26 Aralık 2016 Pazartesi

En büyük il ekonomileri

TÜİK, 2016 yılı 3. çeyrek milli hasıla rakamını açıkladığında iller bazında milli hasıla rakamlarını da açıkladı.
Türkiye rakamı güncel olmakla birlikte illerin rakamları iki yıl gecikmeli açıklandığından 2004 – 2014 yılı arasını kapsıyor. 2015 ve 2016’da durumun değişip değişmediğini bilmiyoruz. Açıklanan 10 yıla bakıldığında illerin milli hasıla büyüklüğünde sıra değişmeleri dikkat çekiyor. Büyük çoğunlukla iller yerlerini korumuş. 81 ilin sıralamasında ilk dördün sırası (İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa) değişmemiş. Ancak çok büyük gelişme gösteren veya tersine sıra kaybı yaşayan iller de var. Osmaniye 12 sıra, Yalova 11 sıra, Van ve Mardin 8’er sıra tırmanmış. Osmaniye 2004’te 81 il içinde 57’nci büyük ekonomiyken, 2014’te 45’inci sıraya çıkmış. Osmaniye’de bu çıkışı sağlayan yıllık yüzde 10’un üzerindeki büyümeler. 2009 kriz yılında bile yüzde 1.9 büyüme olmuş. Aynı şekilde Yalova 2004’te Türkiye’nin illeri içinde 63’üncü büyük ekonomiyken, 2014’te 54’üncü büyük ekonomi olmuş. Mardin ve Van’da da büyük gelişme var. Bu illerin ekonomileri 2004 – 2014 arasındaki 10 yıl içinde hızlı büyümüş. Her iki il de 8 basamak tırmanmış. Van ili, Türkiye’de 81 il içinde 33’üncü büyük ekonomi, Mardin ise 35’inci sıraya yükselmiş. Aksaray 7 basamak tırmanmış. Ekonomik olarak Türkiye’nin 49’uncu büyük ili olmuş. Bu ilde son yıllarda büyük otomotiv yatırımları olmuştu. Düzce ve Elazığ 3 basamak tırmanmış.
Güneydoğu illerinde dikkat çeken gelişme
2004 – 2014 arasında Güneydoğu illerinde dikkat çekici bir tırmanma olmuş. Sadece 8’er basamak tırmanan Van ve Mardin’de değil, diğer illerde de önemli ilerleme sağlanmış. 81 il sıralamasında Bitlis, Siirt 6’şar basamak atlamışlar. Şırnak 4 sıra, Batman 3 sıra, Bingöl 2 basamak tırmanmış. Diyarbakır ilinin ekonomik büyüklük sırasında bir değişme olmamış. Güneydoğu illerinde, o dönem yakalanan yatırım ortamı bölge illerinde hızlı büyüme sağlamış görünüyor. Bölge illerinden sadece Ağrı’da 5 sıra, Hakkari’de 2 sıra gerileme olmuş. Yozgat ve Burdur’da ekonomi hız kaybetmiş Büyük kayıp yaşayan iller içinde Yozgat dikkat çekiyor. 2004’te Türkiye illeri içinde 42’nci büyük ekonomi olan Yozgat, izleyen 10’uncu yılda 50’nci sıraya gerilemiş. Nevşehir ve Burdur ekonomileri 7 sıra geri düşmüşler. Çorum, Isparta, Tokat 5’er sıra kaybetmişler. Kastamonu ve Sinop ekonomisi de diğer illere göre hız kaybı yaşamış ve bu iller 4’er sıra gerilemişler. Aydın, Kars ve Bartın 3’er basamak gerilemiş.
10 il 10 yılda yüzde 300’ün üstünde artış yakalamış
TÜİK rakamlarında illerin 2004’ten 2014’e yıl yıl ürettikleri milli hasıla ve 10 yılda nereden nereye geldikleri de görülüyor. 2004’e oransal olarak en fazla büyüme sağlayan illerin başında Siirt var. Bu ilin 2004 milli hasılası 841.3 milyon lirayken, 2014’te 3.9 milyara çıkmış. Artış oranı yüzde 360. Yalova, Osmaniye, Kocaeli, Mardin, Bingöl, Bitlis, Şırnak, Gaziantep, Van ekonomilerini 10 yılda yüzde 300’ün üzerinde büyüten iller olarak öne çıkıyor. Kocaeli 2004’te 16.5 milyarlık milli hasıla üretirken, 2014 milli hasılası 74 milyara çıkmış. Hem hızlı büyüyen hem de ekonomisi büyük olan illerden Gaziantep, aynı dönemde milli hasılasını 8.5 milyardan 35 milyara çıkarmış.
Türkiye’nin 81 ilinden 76’sı 10 yıl gibi uzun bir sürede ekonomilerini en az iki katına çıkarırken, sadece 5 il bu hızı yakalayamamış. Yozgat yüzde 175 artışla sonuncu sırada. Diğer 4 il ise sırasıyla şunlar: Isparta, Çorum, Ardahan ve Tokat.
Osmaniye vakası demir - çelikle geldi
Osmaniye Ticaret Odası Başkanı Murat Teke, ildeki bu büyük çıkışın nedeni şöyle anlattı: “Bu çıkıştaki en önemli etken demir-çelik yatırımları. 2004’te bizim OSB’miz faaliyete geçti. Şimdi bu OSB’de en büyük iş kolu demir çelik oldu. 10’dan fazla büyük demir-çelik yatırımı var. Limana 11, demiryolu istasyonlarına 5 km. mesafede. İskenderun ve Payas bölgesi durumunu korurken burada gelişme oldu. Osmaniye, Türkiye’nin demirçelik merkezlerinden biri haline geldi. Tosyalı, Baştuğ, Koç Haddecilik gibi birçok yatırım yapıldı. Bunun yan sanayisi, lojistiği oluştu. Tekstilde de önemli yatırımlar oldu ama asıl büyüme katkısı demir çelikten geldi. Son dönemde bir de zeytincilik büyük gelişme gösteriyor. 4 milyon adet ağaç oldu. Bu sektör de katkı yapıyor.”




Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/en-buyuk-il-ekonomilerinde-sira-degisti/1151618


24 Aralık 2016 Cumartesi

HSBC Grubu’nun “Güvencenin Konforu: Yaşamı Değiştiren Deneyimler” raporu

HSBC Grubu’nun, 12 ülkeden 12 bin kişiyle gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçlarına göre; işten kovulmak finansal istikrarı en olumsuz etkileyen olay olarak görülüyor.

Ekonomi alanında, politikada, güvenlik konularında sıkıntılar yaşanan 2016’da bu gelişmeler tüketici alışkanlıklarını da olumsuz etkiledi. Son olarak Beşiktaş’taki bombalı saldırıların ardından tüketici güven endeksi, aralık ayında bir önceki aya göre yüzde 8 azaldı. Bununla birlikte tüketici güven endeksleri ile gerçek tüketim arasındaki korelasyon son zamanlarda sıkça tartışılıyor. Bazı ekonomistler, kurdaki yükseliş ya da ülke genelini etkileyen travmatik olaylar gibi gelişmelerin tüketici güven endeksini aşağı çektiğini ancak tüketim davranışlarını bu olaylar ve algıdan ziyade bireysel finansal durumun belirlediği belirtiliyor.
HSBC Grubu’nun “Güvencenin Konforu: Yaşamı Değiştiren Deneyimler” raporu da bireylerin finansal istikrarını olumsuz etkileyen gelişmelere ve bu gelişmelerin üstesinden gelmek için atılan adımlara dair önemli bulgular içeriyor. 12 ülkeden 12 bin kişiyle gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına göre; işten kovulmak finansal istikrarı en olumsuz etkileyen (%85) olay olarak belirtiliyor.
Daha az harcama daha çok birikim Yaşamı ve finansal davranışları değiştiren büyük olayları inceleyen HSBC’nin araştırması, bireylerin bu olaylar sonucu oluşan finansal güçlüklerin üstesinden gelmek için attıkları adımları ortaya koyuyor. Buna göre tüketiciler harcamalarını azalttığı gibi var olan gelirini de daha fazla tasarrufa yöneltme eğilimi gösteriyor. Bankanın araştırmasında ankete katılanların yüzde 42’si daha çok tasarruf ettiğini, yüzde 26’sı yeni bir tasarruf hesabı açtığını belirtmiş. Yani zorluk yaşandığında tüketici yeni bir harcama ve tasarruf politikası belirliyor. Genellikle de daha çok tasarruf yapması gerektiğini düşünüyor.
Tasarrufta geç gelen pişmanlık
Araştırmaya katılanların yarısından fazlası (%54) geçmişte yaşadıkları olaylar karşısında aldıkları önlemleri göz önünde bulundurduğunda birikim yapmaya daha erken bir zamanda başlamış olmayı diliyor. Katılımcıların yüzde 37’si harcamalarında kesintiye gitmiş olmayı dilerken, yüzde 34’ü ise harcamalarını önceliklerine göre yeniden sıralamış olmayı diliyor. Türkiye’de tasarruf oranı yıllar boyunca gerileyerek, 2015 itibariyle yüzde 15’e inmişti. Ancak TÜİK’in yaptığı güncelleme ile tasarruf oranımız yüzde 24 olarak belirlendi. Başka bir deyişle Türkiye düşük tasarruf bir ülkeden orta tasarrufl u bir ülke kategorisine yükseldi. Yeni tasarruf oranlarına göre Türk tüketicinin bu konuda ne düşündüğü, tasarrufta bir pişmanlığı olup olmadığı araştırmaya muhtaç.
HSBC’den zor günler için 4 öneri
HSBC Grubu’nun “Güvencenin Konforu: Yaşamı Değiştiren Deneyimler” raporunda geleceğe daha iyi hazırlanmak için atılması gereken adımlar 4 başlık altında özetleniyor. Buna göre; yaşamı değiştirecek olaylara yönelik plan yapılması ve öngörülemez gelişmelerin finansal etkilerini bu planda hesaba katmak büyük önem arz ediyor. Bunun yanı sıra finansal planın; harcama, birikim ve finansman dağılımının yanı sıra hem bireylerin hem de çocuklarının gelecek güvencesini içermesinin önemine dikkat çekiliyor.
Merkez Bankası ekonomistleri iş güvencesine dikkat çekmişti
HSBC araştırmasına göre işten atılma tüketiciler açısından en büyük risk olarak öne çıkarken, Merkez Bankası ekonomistleri de bu kalemden kaynaklanacak aşağı yönlü baskının azaltılması için daha fazla iş güvencesi verilmesini önermişti. MB araştırmasına göre iş güvencesindeki azalma konut talebini de azaltıyor. İşten atılma tehlikesi yaşayan bir çalışan da konut satın alma gibi büyük bir karar veremiyor. Ekonomistler daha fazla iş güvencesinin kredi talebi üzerindeki olumlu etkisi göz önüne alındığında büyümeyi artıracak talep odaklı bir politikanın parçası olarak düşünülebileceğini belirtiyor.

Alıntı:http://www.finansgundem.com/haber/yuzde-85-isten-kovulmak-diyor/1151257



9 Aralık 2016 Cuma

Büyümenin tetikleyicileri olan dört ana motor

Büyümenin tetikleyicileri olan dört ana motoru:
- Özel tüketim
- Kamu harcamaları
- Özel yatırım
- İhracat


Büyümenin tetikleyicileri olan dört ana motordan özel tüketim, kamu harcamaları, özel yatırım ve ihracat kompozisyonunda da, sadece özel tüketim ve kamu harcamalarının ağırlığı çektiği aktarılan raporda, bunun sağlıksız bir yapıya işaret ettiğinin açık olduğu söylendi ve Türkiye özelinde büyümenin daha çok yatırım ve ihracat ağırlıklı olmasının arzulandığı belirtildi.

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/turkiye-kritik-bir-esige-geldi/1145990

DOLARIN YERİNE ADAYLAR...

Dolara alternatif küresel para birimi belirsizliği yaşanırken şu an doların yerini alabilecek bir kaç aday bulunuyor. Çin'in Yuan'ı zayıflarken 2001 yılında favori olan Avro ise en zayıf adaylardan. İngiliz Pound'u ve Japon Yen'i ise güçlü adaylar. Ancak, en muhtemel çözüm, küresel döviz, dolar yerine Uluslararası Para Fonu'nun SDR (Özel Çekme Hakkı) uygulaması olabilir.

Özel Çekme Hakları (Special Drawing Rights - SDR), Uluslararası Para fonu (IMF) tarafından 1969 yılında meydana getirilmiş uluslararası bir rezerv birimi. SDR başlangıçta 0.888671 gram saf altına eşitken yani 1 SDR = 1 ABD Doları iken, 5 yıl sonra Bretton Woods Sistemi çöküp önemli para birimleri dalgalı kur uygulamasına geçince, 1974 yılı Temmuz ayında SDR değeri "para sepeti" yöntemine göre belirlenmeye başlamıştı.

1 Ocak 1981'den itibaren SDR değerinin belirlenmesine konu oluşturan ulusal para sayısı beşe indirilerek (Amerikan Doları, Alman Markı, Fransız Frangı, Japon Yeni ve İngiliz Sterlini) dünya ticaretinde en büyük paya sahip olan ülkelerin ekonomik gücünü yansıtacak biçimde düzenlenmişti. Ancak son yıllarda Avrupa Birliği ülkelerinin para birimi olarak Euro'ya geçmesi dolayısıyla Alman Markı ve Fransız Frangı yerini Euro'ya bırakmıştır. Halen SDR değerinin belirlenmesinde dört para birimi geçerli.

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/stratfor-erdoganin-dolar-hamlesi-domino-etkisi-yaparsa/1145847

8 Aralık 2016 Perşembe

Şeytan taşlamaktan reform yapamadık

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Türkiye İş Bankası'nın düzenlediği, “İş'le Buluşmalar" toplantısına katıldı. Başbakan Yardımcısı Şimşek, burada bir konuşma yaparak, “Genelde bizim siyaset söyleminde üreticileri korumak üreticilerin yanında olmak vardır. Alsında biz tüketicileri iyi korursak, üreticileri iyi korumuş oluruz. Çünkü küresel ölçekte bir şeyi satabiliyorsanız o zaman zaten o rekabet gücünü edinmişsiniz" dedi.
“İNŞALLAH 2017 YILINDA BU MÜZAKERELER GÜÇLÜ BİR ŞEKİLDE BAŞLAR VE HIZLI BİR ŞEKİLDE BİTER"
Mehmet Şimşek, bir dönem Amerikalıların Türkiye'yi Gümrük Birliğine alma konusunda destek verdiğini belirterek,"Çok iyi hatırlıyorum; reel sektör bu konuya pek meyilli değildi. 'Anahtarlarımızı alıp Avrupalılara verseler daha iyi olur' şeklinde bir yaklaşım vardı. En çok gürültü de belli sektörlerden geliyordu. Mesela otomotiv sektöründen... O dönemde Türkiye'nin toplam otomotiv ihracatı 329 milyon dolardı, bugün 20-25 milyar dolardan bahsediyoruz. Rekabet çok önemli. Ticarete açık olmak, bölgesel ve küresel entegrasyon, refah artışı açısından olmazsa olmazdır. Aslında rekabet gücünün gelişmesi açısından da olmazsa olmazdır. Bugün biz AB ile 'Gümrük Birliği'ni, hizmetler, kamu alımları ve tarımı içerecek şekilde nasıl genişletiriz, nasıl pozitif bir gündem oluştururuz' onun çabası içerisindeyiz. Nisan ayında AB ile bu konuda bir zirve yaptık. İnşallah 2017 yılında bu müzakereler güçlü bir şekilde başlar ve hızlı bir şekilde biter. Çünkü o Türkiye'nin rekabet gücünün toptan bir şekilde artmasını sağlar diye düşünüyorum" şeklinde konuştu.
YERLİ ENERJİ KAYNAKLARI
Şimşek, enerjinin de öneminden bahsederek, "Kim ne derse desin enerji çok belirleyici bir faktördür. Yani rekabet gücü açısından hala çok kritik bir değişkendir. Enerjide de Türkiye'nin özellikle yenilenebilir, yerli kaynakları harekete geçirmesi, ki bu konuda ciddi bir ilerleme var, çok etkili olacak." dedi.
“GELECEKLE İLGİLİ KÖTÜMSER OLMANIZ İÇİN SEBEP YOK"
Şimşek, “Türkiye hakikaten kürsel kriz, Avrupa borç krizi, Ortadoğu'daki gerilim, terör, FETÖ'nün Türkiye'de iktidarı ele geçirme mücadelesi, darbe girişimine kadar gelen süreç, Rusya ile olan sıkıntılar, bütün bu şokları Türkiye büyük bir direnç göstererek atlattı. Yani 2008'den bu yana bunların hepsini yaşadık, parti kapatma davası dahil olmak üzere. Türkiye yaklaşık olarak 2008-2016'da yüzde 3.5 büyümüş. Bu bile Çin ve Hindistan hariç gelişmekte olan ülkelerden daha iyi bir performans. Şimdi bu zorlukları geride bıraktığımız bir dönem düşünün ve tekrar güçlü bir reform uygulamasına geçtiğimiz bu dönemi düşünün gelecekle ilgili kötümser olmanız için sebep yok. Evet sıkıntılar var ama bu sıkıntıların biz farkındayız. Bu sıkıntıları çözmek için yoğun bir çaba içersindeyiz şu an. Gönül ister ki, Türkiye bu felaketlerden nasibini almasaydı veya yaşamasaydı. Ama yaşandı, gelinen noktada Türkiye ekonomisi büyük bir direnç gösteriyor. Kamu maliyesi hala destekleyici ve güçlü nitelikte. Diğer sıkıntıları da aşabiliriz. Aslında Türkiye önceliklerini iyi belirledi ama daha çok mesafe kaydetmemiz lazım" şeklinde konuştu.
“BİZİM VATANDAŞIMIZ ARZULANAN DÜZEYDE KENARA PARA KOYMUYOR"
Mehmet Şimşek, “Tasarruf meselesi aslında Türkiye'nin en büyük sıkıntılarının başında geliyor. Türkiye'nin bu sene tasarruf oranı yüzde 13.5 olacak gibi görünüyor. Dünyada ortalama tasarruf oranı yüzde 25, gelişmekte olan bizim gibi ülkeler yani orta üst gelir grubuna dahil ülkeler yüzde 32.5. Bizim yatırıma ihtiyacımız var. Bu yatırımları da iç tasarruflarla finanse etmemiz lazım. Fakat gelin görün ki, bizim vatandaşımız arzulanan düzeyde kenara para koymuyor. Diyebilirsiniz ki, 'zaten ülkenin gelir düzeyi düşün, neyi tasarruf edecekler'. Öyle değil, Türkiye'nin kişi başına milli geliri Çin'in 1.5 katı neredeyse. Biraz abarttım ama. Asgari ücreti çok çok üstünde. Fakat Çin'de tasarruf oranı yüzde 48. Bu tasarruflar yatırıma, üretime, ihracata dönüşüyor. Türkiye'nin bu anlamda mutlaka tasarrufları artırması lazım. Biz aslında çok güçlü destekler veriyoruz, bireysel emeklilik kapsamında. Bu otomatik katılım meselesi de bunun bir ürünü. Ama yetmez. İş gücü piyasası reformu ile tasarruflar arasında yakında ilişki var. İşgücü piyasası esnek olsa daha çok kişi istihdam edilse ne olur biliyor musunuz? Bağımlı nüfus azalır. Yani bir ailede birden çok kişi gelir elde edeceği için tasarruf imkanı artıyor.
“İNANIYORUM Kİ REFERANDUM SONRASINDA ÜLKENİN ÖNÜ TEKRAR AÇILIR"
Başbakan Yardımcısı Şimşek, “Birincisi Türkiye ekonomisi büyük bir direnç gösterdi. Muhtemelen en kötü dönem geride kaldı. İkinci mesajımda şu; sıkıntıları biz biliyoruz, asında çok iyi bir reform programımız, yol haritamız var. Şeytanı taşlamaktan, diğer problemlerle mücadele etmekten bu güne kadar arzuladığımız hızda belki bunları devreye koyamadık. Ama inanıyorum ki referandum sonrasında ülkenin önü tekrar açılır ve hızlı bir şekilde Türkiye belirsizlikleri geride bırakır, çok hızlı bir şekilde bu reformları uygulamaya koyar. Bütüncül yaklaşım ortaya koymamız gerekiyor, bizim söylediğimiz bu." şeklinde konuştu.
Alıntı:http://www.borsagundem.com/haber/mehmet-simsekten-tasarruf-vurgusu/1145359


5 Aralık 2016 Pazartesi

Kredi Derecelendirme Kuruluşlarının Verdiği Ülke Notunun Günlük Hayata Etkisi

Geçtiğimiz aylarda gündemi hayli meşgul etmesine rağmen, Türkiye’nin kredi notlarının düşürülmesinden şu sıralar pek söz edilmiyor. Dünya’nın en büyük üç kredi derecelendirme kuruluşunun ikisi (S&P ve Moody’s) Türkiye’yi yatırım yapılabilir seviyenin altında notlandırdı. Diğer büyük kuruluş Fitch ise son yayınladığı raporda Türkiye hakkında kritik tespitlerde bulundu. Not indirimlerinin geldiği günlerde tartışmalar alevlendi, bir tarafta ekonomimiz kötüye gidiyor sesleri, diğer tarafta “siz kimsiniz ki bize not veriyorsunuz nidaları” vardı.
Siyasiler tarafından o dönemde yapılan açıklamalarda kimsenin bu notlara bakmayacağı, Türkiye’ye yabancıların yatırım yapmaya devam ettiği, notların taraflı olduğu gibi birçok argüman sunuldu.

Gerçekten Notlara Bakılmıyor mu?

Bu açıklamalara bakılırsa kredi notunun şöyle kullanıldığı düşünülüyor: Bir bireysel ya da kurumsal yabancı yatırımcı var, Türkiye’nin kredi notuna bakıyor ve “bu ülkenin notu düşükmüş yatırım yapmayayım” ya da “notu yüksekmiş yatırım yapayım” diyor. Halbuki, kredi notları karar vericiler tarafından bu şekilde kullanılmıyor.
Bizim yabancı sermaye dediğimiz şey aslında yurtdışındaki fonlar. Fon denilen yapı çeşitli finansal enstrümanlardan (tahviller, dövizler, hisse senetleri vs.) oluşur ve yabancı fonların içerisinde farklı ülkelerin enstrümanlarına yatırım yapılır. Ancak bu fonların belirli kuralları var. Örneğin, bazı fonlar oluşturulurken sözleşmesine (terminolojideki adıyla prospektüsüne) şu yazılıyor: ‘Ülke kredi derecelendirme notu yatırım yapılabilir seviyede olmayan ülkelere ait enstrümanlar portföye alınamaz’. Bazılarında da fonun bir ülkede yatırım yapabilmesi için en az kaç kredi derecelendirme kuruluşundan geçer not almış olması gerektiği belirtiliyor. Dolayısıyla, bazı fonlar Türkiye’ye bakıp, “ülkenin notu düşmüş yatırım yapsak mı yapmasak mı” diye düşünmüyor, kuralları gereği yatırımlarını durduruyorlar veya sürdürüyorlar.

Faiz ve ülke notu ilişkisi

Kredi notunun kullanıldığı bir diğer alan ise sendikasyon kredileri. En basit anlatımıyla sendikasyon kredisi, Türkiye’deki bankaların yurtdışından aldığı kredilerdir. Bankalar bu kredileri alırlar, Türk Lirası’na çevirirler ve piyasaya kredi olarak verirler. Yurtdışından alınan bu kredilerin faizi genellikle bir baz faiz ve buna eklenen bir değişken faiz ile belirlenir. Örneğin LIBOR+1,5 faiz dendiğinde, LIBOR baz faiz olarak alınır, 1,5 ise adına ‘spread’ denen değişken faiz kısmını oluşturur. Bu yüzde 1,5’luk değişken kısım ülkenin kredi notundan etkilenir. Şöyle ki, tıpkı yukarıda bahsedilen fonlarda olduğu gibi krediler için de yazılı kurallar belirlenmiştir ve kredi notu ne kadar düşükse faiz o kadar yükselir. Bunlar yurtdışında kredi verenlerin regülasyon ve düzenlemelerinde yazılı halde olduğu için, bir kural silsilesi içerisinde yapılır. Yani bu kredileri verenler “Sizin ülkenizin notu düşmüş ama yine de ben size güveniyorum, buyurun düşük faizli krediniz” diyemez.

Harfler önemli

Bu iki örnekten çıkan sonuç şu, Türkiye’nin kredi notu sadece görüş olarak başvurulan bir harf kodu değil, ekonomimizi doğrudan etkileyen bir veri. Ülkeye yabancı fonların gelmemesi, piyasadaki dolar miktarının artmasına ve doların düşmesine engel olur. Keza, Türkiye’deki bankalara verilen kredilerin faiz oranlarının yükselmesi, nihai yurtiçi kredi faizlerinin yukarı doğru ivmelenmesi sonucunu doğurur. Bu yüzden, derecelendirme kuruluşlarının verdiği notlar, günlük hayatımıza etki edecek kadar önemli verilerdir ve bunlara ilişkin haberlere bu çerçeveden bakmakta fayda vardır.

Osmanlı Dönemi'nde akçe altın ve gümüş karşısında sürekli değer kaybediyordu



Osmanlı'da ekonomiyle ilgili sorunlar vardı. Türkiye'nin şimdi içinde bulunduğu paranın değersizleşmesi Osmanlı Dönemi'nden süregelen bir sorun.

Konuyu Taha Akyol köşesine taşıdı. İşte o yazı:


Kanuni Sultan Süleyman zamanında Amerika kıtası keşfedilmişti ama Amerikan devleti de dolar da yoktu. Atlas Okyanusu'ndan Viyana kapılarına kadar hükmeden Osmanlı'nın fevkalade önemli bir "para" sorunu vardı.
Bugün dolar karşısında TL nasıl değer kaybediyorsa, o zaman da Osmanlı parası “akça”, altın ve gümüş karşısında devamlı değer kaybediyordu.
Merhum hocamız Halil İnalcık “Devlet-i Aliye” adlı kitabında anlatır: 1525 yılında bir birim altın 57 akça idi, 1584 yılında aynı birim altın 120 akçaya çıkmıştı. Gümüş için de benzer bir tablo vardı. (Cilt 1, s. 194-195)
Dünkü “altın” karşısında akçayı, bugün “dolar” karşısında TL’yi düşünün, elbette aynı değil fakat iktisat ilminin önemli prensiplerinden biri görülür: Bir ülkenin parasının değeri o ülkedeki sermaye birikimi, tasarruf oranı, teknik ya da teknolojik seviye, üretim kapasitesi gibi faktörlere bağlıdır.
Bunlar zayıfsa paranız da değer kaybediyor.

OSMANLI PARASI AKÇA

O çağlarda bütün dünyada madeni para kullanılıyordu. Paraların asli değeri, içindeki altın ve gümüş oranına bağlıydı, yani asıl para altın ve gümüştü.
Osmanlı akçasında sürekli olarak altın ve gümüş oranı düşürülüyor, yani devalüasyon yapılıyordu!
Yeniçeriler ve esnaf “züyuf akça” denilen bu “ayarı bozuk” akçaları kabul etmediğinde isyanlar çıkıyordu.
Öte yanda, Avrupa’da ticaret devrimi yaşanıyor, faizle para toplayıp tüccara kredi satarak ticarete sermaye veren bankalar gelişiyor, sermaye birikimi ve şirketler güçleniyordu. Bu sayede 16. yüzyılda Avrupa’da faiz yüzde 5 civarındaydı.
Şirket ve banka kurumları bulunmayan, tarım ekonomisine bağlı kalan Osmanlı’da sermaye yetersizliği yüzünden faiz şeyhülislam fetvasıyla yüzde 12 idi!

FETİHLER VE EKONOMİ

Tarihçi Mustafa Akdağ “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” adlı eserinde, Osmanlı’nın bu müzmin para sıkıntısını şöyle anlatır:
“Kanuni Sultan Süleyman gibi Türk fetihlerinin en şanlılarını yapan bir hükümdarın ünü Avrupa memleketlerinde dolaşırken, İstanbul’da hükümetin, giderlerini karşılayacak parayı bulmak için akla gelen her yola başvurduğu görülmektedir.” (Cilt 2, s. 355)
13. yüzyıldan itibaren sermaye birikimi güçlenen Avrupa, tüfekle donatılmış düzenli piyade ordusuna geçiyordu. Osmanlı toprağa bağlı “sipahi” ordusunun yerine “tüfekli piyade”yi koyamıyordu, çünkü mali sıkıntı içindeydi...
Bir süre sonra mağlubiyetler başlayacaktı.
Merhum Akdağ bu tabloyu “altından kalkılmaz zorluklar” olarak niteliyor. 1700’lerden itibaren modernleşme arayışları başladı, fakat tarihin akışı değiştirilemedi. Viyana’dan Meriç’e, hatta Sakarya’ya kadar çekildik. Binlerce şükür ki, Milli Mücadele ve Lozan sayesinde Irak sınırı hariç bugün vatan sınırlarını kurtarabildik.

TÜRKİYE’NİN İHTİYACI?

Avrupa’yı 17. yüzyılda öne geçiren sermaye birikimi 12. yüzyılda başlayan bir süreçti. Devletlerin bilinçli iktisat politikalarının değil, Avrupa’nın özel coğrafi şartlarından doğan toplumsal dinamizmin eseriydi.
Sonradan devlet politikası oldu.
Bunun için Osmanlı’yı suçlamak da fetihlere bakıp 21. yüzyılda Osmanlı hayalleri kurmak da yanlıştır.
Her iki tavır da 600 yıllık büyük tecrübelerden dersler çıkarmayı, tarihin dinamiklerini “öğrenmeyi” engeller.
Peki, günümüzde Dolar karşısında neden en çok Meksika Pezosu ve Türk Lirası değer kaybediyor?
Trump Meksika sınırına duvar örecek falan...
Türkiye’de Son 5-6 yılda reformları, Avrupa standartlarını, teknolojinin ekonomideki rolünü, tasarruf ve sermaye birikimini unuttuk... Kısa sürede oy getiren inşaat yatırımlarını ve tüketim ekonomisini körükledik.
Demek ki Türkiye’nin sistem değiştirmeye değil, modern iktisadi zihniyete, demokratik ve rasyonel siyasi davranışlara ihtiyacı var.

Alıntı:

Yatırım için faiz seviyesi ilk ve olmazsa olmaz kriter değildir.

Yatırım için faiz seviyesi ilk ve olmazsa olmaz kriter değildir. Öyle olsaydı yüzde 70-80 enflasyonun olduğu dönemlerde asla ve kat’a yatırım gelmezdi bu ülkeye, ama geldi. Yatırımın ilk ve olmazsa olmazı “güven” ortamının oluşmuş olmasıdır! Hukukun üstünlüğünün varlığına; devletin, hukukun üstünlüğüne saygılı olmasına, iyi yetişmiş çalışanların olabilmesi için uluslararası kabul gören bir eğitim altyapısına sahip olmak faiz oranlarından çok daha önce geliyor. Sanayi üretimi yapıyorsanız ürünlerinizi pazarlara ulaştırabilecek yollara, tren yollarına sahip olmanıza, finansal hizmetler sunuyorsanız kendinizin ve müşterilerinizin havaalanından ofislere kolaylıkla ulaşabileceğiniz ulaşım altyapısına sahip olmanız gerekiyor. Sadece finans merkezi yapmakla değil, bunu ulaşım imkânları, finansal/vergisel düzenlemelerle ama özellikle de tutarlılık ve sürdürülebilirlikle desteklemeniz gerekir. Bunu yap(a)mıyorsanız, tek başına faiz oranlarını “sıfırlamakla” amacınıza ulaşamazsınız. Bunlar “yapısal” problemlerimiz, kısa sürede düzelmesini beklemek hayalcilik olacak ama bir yerden başlamamız da şart.

Alıntı:
http://www.finansgundem.com/foto-haber/dolartlde-zirve-goruldu-mu/1144166/4

4 Aralık 2016 Pazar

Doların yükselmesi ne anlama geliyor?

Dolarizas-yon, bir ülke vatandaşlarının yerli para birimi yerine yaygın olarak ABD Doları ya da başka bir yabancı para birimini kullanması anlamına geliyor. Türkiye’de yılların getirdiği bir alışkanlıkla süregelen bu uygulama kökeninde yüksek enflasyonla yaşadığımız yıllardan gelen bir alışkanlığı yansıtıyor. Enflasyona karşı tasarruflarının değerini korumak, uzun vadeli kontratlardan elde ettiği geliri sabitlemek isteyen vatandaş TL yerinde doları tercih ediyor.

Dolarizasyon döviz kurunun sakin olduğu dönemlerde sınırlı boyutlarda kaldığı için gündemi meşgul etmiyor. Ama ne zaman ki döviz kuru ani sıçramalar gösteriyor, o zaman dolarizasyon tekrar hızlanıyor ve gündeme oturuyor.

Türkiye de şu anda böyle bir dönemden geçiyor. Kasım başında 310 TL’ye aldığınız 100 doların kasım sonunda 342 TL’ye yükselmesi ne anlama geliyor?

1) Sözleşme gereği kira, maaş gibi ödemesini dolar cinsinden yapacak olan ama geliri TL cinsinden olan işletmeler ciddi bir yük altına giriyor. Önce kâr marjları azalıyor, dalganın devam etmesi durumunda iflas tehlikesi başlıyor. Ödemeyi yapan mağdur durumundayken, eğer alacaklı durumundaysanız, kurdaki yükselişi göz önünde bulundurup TL cinsinden sözleşme imzalamaktan daha çok kaçmaya başlıyorsunuz. Yani dolarizasyonun dalga boyu artıyor.

2) Dolar cinsinden borcu olup geliri TL cinsi olan şirketler keza benzer bir kıskacın içine giriyorlar.

3) Dolarla bir işi olmayan sokaktaki vatandaş ise kurdaki artışı uzun vadede fiyatlarda genel bir artış yani yükselen enflasyon olarak görürken, daha kısa vadede fiyatları dolara endekslenmiş ithal ürünlerin fiyatlarında ani sıçramalar olarak hissediyor. Böyle olunca, ister istemez tasarruflarda TL yerine dolar tercih edilmeye başlanıyor. Yani bir kere daha dolarizasyon dalgası ivme kazanıyor.

Peki, dolarizasyon nasıl engellenir? Dolara olan talebin artmasında, işlemlerin dolar cinsinden yapılmasında ana sebep TL’nin dolara karşı değer kaybı olduğuna göre çözüm de bu değer kaybını asgariye indirerek olabilir. Dolardaki yükselişin yurtdışı ve yurtiçi kaynakları var. Fed’in faiz artırımlarına aralıkta devam etmesi burada önemli bir etken ve bu konuda yapabileceğimiz bir şey yok. Bizim yapabileceğimiz, yükselen faiz nedeniyle ABD’ye kaçan parayı içeride tutabilmek için ne yapabiliriz onu düşünmek. Kısa vadede dolar talebini azaltabilmek için TL getirisini artırmak yani reel faizi cazip bir seviyede tutmak gerekiyor. Yani bir taraftan dolar talebinin arttığı bir ortamda, diğer taraftan bankalardan mevduat faizlerini düşürmelerini istersek, zaten dolarizasyona çanak tutmuş, yangına körükle gitmiş oluyoruz.

Uzun vadede öncelikle enflasyonu düşürmek suretiyle dolarizasyonun geleneksel sebebini ortadan kaldırmak gerekiyor ki vatandaş sürekli parasında bir erozyon hissetmesin. Yine ilave olarak TL’yi cazip hale getirebilmek için yatırımlara uygun bir ortam yaratılması, iş hukukunun Batı standartlarına çekilebilmesi, demokratik, şeffaf bir hukuk devleti olduğumuzun yerli yabancı tüm yatırımcılara ispatlanması gerekiyor.

Alıntı:
http://www.finansgundem.com/haber/dolarizasyon-nasil-engellenir/1143273