. Ülkenin kendi rüzgarı ve güneşi. Bugüne kadar ana sorun pahalı olmasıydı. Rüzgar tribünleri ve güneş panelleri pahalıydı. 10 yılda büyük değişim oldu. Bunlar iyi ama pahalı deniliyordu. Şimdi maliyetlerde büyük düşüşler yaşanıyor. Güneş enerjisinin maliyeti 5 yılda yüzde 80 düştü, rüzgar enerjisinin maliyeti de 5 yılda 3’te bir ucuzladı. Rüzgar ve güneş iyi ve hesaplı artık. Rüzgar ve güneş hem iyi hem de ucuz diyeceğiz yakında. Ancak rüzgar ve güneşin tüm enerji sorunlarını çözeceğini düşünmek de bence yine hayalperestlik olur. Bunların payı büyüyecek ama bizim yine de doğalgaza ve petrole ihtiyacımız olacak. Bu da demektir ki Türkiye gibi özellikle cari açığı petrol ve doğalgaz faturalarından gelen ülkelerin dünyadaki doğalgaz ve petrol gelişmelerini iyi okuması lazım. Petrol, doğalgaz, kömür hepsi cok önemli ama gelecek elektrikte.

- Ne kadarlık bir artış söz konusu?
Bizim geçen ay yayınlanan istatistiklerimize göre geçen yıl, yaklaşık 100 yıldan beri ilk defa, dünyada elektrik sektörü yatırımları petrol, doğalgaz ve kömür yatırımlarının toplamını geçti.

TÜRKİYE’YE EN İYİ HABER FİYATLAR ZIPLAMAYACAK

- Ne yapmalı Türkiye?
Dünyadaki petrol ve doğalgaz fiyatlarını belirleyen ülkeler arasında değiliz ve dünyadaki fiyatlar bizim ekonomimizin gidişatını etkileyecek durumda. Türkiye’ye verebileceğim en iyi haber doğalgaz ve petrol fiyatlarında önümüzdeki 2-3 yıl içinde ciddi bir yukarı zıplama beklemiyoruz. Bu da bizim ekonomimizin büyümesi ve enflasyona aşağı doğru baskı yapması için önemli haber. Türkiye yenilenebilir enerji yatırımlarını hızla artırmalı. Güneşimiz ve rüzgarımız var. Bunu çok da etkin kullanmalıyız. Türkiye enerji konusunda çok isabetli adımlar atıyor. Mesela, YEKA projesiyle birlikte rüzgar ve güneşte ciddi hamleler olacak, yüzen sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) terminalleri yapımının zamanlaması çok güzel ve de umarım nükleer enerjide atılmış adımlar sağlıklı bir şekilde sonuçlandırılacak.

- Enerji boru hatlarının geçtiği bir ülke olmak Türkiye’nin önemini artırıyor. Gündemde olan projeler Türkiye’ye güç katabilecek mi, gerçekleşebilecek mi?
Ben dünyayı geziyorum. Neredeyse her ülkenin önemli boru hattı projeleri var. Bu projelerin ne kadarının hayata geçtiği çok önemli. Projelerin kaçında gerçek borular döşenir? Bilemiyoruz. Türkiye coğrafi olarak özel ve önemli bir yerde. Bu enerji konusunda avantaj yaratıyor. Dünyadaki petrol rezervlerinin yüzde 70’i bizim çevremizde. Bu enerjinin Avrupa’ya ve diğer ülkelere taşınmasında önemli rol oynayabiliriz. Ancak bunun için sadece ekonomik faktörler yeterli değil, siyasi faktörlerin de uygun olması lazım.

HELVAYI YAPMALIYIZ

- Sanırım size çok sorulan sorulardan biridir. Türkiye’nin çevresi petrol zenginiyken Türkiye’de niye yok?
Türkiye fosil yakıtlar açısından şanssız bir ülke. Doğalgaz ve petrol fakiri bir ülkeyiz, ancak yenilenebilir enerji konusunda da çok şanslıyız. Yenilenebilir enerji atağı Türkiye’de başladığında dünyadaki maliyetlerin de düştüğü zamana denk geldi. Şansımız hem güneş hem rüzgar potansiyelimiz var ve bunları kullanamaya karar verdiğimizde maliyetler düşük. Un, şeker, yağ var helvayı yapmalıyız. Enerji Bakanlığı’nın son YEKA projesi bu alanda çok önemli bir hamle. Ben Türkiye’nin elelktrik enerjisinin önemli bir kısmının güneş, HES, rüzgar ve jeotermalden geleceğini düşünüyorum. Bu Türkiye’ye büyük rahatlık getirir. Cari açık konusunda rahatlık getirir. İkicisi dışa bağımlılığımızı azaltır. Yerli enerjimizi üretebiliriz. Yenilenebilir enerji jeopolitik bir öneme de sahip.

KALBİMDE HEP TÜRKİYE VE GALATASARAY VAR

Birol, “35 yıl önce Türkiye’den ayrıldım. Önce okumak için gittim sonra kaldım. Ancak Türkiye kalbimden hiç ayrılmadı. Çok koyu bir Galatasaray taraftarıyım. Tüm toplantılarımı GS fikstürüne göre ayarlarım ve hem her maçı dünyanın neresinde olursam olayım izlemeye çalışırım. GS ve İstanbul büyük bir tutku bende. Türkiye’ye dönünce Türkiye’ye ve GS’ye faydalı olmak istiyorum. Bir kızım ve bir torunum var, onlar da Amerika’da yaşıyor” diye konuşuyor.

FATİH BİROL KİMDİR?

Fatih Birol, 1958’de Ankara’da doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde elektrik mühendisliği okudu. Viyana Teknik Üniversitesi’nde enerji ekonomisi dalında lisansüstü ve doktora çalışmalarını tamamladı. Dr. Fatih Birol, 1995 yılında IEA’ya katılmadan Viyana’da Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) bünyesinde görev yaptı. Dr. Fatih Birol, Uluslararası Enerji Ajansı İcra Direktörlüğü’ne seçilmeden önce Uluslararası Enerji Ajansı (IEA)’nın başekonomisti ve kurumun enerji ve iklim değişikliği politikasının ekonomik analizinde sorumluydu. Dr. Fatih Birol, kariyeri boyunca pek çok ödül aldı. Forbes dergisi tarafından dünyanın enerji konusundaki en nüfuzlu kişisi seçildi. Hollanda Ekonomik İlişkiler Bakanlığı ve Polonya Ekonomi Bakanlığı’ndan aldığı ödüllerin yanında, Almanya Federal Liyakat Nişanı ile ödüllendirilen Birol, Avusturya Cumhuriyeti Altın Onur Madalyası’na, Fransa Akademik Şövalyelik unvanına layık görüldü. Birol, en son Japonya İmparatoru Akihito’nun prestijli ‘Yükselen Güneş’ ödülünün sahibi oldu.

Elif Ergu / Hürriyet

Alıntı:
http://www.finansgundem.com/haber/hamalliktan-enerjinin-zirvesine/1228583


17 Ağustos 2017 Perşembe

En çok hangi ülkeye borcumuz var?



Özel sektörün yurt dışından sağladığı uzun vadeli kredi borcunun haziran ayı itibariyle 210.9 milyar dolar olduğunu belirttik. Ve bir de en çok hangi ülkelere borçlu olduğumuza bakmak istedik. Birleşik Krallık, 24.2 milyar dolarla en fazla borcumuz olan ülke durumunda.
Birleşik Krallık kapsamına İngiltere, Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda'nın girdiğini hatırlatalım.
En fazla borç aldığımız ikinci ülke 21 milyar dolarla Almanya, üçüncü ülke ise 19.9 milyar dolarla ABD.
Aslında en çok borçlu olduğumuz kesimin milliyetini bilmediğimizi söylemek de yanlış olmaz. Çünkü yaklaşık 40 milyar dolar tahvil borcumuz var. Doğal olarak tahvillerimizi ellerinde bulunduranların hangi ülke vatandaşı olduğunu bilme şansına sahip değiliz.
Sektörlere göre borç
Toplam 210.9 milyar dolar olan borcun 110 milyar doları finansal kuruluşlara, 101 milyar doları da finansal olmayan kuruluşlara ait.
Finansal kuruluşlar arasında en borçlular tahmin edileceği gibi bankalar. Bankaların 92 milyar dolar borcu var.
Diğer yandan sınai sektörler 41, hizmetler sektörü ise 59 milyar dolar borçlu durumda.

Alıntı:
http://www.finansgundem.com/haber/ozel-sektorun-dis-borcu-ne-kadar-oldu/1222202



26 Temmuz 2017 Çarşamba

Kurumlar Vergisi'nde 35 ülke uygulaması

Maliye, KDV sisteminde olduğu gibi Kurumlar Vergisi'nde de 35 ülke uygulamasını masaya yatırdı. Birçok ülke 2020'ye kadar KV'yi aşağı çekmeye hazırlanırken, Maliye de sektörel ve alan bazlı çalışma ile bu yükü hafifletmeye hazırlanıyor. Bakanlar Kurulu, Kurumlar Vergisi'ni dörtte üçe kadar indirebilecek. Bu durumda mevcutta yüzde 20 olan vergi oranı sektörel bazda 5'e kadar düşürülebilecek.
35 ÜLKE UYGULAMASINA İNCELEME
Maliye Bakanı Naci Ağbal, yeni Gelir Vergisi Kanunu kapsamında üretimin teknolojik seviyesine bağlı olmak üzere Kurumlar Vergisi indirimi yapmayı amaçladıklarını söyledi. Ağbal, indirim yapılacak sektörler ve oranlar üzerinde senaryo çalışmaları yapacaklarını açıklarken, 35 ülkede uygulamalar mercek altına alındı.
Maliye'nin hazırladığı yeni Gelir Vergisi Kanunu'yla küçük işletmelerin sermaye piyasalarında halkla arzını teşvik edecek vergi kolaylıkları getiriliyor.
Sermaye artırımına giden, halka arz yapan küçük işletmeler indirimli Kurumlar Vergisi'nden yararlanacak. Vergi oranının dörtte üçe kadar indirme noktasında Bakanlar Kurulu'na yetki verilecek.
OECD ülkelerinde ortalama Kurumlar Vergisi oranı yüzde 25 seviyesinde. İngiltere, vergi oranını G-20 ülkeleri içinde en düşük seviyeye çekmek için çalışma yürütüyor. Ülke, üç yıllık geçiş sürecinde Kurumlar Vergisi'ni yüzde 19'dan 17'ye düşürmeyi planlarken, inovatif şirketler için vergi desteğine hazırlanıyor.
ABD Başkanı Donald Trump vergi reformu kapsamında yüzde 38.9 olan oranı 15'e düşürme kararı aldı. Türkiye de Kurumlar Vergisi'ni 2006'da yüzde 20'ye indirmişti.



Kaynak: OECD (*) 2020'ye kadar (**) 2018'e kadar (***) 2026'ya kadar
İNDİRİM İÇİN SIRAYA GİRDİLER
Birçok ülke Kurumlar Vergisi yükünü hafifletmek için indirim oranı ve takvimini açıklamaya başladı. Fransa yüzde 34.4 olan Kurumlar Vergisi'ni üç yıl içinde yüzde 28'e, Belçika da yüzde 34'ten 20'ye düşürmeyi planlıyor.
Avustralya 2026 yılına kadar oranı yüzde 30'dan 25'e, Lüksemburg 2018'e kadar yüzde 27'den 26'ya, İsrail ise yüzde 24'ten 23'e indirmeyi öngörüyor.
EN DÜŞÜK VERGİ MACARİSTAN'DA
Maliye Bakanı Ağbal'ın incelenmesi talimatı verdiği 35 ülke içinde en düşük kurumlar vergisi yüzde 9 ile Macaristan'da alınıyor. Kurumlar Vergisi Almanya'da 32, Meksika ve Japonya'da 30, Portekiz'de 29.5, Yunanistan'da 29, Yeni Zelanda'da 28, İtalya'da 27.8, Lüksemburg'da 27.1, Kanada'da 26.7 oranında uygulanıyor.
Avusturya, Hollanda, İspanya, Şili'de yüzde 25 olan Kurumlar Vergisi, Norveç'te yüzde 24, Danimarka ve İsviçre'de yüzde 22 oranından alınıyor. Estonya, Finlandiya, İzlanda, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Slovenya, Letonya ve İrlanda'da ise yüzde 20 ve altında uygulanıyor.

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/kurumlar-vergisinde-rekor-indirim/1215532


24 Haziran 2017 Cumartesi

Türkiye'de yüzde 28,3'lik kamu borcunun milli gelire oranıyla 28 AB üyesinin 26'sından daha iyi bir performans sergiledi

Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) ve Hazine verilerine göre, Türkiye geçen yıl toplam kamu borcunun milli gelire oranında neredeyse bütün AB ülkelerinden daha iyi bir performans gösterdi.
AB'de 2016 yılında kamu borcunun Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya (GSYH) oranı yüzde 83,5 seviyesinde gerçekleşti. Bu dönemde Euroyu kullanan Birlik üyelerinden oluşan Euro Grubunda ise bu rakam yüzde 89,2'ye ulaştı.

Aynı dönemde Türkiye'de AB tanımlı borç stokunun milli gelire oranı yüzde 28,3 seviyesinde seyretti.

Böylece, Türkiye'de kamu borcunun milli gelire oranı geçen sene AB üyesi 28 ülkenin 26'sından düşük seviyede gerçekleşti.

En yüksek kamu borç oranı Yunanistan'da

Yunanistan, AB'ye üye ülkeler arasında 2016 yılında en fazla kamu borcu/GSYH oranına sahip ülke oldu. Yunanistan'da kamu borcunun oranı yüzde 179'a ulaştı. Bu ülkeyi yüzde 132,6 ile İtalya ve yüzde 130,4'le de Portekiz izledi. Kamu borcunun milli gelire oranı Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nde yüzde 107,8, çeşitli AB kurumlarına ve NATO'ya ev sahipliği yapan Belçika'da ise yüzde 105,9'u buldu.

Avrupa'nın en büyük ekonomisi Almanya'da kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 68,3 olurken, bu rakam Fransa'da yüzde 96, Birlikten ayrılma kararı alan İngiltere'de yüzde 89,3 ve İspanya'da yüzde 99,4 seviyesinde gerçekleşti.

Kamu borcu en düşük ülke Estonya

Söz konusu dönemde AB'de kamu borcunun milli gelire oranı en düşük ülkeler ise yüzde 9,5'le Estonya, yüzde 20'yle Lüksemburg 'da gerçekleşti. Yalnızca bu iki ülkede kamu borcunun milli gelire oranı Türkiye'den düşük seviyede seyretti.

Pek çok AB üyesi Maastricht kriterini karşılayamıyor

AB'ye üye ülkelerin ekonomik ve parasal birliğe katılımı için öngörülmüş zorunlu koşulların belirlendiği Maastricht kriterlerine göre, kamu borç stoklarının, gayri safi yurtiçi hasılalarına oranının yüzde 60'ını geçmemesi gerekiyor. Bu verilere göre, AB üyesi 28 ülkenin çoğunluğu bu kriteri karşılayamıyor.




Alıntı:
http://www.finansgundem.com/haber/turkiyenin-kamu-borcu-ab-uyelerinden-daha-dusuk/1206201



18 Haziran 2017 Pazar

Merkez Bankası 25 yıl sonra altın rezervini artırdı

Hürriyet yazarı Uğur Gürses, "Merkez altın almaya başladı" başlığını kullandığı yazısında Merkez Bankası'nın altın rezervinde yaşanan gelişmeyi değerlendirdi. İşte Gürses'in o yazısı:
Merkez Bankası’nın ‘kendi mülkiyetinde’ olan altın rezervi neredeyse çeyrek yüzyılı bulan bir süredir hiç değişmedi; 116 ton 103 kilo uluslararası standartta külçe altın miktarı olduğu gibi korundu. Bu altınların bir bölümü yurtdışı merkez bankalarında, bir bölümü yurtiçinde tutuluyor.

Kendi mülkiyetinde olmayan kısmı, bankalarca yatırılması gereken zorunlu karşılıklar yerine altın getirme olanağı sağladığı için, bankalar tarafından Merkez Bankası’na yatırılan kabaca 320 ton civarındaki altınlardan oluşuyor. Böylece bankanın toplam altın rezervi bilançosunda 440 tona yakın görünüyordu. Ama kendi mülkiyetinde olan bölümü sadece 116.1 tondu. Merkez Bankası mayıs ortasından itibaren çeyrek yüzyıllık rezerv politikasını değiştirmiş görünüyor. Kendi mülkiyetinde olan uluslararası standarttaki altın rezervlerini, 116.1 tondan, 127 tona çıkardı. Mayıs ortasından itibaren her hafta 1-3 ton arası altın satın alarak rezervlerini artırıyor.


Merkez Bankası 12 Mayıs haftasında 3.6 ton altın alarak başladığı alım operasyonunu, ardı ardına 5 haftadır sürdürüyor. En son 9 Haziran haftası satın aldığı ilave 3 ton altınla; 5 haftada toplamda 11 ton altını rezervine eklemiş oldu. Böylece kendi mülkiyetinde olan altın rezervlerini 127 tona çıkarmış oldu. Bu, kendi mülkiyetinde olan altın rezervlerini kabaca yüzde 10 artırması demek. İlave satın aldığı altınların değeri yaklaşık 450 milyon dolar.

5.2 MİLYAR DOLAR EDİYOR

Banka döviz varlıklarını azaltarak yerine altın alabilir, ya da tersini yapabilir. Bankanın brüt altın rezervi 18.1 milyar dolar, swaplar dahil brüt döviz rezervi de 94.8 milyar dolar. Bankanın yükümlülükleri (borçları) düşülürse net rezervleri şöyle: 9 Haziran itibariyle banka mülkiyetinde olan net 116.1 ton altının değeri 5.2 milyar dolar iken, net döviz rezervi de swaplar dahil 28.4 milyar dolar seviyesinde. İşte banka bu 28.4 milyar dolarlık net döviz varlıklarından bir bölümünü şimdi altına kaydırıyor.
Merkez Bankası’nın rezervinde tuttuğu ve yaklaşık 20 yılı aşkındır değiştirmediği altın miktarını artırması, arızi bir durum değilse rezerv politikasında değişiklik anlamına geliyor. Altın rezervi artırım kararının jeopolitik risklerin artacağı varsayımı ile yapılıp yapılmadığı soru işareti.
Bankanın kendi mülkiyetinde bulunan 127 ton altının değeri, 5.2 milyar dolar ediyor. Zorunlu karşılıklar yerine sayılması için bankalarca Merkez Bankası’na yatırılan altınların piyasa değeri ise 12.9 milyar dolar. Toplam altın rezervlerinin dolar karşılığı ise 18.1 milyar dolar.

Merkez Bankası’nın daha önce yayınladığı rezerv yönetim ilkelerinde; “Stratejik bir rezerv tutma aracı olması ve her an nakde çevrilebilme özelliği nedeni ile toplam rezervlerimizin küçük bir kısmının altın olarak tutulması tercih edilmektedir” denilmekteydi. Yayınlanan notta, Bankanın uluslararası standarda sahip altın rezervlerinin, yönetim kurulu niteliği olan “Banka Meclisi’nce düzenlenen bir yönetmelik çerçevesinde, ancak yine muhafazakar bir yaklaşım içinde” yönetildiği yer alıyordu.

ZOR GÜNLER REZERVİ
MERKEZ bankalarının altın tutma nedeni çok eskilere gidiyor. Geçmişte altın karşılığı para basma ile başlayan ihtiyaç, bugün ‘zor günler rezervi’ işleviyle sürüyor. Herhangi bir savaş durumunda, uluslararası ödeme sistemi dışında kalma, muhabir Banka kullanamama durumunda ödemelerin yapılabileceği en geçerli araç: Uluslararası kabul gören, hatta fiziksel olarak da uluslararası standartta niteliği olan altın külçeler.


Yakın zamanda, ambargo ve blokajla, Swift ödemeler sistemi dışında bırakılan İran’ın acil ihtiyaçlarını altınla ödeyerek gördüğünü anımsayalım. Gelişmekte olan merkez bankaları kadar, gelişmiş ülkelerin merkez bankaları da külçe altın formunda rezerv tutuyorlar. Bu altınlar, çoğunlukla en başta ABD Merkez Bankası Fed’in New York’taki kasaları ile Britanya Merkez Bankası’nın Londra’daki kasalarında tutuluyor.

Alıntı:
http://www.finansgundem.com/haber/merkez-bankasi-25-yil-sonra-altin-rezervini-artirdi/1204427



7 Haziran 2017 Çarşamba

Nedense ülke olarak komplo teorilerine inanmaya çok meyilliyiz.

BORSA İSTANBUL'UN YÜKSELİŞİ VE ARAPLARDAN GELEN PARA!

Nedense ülke olarak komplo teorilerine inanmaya çok meyilliyiz. Bu bir ruh hali mi yoksa genel bilgi düzeyimizle ilgili bir sıkıntı mı acaba? Belki de ikisi birden. TL değer kaybettiğinde "dış güçler" söylemi ağırlık kazanırken piyasalara para girişi olduğu zaman da "Araplardan para geliyor" söylemi alıp başını gidiyor. Son dönemde BİST'in yükselişi ve TL'nin değer kazanması "Araplardan para geliyor" söylemini yine canlandırdı. Ödemeler dengesinde açıklanamayan net hata noksan kalemi de bu söylemi kullananlar tarafından kanıt olarak sunuluyor.

Finansal piyasalar için uluslararası fon akımları çok önemli. Bu fonlar da daha çok Batı ülkelerinin tasarruflarıdır. Bu fonların kim oldukları ve gecikmeli de olsa hareket tarzları zaten bellidir. Eğer küresel ölçekte risk iştahı artarsa gelişmekte olan ülke fonlarına alokasyonlar artar ve ağırlıklarına göre bu ülkelere para girişi olur. MSCI EM endeksinde örneğin Türkiye'nin ağırlığı yüzde 1, Çin'in ağırlığı ise yüzde 27,6. Yani gelişmekte olan ülkelere aktarılan her 100 dolarlık fonun 27,6 doları Çin'e giderken 1 doları Türkiye'ye giriyor. Bu oranlar, ekonominin büyüklüğü ve sermaye piyasalarının derinliğiyle ilgili uzun vadeli stratejik rakamlar... Ülkeye özel riskler, ucuzluk faktörleri ya da fırsatlar oluşursa bu ağırlık taktiksel yani kısa vadeli olarak arttırıp azaltılır. Bu fon hareketlerini bu yüzden gerek çıkış gerekse giriş olduğunda birtakım komplo teorilerine bağlamak doğru bir düşünce tarzı değil.

Yılbaşından bu yana risk iştahına bağlı olarak gelişmekte olan ülkelere fon girişleri arttı. Son dönemdeki emtia fiyatlarının seyri, ileriye dönük olarak bu konuda iyi işaretler vermese de şimdilik bu iştah canlı. Türkiye de bundan olumlu etkilendi. Referandum sürecinin sonuçlanmasının kısa ve orta vade için sağlayacağı istikrar carry trade'i de canlandırdı.

Birçok parametreye göre uluslararası benzerlerine göre iskontolu işlem gören başta bankacılık olmak üzere BİST hisseleri böylece hızla değer kazandı ve TL güçlendi. Bunun daha önce belirttiğim gibi Araplarla veya Katarlılarla bir alakası yok. Katar bir gaz üreticisi olarak düşük petrol fiyatları nedeniyle sıkıntılar yaşayan diğer Körfez ülkelerine göre biraz daha iyi durumda olmakla birlikte bölge geneli kendi dertlerine düşmüş durumda. Ayrıca ödemeler dengesindeki net hata noksan kaleminin de bununla ilgili olmadığı gerek Merkez Bankası gerekse diğer uzmanlar tarafından zaman zaman ortaya konuyor. Kaldı ki "Araplardan para geliyor" söyleminin yaygınlaştığı bu dönemde net hata noksan kalemi açık verdi.

Bölge ülkelerinin, Kuveyt dışında zaten böyle bir sermaye piyasası kültürü de yok. Katar son dönemlerde iki ülke ilişkilerinin iyi olmasına bağlı olarak birtakım gayrimenkul ve doğrudan alım işlerine kısmen girdi ama o kadar. Bunlar ülkeye giren uluslararası fon akışları içinde önemsiz düzeyde. Körfez ülkeleri yerleşiklerinden gelen sınırlı düzeydeki emlak alımlarının ise çok daha fazlasını Türkler şimdilerde Avrupa'da oturum alabilmek için Portekiz, Macaristan, İspanya veya Yunanistan gibi ülkelerde yapıyor.

Son dönemde sermaye piyasaları baharını yaşatan para girişleri çok büyük oranda Batı ekonomilerinin tasarrufları. Bu fon akımları kısa vadeli riskleri göz ardı edebilirler ama uzun vadeli stratejik alokasyon kararlarını değiştirecek majör siyasi, hukuki ya da ekonomik kararlar olursa Türkiye bu girişlerden mahrum kalabilir. Bu ligde olmak ve bu ağırlıkları en azından korumak önemli.

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/borsa-istanbulun-yukselisi-ve-araplardan-gelen-para/1201093


2 Haziran 2017 Cuma

Hisse senedi vatandaşın umurunda değil

Vatandaşın portföy tercihi ne

Dünya yazarı Alaattin Aktaş, vatandaşların tasarruflarını nasıl değerlendirdiklerini yazdı. İşte Aktaş'ın o yazısı:
Teknik tanımıyla yurtiçinde yerleşikler, kısaca vatandaşlar, tasarruflarını finansal araçlara yatırarak değerlendirirken yıllardır aynı eğilimi korumaktalar. Vatandaşın finansal yatırım aracı olarak Türk Lirası mevduat, yabancı para mevduat ve devlet iç borçlanma senedinden (DİBS) hiç vazgeçmediği gözleniyor.

Kalkınma Bakanlığı'nın mart ayını kapsayan son verilerine baktık ve 2006'ya kadar giderek, yani on bir yılı aşkın bir sürede ne gibi değişiklikler olduğunu da irdeleyerek bir değerlendirme yapalım istedik.

Vatandaşın portföy tercihinde bu on bir yılda ortaya çıkan tablonun özeti şu:
Türk Lirası mevduat ve katılım fonu, yabancı para mevduat ve katılım fonu ile devlet iç borçlanma senedi... Bu üç tasarruf aracı, vatandaşın toplam tasarrufunda 2006 yılında yüzde 91.5 paya sahipti, söz konusu oran bu yılın mart ayında da yüzde 87.9 düzeyinde gerçekleşti.
Yani vatandaş birikimlerini değerlendirirken Eurobond, menkul kıymet yatırım fonu, hisse senedi, özel sektör tahvili ve emeklilik yatırım fonu gibi finansal araçlara deyim yerindeyse pek yüz vermedi. Bu yatırım araçlarının toplamdaki payı 2006 ve bu yılın mart ayı itibariyle yalnızca yüzde 8.5 ve yüzde 12.1 oldu.

2006'dan bu yılın mart ayına kadar olan dönemde en belirgin pay değişimi devlet iç borçlanma senedinde yaşandı. DİBS'in finansal tasarruflar içindeki payı yüzde 41.2'den yüzde 20.5'e indi. Bu gerileme, DİBS'teki azalmadan değil, özellikle yabancı para mevduattaki hızlı artıştan kaynaklandı.
Döviz mevduatı bu dönemde yaklaşık 72 milyar dolardan 160 milyar dolara çıktı. Ne var ki, döviz mevduatının TL karşılığı dolar kurunun 1.50'den 3.65'e yükselmesinin etkisiyle 108 milyar liradan 583 milyar liraya yükseldi. Yabancı para mevduatın toplamdaki payı da yüzde 18.9'dan yüzde 27.8'e çıktı.

Hisse senedi vatandaşın umurunda değil

Ekonominin neredeyse merkezine konulan, genel gidişatın iyi mi, yoksa kötü mü olduğu konusunda en somut gösterge sayılan hisse senedi piyasası vatandaş nezdinde pek de makbul bir yatırım alanı değil.
Değil; çünkü aksi olsaydı toplam finansal tasarruflar içinde hisse senedinin payı bir ara yüzde 6'ya ulaşsa bile yeniden yüzde 5'lerin altına inmezdi. Hisse senedinin payı yalnızca iki yıl, 2008 ve 2011'de yüzde 6.1'i gördü, bir daha da bu orana çıkılamadı.
Bu yılın mart ayı itibariyle hisse senedine yapılan yatırımlar, yurtiçi yerleşiklerin toplam portföy tercihinde yalnızca yüzde 4.7'lik bir yer tutuyor. Yani Türk vatandaşı tasarrufunun yüzde 5'ini bile hisse senedine yatırmıyor.

Döviz tasarrufu çok daha fazla olabilir

Kalkınma Bakanlığı'ndan aktardığımız bu değerler, kuşku yok ki sistem içinde olan değerler. Sistem içinde görünmeyen de yastık altı olarak tanımlanan, yani cepte taşınan, kasada tutulan, evde ya da işyerinde muhafaza edilen döviz tasarrufu.
Bankalarda ne miktarda döviz tevdiat hesabı olduğu belli ve bu tutarı Merkez Bankası zaten haftalık olarak açıklıyor. Kaldı ki döviz tevdiat hesaplarının 18 Mayıs itibariyle hangi düzeyde bulunduğu bilgisine iki gün önce köşemizde yer vermiştik. Ama yastık altında tutulan dövizin tutarını kimsenin bilme şansı yok. Dolayısıyla bu dövizi de katarak aslında Türkiye'deki döviz tasarrufunun çok daha fazla olduğunu, finansal araçlarda tutulan miktarın da mart sonu için hesaplanan 2.1 trilyon liranın çok üstünde oluştuğunu kabul etmek gerekiyor.

Alıntı:


23 Mayıs 2017 Salı

Türkler Miami'ye yabancılar İstanbul'a hayran

Yabancı konut yatırımcısının Türkiye'deki gözdesi İstanbul, ABD'den mülk edinen Türklerin favorisi ise Miami oldu.

Yabancıların taşınmaz edinmesini düzenleyen ve kamuoyunda "mütekabiliyet yasası" olarak bilinen düzenlemenin 2012'de yürürlüğe girmesiyle yabancılara konut satışı da artmaya başladı. TÜİK verilerine göre düzenlemenin ardından Türkiye'den yabancılara 2013'te 12 bin 181, 2014'te 18 bin 959, 2015'te 22 bin 830, 2016'da ise 18 bin 189 konut satışı yapıldı.

Geçen yıl yabancıların aldığı 18 bin konutun yaklaşık üçte biri İstanbul'da satıldı. Yabancıya yapılan satışlarda İstanbul 5 bin 811 rakamı ile birinci olurken, 4 bin 352 konut ile Antalya ikinci, bin 318 konut satışı ile de Bursa üçüncü oldu. Türkiye'de konut sahibi olanlar arasında Iraklılar ilk sırada bulunurken, Suudi Arabistan, Kuveyt, Rusya ve İngiltere vatandaşları ilk beşte yer aldı.

Türkiye, yabancı yatırımcının gözdesi olmaya devam ederken, çok sayıda Türk ise ev sahibi olmak için ABD'yi tercih etti.

"ÜNLÜLER VE SOSYETE ÇEVRELERİ MİAMİ'Yİ TERCİH EDİYOR"

ABD'de gayrimenkul brokerlığı işiyle uğraşan Ersan Songur, AA muhabirine yaptığı açıklamada, son yıllarda Türklerin ABD'de konut sahibi olma talebinde artış yaşandığını belirtti.

Geçen yıl yaklaşık bin-bin 500 Türk vatandaşının ABD'de konut sahibi olduğunu dile getiren Songur, bu ülkede Türkler için özellikle Miami ve New York'un gözde lokasyonlar görüldüğünü ifade etti.
Songur, "Acun Ilıcalı, Sibel Can, Hadise, Tolgahan Sayışman gibi ünlüler ve sosyete çevrelerinin Miami'de evinin olduğunu çıkan haberlerden biliyoruz. Türkler New York'u metropol, Miami'yi ise tatil kenti olması dolayısıyla tercih ediyor çünkü Miami, hem İstanbul'a hem de Antalya'ya çok benziyor. Bundan dolayı buradan ev alan Türkler iklim şartları açısından hiç çok zorluk çekmiyorlar." dedi.

ABD'de konut sahibi olmanın hem maddi imkanlar hem de bürokratik işlemler bakımından çok da zor olmadığını bildiren Songur, şöyle konuştu:
"Mesela Miami'de 75-100 bin dolara ev bulmak mümkün. Bu evler istenirse kiraya da verilebiliyor. Kiraya verildiğinde ortalama 15 yılda kendisini kazanıyor. Bu bakımdan Miami'de ev almak hem keyif hem de yatırım özelliğini taşıyor ama bilinmelidir ki ABD'de ev almak vatandaşlık anlamına gelmiyor."

YABANCIYA SATILAN ÜÇ KONUTTAN BİRİ İSTANBUL'DA

Gayrimenkul brokeri Ümit Demir de yabancıların Türkiye'den konut satın alma trendinin yaklaşık 10-15 yıl önce başladığını belirterek, İngilizlerin Didim ve Fethiye, Almanların Alanya, Rusların ise Kemer'i tercih ettiğini söyledi.

Irak'ta yaşanan iç karışıklıklar nedeniyle 4-5 yıldır bu ülke vatandaşlarının Türkiye'den konut satın almaya başladığını vurgulayan Demir, Türkiye'de konut sahibi olmak isteyen Iraklıların büyük oranda İstanbul'u tercih ettiğini kaydetti.

Bu yılın üç ayında yabancıların İstanbul'dan bin 478 konut satın aldığına dikkati çeken Demir, şu bilgileri verdi:
"Yabancılara konut satışında İstanbul'un payı her geçen yıl artıyor. Türkiye genelinde yabancılara satılan konutlar içinde İstanbul'un payı 2013'ün başında yüzde 16 iken bugün yüzde 35'ler civarında. İstanbul'daki satın almaları daha çok Araplar yapıyor. İstanbul'da her bütçeye uygun konutun bulunması, İstanbul'un kozmopolit bir şehir olması bu tercih başlıca nedenleri arasında."

Alıntı:
http://www.finansgundem.com/haber/turkler-miamiye-yabancilar-istanbula-hayran/1196944

Türkiye'deki yabancı yatırımcı istatistikleri

Ekonomi Bakanlığı, Mart 2017'ye ilişkin "Uluslararası Doğrudan Yatırım Verileri Bülteni"ni yayımladı.

Buna göre, martta 1,6 milyar dolarlık uluslararası net doğrudan yatırım girişi gerçekleşti. Bu yıl ocak-mart döneminde ise rakam geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 1,9 artarak, 2,8 milyar dolar oldu.

Martta 1,2 milyar dolar sermaye girişi görülürken, nakit sermaye girişinin 1 milyar dolarlık bölümü Avrupa Birliği (AB), geriye kalan kısmı da Asya ülkeleri kaynaklı oldu.

Uluslararası sermayeli şirketlerin sayısı

Mart ayında 422 uluslararası sermayeli şirket ve şube kuruldu, 11 yerli sermayeli şirkete de uluslararası sermaye iştiraki gerçekleşti.

Ocak-mart döneminde bin 295 uluslararası sermayeli şirket ve şube kurulurken, 42 yerli sermayeli şirkete de uluslararası sermaye iştiraki oldu. Toplam bin 337 uluslararası sermayeli şirketin başta toptan ve perakende ticaret sektörü olmak üzere gayrimenkul faaliyetleri ve inşaat sektörlerinde hizmet verdikleri görüldü.

Aynı dönemde kayıtlı sermayesi 500 bin doların üzerinde olan 26 uluslararası sermayeli şirket, şube kuruluşu ile yabancı ortak iştiraki gerçekleşti. Bu şirketlerin 10'u toptan ve perakende ticaret sektöründe hizmet gösterdi.

Söz konusu dönemde kurulan bin 337 uluslararası sermayeli şirketin 830'unun Yakın ve Ortadoğu, 210'unun AB, 88'inin Kuzey Afrika ülkeleri ortaklı şirketler olduğu kaydedildi.
Verilere göre, mart sonu itibarıyla Türkiye'deki uluslararası sermayeli şirket ve şube sayısı 47 bin 773'e ulaştı. 6 bin 720 yerli sermayeli şirkete uluslararası sermaye iştiraki gerçekleşti. Böylece toplamda 54 bin 493 uluslararası sermayeli şirket faaliyette bulundu.

Hollanda 3. sırada yer aldı

Uluslararası sermayeli şirketlerin ülke gruplarına göre dağılımına bakıldığında ise AB ülkeleri ortaklı girişim sayısının 21 bin 961 ile birinci sırada bulunduğu belirlendi. Bunların içinde Almanya 6 bin 944 şirketle ilk sırayı aldı. Bu ülkeyi 3 bin 11 şirketle İngiltere ve 2 bin 737 şirketle Hollanda takip etti.

Söz konusu şirketlerin illere göre dağılımında ise 33 bin 116 ile İstanbul başı çekerken, bu ili 5 bin 27 şirketle Antalya, 2 bin 972 şirketle Ankara ve 2 bin 446 şirketle İzmir izledi.
İstanbul'daki uluslararası sermayeli şirketler başta toptan ve perakende ticaret (12 bin 807) olmak üzere, gayrimenkul kiralama ve iş faaliyetleri (5 bin 675) ile imalat sanayi (4 bin 62) sektörlerinde faaliyet gösteriyor.

33 projeye yatırım teşvik belgesi düzenlendi

Ekonomi Bakanlığı tarafından mart ayında yatırım teşvik belgesi düzenlenen 33 proje kapsamında yaklaşık 800 milyon dolar tutarında yatırım yapılması öngörüldü. Böylece bu yıl belgelendirilen yatırım projesi sayısı 73'e, belge kapsamındaki yatırımların tutarı ise 1,6 milyar dolara ulaştı.
Bu yıl verilen yatırım teşvik belgelerinin 51'i imalat, 11'i hizmetler, 11'ü ise elektrik, gaz ve su sektörleriyle ilgili düzenlendi.

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/turkiyeye-net-dogrudan-yatirim-girisi-yuzde-19-artti/1197062


Gelir adaletinden söz etmek kolay ancak gerçekleştirmek söylendiği kadar kolay değil

Antalya’dan düzenlenen Uluslararası Medya Forumu’nda konuşan Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, referandum sonrası mali piyasaların normale döndüğünü söyledi.
Küresel mali krizden sonra Türkiye’de 7,3 milyon yeni istihdam yaratıldığını belirten Şimşek, “Hala işsizliği yüzde 10’da tutma konusunda ciddi zorluklar yaşıyoruz” dedi.
Mehmet Şimşek: “Turizm konusunda geçen yıl ciddi sorunlar yaşamasaydı, cari açık bu kadar yükselmeyecekti. Ancak cari açıkta ivmenin aşağı doğru olacağını söyleyebilirim.”
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Global Connection tarafından düzenlenen Uluslararası Medya Forumu’nun ikinci gününde dünya ve Türkiye ekonomisini anlatan bir sunum yaptı ve 50 ülkeden gelen medya mensuplarının sorularını yanıtladı.
Konuşmasının ilk bölümünde dünya ekonomisine yer veren Şimşek, bir yandan küresel mali krizden sonra dünyada ciddi oranda bir büyüme gerçekleştiğine dikkat çekerken bir yandan da küresel risklerin de artmakta olduğuna vurgu yaptı.
İnsanların yüzde 82’sinin “Dünya giderek tehlikeli bir hal mi alıyor” yönündeki soruya “Evet” cevabını verdiğini belirten Şimşek, Türkiye’de bu oranın yüzde 87’yi bulduğunu kaydetti. Bir başka küresel
riskin ise yaşlanmaktaki nüfus olduğunu, dünyadaki yaşlı nüfusun yüzde 5’lerden yüzde 16’lara ulaştığını belirten Şimşek, ortalama ömrün de arttığına vurgu yaptı. Küresel borç oranının gelişmekte olan
ekonomilerde yükselmekte olduğunu belirten Şimşek, olgunlaşmış ekonomilerde bile bu oranın yüzde 280 olduğunu kaydetti.

Dünyada gelir dağılımı bozuk

Küresel ekonomik krizden sonra dünyada 1.400 koruma önlemi alındığını söyleyen Şimşek, verimlilik ve üretkenliğin ise düşüş trendine girdiğini belirtti.
Dünyadaki gelir artışının yüzde 95’inin yüzde 1’lik nüfusa gittiğini, kalan yüzde 5’lik dilimin ise nüfusun yüzde 99’u tarafından paylaşıldığını anlatan Şimşek, şu anda ise dünyanın kısa vadede döngüsel bir toparlanmaya girdiğini sözlerine ekledi. Şimşek, “Gelir adaletinden söz etmek kolay ancak gerçekleştirmek söylendiği kadar kolay değil” dedi.

Türkiye iyi bir performans sergiledi

Ekonomi Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin desteği, Türk Hava Yolları, Maxx Royal, İHKİB ve Borsa İstanbul’un sponsorluğu ile gerçekleştirilen Uluslararası
Medya Forumu’ndaki konuşmasının ikinci bölümünde Türkiye ekonomisine değinen Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, ekonomik olarak 2000 yılı 100 olarak baz alındığında Türkiye’nin 2016 yılında 215’e ulaştığını belirtti. Üstelik Türkiye’nin bu performansı 2001 yılında kendi içinde
yaşadığı ekonomik kriz, 2008-2009 yılında dünyada yaşanan ekonomik kriz ve geçen yıl Ortadoğu’da yaşanan kaos ve Türkiye’de yaşanan terörist darbe girişimlerine rağmen sergilediğini söyledi. Şimşek,
AB’de bu rakamın 126, gelişmekte olan ekonomilerde 193 ve dünya ortalamasının 181 olduğu gözönüne alındığında Türkiye’nin ciddi bir büyüme kaydettiğinin görüleceğini belirtti.

Cari açık ve enflasyon en önemli sorun

Türkiye’nin GSMH’sinin son 14 yılda 1,7 kat, kişi başına satın alma gücünün ise 2.7 kat arttığını belirten Şimşek, Türkiye ekonomisinin büyümesinin ivme kazandığını söyledi. Referandum sonrası mali piyasaların normale döndüğünü belirten Şimşek, piyasaların referandumdan evet sonucunu çıkmasını beklediği için bu durumun normal olarak algılandığını kaydetti. Türkiye’nin kredi risk priminin ciddi
anlamda düştüğünü belirten Şimşek, TL/Dolar kurunda ise bir istikrar sağlandığını söyledi. Buna rağmen Türkiye’nin büyümesinin iç talepten kaynaklandığını belirten Şimşek, “Net ihracat doldurulması gereken bir alan. Biz ihracat yoluyla büyümenin önünü açmak için ihracata desteği artırdık. Hatta ihracatçılara özel pasaportlar çıkarttık” dedi.Cari açık ve enflasyonun Türkiye ekonomisinin önünde duran en
önemli sorunlar olduğunu belirten Şimşek, “Turizm konusunda geçen yıl ciddi sorunlar yaşamasaydı, cari açık bu kadar yükselmeyecekti. Ancak cari açıkta ivmenin aşağı doğru olacağını söyleyebilirim. Son iki
yılda ise Türkiye büyük şok yaşadı. Bu da bize enflasyon olarak yansıdı. Biz enflasyonu tekrar tek haneye indirmeye çalışıyoruz” diye konuştu. Küresel mali krizden sonra Türkiye’de 7,3 milyon yeni
istihdam yaratıldığını belirten Şimşek, “Hala işsizliği yüzde 10’da tutma konusunda ciddi zorluklar yaşıyoruz” dedi.
Yüksek gelir grubuna terör engeli
Türkiye’nin reformlar yaptığı zaman ilerlediğini belirten Şimşek, “Turgut Özal zamanında reformlar yapıldı, Türkiye orta gelirli ülkeler kategorisine yükseldi. 2003’ten itibaren yapılan reformlarla orta üst
düzeye geldik. Dünya Bankası verilerine göre yüksek gelirli ülkeler kategorisine yükseliyorduk ki terörist girişimlerle birlikte olamadık” dedi.
Türkiye’nin mutlaka yapısal reformları gerçekleştirmesi gerektiğini belirten Şimşek, “Eğitim reformu önceliğimiz. Rekabetçilik ve yatırım ortamının düzenlenmesi yönünde reformlar yapacağız. Ar-Ge
konusunda yapısal reformlar gerçekleştirilecek. İşgücü piyasasında ve kamu idaresinde reformlar yapılacak” dedi. Türkiye’nin küresel rekabette 138 ülke arasında 55’inci sıraya yükseldiğini belirten
Şimşek, “Türkiye 2002 yılına kadar 15 milyar dolar yatırım çekmiş. Son 14 yılda 180 milyar dolar yatırım çekti. Demek ki yatırım ortamını iyileştirdik, bir şeyleri doğru yaptık ki bu yatırım geldi ve biz
rekabetçilikte yükseldik. Bunları sürdüreceğiz” diye konuştu.

“Bir tweet bile algı oluşturuyor”

Konuşmasının ardından soruları yanıtlayan Şimşek, Türkiye’deki gerçekliğin dünyada yaratılan Türkiye algısından daha iyi olduğunu ancak kendilerinin olmasını istediği kadar iyi olmadığını söyledi.
“İlk olarak gerçekliği geliştirmemiz gerekiyor. AB’ye katılım yolunda devam etmemiz gerekiyor. Bunun için ilk olarak daha fazla yapısal reform yapmamız gerekiyor. İkincisi Türkiye’yi AB’ye bağlamak
gerekiyor. Üçüncüsü ise daha iyi iletişim gerekiyor. Bunları yaparsak Türkiye’de neden OHAL olduğunu daha iyi anlatabiliriz. Biz yapmaya çalışıyoruz. Günümüz dünyasında bir tweet bile algı oluşturabiliyor.
Herhangi bir algıyı değiştirmek zaman alıyor. Bu nedenle daha fazla reform yapmamız gerekiyor” dedi.

“Domatese takılıp kalmak istemiyoruz”

Şimşek, Rusya ile Türkiye arasında imzalanan anlaşmayı nasıl bulduğu yönündeki soruya da “Gerçek dünyada ödün verirsiniz. Bence yapılan anlaşma Türkiye ve Rusya’nın çıkarına. Neredeyse bütün
sorunları çözdük. Kasım 2015 öncesine döndük diyebilirim. Rusya bizim çok önemli komşumuz ve ticari ortağımız. Diyaloğun devam etmesini istiyoruz. Bu durum iki ülkenin de çıkarına. Biz domatese katılıp
kalmak istemiyoruz” yanıtını verdi.

“Suriye’de kalabalık tiyatro oyunu oynanıyor”

Şimşek bir başka soru üzerine “Suriye’de çok kalabalık bir tiyatro oyunu oynanıyor. Türkiye, İran, Rusya ve ABD Suriye konusunda bir çözüm üzerinde uzlaşabilirsek bu kesinlikle işe yarar. İran, Türkiye,
Rusya ve ABD burada kaldıraç etkisi olacaktır. Ortadoğu’daki çözüm sınırların değişmesi değil, daha fazla demokrasi, daha fazla insan hakları, eşit vatandaşlık şeklinde olmalı” dedi. Azerbaycan’la
birlikte yapılan TANAP projesine yönelik bir soruya ise Şimşek, “Hem tüketici hem enerji koridoru olarak çok önemli bir proje. Azerbaycan ile kardeşlik bağlarını daha da güçlendirecek proje. Umarım önümüzdeki yıl devreye girer” yanıtını verdi.Şimşek, bir soru üzerine “ABD Başkanı Trump, önceki başkan Obama’dan farklı olarak işadamı bir başkan. Türkiye ile ABD’yi daha iyi ticaret ve yatırım olanaklarına kavuşturacaktır. Ancak korumacı başkan diye karşı çıkılması da mümkün. Biz iki ülke arasındaki ilişkilerin daha verimli olmasını isteriz. Tabii ki sorunlar yaşıyoruz ama aşarız. Yeni yönetimle daha iyi ticari ilişkiler kuracağımıza inanıyoruz” diye konuştu.

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/rusya-ile-neredeyse-butun-sorunlari-cozduk/1197011