30 Aralık 2018 Pazar

Canko: Avrupa'nın 1 numaralı kart pazarıyız

BKM Genel Müdürü Canko: Kredi kartıyla yapılan ödemelerin 2018 sonunda % 19 büyümeyle yıllık 720 milyar TL'ye, banka kartıyla yapılan ödemelerin ise % 39 büyümeyle 100 milyar TL'ye ulaşacağı öngörülmekte.

Bankalararası Kart Merkezi (BKM) Genel Müdürü Soner Canko, AA muhabirine 2018 yılında kartlı ödemelerin gelişimi ve 2019 yılı beklentilerine ilişkin yaptığı değerlendirmede, ekonomilerin inişli çıkışlı seyrettiği dönemlerde büyümenin sürdürülebilirliği açısından kartlı ödemeler can suyu olduğunu belirtti.

2018'in kartlı ödemelerin pozitif büyüme sergilediği bir yıl olduğunu ifade eden Canko, "2018 nakitsiz ödemeler toplumuna ulaşma yolunda yürüyüşümüzü sürdürdüğümüz bir yıl oldu." ifadesini kullandı.

Canko, kredi kartıyla yapılan ödemelerin yıl sonunda yüzde 19 büyümeyle yıllık 720 milyar TL'ye, banka kartıyla yapılan ödemelerin de yüzde 39 artışla 100 milyar TL'ye ulaşmasının öngörüldüğünü söyledi.

2017'de bir önceki yıla göre yüzde 15 artan toplam kartlı ödemeler, bu yıl yüzde 21 artarak yıllık 820 milyar TL seviyesine çıkacağını belirten Canlo, kamuda kart kabulünün yaygınlaşmasının, Türkiye ekonomisine önemli katkı sağlayacağını vurguladı.

Canko, şöyle devam etti:

"Özellikle toplu taşıma ödemelerinin dijitalleşmesi ile kullanıcı deneyimi kazanılması sayesinde kartlı ödemeler diğer nakit yoğun alanlara da nüfuz edebilir. Bununla beraber noterler, tapu müdürlükleri, vergi daireleri, emniyet ve trafik şube müdürlükleri, araç muayene istasyonları, kamu hastaneleri ve SGK merkezleri gibi kamu kurumlarında kart kabulünün daha da yaygınlaştırılması, kullanıcılara büyük kolaylık sağlayacaktır. Bu sayede kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması, vergi gelirlerinin artması, ekonomide canlılık yaratarak büyümeye katkı sağlaması, banka müşterisi olmayan kesimin finansal sisteme dahil edilmesi gibi birçok ekonomik ve toplumsal fayda sağlayabiliriz. Kamu ödemelerinde kartlarla ödemelerin yaygınlaşması tahsilat oranını artırıyor."

"Avrupa'nın 1 numaralı kart pazarıyız"
Soner Canko, Türkiye'nin kart adedinde Avrupa'nın 1 numaralı kart pazarı olmaya devam ettiğini söyledi.

Kasım 2018 itibarıyla kredi kartı adedinin 66 milyon, banka kartı adedinin ise 144 milyon seviyesine ulaştığını belirten Canko, böylece toplam kart adedinin 210 milyon adede çıktığını kaydetti.

Canko, şu ifadeleri kullandı:

"Kredi kartı adedinde Avrupa'da en fazla karta sahip İngiltere'nin önünde yer alırken, banka kartı adedinde ise Almanya'nın arkasında 2. sırada yer alıyoruz. Toplam kart adedinde ise Avrupa'da en fazla karta sahip ülke konumumuzu bu yıl da sürdürüyoruz. Kart kabul noktasında ise 2,37 milyon adet terminalle Avrupa'da 3. sırada yer alıyoruz. ATM tarafında da yaklaşık 52 bin ATM ile Avrupa'da bulunan ATM'lerin yüzde 10'u Türkiye'de bulunuyor. Türkiye hem kart tarafında hem de kart kabul noktasında dünyanın birçok ülkesinden önde. Ancak nüfusumuz, ekonomik potansiyelimiz ve bu yaygın altyapı göz önünde bulundurulduğunda, hane halkı harcamalarında kartlı ödemelerin daha yüksek bir pay alması mümkündür."

"Her 3 kartlı ödemeden 1'i banka kartlarıyla gerçekleşiyor"
BKM Genel Müdürü Canko, 2018 kartlı ödeme verilerine banka kartı özelinde bakıldığında, banka kartıyla yapılan ödemelerin toplam kartlı ödemeler içindeki tutar bazlı payının yüzde 12'ye yükseldiğini söyledi.

Daha çok düşük tutarlı ödemelerde tercih edilen banka kartlarının ödeme adedi içindeki payının ise kullanımdaki artışla beraber yüzde 32 seviyesine ulaştığını belirten Canko, "10 yıl önce her 25 kartlı ödemeden 1'i banka kartlarıyla gerçekleşirken, bugün her 3 kartlı ödemeden 1'i artık banka kartlarıyla gerçekleşiyor." dedi.

Canko, daha önceleri maaş kartı olarak bilinen ve sadece para çekmede kullanılan banka kartları artık ödemelerde de hayatın vazgeçilmez bir parçası olduğunu ifade etti.

Toplam banka kartı işlemleri içindeki alışveriş adedi payının nakit çekimi geçerek yüzde 57'ye ulaştığına dikkati çeken Canko, "Artık her 5 banka kartı işleminden 3'ü alışveriş olarak gerçekleşiyor." diye konuştu.

"Temassız ödemelere ilgi katlanarak artacak"
Soner Canko, 2018'de temassız işlemlerin, kazandırdığı zaman ve kolaylık gibi avantajlarla hayatın bir parçası olmaya devam ettiğini belirtti.

Nakitsiz ödemeler toplumu olma yolunda bir diğer önemli ödeme yönteminin temassız teknolojisi olduğuna dikkati çeken Canko, sadece temassız kartlarla değil, uyumlu akıllı telefonlarla da temassız ödeme yapılmasını sağlayan teknoloji sayesinde, 90 TL altındaki işlemlerde şifre girmeden hızlı ve basit biçimde ödeme yapılabildiğini anlattı.

Canko, toplu taşımada, marketlerde, kafelerde ve fast food restoranlarında hızla yaygınlaşan temassız teknolojisiyle uyumlu toplam kart sayısının 57 milyona ulaştığını söyledi.

Temassız ödeme yapılabilen terminal sayısının ise 2018 yılında hızla artarak 1,2 milyona ulaştığını ve bugün her 2 terminalden birinde temassız alışveriş yapılabildiğini belirten Canko, "Kart ve kart kabul noktası tarafında yaşanan bu hızlı dönüşüm temassız kullanımına da yansıdı ve 2018 yılında yapılan temassız işlem adedi geçen yılın 2,5 katına çıktı. 2017 yılında 88 milyon adet temassız ödeme yapılırken, 2018 yılı kasım sonu itibarıyla 200 milyon temassız ödeme gerçekleşti. Yıl sonunda 210 milyon seviyesini geçeceğini öngördüğümüz temasız ödemelerin toplam kartlı ödeme adedi içindeki payı ise yüzde 4 seviyesine ulaşacaktır. 2019 yılında temassız ödemelere olan bu ilginin yine katlanarak artmasını bekliyoruz." değerlendirmesinde bulundu.

"2019’da hedef 17 milyon TROY logolu kart"
BKM Genel Müdürü Canko, Nisan 2016'da tüm üye bankaların desteğiyle hayata geçirdikleri ve bugün 25'i banka, 3’ü elektronik para kuruluşu olmak üzere toplamda 28 üyesi bulunan Türkiye'nin Ödeme Yöntemi (TROY) logolu kart sayısının bugün 7 milyona ulaştığını söyledi.

Bu yıl her ay çift haneli büyüme oranlarına ulaştıklarını belirten Canko, "Kart sayımızı neredeyse 4 katına çıkardık ve bu sayede 7 milyona ulaştık. Özellikle yeni verilen kartlarda ciddi bir büyüme sağladık, 2018 yılında yeni verilen her 100 kartın 28 tanesi TROY logoluydu." dedi.

Canko, TROY olarak amaçlarının Türkiye'de henüz kartlı ödemeleri kullanmayan 20 milyonu aşkın kişiye temas etmek olduğunu dile getirdi.

Bu kitlenin kart kullanımıyla beraber kayıt içi ekonomiye dahil olmasının pek çok sektörün gelişimine ve ülke kalkınmasına hizmet edeceğinin vurgulayan Canko, şu ifadeleri kullandı:

"2019'da TROY logolu kart sayısını 17 milyon karta çıkarmayı ve bu kişilerin edindikleri ilk kartın TROY logolu olmasını hedefliyoruz. Öte yandan BKM olarak dijital ödemelere yenilikçi ürünlerimizle öncülük etmeye devam edeceğiz. TROY'un sunduğu dijital ödeme yelpazesini 2019'da daha da genişleteceğiz. TROY İnovasyon Merkezi'nin ilk çalışmaları olan Android ve IOS telefonlarda geçerli mobil temassız ödeme, QR ödeme ve giyilebilir nesneler ile ödeme şu an kullanımda. 2019 yılında hem bunların yaygınlaşması için hem de başka yenilikçi ödeme yöntemlerinin sunulması için çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Tüm bunları yapmaktaki esas amacımız ise bu teknolojileri yenilikçi teknolojilere henüz erişememiş kişilere ulaştırmak, işletmelerimizin de daha fazla kişiye ulaşarak daha fazla ürün ve hizmet satabilmeleri sağlamak. Bunun için de bulunduğumuz ekosistemdeki perakende şirketleri, düzenleyici kuruluşlar, cihaz ve kart üreticileri, yazılım şirketleri gibi pek çok farklı kurum ve kuruluş ile ortaklaşa çalışmalar yürütüyoruz."

"Hayalimiz ödemeleri görünmez kılmak"
Soner Canko, Türkiye'nin Dijital Cüzdanı BKM Express ile mağaza içi alış veriş ve dijital bağış dönemi başladığını belirtti.

BKM Express'i 2011 yılında hayata geçirdiklerini ve 32 bin iş yerinde 1,7 milyon kullanıcıya hizmet verdiğini ifade eden Canko, BKM Express'in 2019 yılında hem kullanıcı sayısını artırmayı hem de online ödemelerde ulaştığı başarıyı kasa ödemelerinde de yaygınlaştırmayı hedeflediklerini söyledi.

"Hayalimiz ödemeleri görünmez kılmak" diyen Canko, BKM Express olarak sivil toplum ile STK'lar arasında köprüler kurmayı ve bağış kültürünü dijitalleştirmeyi misyon edinerek hayata geçirdiğimiz e-bağış özelliğiyle 2015 yılından bugüne kadar 250 vakıf ve derneğe Kasım 2018 sonu itibarıyla 262 bin işlem adediyle 6,1 milyon TL bağış yapılmasına aracılık ettiklerini dile getirdi.

Canko, BKM olarak nakitsiz toplumun en önemli savunucularından birisi olarak, 2019'un finansal okuryazarlık, banka kartlarının yaygınlaşması ve kullanımının artması, temassız ödemelerin yaygınlaşması gibi alanlarda desteklerinin daha da artacağı bir yıl olacağını sözlerini ekledi.

29 Aralık 2018 Cumartesi

Şirketler parayı bulamadı, şeker fabrikaları ortada kaldı iddiası

Ilgın, Burdur ve Yozgat şeker fabrikalarının satışının iptali için ortaya atılan iddia: En yüksek teklifi veren şirketler parayı bulamadı
Ilgın, Burdur ve Yozgat şeker fabrikalarına en yüksek teklif veren şirketlerin gerekli parayı bulamadığı ileri sürüldü. Buna göre, ikinci ve üçüncü en iyi teklifi sunan firmaların da asıl firmaların yedeği olduğu anlaşılınca fabrikalar ortada kaldı.

Sözcü'den Erdoğan Süzer'in iddiasına göre, özelleştirme süreci ışık hızıyla tamamlanan şeker fabrikalarının firmalara devrinde fiyasko yaşanıyor. Ilgın, Burdur ve Yozgat fabrikalarına en yüksek teklifi veren firmalar fabrikaları devralacak parayı bulamadı.

Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK) kararı gereği fabrikaların ikinci ve üçüncü en yüksek teklifi sunan yedekteki firmalara verilmesi gerekiyor. Ancak bu firmaların da fabrikaları almalarına imkan kalmadı.Çünkü ikinci ve üçüncü en iyi teklifleri sunan yedek firmalarla, 3 fabrikayı almak için para bulamayan asıl firmalar aynı firmalardan oluşuyor.

HEP AYNI ŞİRKETLER

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB), ÖYK'nın bu kararını uygulamak yerine ödemeyi yapamayan firmaların teminatını yakmadan 3 ila 5 kez ek süre verdi. ÖİB'nin niçin bu yola başvurduğu ise sonradan anlaşıldı.

Nisanda yapılan ihalede Ilgın fabrikası için en yüksek teklifi 637 milyon lirayla Alteks Tekstil firması vermişti. Bu fabrika için ikinci en yüksek teklif 636 milyon lirayla Doğuş Yiyecek'ten, üçüncü en yüksek teklif de 635 milyon lirayla Erser-Sterk ortak şirketinden gelmişti. Alteks fabrikayı alacak parayı bulamadığı için normalde ihalenin Doğuş Yiyecek'e verilmesi gerekiyor.

Ancak Doğuş, tıpkı Ilgın gibi devralınamayan Yozgat Şeker Fabrikası'na 275 milyon lirayla en yüksek teklifi veren firma konumunda. Dolayısıyla Doğuş'un da Ilgın'ı alma imkanı yok. Bu durumda üçüncü en iyi teklifi veren Erser-Sterk'e verilmesi gerekiyor. Ancak bu şirketin de parası olmadığı için devralamadı. Aynı şekilde Doğuş Yiyecek'in devralamadığı Yozgat Şeker Fabrikası'nda da ikinci en iyi teklifi 274 milyon lirayla Erser Sterk ortaklığı vermişti. Bu şirket parası olmadığı için zaten en yüksek teklifi verdiği Burdur'u devralamadı.

Türkiye’nin 500 büyük hizmet ihracatçısı açıklandı!

http://www.finansgundem.com/foto-galeri/ihracatcisi-aciklandi-galeri/1374321

8 Aralık 2018 Cumartesi

Diğer ülkeler G20'yi niçin eleştiriyor

G20 ülkelerinin bir karar almak için küçük, bir fark yaratmada ise büyük olduğu söyleniyor. Eleştirilerin başında ise çok konuşulup iş yapılmaması geliyor
Teoride; Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Arjantin, Avustralya, Brezilya, Çin, Endonezya, Fransa, Güney Afrika, Güney Kore, Hindistan, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada, Meksika, Suudi Arabistan, Rusya ve Türkiye'den oluşan G20 Grubu'nun bir karar almak için küçük, bir fark yaratmak için ise çok büyük olduğu söylenir.

Bunun için de grubu oluşturan ülkeler ile Birleşmiş Milletler'in (BM) yaklaşık 200 üyesi arasında kıyaslamalar yapılır. Bir başka karşılaştırma da dünyanın en büyük sanayileşmiş ekonomisinin oluşturduğu G7 seçkinler kulübü ve ya Rusya'nın da dahil olduğu G8'le yapılandır.

Yine de G20 ülkeleri, dünya ekonomisinin yüzde 85'ini, yatırım akışının yüzde 80'ini ve nüfusunun da üçte ikisini oluşturuyor.

İlk olarak 2008 yılında Washington'da yapılan ve 10 yıldır devam eden G20 zirveleri, küresel düzeyde ekonomi politikalarının görüşüldüğü doğal bir platform oldu.

Ancak bu grubu eleştirenler, elde ettiği kazanımların artık geçmişte kaldığını ve G20'nin bugün artık varoluş amacı arayan çok taraflı bir kuruma dönüştüğünü söylüyor.

Geleceği belirsiz

G20 Zirvesi öncesi dünya liderlerini taşıyan uçaklar birer birer Arjantin'in başkenti Buenos Aires'e inerken, tüm gözler de küresel ekonomiye dönük tehditlere çevrilmiş durumda.

ABD Başkanı Donald Trump ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping arasındaki ikili görüşmeler dikkatli izlenecek.

Trump, Çin'den ithal edilen 200 milyar dolarlık malların üzerindeki gümrük vergisini artırmak istediğini açıkladı. Bunun hayata geçirilmesi halinde vergi oranı da yüzde 10'dan yüzde 25'e yükselecek.

Ekonomistler, dünyanın en büyük iki ekonomisi arasında yaşanan ticaret geriliminin küresel büyümeyi olumsuz etkileyebileceği uyarısı yapıyor.

Jeopolitik tarafta ise, gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın 2 Ekim'de İstanbul'daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu'nda öldürülmesinden Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın sorumlu tutulmasına yönelik baskılar artıyor.

Ancak ABD merkezli düşünce kuruluşu Council on Foreign Relations'ın Küresel Yönetişim Direktörü Stewart M. Patrick'e göre, G20'nin önündeki en büyük sıkıntınıun nedeni ikircikli konular değil, "popülist milliyetçilik".

Patrick, bu sözleriyle elde ettiği başarıyı seçmen tabanı tarafından çok taraflı kurumlarla temsil edilen "küresel ekonomik elitin" muhalifi olarak görülmesine borçlu olan Trump gibi liderleri kastettiğini belirtti.

Kriz nasıl aşıldı?

G20'nin en fazla akılda kalan kazanımı, 2007-08 yıllarında yaşanan mali krize verdiği yanıt olarak gösteriliyor.

O dönemde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ilk kez eşit statüde biraraya gelmiş ve küresel büyümenin desteklenmesi gerektiğini kabul etmişti.

Bunun sonucunda da mali teşvikler, tüketimi artırmaya yönelik önlemler ve iflasa yaklaşan kurumlara verilen finansal yardımlar gibi politikalar koordineli bir şekilde uygulamaya geçirilmişti.

Ancak alınan önlemler küresel ekonominin çalışma biçimini kökten değiştirmeyi başaramadı. Bu da benzer bir krizin tekrar patlayabileceği anlamına geliyor.

Ve bu da gruba yöneltilen tek eleştiri değil.

'Küresel ekonomi, zorlu sularda seyrediyor'

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) geçen hafta içerisinde açıkladığı Ekonomik Görünüm raporunda, "Küresel ekonomi, zorlu sularda seyrediyor" dedi ve şu değerlendirmeyi yaptı:

"Küresel ticaret ve yatırım, gümrük vergilerinin karşılıklı olarak yükseltilmesi nedeniyle yavaşlama gösterirken, birçok gelişmekte olan ülke ekonomisinde de sermaye çıkışları ve para birimlerinin zayıfladığı görülüyor."

Uluslararası Para Fonu'na (IMF) göre küresel büyüme bu yıl yüzde 3,9 ile zirveye ulaştıktan sonra önümüzdeki birkaç yıl içerisinde zayıflayacak.

IMF, genişlemenin hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ekonomiler arasında "eşitsiz" bir hal aldığına dikkat çekiyor.

Hindistan ve Çin, küresel büyümenin lokomotifleri olmasına karşın Latin Amerika'da yavaşlama görülüyor ve birçok gelişmekte olan ülke de petrol fiyatlarındaki yükselişin olumsuz etkilerini hissediyor.

Mali teşvikler ve düşük işsizlik, ABD ekonomisinin büyümesini sağladı. Ancak büyüme oranı Avrupa ve Japonya'nın gerisinde kaldı.

'Çok konuşup, az iş yapıyorlar'

Mali krizden 10 yıl sonra buna cevaben atılan koordineli adımlar, dünyada sürdürülebilir ve kapsayıcı bir ekonomik büyüme dönemine geri dönülmesini sağlayamadı.

Yaşadıkları dünyadan uzaklaşan seçmenler, ekonomik milliyetçiliğe destek verdi. İngiltere 2016'daki referandumda AB üyeliğinden ayrılma (Brexit) kararı aldı, Donald Trump aynı yıl ABD Başkanı seçildi, Avrupa'da milliyetçiliğin yüksedi ve son olarak Brezilya'da aşırı sağcı Jair Bolsonaro Devlet Başkanı seçildi.

G20'nin elde ettiği kazanımlar artık geçmişte kalmış gibi duruyor ve gruba "çok konuşup, az iş yapma" eleştirisi yöneltiliyor.

Ancak zirveye katılan liderlerin büyük bölümü, grubun hala geçerli olduğunu göstermek için daha az değil, daha fazla işbirliğine gidilmesi gerektiğini savunuyor.

Alkin: Enflasyonda düşüş başladı demek için erken

Kasım ayı enflasyon rakamlarını değerlendiren Prof. Dr. Emre Alkin, “Son gelişmelere enflasyonda düşüş eğilimi demeyi doğru bulmuyorum'' dedi
Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) açıkladığı rakamlara göre enflasyon, kasım ayında yüzde 1,44 gerileyerek, yıllık bazda yüzde 21,62 oldu. Tüketici fiyatları, Haziran 2017'den beri ilk kez aylık bazda düşüş yaşamış oldu. Açıklanan rakamları değerlendiren Altınbaş Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Emre Alkin, Kasım ayı enflasyon rakamlarındaki düşüşün arkasındaki nedenleri üç kategoriye ayırarak incelemek gerektiğini belirterek, “Enflasyonun gerilemesinin arkasındaki nedenlerden ilki vergi indirimleri. Rakamların düşük çıkmasının arkasında vergi indirimlerinin büyük bir desteği var. İkincisi; petrol fiyatlarının düşük seyretmesinin akaryakıt fiyatlarına yansıması da önemli bir faktör. Ve üçüncüsü de döviz kurlarının son bir buçuk, iki aydır yerinde sayması, hatta gerilemesi” diye konuştu.

“ADIMLARIN DEVAMI GELMELİ”

Açıklanan enflasyon rakamlarında dikkat çeken bazı önemli noktalar olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Alkin, “Kasım ayı verilerine göre üretici fiyatları hala çok yüksek seyrediyor. Demek ki Türkiye’de maliyet enflasyonu var, talep enflasyonu yok. Dolayısıyla talep cephesine sürekli baskı kurarak, talebi kısarak enflasyonu kalıcı olarak düşürmek mümkün olmayacak. Dolayısıyla, enflasyonla mücadele kapsamındaki kasada yüzde 10 indirim hareketini bir ivme başlatıcı sayabiliriz ama bunun ardından çok istikrarlı şekilde maliyet enflasyonunu düşürecek adımlarla devam etmek gerekir. Bir kere vergi mevzuatını gözden geçirmek lazım. Çünkü kamu harcamaları devam ettikçe, bir süre sonra vergilerin yeniden arttırılması gerekecek. Bir yandan kamu harcamalarını kısmak bir yandan da vergileri rasyonel seviyeye indirmek gerekiyor. İkincisi, herkesin burun kıvırdığı, uzun vadeli bir çözüm olarak gördüğü için bir kenara koyduğu yapısal reformları acilen gerçekleştirmek gerekiyor. Türkiye’nin sorunu üretmek değil, Türkiye’nin sorunu katma değer yaratamamak. Yaratıcı çözümler sunamamak. Dolayısıyla bu olumsuz şartların neticesinde faiz enflasyon ve kurlar yükseliyor. İstikrarlı bir ülke olmamız ekonomik büyümeyle değil, yapısal reformları hayata geçirmekle olacak” ifadelerini kullandı.

“G20 LİGİNDEN DÜŞME RİSKİ VAR”

Türkiye’nin gerçekleştireceği reformların başında ekonomideki yapısal düzenlemeler kadar yargı ve eğitim sisteminde de reformlara ihtiyaç olduğunu belirten Prof. Dr. Alkin, “10 yıllık bir zaman zarfında taşlar yerine oturacaktır. Ancak bu sürenin çok uzun olduğun söyleyip yapmaktan vazgeçtikçe de bu 10 yıllık süre 15-20 yıla çıkacak. Ve Türkiye maalesef 2030 yılından sonra G20’den düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. Ayrıca büyüme ve nüfus ile ilgili nicelik üzerinde ısrar edilen tezlerin doğru olmadığını, önemli olanın kalkınma ve nitelikli nüfus olduğunu da söylemem gerekiyor” değerlendirmesinde bulundu.

Asgari ücretle alınabilen soğan miktarı 1092 kilodan 446.3'e geriledi

2019 asgari ücret tespit çalışmaları başlarken asgari ücretin enflasyon karşısındaki erimesine soğan örneği geldi.

Gıda enflasyonu yüzde 25’i aştı. Asgari ücretlilerin 1.603 liraya satın alabildiği soğan 645.7 kg, patates 363.6 kg, domates 109.3 kg azaldı.

Sözcü'den Mehtap Özcan Ertürk'ün haberine göre, gelirinin önemli bir bölümünü mutfak harcamalarına ayıran asgari ücretlinin enflasyon karşısındaki kaybı büyük oldu. Gıda enflasyonunun yüzde 25.6'ya ulaşmasıyla asgari ücretlinin alım gücü 4'te bir oranında azalmış oldu.

TÜİK'in ortalama madde fiyatlarındaki aylık değişimi dikkate alarak yapılan hesaplamaya göre, net 1603 lira olan asgari ücretle alınabilen ürün miktarında 30 temel gıda maddesinin sadece birinde alım gücü artarken, kalan ürünlerin tümünde alım gücünün düştüğü ortaya çıkıyor.

Ocak-kasım döneminde asgari ücretle alınabilen kuru soğan miktarı 1.092 kilogramdan (kg) 446.3 kg'a geriledi. Patatesin alım gücü 934.7 kg'dan 571.1 kg'a, salçanın 279 kg'dan 141.2 kg'a, makarnanın 518 kg'dan 408.7 kg'a, domatesin 456.9 kg'dan 352.4 kg'a, sütün 446.4 kg'dan 357.8 kg'a, tavuk etinin ise 193.9 kg'dan 145.3 kg'a düştü.

Ocak ayında asgari ücretle alınabilen ekmek miktarı 369.3 kg olurken, kasımda 323.3 kg'a düştü. Asgari ücretlinin alım gücü sadece nohut karşısında arttı. 1.603 lira ile ocakta 124.5 kg nohut alınabilirken, rekolte artışı fiyatları düşürünce kasımda bu miktar 151.6 kg'a çıktı.

ABD-Çin ticaret savaşı Huawei'ye sıçradı

Huawei CFO'su Meng'ın gözaltına alınması, son dönemde ticaret savaşı yapan ABD ve Çin arasında yeni bir gerilimin fitilini ateşleyebilir.
Çinli teknoloji şirketi Huawei'nin sahibinin kızı ve Mali İşler Direktörü (CFO) Meng Wanzhou'nun, İran yaptırımlarını deldiği gerekçesiyle Kanada'da gözaltına alınmasının, son dönemde ticaret savaşı yapan ABD ve Çin arasında yeni bir gerilimin fitilini ateşleyebileceği belirtiliyor.

Huawei şirketini ABD menşeli ürünleri İran'a gönderdiği iddiasıyla soruşturan ABD'nin Meng'in New York'ta "tanımlanmamış suçlamalardan" yargılanmak üzere iadesi arayışında olduğu ifade edildi.

Meng'in, ABD Başkanı Donald Trump ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in Arjantin'de G-20 Zirvesi sırasında "iki ülke arasında 90 gün boyunca yeni gümrük vergisi getirilmemesi" konusunda uzlaşmasından çok kısa bir süre sonra gözaltına alınması ise dikkat çekici bir gelişme olarak nitelendiriliyor.

"ABD, Huawei'yi hedef alarak mesaj veriyor"

Çin Komünist Partisinin yayın organı Global Times gazetesi, ABD'nin Huawei'yi hedef alarak uluslararası topluma mesaj verdiğini yazdı. Haberde, ABD'nin şirketin uluslararası saygınlığına zarar vermeye çalıştığı ve hukuk adına teknoloji devinin küresel piyasasını nişan aldığı yorumu yapıldı.

Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Gıng Şuang, ABD ve Kanada'dan, gözaltı nedenini açıklığa kavuşturmalarını ve Meng'in derhal serbest bırakılmasını isterken, Huawei'den yapılan açıklamada, Meng Vancou'nun Kanada'da uçak değiştirdiği sırada New York'ta "tanımlanmamış suçlamalarla" yüzleşmesi için ABD adına gözaltına alındığı kaydedildi.

"Huawei, yasa ve düzenlemelere uyuyor"

Huawei'nin faaliyet gösterdiği yerlerde yasalara ve düzenlemelere uyduğu, buna BM, ABD ve AB'nin yaptırım ve ihracat kontrollerinin de dahil olduğu belirtilen açıklamada, "Şirkete suçlamalar hakkında çok az bilgi verildi. Meng'ın herhangi bir yanlışından haberdar değiliz." ifadesi kullanıldı.

Şirket, ABD ve Kanada'da yasal sistemlerin eninde sonunda adil bir sonuca varacağına inandıklarını vurguladı.

ABD Adalet Bakanlığı Sözcüsü ise konuyla ilgili açıklama yapmadı.

Kanada Adalet Bakanlığı, Huawei şirketinin sahibi Rın Cıngfey'in kızı ve şirketin CFO'su Mıng'ın, ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarını delmek suçlamasıyla 1 Aralık'ta Vancouver kentinde gözaltına alındığını duyurmuştu.

ABD yönetiminin talebi üzerine gözaltına alınan Mıng'ın 7 Aralık Cuma günü ilk duruşmasına çıkmasının planlandığı bildirildi.

ABD Adalet Bakanlığı, Çinli akıllı telefon üreticisi ve telekomünikasyon devi Huawei'ye, İran'a yönelik yaptırımları ihlal ettiği gerekçesiyle nisan ayında soruşturma açmıştı.

Tutuklama haberinin duyulmasının ardından Asya borsaları güne sert kayıplarla başlarken, ABD vadelileri de endekslerde sert düşüş yaşanacağına işaret ediyordu.

1 Aralık 2018 Cumartesi

Dolar ve faiz düşerken Türkiye'nin risk primi neden artıyor

BBC Türkçe yazarı Mahfi Eğilmez, döviz kuru ve faiz düşerken Türkiye'nin risk primi neden artıyor? sorusunun yanıtı verdi. İşte Eğilmez'in o yazısı:
Türkiye ekonomisinin göstergelerini izlerken ilginç bazı çelişkiler dikkat çekiyor. Genellikle birlikte hareket etmesi gereken göstergelerin bazıları uyumlu olarak hareket ederken bazıları da tam tersi yönde hareket ediyor.

Finansal göstergelerle ekonomik göstergelerin aynı yönde hareket etmemesi bir ölçüde gecikme ve vade farklılığı gibi kavramlarla açıklanabilirse de finansal göstergeler arasındaki uyumsuzluğu açıklamak ekonomik gerekçelerle pek mümkün görünmüyor.

Aşağıdaki tablo Türkiye'nin yılbaşından bu yana değişen finansal göstergelerini sergiliyor.




Tabloya göre TL, iki önemli rezerv para ABD Doları ve Euro karşısında önce hızla değer kaybetmiş sonra bu kayıpları önemli oranda toparlamış bulunuyor.

Benzer bir durum 2 ve 10 yıllık tahvil faizlerinde de söz konusu. Faizler son derecede hızlı bir artış gösterdikten sonra düşüşe geçmiş görünüyor.

Aralarında en geç kalmış görüneni BIST 100 endeksi olsa da o da son ay içinde yükselmeye başlamış.

Buraya kadarki görünüm finans piyasalarının Türkiye ekonomisine güvenmeye başladığını anlatıyor.

Görünümü bozan tek gösterge CDS primi.

CDS (Credit Default Swap) nedir?

Kredi risk primi. CDS, bir kişi ya da bir kuruluşun, bir kredi sahibine ait alacağın ödenmemesi riskini üstlenmeyi kabul etmesinin bedelidir.

Bir ülkenin ya da şirketin CDS primi ne kadar yüksekse, borçlanma maliyeti de o kadar yüksektir. Çünkü bu prim ister istemez faize yansımaktadır.

CDS primi, finansal göstergelerdeki iyileşmeyi adeta yalanlarcasına bir görünüm sergiliyor.

Önce hızla yükselmiş, sonra düşmüş son ayda yeniden yükselişe geçmiş. Mesela Dolar/TL kuru ile CDS gelişimine birlikte bakarsak şöyle bir görünüm çıkıyor:



Bunun nedenlerini aramaya CDS priminin diğer göstergelerden ne farkı olduğuna bakarak başlamamız gerekiyor.

CDS priminin diğer finansal göstergelerden başlıca iki farkı var:

CDS primi finans piyasalarının yanı sıra ekonomide olup bitenlere ve geleceği etkileyecek gelişmelere öteki göstergelere göre daha duyarlıdır.

Bazı iç düzenlemelerden kolay kolay etkilenmez, çünkü bu primin belirleyicileri yabancıdır.
Ekonomideki duruma da bakalım:



Tabloya göre ekonominin gidişi finansal piyasaların verdiği olumlu tepkiyi yansıtmıyor. Tek olumlu görünen gösterge cari açık.

Onun da büyümedeki düşüş nedeniyle gerilediğini düşünürsek ne kadar olumlu olduğu konusu karışıyor.

Kaldı ki mesela büyüme beklentisi burada oldukça yüksek. Merkez Bankası Beklenti Anketi'ne Kasım ayı itibariyle yüzde 3,1 olarak yansımış olan büyümenin bu yükseklikte olması bugün artık pek mümkün görünmüyor. Büyümenin sıfıra yakın gerçekleşeceğini tahmin ediyorum.

Finans piyasaları ekonomi açısından olumlu algılanmayan bazı düzenlemeleri kazandırıcı etki olarak algılayıp kabul ettiği için o düzenlemelerden olumlu etkilenir.

Konvansiyonel anlayışın dışına çıkan bazı düzenlemeler finans piyasalarını olumlu etkileyebilir. Örneğin işsizlik fonundan işsizler yerine iş sahiplerine destek verilmesi hisse senetlerinin prim yapmasını sağlayabilir.

Ya da Hazine borçlanmalarının ertelenmesi döviz kurunun ve faizlerin düşmesine yol açabilir. Bunlar kısa vadede bazı toparlanmalar sağlayabilir.

Ne var ki ekonomi, finans gibi 1 gün, 1 hafta, 1 ay gibi kısa vadeyle pek ilgili değildir. Ekonomi açısından kısa vade 1 yıldır.

İktisatçılar, çok kısa vadede toparlanma sağlayacak bazı adımların biraz daha uzun vadede sistemi bozucu etkiler yaratıp yaratmayacağına bakarlar.

CDS primi, yalnızca finansal piyasalarda olan bitenle değil aynı zamanda ekonominin kısa ve orta vadede gidişiyle de ilgili olduğu için finansal piyasalardaki olumlu havaya hemen uymayabilir.

Eğer alınan önlemlerin ekonomiyi bozucu sonuçlar yaratmayacağı algısı oluşursa CDS primi de gerileyecektir.

Vergi, harç ve cezalardaki yeniden değerleme oranı belli oldu

Vergi, harç ve cezalardaki yeniden değerleme oranı yüzde 23,73 oldu. 2019 yılında pasaport, ehliyet harçları ve trafik cezaları, Motorlu Taşıtlar vergisi oranı yüzde 23.73 artacak
Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın (Gelir İdaresi Başkanlığı), Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği, Resmi Gazete'de yayımlandı.

Tebliğde, Vergi Usul Kanunu'nun ilgili maddesinde, yeniden değerleme oranının, yeniden değerleme yapılacak yılın ekim ayında (ekim ayı dahil) bir önceki yılın aynı dönemine göre Türkiye İstatistik Kurumunun Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi'nde meydana gelen ortalama fiyat artış oranı olduğu belirtilen tebliğde, bu oranın Bakanlıkça Resmi Gazete ile ilan edileceği hükmünün yer aldığı ifade edildi.

Bu kapsamda, yeniden değerleme oranının 2018 için yüzde 23,73 olarak tespit edildiği aktarılan tebliğde, söz konusu oranın 2018 yılına ait son geçici vergi dönemi için de uygulanacağı kaydedildi.

Öte yandan, bu konuda daha önce yayımlanan tebliğlerin yürürlükte kalacağı da aktarıldı.

Dış ticaret açığı yüzde 94 azaldı

TÜİK, Ekim ayına ilişkin dış ticaret verilerini açıkladı
Ekim ayında dış ticaret açığı %93,8 azalarak 456 milyon dolara geriledi. Türkiye İstatistik Kurumu ile Ticaret Bakanlığı işbirliğiyle oluşturulan geçici dış ticaret verilerine göre ihracat 2018 yılı Ekim
ayında, 2017 yılının aynı ayına göre %13 artarak 15 milyar 719 milyon dolar, ithalat %23,8 azalarak 16 milyar 176 milyon dolar olarak gerçekleşti.
İhracatın ithalatı karşılama oranı 2017 Ekim ayında %65,6 iken, 2018 Ekim ayında %97,2'ye yükseldi.

Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış seriye göre ihracat %1,5 azaldı

Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış seriye göre 2018 Ekim ayında bir önceki aya göre ihracat %1,5, ithalat %6,9 azaldı. Takvim etkilerinden arındırılmış seriye göre ise 2018 yılı Ekim ayında
önceki yılın aynı ayına göre ihracat %9,7 arttı, ithalat %24,2 azaldı.

Avrupa Birliği'ne ihracat %13,8 arttı

Avrupa Birliği'ne (AB-28) yapılan ihracat, 2017 yılının aynı ayına göre %13,8 artarak 7 milyar 825 milyon dolar olarak gerçekleşti. AB'nin ihracattaki payı 2017 Ekim ayında %49,4 iken, 2018 Ekim ayında %49,8 oldu.

En fazla ihracat yapılan ülke Almanya oldu

Almanya'ya yapılan ihracat 2018 Ekim ayında 1 milyar 457 milyon dolar olurken, bu ülkeyi sırasıyla 1 milyar 68 milyon Dolar ile Birleşik Krallık, 877 milyon dolar ile İtalya ve 852 milyon dolar ile Irak takip etti.

İthalatta ilk sırayı Rusya aldı

Rusya'dan yapılan ithalat, 2018 yılı Ekim ayında 1 milyar 865 milyon dolar oldu. Bu ülkeyi sırasıyla 1 milyar 559 milyon dolar ile Almanya, 1 milyar 366 milyon dolar ile Çin ve 883 milyon dolar ile ABD izledi.

Yüksek teknolojili ürünlerin imalat sanayi ihracatı içindeki payı %3,5 oldu

Teknoloji yoğunluğuna göre dış ticaret verileri, ISIC Rev.3 sınıflaması içinde yer alan imalat sanayi ürünlerini kapsamaktadır. Ekim ayında ISIC Rev.3'e göre imalat sanayi ürünlerinin toplam ihracattaki payı %93,7'dir. Yüksek teknoloji ürünlerinin imalat sanayi ürünleri ihracatı içindeki payı %3,5, orta yüksek teknolojili ürünlerin payı ise %36'dır.

Yüksek teknolojili ürünlerin imalat sanayi ithalatı içindeki payı %13,3 oldu

İmalat sanayi ürünlerinin toplam ithalattaki payı %75,5'tir. Ekim ayında yüksek teknoloji ürünlerinin imalat sanayi ürünleri ithalatı içindeki payı %13,3, orta yüksek teknolojili ürünlerin payı ise %42,8'dir.

İDO seferleri durdurmaktan vazgeçti

1 Aralık'ta iç hat seferlerini durduracağı açıklanan İDO, bu kararından vazgeçti. İDO'nun bu kararı bu sabah yapılan seferlerde anons edildi
1 Aralık'ta iç hat seferlerini durduracağı açıklanan İDO, bu kararından vazgeçti. İDO'nun bu kararı bu sabah yapılan seferlerde anons edildi.

İDO 14 Kasım'da yaptığı açıklamada 1 Aralık itibari ile Sirkeci-Harem hattı hariç iç hat seferlerine son vereceğini duyurmuş, gerekçelerini 19 Kasım'da yaptığı yeni açıklamada 7 maddede sıralamıştı.

İDO'dan yapılan açıklamada şu ifadeler yer almıştı:

 "İDO bilindiği üzere TEPE+AKFEN+SOUTER+SERA ortaklığı tarafından 2011 yılında İBB’yeİBB’ye 861 milyon USD imtiyaz bedel, 73 Milyon USD kredi devri olmak üzere 934 Milyon USD ödeyerek özelleştirilmiştir. Özelleştirme sonrası

1. BURSA SEFERLERİNDE HAKSIZ REKABET

İBB sözleşmeye aykırı olarak Bursa Belediyesi’ne “Bedelsiz”iskele tahsis ederek, BUDO’nun İstanbul/Bursa arasında seferleriyle haksız rekabete sebep olmuştur.

 2. AMBARLI LİMANI PROJESİ

Özelleştirme sözleşmesinde yer alan Ambarlı Liman arsasının bugüne kadar İDO’yaİDO’ya teslimi yapılmayarak, İDO’nun Ambarlı’dan / YALOVA / MUDANYA / BANDIRMA RO-RO Projesini hayata geçirilmesi engellenmiştir.

3. NEGMAR HAKSIZ REKABETİ

EskihisarEskihisar / TopcularTopcular arasında hiçbir bedel alınmadan NEGMAR isimli şirketin yan kuruluşlarına İZMİT Büyükşehir Belediyesi aracılığı ile, iskele tahsis ederek çok büyük bir gelir kaybına uğratmıştır.

4. SİRKECİ HAREM HATTI KISITLAMALARI

 Sirkeci Harem hattı İDO’nun en karlı hatlarından biri olmasına karşılık, UKOME kararı ile 3,5 ton üzeri araçların geçişi engellenmiş, söz konusu araçlar Yavuz Sultan Selim Köprüsü’ne yönlendirilerek çok önemli bir gelir kaybına sebebiyet verilmiştir.

5. KABATAŞ MARTI PROJESİ ETKİSİ

İDO’nun en önemli iskelesi olan KABATAŞ iskelesi MARTI Projesi nedeni ile kapatılınca yolcu sayımızda %80’e yakın düşüş ortaya çıkmış ve bu zarar telafi edilememektedir.

6. UKOME’DEN İSTENEN ZAM TALEPLERİ

Çok ciddi kur ve maliyet artışları karşılığında son üç yılda %85 artışa rağmen UKOME kararları ile ancak %22 zam alınabilmiştir. Bu durum iç hatlar seferlerimizi sürdürülemez bir noktaya taşımıştır.

7. OSMANGAZİ KÖPRÜSÜ ETKİSİ

- İDO’nun zor duruma düşmesinin en büyük nedeni burada alınan kararlardır.
- Osmangazi Köprüsü ihalesi İDO ihalesinden önce yapılmıştır.
- TEPE+AKFEN+SOUTER+SERA 2011 yılında İDO ihalesine girmeden evvel Osmangazi Köprüsü’nün 2016 yılında açılacağını, geçiş fiyatının ise 2016 için 41 USD + %18 olduğunu, bu fiyatın Karayolları tarafından OSMANGAZİ KÖPRÜSÜ’nünKÖPRÜSÜ’nün yapımcı firmalarına garanti edildiğini Karayolları ve OTOYOL A.Ş. tarafından akdedilen sözleşmeyi okuyarak bilgi sahibi olmuştur.
Bu fiyatlara göre tüm araçların Osmangazi Köprüsü’nden geçmeyeceği tarafımızdan öngörülerek, bu hattımızda 2016’dan itibaren önemli bir gelir kalemini fizibilitelerimize koyarak teklifimizi vermiştik.

Ancak, köprünün açılması ile birlikte Bakanlar Kurulu Kararı ile yatırımcı firma OTOYOL A.Ş.’ye 2017 için 41 USD + %8 KDV x 40.000 araç parası ödenirken, araç geçiş ücretleri 70.75 TL + %8 KDV’ye düşürülmüştür.

Bu kararlar KARAYOLLARI’nın yani DEVLETİN İDO ile rekabeti anlamına gelir ki bu kesinlikle “Adil” değildir. Haksız rekabete girmektedir.

Tüm bu nedenlerden dolayı, İDO Yönetim Kurulu, 07/11/2018 tarihli toplantısında, kredi yapılandırma görüşmelerini yaptığı bankaların da tavsiye ve görüşleri doğrultusunda, yabancı stratejik ortağı SOUTER Inv’ınInv’ın da talebi ile Uluslararası Hukuk Platformu’na başvurmadan önce tüm ZARAR eden hatlarını kapatarak, bir parça olsun kanamayı durdurmayı hedeflemiştir.

Bu şartlar dahilinde 01 Aralık 2018 tarihi itibariyle Sirkeci – Harem hattı hariç iç hat seferlerimizi geçici olarak durdurduğumuzu anlayışınıza sığınarak bildirmek isteriz. Bu kapsamda 01 Aralık 2018 tarihinde Bostancı-Beşiktaş, Bostancı-Kadıköy-Yenikapı-Bakırköy, Adalar hatlarımız geçici olarak durdurulacak olup Bostancı, Yenikapı ve Kadıköy iskelelerimiz şehir dışı hatlar için faaliyet vermeye devam edecektir."

27 Kasım 2018 Salı

2019’a az kala dünya ve Türkiye ekonomisinin görünümü

Ekonomik açıdan zorlu 2018 yılını geride bırakmak üzere olan Türkiye, 2019 yılında da zor günler geçirebilir
2008 yılında “mortgage krizi” sonrası ABD’nin ve 2011 yılında “borç krizi” sonrasında Avrupa’nın, merkez bankaları vasıtasıyla likiditeyi artıran hamleleri ile beraber ticareti artırıcı hamleleri işe yaramış ve gerek kendi ekonomileri gerekse dünya ticareti iyiye doğru gitmiştir. IMF verilerine göre; 2016 yılında % 3.3 büyüyen dünya ekonomisi 2017 yılında % 3.7 büyümüştür. 2017 sonu itibariyle dünya ekonomisi içinde ABD 19.4 trilyon dolarlık ekonomi ile birinci sıradaki yerini korurken, 12.0 trilyon dolarlık Çin ikinci sırada yer almıştır. Türkiye ise 850 milyar dolarlık GSYH ile dünya ekonomisi içinde 17. sırada yer almaktadır.

ABD Başkanı Trump’ın vergi indirimleri ile desteklediği hamleler sayesinde ABD ekonomisi 2018 yılında oldukça ciddi bir büyüme süreci geçirdi. 2017’de % 2.2 büyüyen ABD’de 2018 yılı ilk çeyreğinde % 2.0, ikinci çeyreğinde % 4.2, 3. çeyreğinde % 3.5 büyüme yaşandı. Üstelik bu süreçte işsizlik oranı % 3.7’ye kadar düştü. ABD borsa endeksleri de rekor seviyelere yükselerek tasarruflara yüksek getiri sağladı. Bu güçlü ekonomik gelişme karşısında Merkez Bankası FED, faizleri her üç ayda bir artırarak ekonomideki ısınmanın aşırıya kaçmasını önlemeye çalışıyor. Tabi bu durum, doların dünyadaki maliyetini de artırıcı etki yapıyor. 2 yıl önce Libor oranı % 1 seviyesinin altında iken günümüzde % 2.5 seviyelerinde seyrediyor. Diğer taraftan parasal genişleme nedeniyle 4.5 trilyon dolarlık büyüklüğe ulaşan FED, bilançosunu da küçültmek amaçlı hamleler yapılıyor. FED'in bilanço küçültmesinin piyasalara yansıması; 2018’de 420 milyar USD, 2019’da 600 milyar USD, 2020’de 600 milyar USD ve 2021’de 350 milyar USD olarak beklenmektedir. Bu kadar paranın piyasadan çekilmesi doların önümüzdeki dönemde bir miktar kıtlık sorunu yaşanmasını da beraberinde getirecektir. Zaten Türkiye dahil gelişmekte olan ülkelerde, son bir yılda yerel para birimlerinin dolara karşı ciddi değer kayıpları yaşamaya başladığını gözlemledik. Gelişmekte olan ekonomilerin birçoğunun 10 yıl öncesine kıyasla daha yüksek düzeyde özel ve kamu borçlarının olması, bu ülkeleri daha savunmasız bırakmaktadır.

Trump’ın Çin’e karşı önce 50 milyar USD sonra 200 milyar USD ithal ürüne ek gümrük vergisi koyması ve 2019’da bu ek vergilere devam edeceğinin niyetini açıklaması dünya ticaret savaşlarının gelecek yıl da süreceğini gösteriyor. Ancak bu durum dolaylı olarak ABD ekonomisine negatif etki gösterecek. Gerek FED’in faiz artırımları gerekse azalacak ticaret nedeniyle IMF, ABD’nin 2019 yılı büyüme beklentisini % 2.7’den % 2.5’e indirirken; Moodys aynı yıl için % 2.3 öngörüyor. Hatta Moodys, 2020’de ABD büyümesinin mali teşviklerin azalmasıyla % 1.5’e kadar ineceğini hesaplıyor.
IMF, 2018 yılı küresel büyüme beklentisini yükselen riskler nedeniyle %3.9'dan %3.7'ye indirmiştir. Küresel büyümeye yönelik negatif revizyona gelişmiş ülke piyasa ekonomilerine yönelik büyüme tahminlerindeki aşağı yönlü revizeler sebep olmuştur. Özellikle Arjantin, Brezilya, Meksika, İran ve Türkiye için ciddi ölçüde aşağı yönlü revizyonlara gidilmiştir.



Kaynak: IMF ve OECD

Türkiye 2008 küresel krizi sonrasında hızlı büyüyen ülkeler arasında üst sıralarda yer almıştır. 2010-2016 döneminde yıllık ortalama büyüme oranı % 6.7 olarak gerçekleşmiş ve küresel kriz öncesi dönemdeki yüksek büyüme performansına yaklaşmıştır. 2017’nin ilk iki çeyreğinde % 5.3 büyüyen GSYH, 3. çeyrekte % 11.5 ile rekor bir artış yaşarken 4. çeyrekte % 7.3 büyümüştür. 2018 yılının ilk çeyreğinde de % 7.3 büyüyen ekonomideki bu hızlı gidiş beraberinde sorunları da getirmiştir. 7 Mart’ta Moodys Türkiye’nin kredi notunu indirirken 8 Mart’ta cari açık verisi beklentilerin üzerinde geldi. Bu tarihten sonra dolar ve faiz yükselişi başladı.

Türkiye’de 18 Nisan 2018’de erken seçim kararı alındı. Erken seçim sürecinde, dolardaki yükseliş sürerken ABD ile gerilimin artmasıyla dolar kuru seçim sonrasında da yükselmeye devam etti. 13 Ağustos 2018 tarihinde Türk Lirası, dünyadaki 192 ülkenin parasının 186’sına karşı tarihinin en düşük seviyesini gördü. Ancak bu tarihten sonra gerek Merkez Bankasının gösterge faizi % 24.0’e yükseltmesi, gerekse piyasadaki gerçek döviz talebini azaltacak sözleşmelerin TL’ye çevrilmesi zorunluluğu ve TBB’nin borçlu şirketlerin vadelerinin yapılandırılması kararı ile piyasa rahatladı.
20 Eylül’de Hazine ve Maliye Bakanı tarafından açıklanan Yeni Ekonomi Programı-YEP göre 2019’da büyüme yavaşlasa da % 2.3 büyüme gerçekleşecek ve ardından 2020’de % 3.5, 2021’de % 5.0 ile ciddi anlamda güçlenecektir.

Türkiye’nin 2019 yılında resesyona girmesi bekleniyor. Yani ikiden fazla çeyreksel dönemde ekonomi küçülecek. 2019 yılı ilk ve ikinci çeyreklerde baz etkisiyle negatif rakamları göreceğiz. Ancak diğer çeyrekler için net bir tahmin zor. Diğer taraftan Türkiye’nin stagflasyona girip girmeyeceği, tahmini yapanlara göre değişiyor. Stagflasyon, ülkede işsizlik oranı artarken fiyatların da yükseldiği durumu anlatır.

Maliye Bakanlığı Yeni Ekonomi Programına göre 2019 yılında yüksek enflasyon ve yüksek işsizliğe karşılık düşük de olsa pozitif bir büyüme beklemekte, Türkiye'nin stagflasyona girmeyeceği öngörülmektedir. IMF ve OECD ise stagflasyon öngörüyor: IMF, 2019’da % 0.4 büyümeye karşın işsizliğin % 12.3’e çıkmasını beklerken OECD 2019 yılı büyüme tahminini 21 Kasım’da -% 0.4’e çekmiş ve işsizliğin % 12.7’ye çıkacağını tahmin etmiştir. 2019 yılı için Kredi derecelendirme şirketlerinin Türkiye’ye bakışı ise daha negatiftir: 2019 yılı için S&P % 0.5, Fitch % 1.9, Moodys % 2.0 küçülme bekliyor.

Türkiye’nin resesyon sürecine girmesiyle beraber dış talepte sert bir azalma görülüyor. Bunu en net, cari açık veren ekonominin cari fazla vermesi ile görüyoruz. Son açıklanan veriye göre 2017 Eylül ayında 4.441 milyon Dolar açık veren cari işlemler hesabı, 2018 yılının Eylül ayında 1.830 milyon dolar fazla verdi. Bunun sonucunda son 1 yıllık cari işlemler açığı 46 milyar dolara geriledi. Ekim ayında da bu fazla vermenin rekor seviyeye çıkması bekleniyor. YEP’e göre cari işlemler açığının milli gelire oranının 2019 yılında % 3.3’e, 2020 yılında % 2.7’ye, 2021 yılında ise % 2.6’ya düşmesi beklenmektedir.

Görünen o ki biraz zor bir yıl bizi bekliyor. Ancak bu çözümsüz değil. Umarız, 2008 krizinin teğet geçmesi gibi bunu da atlatırız.

Yunus Kaya
Borsagundem

Asgari ücretlinin sofrasından ayda 44 ekmek eksildi

Enflasyondaki artışın asgari ücretlilerin maaşını erittiği açıklandı. Yılbaşında maaşıyla 370.2 adet ekmek alabilen asgari ücreti şimdi 326 ekmek alabiliyor
Asgari ücretlinin maaşı enflasyon karşısında eridi. 10 aylık enflasyon yüzde 22.5 artarken, 1.603 liralık asgari ücretin 360.6 lirası yüksek enflasyon karşısında eridi. Yılbaşında 370.2 ekmek alabilen asgari ücretlinin sofrasından 44.4 ekmek eksildi.

Sözcü'den Recep Genel'in haberine göre, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ocak ayında dana etinin kilogram fiyatı 40 liraydı. 1.603 lira maaş alan bir asgari ücretli maaşı ile 40 kilogram et alabiliyordu. Ekim ayında dana etinin fiyatı 45.3 liraya ulaştı. Asgari ücretlinin alabildiği et miktarı yaklaşık 5 kilogramlık kayıpla 35.3 kilograma geriledi. Aynı şekilde, asgari ücretli maaşı ile TÜİK verilerine göre kilogram fiyatı 4.33 liradan 370.2 ekmek alabiliyordu. Ekim ayında ise ekmeğin fiyatı 4.92 liraya yükselirken, asgari ücretlinin sofrasından da 44.4 ekmek eksilmiş oldu. Asgari ücretlinin alabildiği ekmek miktarı da 325.8'e geriledi.

Merkez Bankası'nın 2019 yılı için enflasyon beklentisi yüzde 15.2, Yeni Ekonomi Programı'na (YEP) göre hükümetin beklentisinin ise yüzde 15.9 seviyesinde bulunduğu dikkate alındığında çalışanlar için asgari ücretin kaç lira olacağı hayati bir öneme sahip olacak. Çalışanlar kayıplarını telafi edecek ve gelecek yılın enflasyon oranlarını karşılayacak bir zam bekliyor.

TÜİK'e göre aralık ayından bu yana enflasyonun 22.5 arttığı dikkate alındığında net 1.603 liralık asgari ücretin 360.6 lirası enflasyon karşısında eridi. Yani, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (Türk-İş) asgari ücretin net 2.000 lira olması yönündeki talebi dikkate alındığında dar gelirliler bu ücreti aldığında ancak enflasyon karşısındaki kayıplarını telafi ederken, 36.4 liralık da bir fark almış olacak. Net 2.000 lira asgari ücret talebinde bulunan Türk-İş bu durumu göz önünde bulundurarak asgari ücretten vergi alınmaması çağrısı yaptı. Ücretli çalışanlar üzerinde ağır vergi yükü bulunduğunu açıklayan Türk-İş, kazanç üzerinden alınan verginin yaklaşık üçte ikisini ücretlilerin ödediğine dikkat çekti. Türk-İş'in açıklamasında "Yılbaşında yüzde 15 olarak kesilen vergi miktarı, iki kattan daha fazla artarak yıl sonunda yüzde 35'e çıkmaktadır" sözlerine yer verildi.

YOKSULLUK SINIRI 1.990 LİRA ARTTI

Türk-İş'in her ay düzenli olarak yayınladığı açlık ve yoksulluk sınırı verilerine göre ocak ayında 4 kişilik ailenin açlık sınırı 1.615 TL, yoksulluk sınırı 5.262 liraydı. Ocak ayında bekar bir çalışanın aylık yaşama maliyeti ise 1.998 TL olarak gerçekleşti. Ekim ayında ise açlık sınırı 304 liralık artışla 1.919 TL'ye yoksulluk sınırı 990 liralık artışla 6.252 liraya yükseldi. Evli olmayan çocuksuz bir çalışanın yaşam maliyeti de 362 liralık artışla aylık 2.360 TL olarak hesaplandı. Yine Türk-İş'in verilerine göre 12 aylık dönemde mutfak enflasyonundaki artış yüzde 24.28 liraya ulaştı.

22 Kasım 2018 Perşembe

Yemek kartlarında yeni dönem yarın başlıyor

Ticaret Bakanlığı tarafından Perakende Ticarette Uygulanacak İlke ve Kurallar Hakkında Yönetmeliği'ne geçtiğimiz haziran ayında eklenen ve Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren yemek kartı düzenlemesi için tanınan 6 aylık süre yarın itibariyle sona eriyor.

Yeni Şafak'tan Kenan Biter'in haberine göre Türkiye’deki 100 bine yakın işletme ve 4 milyonun üzerindeki kullanıcıyı yakından ilgilendiren yeni yasal düzenleme ile birlikte yemek kartlarındaki yüzde 12’lere kadar çıkan komisyon oranları yüzde 6'ya kadar indirilecek.

İskonto dönemi sona eriyor

22 Kasım'dan sonra yemek kartı hizmeti veren kuruluşlar, sözleşme yaptıkları özel ve kamu sektöründeki işverenlere doğrudan ya da dolaylı olarak herhangi bir iskonto da uygulayamayacak. İş yeri sahipleri de yemek kartı şitketlerinden iskonto ya da başka bir menfaat talep edemeyecek.

Yüzde 6 sınırı

Düzenlemeyle yemek kartı hizmeti veren kuruluşların anlaşmalı olduğu işletmelere uyguladığı ve yüzde 12’lere varan komisyon oranı da yüzde 6'yı geçemeyecek.

Bakım ve depozito bedeli talep edilemeyecek

Yine yemek kartı şirketleri sözleşmeyle belirlenen komisyon dışında, uygulama barındırma, kira, sarf malzemesi, işletim, teknik destek, bakım bedeli ve depozito gibi adlar altında da herhangi bir bedel talep edemeyecek.

Karttaki bakiyeler devredilebilecek

Ay sonu veya yıl sonu itibarıyla yemek kartında kalan bakiye, herhangi bir şart aranmaksızın bir sonraki aya veya yıla devredilebilecek. Düzenleme ile artık her önüne gelen yemek kartı da çıkaramayacak.

Önüne gelen kart çıkaramayacak

Yemek kartı hizmeti sunmak isteyen kuruluşlar, faaliyete başlamadan önce Bakanlığa bildirimde bulunacak. Düzenleme yemek kartlarıyla aynı amaçla kullanılan yemek çekleri, çevrimiçi sistemler ve benzeri uygulamalar içinde uygulanacak.

Pastayı 6 firma yiyor

Türkiye’de çok sayıda yemek kartı hizmeti veren şirket bulunurken pastayı ise 6 şirket yiyor. Söz konusu kurumların işletmelerden aldığı komisyon oranları ise yüzde 12’lere kadar varıyor. Bu da işletmelerin karlılığını büyük ölçüde düşürerek sıkıntıya girmesine hatta kapanmalara kadar giden sonuçlara yol açıyor. Yüzde 12’lik komisyonun karın yüzde 40’ı anlamına geliyor.

Talep edilen oran 3-4 arasındaydı

Düzenlemeye ilişkin yenisafak.com’a konuşan Tüm Restoranlar, Lokantalar ve Tedarikçiler Derneği (TÜRES) Genel Başkanı Ramazan Bingöl, kendilerinin komisyon oranı talebinin yüzde 3-4 arasında olduğunu ve bu anlamda komisyon oranlarının hala yüksek olmakla birlikte eskiye nazaran çok önemli bir yol kat edildiğinin farkında olduklarını belirterek, ‘’ Düzenleme gerçekleşmeden önce yemek kartı firmalarınca gerek Bakanlığımız nezaretinde gerek İTO nezaretinde pek çok kez bir araya geldik. Ancak kendi içimizde bir orta yol bulamayacağımız için kararı her iki tarafı da dinleyen bakanlığımız verdi. Hayırlı uğurlu olsun. Yemek kartı firmalarının varlığını sektörümüz açısından çok önemsiyoruz. Sektörümüze katkı sağladıkları gibi kayıt dışının önlenmesinde de rol oynuyor ve ülke ekonomisine katkı sağlıyorlar.’’ dedi.

22 Kasım’dan sonra komisyon oranlarına yüzde 6’lık üst sınır uygulanacağına da değinen Bingöl, komisyon dışında, artık uygulama, barındırma, kira, sarf malzemesi, işletim, teknik destek ve bakım bedeli ile depozito gibi adlar altında herhangi bir bedel talep edilmeyeceğini de söyledi.

Yemek fiyatlarına indirim olarak yansıyacak

Düzenlemenin tüketiciye yansımana ilişkin de konuşan Bingöl, ‘’Düzenleme sonrası işletmeler daha uygun fiyattan ürün satabilecek. Bu da tüketicinin cebinden daha az para çıkacağı anlamına geliyor. Yakın zamanda TÜRES olarak enflasyon ile mücadele kapsamında üyelerimiz ile yüzde 10 indirim kampanyası başlattık. Bu yasanın uygulamaya konulacağının bilinmesi kampanyaya katılım oranını etkiledi ve daha çok işletme bu kampanyamıza destek verdi.’’ diye konuştu.

Uymayan şirkete ciddi para cezası yolda

Belirlenen komisyon oranını üstüne çıkılması ve alınması yasak bedellerin alınması halinde rekabetin korunması kanunu kapsamında yer alan ceza yönetmeliğinin gerektirdiği yaptırımların uygulanacağını da kaydeden Bingöl, böyle bir ihlal durumunda yemek kartı firmalarının ciddi idari para cezaları ile karşı karşıya kalabileceklerini de söyledi.

Genelevde basılan da var! Ghosn adı skandala karışan ilk CEO değil

http://www.finansgundem.com/foto-galeri/genelevde-basildi-galeri/1362763

BM'de yarım milyar dolarlık seyahat harcaması istifa getirdi

Haziran 2016'dan bu yana BM Çevre Programı Direktörü olarak görev yapan Solheim, seyahat ve otel giderlerinin yaklaşım yarım milyar doları bulduğunun ortaya çıkması üzerine istifa etti
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) Direktörü Norveçli Erik Solheim'nin seyahat harcamalarının yaklaşık 500 milyon doları bulduğu ortaya çıktı.

İngiliz The Guardian gazetesi, Solheim'ın 668 günün 529'unu seyahat ederek geçirdiği, uçak ve otel masraflarının yaklaşık yarım milyar doları bulduğunu yazdı.

BM Genel Sekreter Sözcüsü Stephane Dujarric ise yaptığı açıklamada, Genel Sekter Antonio Guterres'in Solheim'ın istifasını kabul ettiğini duyurdu.

Solheim, Haziran 2016'dan beri Nairobi merkezli BM Çevre Programı'nın direktörü olarak görev yapıyordu.

Giorgetti: Açığa satışa yasak getirilmeli

Italya İtalya Kabine Müsteşarı Giorgetti, hisse piyasalarında mağduriyetler yaratan açığa satış uygulamasının yasaklanmasını istedi
İtalya Kabine Müsteşarı Giancarlo Giorgetti, İtalya'da hisse senetlerinde açığa satışın yasaklanması çağırısı yaptı.
Repubblica gazetesinin haberine göre Giorgetti gazetecilere yaptığı açıklamada, "Açığa satışın İtalya'da yasaklanacağını umuyoruz" diye konuştu.

AÇIĞA SATIŞ NEDİR?

Bir hisse senedini açığa satmak aslında sahip olmadığınız ama siz satış işlemini yaptıktan sonra fiyatının düşmesini beklediğiniz hisse senedini satmak anlamına gelir.

Aynı şekilde bir şirketin bu yıl fazlaca kar edeceğini duyduğunuz zaman da hemen o şirketin hisse senetlerine yatırım yapmak istersiniz. Çünkü düşük fiyattan alacaksınız ve beklediğiniz süre geldiğinde fiyatı yükseldiği için alım – satım farkından kar edeceksiniz.

Değer kaybedecek hisseler genelle tercih edilmeyen hisselerdir. Çünkü bu hisselerin alımı bir kar getirmek, aksine zarar getirir. Elinizde bu hisselerden varsa ve düşme eğilimine girdiyse ya zaman kaybetmeden satarsınız ya da uzun vadede tutmaya devam edersiniz. Ama açığa satış dediğimiz işlem sayesinde değeri düşecek olan hisse senetlerinden de kar edersiniz.

Borsada açığa satış işlemi bazılarına göre oldukça riskli ve uzak durulması gereken bir işlem türdür. Ama bu işlem yasaldır; çünkü borsada gerçek fiyatların oluşmasında bu işlemi yapan kişilerin de katkısı vardır. Ama bu işlemin manipülasyonla oldukça ince bir ayrımı vardır ve para kazanayım derken bir suça dahil olmak istemezsiniz.

Açığa satış işlemleri SPK tarafından belirli düzenlemelere tabi tutulmakta olup, yine açığa satışa konu menkul kıymetlerin listesi de SPK tarafından yayınlanmaktadır. Açığa satış emri verilirken yatırımcının hesabında en az %50 oranında özkaynak bulunması gerekmektedir. İşlemin sürdürülmesi için ise özkaynak oranının minimum %35 oranında devam etmesi gerekmektedir. Aksi halde yatırımcıya özkaynak tamamlama bildirimi gönderilir.

18 Kasım 2018 Pazar

"9 ayda yaklaşık 6,4 milyar liralık yatırım yaptık"

Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç, "Son 5 senede yaptığımız yaklaşık 35 milyar TL'lik yatırımın üzerine bu yılın 9 ayında yaklaşık 6,4 milyar TL yatırım gerçekleştirdik." değerlendirmesinde bulundu
Koç Holding'ten yapılan açıklamaya göre, şirketin, Türkiye'nin dört bir yanındaki Koç topluluğu bayilerini bir araya getirerek görüş alışverişinde bulunmak amacıyla düzenlediği Anadolu Buluşmaları'nın 27'ncisi Adana'da gerçekleşti.

Koç Topluluğu'nun Adana, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Mersin, Niğde ve Osmaniye'deki 300'e yakın bayisinin bir araya geldiği etkinliğin açılışında konuşan Ömer Koç, dünya genelinde iş yapma biçimlerinin ve tüketici alışkanlıklarının önemli bir değişim geçirdiğini bildirdi.
"Dördüncü Endüstri Devrimi" ya da "Dijital Çağ" olarak adlandırılan bu yeni dönemde ancak teknolojiyi ve kaynaklarını etkin kullanan ülkelerin dünyada söz sahibi olabileceğini vurgulayan Koç, böyle bir küresel tablo içinde, Türkiye'yi yeni dijital çağda rekabetçi kılacak ortamın hazırlanması da önem kazandığını kaydetti.
Koç, "Bu çerçevede ülkemiz de dünyadaki baş döndürücü gelişime ve değişime ayak uyduracak; hatta bunu şekillendirecek nesilleri yetiştirebildiğimiz ölçüde aydınlık ve çağdaş bir geleceğimiz olacağına inanıyorum. 100. yılımıza doğru emin adımlarla ilerlerken küreselleşmeye, yenilikçiliğe, teknolojiye ve yaratıcılığa verdiğimiz önemle büyümeye devam ediyoruz." ifadelerini kullandı.

"KOMBİNE CİROMUZ MİLLİ GELİRİN YÜZDE 7'SİNE EŞDEĞER"

Koç, yurt içinde ve yurt dışında yaşanan ekonomik ve siyasi dalgalanmalara rağmen ülke sanayisine en fazla yatırım yapan topluluk olmayı sürdürdüklerini belirterek, şu bilgileri verdi.

"Son 5 senede yaptığımız yaklaşık 35 milyar TL'lik yatırımın üzerine bu yılın 9 ayında yaklaşık 6,4 milyar TL yatırım gerçekleştirdik. Yatırımlarımıza devam ederken mali yapımızı sağlam tutuyor, risk yönetimi sistemlerimize özel önem vermeyi sürdürüyoruz. Bu hassasiyetimizin özellikle içinde bulunduğumuz ekonomik koşullarda daha da önem kazandığını görüyoruz. Topluluğumuzun yarattığı kombine ciro, Türkiye milli gelirinin yüzde 7'sine eşdeğerdir. Şirketlerimiz ülkemizin ihracatının yüzde 10'unu gerçekleştiriyor. Ne mutlu ki, bu sene de ciro büyüklüğü ve ihracat sıralamalarının ilk 10'unda dört şirketimiz yer aldı.
İhracat pazarlarımızı çeşitlendirme stratejimizin yine bu dönemde ne kadar doğru bir karar olduğunu görüyoruz. Elde ettiğimiz gelirler sonucu Topluluk olarak ödediğimiz vergiler, ülkemizin vergi gelirlerinin yüzde 8’ine tekabül etmektedir."
Koç, Türkiye'deki özel sektör Ar-Ge yatırımlarında, Ar-Ge merkezi sayısında ve Ar-Ge personeli istihdamında açık ara önde olduklarını belirterek, 2007-2017 döneminde yaklaşık 8,2 milyar liralık Ar-Ge harcaması gerçekleştirdiklerini bildirdi.
Ömer Koç, "Borsa İstanbul'da halka açık şirketlerimizin piyasa değeri toplam piyasa değerinin yüzde 19'udur. En büyük piyasa değerine sahip şirket Koç Holding'dir. En önemlisi de ülkemize gurur kaynağı kurumlar ve insanlar kazandırmaya devam ediyoruz. Yıllardır iftiharla taşıdığımız bu bayrak, bayilerimizle birlikte ülkemiz için yarattığımız en büyük değerdir. Sayısı sekiz bini aşan bu bayi gücü, Topluluğumuzun en önemli rekabet avantajıdır." ifadelerini kullandı.

"DİJİTAL DÖNÜŞÜME DE LİDERLİK ETMEYİ HEDEFLİYORUZ"

Koç Holding Üst Yöneticisi (CEO) Levent Çakıroğlu ise iş modellerinin hızla değişitiğini ve dönüştüğünü belirterek, bu kapsamda yeni teknolojiler ve iş modelleriyle hep bir adım önde olmaya, çevre dostu, üstün nitelikli ürünler ve hizmetlerle tüketicileri için değer yaratmaya ve pazar liderliklerini pekiştirmeye devam ettiklerini anlattı.

"Küresel vizyonumuz ve sürdürülebilir büyüme stratejimiz çerçevesinde teknoloji, Ar-Ge, inovasyon ve insan kaynağımızı geliştirmek için kesintisiz yatırım yapıyoruz." ifadesini kullanan Çakıroğlu, şunları kaydetti:

"Bu hedefle, dijital teknolojilerin sunduğu fırsatlardan en etkin şekilde faydalanıp yeni büyüme alanları yaratmak üzere Koç Holding liderliğinde 'Dijital Dönüşüm Programı' başlattık. Amacımız dijital teknolojilerin sunduğu fırsatlardan tüm şirketlerimizin en yüksek seviyede yararlanmasını sağlamak, müşterilerimize benzersiz bir deneyim ve ilave değer yaratmak, hızla değişen rekabet ortamında şirketlerimizi daha da güçlendirmek ve gelecek vaat eden yeni iş alanları yaratmak. Böylece Türkiye'de dijital dönüşüme de liderlik etmeyi ve ülkemizin geleceğine değer katmayı hedefliyoruz."

Trump'ın Suudi Arabistan ve OPEC petrolü üzerindeki baskısı artıyor

ABD Başkanı Donald Trump'ın Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütüne (OPEC) ve kartelin en büyük üreticisi Suudi Arabistan'a ham petrol üretimini azaltmamaları yönündeki baskısı artıyor
ABD Başkanı Donald Trump'ın Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütüne (OPEC) ve kartelin en büyük üreticisi Suudi Arabistan'a ham petrol üretimini azaltmamaları yönündeki baskısı artıyor.

İran'ın petrol ihracatını bitirmeyi amaçlayan yaptırımları 5 Kasım'dan itibaren uygulamaya başlayan Trump yönetimi, yaptırımlar sonrası oluşacak arz boşluğunun küresel piyasada neden olacağı arz kaynaklı fiyat artışını da engellemeye çalışıyor.

Fiyat artışının önüne geçebilmek için İran'dan petrol alan 8 ülkeye 180 gün ithalat muafiyeti tanıyan Washington yönetimi, oluşabilecek arz eksikliğinin Suudi Arabistan ve OPEC üretimiyle giderilmesini amaçlıyor.

Trump, küresel çapta artan petrol arzının ham petrol fiyatlarının düşmesine yardımcı olarak ABD'deki benzin fiyatlarını aşağı çekebilmeyi ve Amerikan halkına ekonomik açıdan destek olabilmeyi hedefliyor.

Küresel arzdaki artışı, yaptığı baskıyla OPEC ve Suudi Arabistan'ın üretimini artırmasını sağlayarak başarmaya çalışan Trump, ABD'li ankonvansiyonel petrol üreticilerinin yatırımlarının da oluşacak fiyat düşüklüğünden etkilenmemesini piyasada oluşacak optimum bir fiyatla garantiye almak zorunda.

- İran yaptırımları

Washington yönetiminin İran'ın enerji, finans ve deniz taşımacılığı sektörlerine etkileyecek yaptırımların ikinci bölümü 5 Kasım'da uygulanmaya başlandı.

İran Ulusal Petrol Şirketi ve iştiraklerinin uluslararası faaliyetlerini kısıtlayan yaptırımlar, büyük ölçüde petrol ihracatına dayanan İran ekonomisini hedef alırken, Tahran yönetimini 2015'teki nükleer anlaşma için yeniden müzakere masasına oturtmayı amaçlıyor.

Trump, İran yaptırımları nedeniyle küresel piyasada petrol arzının azalması dolayısıyla fiyatların yükselmesini engellemek için Çin, Hindistan ve Türkiye'nin dahil olduğu 8 ülkeye ithalat muafiyeti tanıdı.


ABD'nin İran üzerindeki yaptırımları öncesinde, geçen ay, dünya genelinde en yaygın olarak kullanılan Brent türü ham petrolün varil fiyatı 86,74 dolara, ABD'nin Batı Teksas (WTI) türü ham petrolünün varil fiyatı da 76,90 dolara kadar çıkarak 2014'ten bu yana en yüksek seviyelerini görmüştü.

Bunun ardından, Beyaz Saray'ın İran'dan petrol alan bazı ülkelere muafiyeti tanıdığını duyurmasıyla, petrol fiyatları geçen aydan bu yana yüzde 20'nin üzerinde düşüş gösterdi.

Piyasaların en son açık olduğu cuma günü itibariyle, söz konusu dönemden bu yana Brent petrol yüzde 23,2 düşüşle 66,63 dolara, WTI türü petrol de yüzde 26,6 azalarak 56,41 dolara kadar geriledi.

- Trump'ın siyasi manevrası

Bazı ülkelere muafiyet tanınması, petrol fiyatlarındaki yükselişte Trump'a yönelebilecek tepkilerin bertaraf edilmesi için siyasi bir manevra olarak yorumlandı.

Washington'ın Tahran üzerindeki yaptırımları yeniden uygulamaya başlayacağı beklentisiyle ekim ayında ham petrol fiyatları hızla artışa geçerken, ekonomileri yüksek oranda petrol ithalatına bağlı ülkelerden de Trump'a tepki gelme riski artmıştı.

Bu nedenle, Beyaz Saray'ın İran'dan petrol ithal eden 8 ülkeye tanıdığı muafiyeti 180 günlük süresinin ardından, fiyatlarda yükseliş olabileceği endişesiyle uzatma ihtimali olduğu belirtiliyor.

- Trump hedefine şimdilik ulaştı

Ekim ayında küresel piyasada ham petrol fiyatları son 4 yılın en yüksek seviyesine çıkarken, ABD'de pompa benzin fiyatları da artış göstermişti.

ABD Enerji Enformasyon İdaresi (EIA) verilerine göre, 8 Ekim haftası ülkede ortalama benzinin 1 galonluk (3,78 litre) fiyatı 2,9 dolara kadar tırmanmıştı.

Küresel piyasada ham petrol fiyatlarının ekim sonunda düşüşe geçmesiyle, ABD'de benzinin ortalama pompa fiyatı 5 Kasım haftası itibariyle yüzde 5,2 düşüş göstererek 2,75 dolara geriledi ve daha sonra pazartesi itibariyle de yüzde 2,2 daha düşerek 2,69 dolara düştü.

Trump, pompa fiyatlarını indirerek Amerikan halkının benzin maliyetini 6 Kasım'daki ara seçimler öncesi düşürmeyi amaçlıyordu ve bunu kısmen başarmış oldu.

Ancak yine de Trump'ın Cumhuriyetçi Partisi 6 Kasım'da yapılan seçimlerde Temsilciler Meclisindeki üstünlüğünü kaybetti.

Bir gün sonra Trump, yaptığı konuşmada yine OPEC'i hedef alarak, "Petrol fiyatlarına bakarsanız son 2 ayda önemli derecede aşağı indi. Bu benim sayemde oldu. Çünkü OPEC adlı bir tekel var ve ben bu tekeli sevmiyorum." açıklamasını yaptı.

- Twitter diplomasisi

Daha önce birçok önemli açıklamayı Twitter'dan yapan Trump, petrol fiyatları konusunda da Suudi Arabistan ve OPEC'i hedef alan açıklamalarda bulunmuştu.

Nisan ayında "Görünüşe bakılırsa OPEC, yine iş başında. Denizlerdeki tam dolu gemiler dahil, her yerde rekor seviyede petrol var. Petrol fiyatları yapay olarak çok yüksek! Bu iyi değil ve kabul edilemez!" ifadelerini kullanan Trump, haziranda da "Petrol fiyatları çok yüksek, arkasında yine OPEC var, bu iyi değil." değerlendirmesinde bulunmuştu.

Twitter üzerinden pazartesi günü yaptığı "Umarım Suudi Arabistan ve OPEC üretimlerinde kesintiye gitmez. Arza dayalı olarak petrol fiyatlarının daha düşük olması gerekiyor." açıklamasını yapan Trump, küresel ham petrol piyasasında fiyatların daha da gerilemesini istiyor.

Trump'ın açıklamasının, Suudi Arabistan Petrol Bakanı Halid el-Falih'in aralıkta Suudi Arabistan'ın petrol ihracatını 500 bin varil azaltacağını belirtmesi ve OPEC'in ham petrol üretimini günlük ortalama 1 milyon varil indirebileceği sinyalini vermesinin ardından gelmesi dikkati çekiyor.

Trump, ABD Başkanı olmadan önce iş hayatı döneminde de OPEC'i hedef alan eleştirilerde bulunmuştu.

1987'de yazdığı "Trump: Anlaşmanın Sanatı" adlı kitabında, OPEC yüzünden petrol fiyatlarının yükseldiğini ve ABD'li hava yolu şirketlerinin harap olduğunu öne süren Trump, 2011'de kaleme aldığı "Sert Davranma Zamanı: Amerika'yı Yeniden 1 Numara Yapmak" adlı kitabında da anti-tröst yasalarını ihlal ettiği ve petrol fiyatlarıyla oynadığı için OPEC'e dava açılması gerektiğini savunmuştu.

ABD'de finansal krizin devam ettiği 2009'da CNN'in ünlü yorumcusu Larry King ile söyleşi yapan Trump, "Ekonomi iyiye gitmeye başlasın, OPEC sorunumuz olacak. Yeniden petrol fiyatlarını yükseltip ekonomiyi mahvedecekler. Dünya ayağa kalkar kalkmaz, OPEC çirkin başını kaldırıp yeniden dünyayı yok edecek." yorumunu yapmıştı.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise çarşamba günü yaptığı açıklamada, Trump ile geçen cumartesi Paris'te konuştuğunu belirtmiş ve "Birlikte, Suudi Arabistan ve diğer üreticilere fiyatları sınırlamaları konusunda baskı kurma kararı aldık. Son günlerde fiyatlara bakarsanız düşmeye başladı ve umarım bu düşüş devam eder." yorumunda bulunmuştu.

- Trump'ın çelişkisi

Öte yandan, yüksek petrol fiyatları Amerikalı petrol şirketlerinin ekonomi ve üretimlerine katkı sağlarken, ABD'nin ham petrol üretiminin rekor seviyeye ulaşarak küresel pazardaki payını artırıyor. Bu durum Trump için önemli bir ikilem yaratıyor.

Yüksek petrol fiyatları, Trump tarafından eleştirilse de, ABD'deki ham petrol üreticilerine ekonomik olarak destek sağlıyor, gelirlerini artırıyor ve Amerikan federal hükümetinin petrol şirketlerinden aldığı vergilere katkıda bulunuyor. Ayrıca, çok teknik süreçler içeren petrol arama ve çıkarma işlemleri binlerce Amerikalıya iş imkanı sunuyor.

Ekim sonunda petrol fiyatlarının artmaya başlamasıyla, ABD'nin ham petrol üretimi kasım başında 11,6 milyon varile ulaşarak rekor kırdı. Bu sonuçla ABD dünyanın en büyük ham petrol üreticisi konumuna yükseldi.

Günlük ortalama ham petrol üretimi 11,36 milyon varilde bulunan Rusya ikinci sırada gelirken, Suudi Arabistan ise günlük ortalama 10,63 milyon varil üretim seviyesiyle üçüncü sırada yer alıyor.

Bilecik: Ucuz ve bol parayla büyüme dönemi sona erdi

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik, genel olarak dünyada artık ucuz ve bol parayla büyüme döneminin sona erdiğini belirterek, "Bugün dünyada böyle bir rüzgar yok. Ancak biz, rüzgar yoksa küreklere yükleneceğiz” dedi.
Girişim ve İş Dünyası Zirvesi’nin 22’ncisi, ’Güçlü İşletmeler, Güçlü Ekonomi’ başlığı ile Hatay’da gerçekleştirildi. DASİFED’in ev sahipliğinde gerçekleştirilen zirveye, TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik de katıldı.

Bilecik, toplantıda yaptığı konuşmada, ekonominin düzelmesinin sabır, inat ve irade gerektirdiğini belirterek, "Gerek küresel gelişmeler, gerekse içeride ülkemize özgü koşullar nedeniyle finansman maliyetlerinin bir süre daha yüksek seyretmeye devam etmesi muhtemeldir. Genel olarak dünyada artık ucuz ve bol parayla büyüme dönemi sona erdi. Bugün, dünyada böyle bir rüzgar yok. Ancak biz, rüzgar yoksa küreklere yükleneceğiz” diye konuştu.

Türkiye’nin bu zorlu dönemin üstesinden gelmek için yapısal sorunlara odaklanması ve hiç vakit kaybetmeden bir reform takvimi oluşturması gerektiğini kaydeden Bilecik,”Ekonomide gürlediğiniz kadar yağmanız lazım. Zaman artık aksiyon zamanıdır. Verimlilik artışlarıyla büyümenin desteklenmesi ve yatırım ortamının iyileştirilmesi için işgücü, vergi, eğitim, inovasyon ve dijitalleşme alanlarında kendimizi geliştirmeliyiz. Türkiye ekonomisinin dijital çağın şartlarına uygun teknolojiye, rekabet gücü yüksek sanayi ve hizmetler sektörüne ve modern bir tarım sektörüne ihtiyacı var.

Ekonomimizi ayağa kaldırmak için sorunlarımızı kabul edip çaresine bakmalıyız. Kalkınmayı esas alan bir perspektifle serbest piyasa ilkelerinden taviz vermeden, ekonomimizi yeniden ayağa kaldırmamız gerekiyor. Bunun yolu en başta şeffaf, uzlaşmacı, adil ve demokratik bir toplum olmaktır. Güçlü bir ekonominin olmazsa olmazı, güçlü bir demokrasidir. Ekonomik reformlarla eşzamanlı olarak demokratik açılımlar, ifade ve basın özgürlüğünün sağlanması ve özgürlük alanlarının genişletilmesi bu nedenle önemlidir” ifadelerini kullandı.

Dünyada küreselleşmenin iyi yönetilememesinden kaynaklanan bir siyasi kriz ve beraberinde toplumlarda artan bir kutuplaşma yaşandığına işaret eden Bilecik, "Biz, dünyada yaşanan küresel kriz dönemlerinin getirdiği tıkanıklıkları, kendi yaşadığımız tıkanıklıklar için bir mazeret olarak görmüyoruz. Çünkü mazeret, yetersizliğin itirafıdır. Bir şeyi gerçekten yapmak isteyen bir yol, istemeyen ise mazeret bulur. Demokrasi, hukuk devleti, kurallara dayalı piyasa ekonomisi ve sosyal kalkınma hedeflerinin başarılabilmesi ve ekonomimizde son dönemde yaşanan sorunların çözümü için Batı ve AB ile ilişkilerimize daha fazla özen göstermemiz gerekiyor. Kısaca Türkiye, yüzünü batıya dönmelidir” şeklinde konuştu.

Çin ile ABD ekonomide rolleri değişiyor

Dışa açılımının 40'ıncı yılını dolduran Çin, kendisini buna teşvik eden ABD ile rolleri değişiyor
Çin, tarihi reform sürecinin 40'ıncı yılında kendisini dışa açılmaya teşvik eden ABD ile rolleri değişirken, Devlet Başkanı Şi Cinping'in liderliğinde "Çin nüfuzu" retoriği gittikçe keskinleşiyor.

Ülke, dışa açılımının meyvelerini zenginleşerek alıyor. Ancak Şi yönetimi, "büyük birader" benzeri gözleme mekanizmalarıyla ülke halkına yönelik kontrol ve denetimini giderek sıkılaştırıyor.

Çin yakın tarihine damgasını vuran en önemli siyasi figürlerden olan Dıng Şiaoping, 1978'de ülkenin dışa açılımını dünyaya ilan etmişti.

Aradan geçen 40 yıllık süreçte ülke, Dıng'ın dahi hayal edemeyeceği düzeyde bir kalkınma hikayesi yazdı. Çin, dışa açılımdan bu yana 3,12 trilyon dolarla dünyanın en çok döviz rezervine sahip, 11 trilyon dolarla dünyanın en büyük ikinci ekonomisi ve 170 milyar dolarla üçüncü en büyük doğrudan yabancı yatırımcı haline geldi.

Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre, Çin'in dünya ekonomisindeki payı 1978'de yüzde 1,8 oranındayken, 2017 sonunda yüzde 18,7 seviyesine yükseldi.

Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulduğu 1949'dan dışa açılımın ilan edildiği 1978'e kadar sadece 200 bin Çinli yurt dışı seyahati yapabilmişken, sadece geçen yıl Çin'den yurt dışına 130 milyon seyahat gerçekleşti.

Dışa açılımın mimarı
ABD ile diplomatik ilişkilerin tesisinin ardından 1979'da bu ülkeye yaptığı 9 günlük ziyarette kovboy şapkası giyerek kameralara poz veren Dıng, Çin'in dışa açılımının mimarı oldu.

Çin'de ülkenin kurucu lideri Mao Zıdong tarafından yapılan kültür devriminin yıkıcı etkilerini silerek, daha düşük profilli ve pragmatist bir dış politikaya yönelen Dıng Şiaoping, ülkesinin ekonomik kalkınma ve sosyal refah hedeflerini hayata geçirmekte önemli rol oynadı.

Reform süreciyle özel şirketlerin önü açılırken, devlet şirketlerinin de iç ve dış pazarda aktif olmasına izin verildi. Ülkenin güneyindeki Guangdong eyaletine bağlı Şıncın kentinde dışa açılım adımlarının ilklerinden olan özel ticaret bölgeleri kuruldu.

Sıradan bir balıkçı köyüyken yaklaşık 20 yıl gibi kısa bir sürede Hong Kong ile rekabete aday kent haline gelen Şıncın, dışa açılımda ülkenin dinamo motorlarından biri haline geldi.

Fabrika ayarlarına geri dönüyor
Ülke, ekonomi alanında kaydettiği bu "mucizevi" başarıya karşın Devlet Başkanı Şi Cinping liderliğinde dış politikadaki "pragmatist" ve düşük profilli çizgisini, küresel ölçekli nüfuz arayışlarıyla değiştiriyor.

Kendisini dışa açılıma teşvik eden ABD ile rolleri değiştiren Çin, özellikle ABD Başkanı Donald Trump'ın açtığı "ticaret savaşı", stratejik konumuyla öne çıkan Güney Çin Denizi'nde komşularıyla egemenlik yarışı ve tarihi İpek Yolu'nu yeniden canlandırmayı hedefleyen "kuşak ve yol" inisiyatifiyle dünya arenasında ihtiyat ve endişeyle izleniyor.

Dışa açılımın meyvelerini daha müreffeh bir toplum haline gelerek almaya başlayan Çin, Şi liderliğinde siyasi ve sosyal açıdan adeta "fabrika ayarlarına" geri dönüyor.

Zira Şi, martta yapılan Çin Ulusal Halk Kongresi genel kurulunda oylamaya sunularak kabul edilen yeni anayasayla devlet başkanlığı için belirlenen 10 yıllık görev sınırını kaldırarak "süresiz" liderliğinin önünü açmıştı.

Önceki anayasada yer alan süre sınırlaması, Dıng'ın teklifiyle 1982'de anayasaya eklenmişti. Mao'nun kültür devrimi sonrası toplumda hakim olan kargaşanın önünü almak için atılan bu adım, aşırı güç sahibi liderlerin yol açabileceği tehlikeler göz önünde bulundurularak atılmıştı.

Daha "kontrolcü" bir çizgiye kayıyor
Dıng, ülkenin politikasına yön veren başlıca aktör olmasına rağmen hiçbir zaman devlet başkanlığı görevine talip olmamış ancak Çin Komünist Partisi ve ordu üzerindeki yetkilerini kullanarak döneminin gerektirdiği denge siyasetini başarıyla yürütmüştü.

Özellikle Çin gibi daimi tek parti iktidarıyla yönetilen bir rejimde halkın ömür boyu liderlere karşı kaygılı tutumu, ülkeyi bu yönde karar almaya itmişti.

Dıng ile kapılarını batıya açan Çin, komünizmi "Çin özellikleri taşıyan sosyalizm" sunumuyla kapitalist bir ambalajla piyasaya sürmüştü. Batılı şirketler, ucuz iş gücünden faydalanarak üretim hatlarını Çin'e taşımış ve bu ülkeyi "dünyanın fabrikasına" dönüştürmüştü.

Ülke, bu süreçte başta ABD olmak üzere batı dünyasının refahını ülkesine çekerken, özellikle Şi'nin göreve geldiği 2013'ten bu yana ülke içinde daha "kontrolcü" bir çizgiye kayıyor.

Dünyanın en büyük ikinci ekonomisi ile en kalabalık ordusuna sahip, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyeliği bulunan Çin, Şi Cinping'in liderliğinde ülkenin kurucu lideri Mao'yu gölgede bırakmaya namzet bir geleceğe doğru ilerliyor.

Ülke, giderek daha fazla dışa açılıyor. Ancak Çin hükümeti, uyguladığı "büyük birader" benzeri gözlem mekanizmalarıyla ülke içinde halkı üzerindeki denetim ve kontrolünü giderek artırıyor.

Şi Cinping yönetimi, 2020'ye kadar tüm ülkeye yaymayı planladığı sistemle yüz tanıma, sosyal medya kullanımı ve yapay zeka teknolojileriyle halkını sosyal puanlamaya tabi tutacak. Vatandaşları aldığı puanlara göre kategorize edecek olan Çin, bu yolla ülke içindeki denetim ve kontrolünü güçlendirecek.

ABD ve Çin arasındaki küresel rekabet
ABD Başkanı olarak göreve gelmesinin ardından Çin'i teknoloji casusluğu ve fikri mülkiyet haklarını ihlal etmekle suçlayan Donald Trump, kendi ülke halkına yönelik milliyetçi propaganda ve ordu kapasitesinin artırılması gibi konularda Şi'nin ekmeğine yağ sürüyor.

Trump yönetiminin mart ayındaki hamlesiyle başlayan vergi savaşları sonucunda ABD, 250 milyar dolar değerindeki Çin mallarına ilave vergi getirdi. ABD'nin vergi hamlelerine anında karşı cevap veren Pekin yönetimi de 60 milyar dolar tutarında ABD menşeli ürünlere vergi ekledi.

Dünyanın geri kalanını etkileyen tarife savaşlarının yanı sıra Çin'in yılda yaklaşık 5,3 trilyon dolarlık ticaretin deniz taşımacılığına ev sahipliği yapan Güney Çin Denizi'nin yüzde 80'i üzerinde hak iddia etmesi ve burada yapay adalar inşa ederek deniz üzerinde uçak pistleri ve füze bataryaları konuşlandırması, Pekin-Washington hattında ayrı bir gerginlik alanı oluşturuyor.

Çin ayrıca 2015'te hayata geçirdiği askeri reform paketiyle yurt dışında operasyonlar yapılması için ordusuna yeşil ışık yakmıştı.

Çin merkezli Kuşak ve Yol
Pekin yönetiminin Güney Çin Denizi üzerinden deniz yoluyla ülkenin batısında ise demir yoluyla karadan dünyaya açılma hamlesi olan Kuşak ve Yol inisiyatifi, nüfuz alanını artırmayı amaçladığı gerekçesiyle uluslararası alanda eleştiri ve engellemelere hedef oluyor.

Tarihi İpek Yolu'nu yeniden canlandırmayı hedefleyen Kuşak ve Yol kapsamında karadan Pakistan ile yaklaşık 46 milyar dolarlık Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru'na yatırım yapan Pekin yönetimi, bu ülkede bulunan Gwadar Limanı'nı 43 yıllığına kiraladı.

Afrika'ya verilen borç 143 milyar doları buldu

Afrika'da da varlığını hissettiren Çin, 2000 yılından bu yana bölge ülkelerine verdiği borçlar nedeniyle uluslararası kamuoyunun "modern sömürgeci" eleştirilerinin hedefi oluyor.

2000-2017 döneminde Çinli devlet firmaları ve bankalarının Afrika ülkelerine verdiği toplam borç miktarı 143 milyar doları buluyor.

Eski ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, martta Afrikalı hükümet liderlerini uyararak, Çin'den borç para aldıklarında karşılığında egemenlik haklarını kaybetmeyi riske attıklarını söylemişti.

Çin'in ayrıca Afrika'ya, hibe, faizsiz kredi, özel kalkınma fonu, ithalatı destekleme fonu, yatırımlar çerçevesinde 60 milyar dolarlık yardım taahhüdü bulunuyor. Afrika ile ilişkilerini sadece ekonomiyle sınırlamayan Çin'in stratejik konum bakımından bölgedeki kilit ülkelerden Cibuti'de askeri üssü de bulunuyor.

Uluslararası arenada söz sahibi olma hedefiyle 40 yıl önce dışa açılan Çin ile son 2 yıldır içe kapanan süper güç ABD arasında marttan bu yana devam eden ticaret savaşı, Güney Çin Denizi ve çeşitli ikili, bölgesel ve uluslararası konulara yönelik müzakerelerden halen somut sonuçlar elde edilemiyor.

İki ülkeden üst düzey yetkililerin karşılıklı ziyaretlere rağmen mesafe alamadıkları müzakerelerin, Şi ve Trump arasında Arjantin'de bu ay sonu yapılacak G-20 Liderler Zirvesi kapsamında yapılacak görüşmenin nasıl geçeceği merakla bekleniyor.


17 Kasım 2018 Cumartesi

Borsa İstanbul’dan farklı bir endeks: TİM İhracat Endeksi

Borsa İstanbul Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Gönen, TİM İhracat Endeksi’ni Kurumsal Yatırımcı Dergisi için kaleme aldı…
TİM İhracat Endeksi  ‘bir endeks daha’ değil. Takip edilesi, farklı bir endeks. Belki de kurumsallık gibi, sürdürülebilirlik gibi yakalamaya çalıştığımız başka temaları da içeren bir endeks.

Endeksler borsaların görünen yüzüdür. Nerdeyse tek bir rakam ile borsadaki yüzlerce değişik şirketin durumu özetlenir. Son yıllarda dünyayı saran pasif fon yönetimi anlayışı endekslerin önemini daha da arttırdı. Borsacılar olarak bundan şikayetimiz olamaz. Likiditenin arttığı yerde işlem hacimleri de artar, daha çok komisyon kazanılır. Ama borsanın güzelliklerinden biri de herhangi bir endekse sığmayacak kadar çok ve değişik şirkete yatırım imkanı sağlamasıdır. Dönemsel olarak işi iyi gidecek ya da zorlanacak şirketleri doğru tahmin etmek, yatırımlarınızı ona göre ayarlamak getirinizi mutlaka olumlu etkiler.

Tek tek şirketleri inceleyip seçerek bunu yapabilirsiniz. Daha kolayı yatırım temanıza uygun endekslerin olması ve seçiminizi bunlar arasından yapmanız... İşte TİM İhracat Endeksi bu yönde bir çalışma.

Bizim çok endeksimiz var. Ama gösterge niteliğindeki Endeks 30 ve Endeks 100 dışında çok azı kullanılıyor. Yeni bir endeks hesaplama işine girmeden önce farklı bir performansa sahip olup olmadığı en önemli soru... Her iş göründüğünden zordur; TİM endeksini yapmak da öyle oldu. TİM1000 listesindeki şirketlerle Borsada halka açık olanları birebir eşleştirdiğimizde dış ticaret şirketi kullanan bazı büyük ihracatçılarımızı dışarda bıraktığımızı fark ettik. Onun üzerine Borsamızdaki şirketlerin finansal bilgilerini tarayarak TİM1000 seviyesinde ihracat kayıtlı dış satış yapanları da listeye ekledik. Hem kapsayıcı olacak hem de portföy yöneticilerinin işini zorlaştırmayacak seviyede bir büyüklük kriteri koyduk. Hiçbir şirket endeksi domine etmesin diye ağırlık sınırı koyduk. Sonunda Borsamızdaki şirketlerden Türk sanayisinin ihracat kapasitesini iyi yansıttığını düşündüğümüz 55 şirketlik bir liste oluşturduk. Ve performansına baktık...

Grafikteki mavi çizgi TİM İhracat Endeksi. Sanayi Endeksi'nin de (yeşil), en çok kullanılan Borsa 100 endeksimizin de (kırmızı) üstünde bir getiri söz konusu. Kısacası TİM ihracat endeksi ‘bir endeks daha’ değil. Takip edilesi, farklı bir endeks. Belki de kurumsallık gibi, sürdürülebilirlik gibi yakalamaya çalıştığımız başka temaları da içeren bir endeks. Çünkü ihracat yapabilmek, küresel üretim sürecinin içinde yer alabilmek başlı başına bir donanım istiyor. Organizasyon yapınız, insan kaliteniz, üretim süreçleriniz dünya standartlarında olmak zorunda. Endeksin performansı da herhalde bunu yansıtıyor. Çalışmayı yaparken hoşumuza giden bir şey daha oldu; değişik temalı endekslerin son beş sene gibi ülkemizde oynaklığın yüksek olduğu bir dönemde bile mevduatın getirisini geçebildiğini gördük.

Bizde tasarruf dendiğinde akla mevduat geliyor. Sermaye piyasası ürünleri mevduata bir alternatif olacaksa rüştünü ispat etmek durumunda. Bankaya gönül rahatlığıyla para koyan kitleleri, paralarının bir kısmını yine gönül rahatlığıyla hisse senedine de koyabileceklerine ikna etmemiz lazım. Bir grafik belki bin kelimeden fazla anlam ifade ediyor. Son beş senede genel endeksin çok yükselmediği bir dönemde bile Sanayi ya da İhracat temaları mevduattan çok daha yüksek getiriler sağlamış. Genel endeksin yükseldiği bir dönemde kim bilir nasıl bir fark ortaya çıkardı... Yani sermaye piyasası korkulacak, uzak durulacak bir dünya değil. Bunu herkese anlatmak en büyük görevimiz.

Başlarken söylediğimiz gibi bu çalışmada TİM’in de bizim de çıkış noktamız daha iyi ve daha çok halka arzın gerçekleşmesiydi. Milyar dolarlık şirketlerde halka arz süreci rahat çalışıyor. Yabancı fonlar satışa çıkan hisselerin çoğunluğunu alıyor. Ama daha küçük şirketlerde - ki esas marifet bunlara sermaye toplayıp milyar dolarlık hale getirmek - sorunlarımız var. Yabancı fonlar likidite kısıtlı diyerek girmiyor, yerli fonlarımız yetmiyor, sadece bireysellere dayanıyoruz. Bu endeksle yapmaya çalıştığımız biraz da bunu değiştirmek. Eğer portföy şirketlerimiz bu ve benzer endekslere dayalı fonlar oluşturursa, sonra yatırımcıları ikna ederek bu fonları büyütebilirsek, yeni bir şirket halka arza geldiğinde kurumsal alıcısı da hazır olacak. Nice güzel temalı endekslere ve bunları takip eden fonlara diyoruz...

Trump'ın Türkiye'ye esnek davranmasının sebebi ne?

Rahip Brunson'ın iadesinin ardından ABD Başkanı Donald Trump, Türkiye'ye karşı olan tutumunu değiştirdi.

Kasımda Aşk, Son Gaz

Türkiye, dünyanın en gözde portföy yatırımı ülkesi konumunu sürdürüyor. Türk Lirası bugün 5.35’e kadar inerek Ağustostan beri dolara karşı % 25 değer kazanırken 10 yıllık tahvilin faizi % 22.6'dan % 16'ya geriledi (ki parada dalgalanma başlamadan 13 seviyelerindendi) 3 gündür yükselen borsa dün Tl bazında yatay gözükse de dolar bazında % 1.6 yükseldi.

Bu güzel gelişmelerde; verilen yüksek faizin ve alınan geçici önlemlerle daha güvenilir hale gelen sistemin etkisi kadar ABD başkanı Trump'ın jestleri de etkili oluyor. Rahibi bırakmadığı için Türkiye'ye kızan ve iki bakana yaptırım uygulamaya kadar giden tepkisi, 12 Ekim'de rahibin serbest bırakılmasıyla terse dönerek evrildi. Neredeyse her hafta bir jest geliyor ki hoşumuza gitmesin.

İki başkan arasında buzları eriten 21 Ekimdeki telefon görüşmesi sonrası 1 Kasım'da yeniden telefonla görüşüldü. Bu görüşmede Erdoğan ayrıca Halk Bankası sürecinin düşürülmesinin normalleşme sürecinde önemli bir adım olacağını söyleyince Trump, "Hazine Bakanlığımla görüşeceğim" demiş. Menbiç’te Türk-Amerikan askerlerinin ortak devriyesi 1 Kasım’da başladı. Ertesi gün iki ülke, karşılıklı olarak bakanlara uyguladıkları yaptırımların kaldırıldığını duyurdu. 11 Kasım'da Paris'te Devlet Başkanları yemeğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump yan yana oturmuştu.

5 Kasım’da İran'a uygulanmaya başlayan ambargolarda Türkiye geçici muafiyet alan 8 ülkeden biri olarak açıklandı. 6 Kasım'da ABD, PKK’nın lider kadrosundan 3 kişiye toplam 12 milyon dolar ödül koydu. 14 Kasım'da ABD'den kiralanan 'Rowan Norway' platformu, TPAO tarafından belirlenen koordinatlarda sondaj çalışması yapmak üzere Mersin'e geldi. 15 Kasım akşamı ise NBC haberine göre, Trump, Fetö elebaşı Gülen'in yasal olarak iadesi konusunda çalışmalar için talimat verdi. Bugün gelen haberlerde ise Pentagon, Türkiye'nin satın alması planlanan 100 F-35 uçağıyla ilgili raporunu Kongre'ye sundu. Açıklamaya göre raporda tavsiye verilmiyor. Yani negatif bir durum yok. Ancak bir konu daha var ki Trump'a müteşekkiriz o da İran'a ambargoya rağmen petrol fiyatlarının düşmesindeki payı. Ekim'de 86 dolara çıkan Brent varil fiyatı şimdi 66 dolara indi, ki bu Türkiye'nin milyarlarca dolarının cebinde kalmasını sağlayacak.

Bu haberler güzel ama ABD başkanının Türkiye’yi kara kaşı kara gözü için sevmediği aşikar. Suriye politikalarından ve Rusya ile olan ittifakından ötürü Türkiye ile çatışmalar daha da sürecek. Fırat’ın doğusunda özerk PKK bölgesi kurmaları karşılığında Irak'taki PKKlılara ödül koymalarına bakanlarımız tepki gösterdi. 2019 sonunda Türkiye'ye kurulacak rus S-400'lerin bölgesine ABD'nin yıllarca hayalini kurduğu görünmez uçaklarını vermek istemiyorlar. Halk Bankası konusunda Trump'ın OFAC soruşturmasına müdahale edebileceği ama New York Güney Bölgesi Başsavcılığı’nda (SDNY) devam eden soruşturmaya müdahale edemeyeceği basında yazılıyor. Fetö için iade konusunu ise Trumpın sözcüsü yalanladı. Bu gerçekler yüzünden ABD konusunda çok da iyimser olamıyoruz. Çıkarı ne gerektirse onu yapacaktır. Gölge etmesin başka ihsan istemeyiz.

Avrupa tarafında ise Brexit sürecindeki yeni sancılar beliriyor. Başbakan May, bir azınlık hükümetini yönetiyor. Ve 4 bakanı istifa etti. Sterlin, dün şelale düşüşü yaptı. AB ile anlaşmayı çoğunluğa beğendiremeyeceği ortada. Sıkıntı büyüyecek gibi. İtalya ise Bütçesini AB'ye sundu ve ses yok. Bakalım AB ona nasıl bir ceza verecek.

MSCI ,Türkiye endeksinden altı hisseyi çıkardı

Dünyanın başlıca endeksleme hizmeti sağlayıcısı MSCI, altı şirketin hisse senedini Türkiye endeksinden çıkardı. MSCI tarafından gece saatlerinde yapılan açıklamada, Coca-Cola İçecek , Emlak Konut GYO , Tofaş, Vakıfbank , Ülker Bisküvi ve Yapı Kredi hisselerinin endeksten çıkarıldığı belirtildi. MSCI Türkiye Endeksi'ne yeni hisse eklenmedi.

30 KASIMDAN İTİBAREN GEÇERLİ OLACAK

Öte yandan Şok, Coca Cola Emlak Konut GYO Enerjisa ve Ülker küçük sermayeli şirketler endeksine eklendi. Değişiklikler 30 Kasım kapanışından itibaren geçerli olacak.

FONLAR TARAFINDAN GÖSTERGE KABUL EDİLİYOR

MSCI endeksleri birçok uluslararası fon tarafından tarafından gösterge kabul ediliyor. Endekslerde gidilebilecek değişikliklerin piyasa üzerindeki etkisinin sınırlı kalmasını bekleyen uzmanlar, bazı ekleme ve çıkarmaların hisse bazında etkili olabileceğinin altını çizdi.

HAZİRANDA DA DEĞİŞMİŞTİ
MSCI endekslerinde 1 Haziran'da yapılan değişiklikle Türk Telekom, Türkiye Endeksi’nden çıkarılmış, MLP Sağlık Hizmetleri, MSCI Türkiye Küçük Ölçekli Şirketler Endeksi’ne eklenmişti.  Adana Çimento, Beşiktaş, Fenerbahçe, Goodyear, Gübre Fabrikaları ve İş Gayrimenkul Yatırım endeksten çıkarılmıştı.

MSCI endeksleri, global yatırımcılar için bu ülkelerde yatırım fırsatlarını değerlendirme, portföy çeşitlendirme, risk dağılımına yüksek katkı sağlıyor.

MSCI Turkey (MITR00000PTR)

ABD'nin İran'a yaptırımları Türkiye'yi nasıl etkiliyor

ABD’nin uygulamaya başladığı İran’ın dolar kullanımını ve petrol ticaretini engellemeye dönük yaptırım paketinde 6 ay süreyle muafiyet Türkiye’nin elini rahatlatıyor. İki ülke arasındaki ticarette TL cinsinden ödeme de gündemde
ABD, Mayıs ayı sonrasında enerji sektörünü etkileyecek yaptırım paketini 5 Kasım itibariyle İran’a karşı yürürlüğe koydu. Bu yaptırım paketinde Türkiye’ye ise Washington’un “muafiyet” tanıması doğalgaz alımı gibi başlıklarda Ankara’ya nefes aldırmış görünüyor. Uzmanlar, 6 ay sonrasında bu muafiyet sona ereceği için Ankara–Tahran hattında Amerikan doları olmaksızın Türkiye’nin İran’a doğalgaz ödemelerini yapması için yeni bir mekanizma kurulmasını bekliyor. Uzmanlar, Türkiye’nin komşusuna ilaç ve temel gıda maddeleri satışına devam edeceğini hatta sınır ticaretinde artış da olabileceğini savunuyor.

Amerika'nın Sesi'ndeki haberde açıklamalarına yer verilen İran Araştırmaları Merkezi uzmanı Mehmet Koç, İran’a yönelik ABD’nin yaptırım paketiyle henüz amaçladığı sonucu alamadığını belirterek, Türkiye açısından henüz sıkıntılı bir tablo olmadığı görüşlerini aktardı.

Enerji alanında uzman Aydın Sezer de, yaptığı değerlendirmesinde, kısa sürede ABD’nin İran’ı köşeye sıkıştıramayacağını kaydederek, Türkiye’nin doğalgaz alımında sıkıntı yaşamayacağını ve hatta Van gibi sınır illerinde ticaret artışı olabileceğini ifade etti.

Türkiye ve İran yerli parayla mı ticaret yapacak?

Mehmet Koç, Türkiye açısından mevcut durumda doğalgaz ticaretine yasak getirilmediğini ancak 6 ay sonrasında bunun Amerikan dolarıyla devam ettirilemeyeceğini hatırlattı. Bu nedenle Türkiye ile İran’ın yerli para birimleriyle ticareti nasıl yürüteceklerini konuştuklarını kaydeden Koç, “İran’ın sadece Türkiye değil Rusya, Çin, Hindistan gibi aktörlerle de böyle yapma durumu var. Dolayısıyla Amerikan dolarını kullanmama durumu. İran, Türkiye’ye yapılan doğalgaz satışı bedeli TL’ye dönüştürülerek karşılığında ilaç, gıda gibi temel ihtiyaç maddeleri satın alma yoluna gidebilir. Günlük toplumsal yaşamı etkilemeyecek şekilde temel ihtiyaç maddelerini Türkiye’den temin edebilir. Büyük ihtimalle yerli para birimleri kullanımı olacaktır. Avrupalılar da benzer bir mekanizma üzerinde çalışma yürütüyor. Ancak Türkiye zaten fiilen İran ile ilişkilerini yürütmek durumunda. Çünkü iki ülke sınır komşusu, bölgesel ve küresel gelişmeler her iki ülkeyi güvenlik boyutuyla da birbirine yakınlaştırıyor. Türkiye olabildiğince ticareti sürdürmeye çalışacaktır” dedi.

Aydın Sezer de, “Türkiye açısından zaten teknik olarak da doğalgaz ticaretini sonlandırmak mümkün değildi” diyerek Ankara–Tahran arasında 1996 yılında imzalanmış uzun vadeli doğalgaz alımı anlaşmasına ve mevcut boru hattıyla alım yapılması gerçeğini yineledi. Türkiye’nin İran’dan yıllık doğalgaz alım taahhüdü bulunduğunu belirten Sezer, “ABD’nin yaptırım paketiyle doğalgaz alımına karşılık Swift sistemi kullanılamayacağı için İran’a ödeme yapılması sıkıntısı ve dolayısıyla İran’ın parasını Türkiye’de bloke etme durumu söz konusuydu. Ama şimdilik 6 aylık süre için Türkiye muafiyetten yararlanıyor ve böylece doğalgaz ticareti Swift sistemiyle ödeme yapılması yoluyla devam ediyor. Ancak 6 ay sonra Türkiye ile İran’ın çözüm yolu bulması gerekiyor” diye konuştu.

Bu noktada yerli para birimleriyle ticaret seçeneği boyutu dışında ABD’nin de devrede olabileceği bir mekanizma da kurulabileceğini söyleyen Sezer, “ABD, İran’ın doğalgazdan hak ettiği paranın Türkiye’de belki yabancı menşeli bir bankada tutulmasını sağlayacak ve buradan ilaç başta olmak üzere temel ihtiyaç maddeleri alımı yapılmasını kabul edecek görünüyor” düşüncesini paylaştı. Sezer, “Ya da Türk Lirası cinsinden Türkiye’de bir şekilde hesap altında tutarak, bunun İran’a yönelik insani malzemeler ihracatında kullanılması söz konusu olacak” dedi.

“Türkiye petrol alımını zaten azalttı”

Her iki uzman isim de Türkiye’nin hali hazırda ABD’nin İran’ın petrol ticaretiyle ilgili yaptırımına uyduğu görüşünde birleşiyor.

Mehmet Koç, İran’a ilaç ve gıda temini konusunda herhangi bir yaptırım uygulanmadığını hatırlatarak, Türkiye açısından en önemli başlık doğalgaz ticaretinin de ABD’nin yaptırım paketinde kapsamında olmadığını kaydetti. Bu noktada Türkiye’yi etkileyecek geriye petrol ve değerli madenlere yönelik yaptırımlar olduğunu anlatan Koç, ancak Türkiye’nin hali hazırda petrol alımını azalttığını ve dolayısıyla yaptırım paketinden etkilenişini de en aza indirgemeye çalıştığını ifade etti.

Aydın Sezer ise, Türkiye’nin dolayısıyla TÜPRAŞ’ın İran’a yönelik bir önceki ambargo uygulamasında yaptırıma uyduğunu anımsatarak, “O dönemde yüzde 56 oranında İran’dan petrol ve petrol ürünleri alımı söz konusuydu. Ama ambargo kararıyla bu alım yüzde 18-16 civarına düşürüldü. Ambargoya uyuldu. Şimdi ise TÜPRAŞ, ABD’li yetkililerle yaptığı görüşmeler çerçevesinde muafiyet veya kısmen daha az sınırlama beklentisindeydi. Türkiye’ye muafiyet tanınması sonrasında bu konu 6 ay sonra yeniden gündeme gelecek.

İran açısından bunun faturası farklı tabii oluyor. "Ama Türkiye azaltma yoluna gitti" diye konuştu.

Peki doğalgaz ticaretinde durum nedir? diye sorduğumuzda Sezer, “İran ile doğalgaz ithalatımız yıllık 9.6 milyar metreküp civarında. Bu doğalgaz alımı için 2018 yılı sonunda 1.8 milyar dolar düzeyinde ödeme rakamı olacağı tahmin ediliyor. Geçtiğimiz yılda bu rakam 2 milyar dolar mertebesindeydi. Bu ticaret, İran’la bizim 1996 yılında imzaladığımız anlaşmayla doğalgaz alımı gerçekleşiyor” bilgisini verdi.

İran’a yaptırım paketinden Türkiye’nin enerji dışındaki sahalarda beklenildiği gibi olumsuz etkilenmeyeceği görüşünü de aktaran Sezer, “Geçmiş yıllardaki ihracat verilerine baktığımızda Türkiye’nin İran’a ambargo uygulandığı dönemlerde satışında artış gözlemleniyor. Sınır ticareti bulunması nedeniyle ilaç ve gıda maddeleri de yaptırım kapsamında olmadığından artış olabiliyor. Türkiye ile İran’daki iş adamları daha önceki ambargo sürecinde neyi nasıl aşacaklarını keşfetmiş durumda. Dolayısıyla Kapalıçarşı ticareti ve sınır illerindeki alışveriş ile ekonomik hareketlilik olabilecektir. Hatta Doğu Anadolu’da özellikle Van ilindeki esnaf, ticari kesimler bölgede refahta artış olacağını hatta vergi rekoru kırabileceklerini düşünüyorlar” dedi.

ABD, İran’ı yaptırımlar ile köşeye sıkıştırabilecek mi?

İran uzmanı Mehmet Koç, İran’da yönelik birinci yaptırım paketi yürürlüğe girdiğinden beri ülkedeki ekonomik gelişmeleri yakından izlediklerini kaydederek, “Özellikle döviz ve altın borsasında ciddi hareketlilik oldu. İran Riyali ciddi değer kaybı yaşadı, yüzde 200’ler civarında kayıp oldu. Hatta bir ara yüzde 300 değer kaybı gözlendi sonrasında gerileme yaşandı. Amerikan Doları’nda öngörülen etkiyi ise yaratmadı. Hatta İran’ın bilinçli bir şekilde dalgalanma yapılmasına izin verdiği ve asıl 4 Kasım sonrasında meydana gelebilecek tepkiyi kısmen kontrol altına almış olduğu da söyleniyor. Kısmen küçük oranda da olsa dolar ve altında düşüş de oldu” diye konuştu.

Koç, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2006’da başlatarak 2012’ye değin kapsamını genişlettiği bir yaptırım paketine kıyasla şimdi ABD’nin daha detaylı ve geniş bir yaptırım paketini uygulamaya koyduğunu da belirtti. Ancak bu sefer işin içerisinde Birleşmiş Milletler’nin (BM) olmamasını en önemli fark olarak işaret eden Koç, “ABD bunu tek taraflı olarak dayatmaya çalışıyor ve üçüncü tarafların uyması için de ciddi tedbirler almış durumda. Bu yaptırım paketi amacına ulaşır mı noktasında İran’ın içerisindeki gelişmelere bağlı. ABD’nin amacı, İranlı yetkililerce de sürekli dile getirildiği üzere devlet ile milleti karşı karşıya getirmek. Eğer bunu başarırsa ve devlet kendini baskı altında hissederse, bunu bir bekaa problemi veya birlik-bütünlüğü için tehlike olarak görürse masaya döner. Diğer türlü ABD’deki gelecek başkanlık seçimlerine kadar bu oyunu sürdürmeyi ve buna direnmeyi planlıyor” dedi.

ABD’nin Türkiye dahil işbirliği yapan ülkelere yönelik 6 ay süreyle tanıdığı bir imtiyaz olduğunu İran eğer 6 ay sonra masaya oturmazsa sıkıntı yaşanabileceğini belirten Koç, ancak o zaman da Çin, Avrupa Birliği gibi küresel aktörlerin takınacağı tutuma bakmak gerekeceğini söyledi.

Aydın Sezer de, “AB ülkeleri, Çin tarafından İran’a uygulanan ambargo için BMGK kararına uygun olmadığı yaklaşımı var. Kısa dönemde ABD’nin amacına ulaşacağını zannetmiyorum. Ama 6 ay sonra bunu nasıl uygulayacağıyla ve ne kadar durumu sertleştireceğiyle de değerlendirmek gerekecektir. Ama kısa vadede İran’ın köşeye sıkıştırılacağını zannetmiyorum” diye konuştu.

Türkiye açısından ise İran’a yönelik petrol ambargo konusuna bütünsel bir yaklaşımla bakmak gerektiğini belirten Sezer, Türk–Amerikan ilişkilerinde Suriye başlığı, Halkbankası sorunu, Rusya’dan S-400’ler alımı, F35 askeri uçakları gibi konuların seyrine bağlı olarak İran’a yaptırımlar meselesini değerlendirmek gerektiğini söyledi. Sezer, “Siyaseten Türkiye’nin hem ABD hem de İran’la ilişkilerini etkileyecek bir süreç. Siyasette konu ne tarafa evrilecek oraya bakılmalı” görüşünü dile getirdi.

13 Kasım 2018 Salı

Doların Rusya üzerindeki etkisi azalıyor

The Wall Street Journal gazetesi, Rusya'nın kademeli olarak dolar kullanmaktan vazgeçtiğini yazdı
Önde gelen Amerikan ekonomi gazetesi The Wall Street Journal, Rusya'da hükümetin doların ekonomi üzerindeki etkisini azaltmak için aldığı önlemlerin meyve vermeye başladığını yazdı.

Gazetede çıkan değerlendirme Rusya'nın Kasım sonunda açıklanması beklenen yeni ABD yaptırımlarının olumsuz etkilerinden kaçınmak için kademeli olarak dolar kullanımından vazgeçtiğine işaret ediyor.

The Wall Street Journal yazarları iddialarına destek için 2018 Eylül ayında özel ve tüzel kişilerin döviz yatırımlarının iki yıl önce kaydedilen yüzde 37'lik seviyeden yüzde 26'ya gerilediğine dikkat çekiyor.

Dikkat çekici bir diğer gösterge de dolar cinsinden ihracat gelirlerinin 2013'te kaydedilen yüzde 80'lik orandan bu yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 68'e gerilemiş olması.

Söz konusu gerilemenin sebeplerinden biri de Çin ve Rusya arasındaki ticaret hacminin hızla büyümesi. İki ülke arasında ruble ve yuan cinsinden ticaret son dört yılda dört kat artmış durumda. Ruble ve yuan cinsinden ticaretin iki ülkenin toplam ticareti içindeki payı ise yüzde 19.

Gazete, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Rusya Merkez Bankası'nın desteklediği dolardan vazgeçme planının, finansal sistemi hedef alacak olası Batı yaptırımlarının etkisini azaltma amacı taşıdığını da vurguladı.

(Turkrus)