31 Ağustos 2018 Cuma

Almanya'dan Afrika'ya ekonomik açılım

Almanya Başbakanı Angela Merkel, Batı Afrika ülkeleri Senegal, Gana ve Nijerya'ya bugün başlayacak 3 günlük ziyaret programında, zengin yer altı kaynakları ve geniş tarım arazilerine sahip olan Kara Kıta'da özellikle altyapı ve enerji alanlarındaki yatırım fırsatlarını masaya yatıracak.

Angela Merkel'in bugün başlayacak Senegal, Gana ve Nijerya'yı kapsayan ziyaret programı, Almanya ile Afrika arasındaki ekonomik ilişkilerini gündeme getirdi. AA muhabirinin derlediği bilgilere göre 3,5 milyon Alman firmasından sadece bin tanesi Afrika'da aktif durumda iş yapıyor.

Alman hükümeti, Alman firmalarının Afrika’daki faaliyetlerinden vergi alınmaması ve özel krediler sağlamak gibi teşviklerle kıtadaki ekonomik faaliyetlerini artırmayı hedefliyor. Ayrıca, Afrika'daki yatırım ve ticaret faaliyetlerinin artması için de Hermes kredilerini yükselten Almanya, Afrika'daki yabancı sermaye yatırımlarında aslan payını alan Çinli şirketlerle ortak yatırım yapılmasını da tartışıyor.

Yatırımlar yoluyla Afrika'nın göç veren ülkelerinin istikrara kavuşmasına ve kalkınmasına yardımcı olmayı da hedefleyen Almanya, aynı zamanda Türkiye’nin Afrika açılımı modelini de yakından izliyor.

Son aylarda Afrika ülkelerinin liderlerini Berlin’de ağırlayan Almanya Başbakanı Merkel'in, ziyaret edeceği ülkelerde yatırımların korunması anlaşmalarını yenilemesi bekleniyor.

Ticaret hacminin artırılması hedefleniyor
Afrika kıtasıyla Almanya arasındaki ekonomik ilişkilere bakıldığında henüz istenilen seviyeye ulaşılamadığı görülüyor. Zira, Almanya'nın Afrika ülkelerine yaptığı ihracatın toplam ihracat içindeki payı sadece yüzde 2'ye denk geliyor.

Almanya’nın geçen yıl Sahra Altı Afrika ile toplam ticareti 26,1 milyar avro olarak gerçekleşti. Bu da Avrupa’nın en büyük ekonomisinin sadece yüzde 1,1’lik dış ticaretine denk geliyor. Alman iş dünyası, karşılıklı ticareti daha yüksek rakamlara çıkarmak ve Afrika'nın ihracat payını artırmak için Afrika ile Ekonomik Ortaklık Anlaşması’nı (EPSs) da tartışıyor.

Zengin yer altı kaynaklarına ve geniş tarım arazilerine sahip olan Afrika ile ekonomik ve siyasi iş birliklerini güçlendirmek isteyen Almanya, bu kapsamda bazı Afrika ülkeleriyle Berlin’de ve kıta ülkelerinde birçok ekonomik konferans düzenledi.

Angela Merkel de Afrika kıtasındaki bazı ülkelere ziyaretler gerçekleştirerek özel yatırımlar konusunda destek olabilecekleri mesajını verdi.

Altyapı ve enerji fırsatları ön planda

Avrupa’nın lokomotif ülkesi Almanya, Afrika’da özellikle altyapı ve enerji alanlarındaki özel yatırım fırsatlarını değerlendirmeyi planlıyor.

Ülkede önemli altyapı ve enerji firmalarının bulunması bu noktada Almanya’nın elini güçlü kılarken, kıtaya ilgi duyan diğer AB ülkelerinden de pozitif olarak ayrıştırıyor.

Zenginliklerle dolu Afrika kıtası

Afrika, çok farklı bir tarihe ve kültüre sahip bir kıta. Yüz ölçümü olarak Avrupa'nın büyüklüğünün 3 katı ve Almanya'nın 85 katı olan Afrika kıtası, 54 ülkeden oluşuyor ve 3 bin etnik grup ve dili bünyesinde barındırıyor.

Aynı zamanda zengin bir kıta olan Afrika, zengin petrol ve altın rezervlerinin yanı sıra dünyanın en geniş tarım arazilerine de sahip.

2016 yılı verilerine göre 1,2 milyarlık nüfusunun yarısı 25 yaşın altında olan Afrika, ayrıca genç ve dinamik nüfusuyla da öne çıkıyor. Kıta nüfusunun 2050 yılına kadar iki katına çıkması bekleniyor ancak bunun hem avantajları hem de zorlukları olacağı düşünülüyor.

Bu özellikleriyle Afrika kıtası, kıta üzerinde yaşayan tüm insanları besleme potansiyeline sahipken, bu potansiyeli kullanamaması ve bazı ülkelerdeki siyasi istikrarsızlıklar nedeniyle yoksulluk, açlık, kötü beslenme ve salgın hastalıklar gibi büyük zorluklar çekiyor.

İŞ BİRLİĞİNDEN STRATEJİYE

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öncülüğünde Türkiye’nin Afrika hamlesini çeşitli açılardan inceleyen İsmail Numan Telci, ‘iş birliğinden stratejik ortaklığa’ dediği “Ankara-Kara Kıta” ilişkilerini Sabah’taki köşesinde şöyle yorumluyor:

“Türkiye son yıllarda daha fazla önem atfettiği Afrika ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmek amacıyla girişimlerini sürdürüyor. Bu noktada Afrika'yı stratejik bir bölge olarak gören Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kıtayı Türk dış politikasının gelecek dönemdeki önemli bir açılım alanı olarak kabul ediyor. Bu durum Türkiye'nin bölgeye yönelik siyasi ve ekonomik ilişkilerinde de kendisini gösteriyor.
2002'de Afrika'daki 12 ülkede büyükelçilik düzeyinde diplomatik temsilciliği bulunan Türkiye'nin halihazırda 40 büyükelçiliği bulunuyor.

Bu yakınlaşma ekonomik ve kültürel ilişkilere de yansırken Türkiye ile Afrika ülkeleriarasındaki ticaret hacmi 16 yılda 6 kat artarak 20 milyar dolara ulaşmıştır. Türkiye'nin son dönemde Afrika'ya yönelik artan ilgisinin bir başka göstergesi de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dış gezileridir.
Başbakan olarak göreve başladığı 2002'den bu yana 28 Afrika ülkesini ziyaret edenErdoğan 26 Şubat'ta başladığı Afrika turunda Moritanya ve Mali'ye de giderek bölgedeziyaret ettiği ülke sayısını 30'a çıkarmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan Afrika turu kapsamında2013'ten bu yana ikişer kez ziyaret ettiği Senegal ve Cezayir'e de giderek bu iki ülkeye özel önem verdiğini göstermiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son Afrika temaslarına daha yakından bakmak gerekirse dört ana boyutun varlığından söz edilebilir: siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel. Siyasi açıdan değerlendirildiğinde bu ziyaretler Türkiye'nin küresel dış politika vizyonu bağlamında Afrika'ya stratejik bir değer atfettiğini göstermektedir.

Nitekim Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Moritanya ve Mali'ye devlet başkanı düzeyinde ilk ziyareti gerçekleştirirken Senegal ve Cezayir'le var olan iyi ilişkileri derinleştirme adına önemli anlaşmalara imza atmıştır.

Anlaşmalar ve yatırımlar

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ziyaretinin bir başka dikkat çeken boyutu ise ekonomidir.
Beraberinde birçok iş adamını da götüren Erdoğan dört ülkede de yaptığı konuşmalarda ekonomik ilişkilere özellikle vurgu yapmıştır.

Türkiye-Cezayir İş Forumu'na katılan Cumhurbaşkanı bu ülke ile Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi'nde 1 milyar dolarlık yatırımın hayat geçirileceğinin müjdesini vermiştir. Yüzde 7'lik büyümeyle Afrika'da bu anlamda öne çıkan ülkelerden Senegal'de de Türk yatırımlarının artırılması konusunda Dakar yönetiminden destek isteyen Erdoğan Türk firmalarının çok daha kaliteli işleri daha düşük maliyetlere yapabileceğini belirtmiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Moritanya ve Mali ile de ticaret hacminin artırılması konusundan birçok anlaşmanın imzalandığını duyurmuştur.
Kültürel ilişkiler bağlamında da bu ülkelerle olan toplumsal bağların güçlendirilmesi konusunda girişimler devam etmiştir. TİKA'nın özellikle Cezayir ve Senegal'deki faaliyetleri bu anlamda dikkat çekerken kuruluşun Moritanya'daki ofisinin açılışı da Erdoğan'ın bu ülkeye ziyareti sırasında yapılmıştır.Türk kültürünün yurtdışında tanıtılması amacıyla hizmet veren Yunus Emre Türk Kültür Merkezleri'nin bir şubesinin de Senegal'in başkenti Dakar'da açılmasına karar verilmiştir.

Coğrafya açılımları

Bu temaslarla Erdoğan yönetiminin Türkiye'nin uzun yıllar göz ardı ettiği Afrika coğrafyası ile hızlı bir yakınlaşmayı hedeflediği söylenebilir. Bu nedenle özellikle 2005'ten bu yana Afrika coğrafyasına yönelik daha esaslı bir strateji geliştirilirken bölge ülkeleriyle yakın ilişkiler tesis edilmesi amaçlanmaktadır.

Türkiye'nin bu stratejisinin arkasında ise birkaç temel motivasyondan bahsedilebilir:
Bunlardan ilki Türk dış politikasının son dönemde daha aktif bir tutum izleyerek ülkenin uzun yıllar benimsediği Batı merkezli dış politikadan ayrılarak yeni coğrafyalara yönelmesidir. Bu çerçevede küresel bir siyasi aktör olma yönünde adımlar atan Ankara, bunun Afrika bölgesinde de etkili politikalar izlemekten geçtiğinin farkındadır. Bu nedenle özellikle son yıllarda bölgeye yönelik siyasi, ekonomik ve kültürel açılımlara hız verilmiş, Afrika ile Türkiye arasında birçok anlamda yeni bağların tesis edilmesine çalışılmıştır.

Türkiye'yi Afrika bölgesine yönlendiren bir diğer motivasyon kıtanın ekonomik olarak bakir ve yatırımlar açısından fırsatlar barındırıyor olmasıdır. Bu durum Türkiye hükümeti ve iş adamları tarafından dikkatle değerlendirilmekte ve bölge ülkelerine yönelik kamu ve özel sektör yatırımlarının ciddi rakamlara ulaştırılması amaçlanmaktadır. Bu bağlamda bölgede endüstri, sanayi, inşaat, ulaşım, turizm ve madencilik gibi alanlarda Türkiye merkezli yatırımlar sürekli artmaktadır.

Bu noktada üçüncü bir motivasyon da Afrika pazarının büyük oranda Batılı ülkeler tarafından yönetilmesidir. Bu ülkelerin ve yatırımcılarının Afrika'ya yönelik politikaları geçmişteki sömürgeci yaklaşımlarının izlerini taşıması bölge halklarının gerçek anlamda bu yatırımlardan yararlanamamasına neden olmaktadır. Buna karşın Türkiye, Afrika ile geliştireceği yeni ekonomik ilişkilerde bölge toplumlarının da faydalanacağı bir yaklaşım benimsemektedir. Bu yönüyle Türkiye yatırımlar yaparken bu ülkelerin kapasitelerinin gelişmesi anlamında da desteklerde bulunacaktır.
Türkiye'nin Afrika'ya yönelik stratejisinin bir başka motivasyonu ise bölge ülkelerinin birçoğu ile güçlü tarihsel bağlar ve benzer kültürel değerlere sahip olmasıdır.

Özellikle Kuzey Afrika, Afrika Boynuzu, Sahil bölgesi ve Batı Afrika'daki birçok ülke için geçerli olan bu durum Ankara'nın bu coğrafyalardaki ülkelere yönelik daha yakın politikalar izlemesine neden olmaktadır.”

Katar'dan Türkiye'ye gelecek yatırım etkili olur mu

Türkiye ile Katar arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkiler, son dönemde yaşanan gelişmeler ile tekrar gündeme geldi
ABD ile Türkiye arasında yaşanan gerilim ile beraber döviz kurlarında oynaklığın artması, Türk Lirası'nın hızlı bir şekilde Dolar'a karşı değer kaybetmesine yol açmıştı.

Tam da böyle bir dönemde öncelikli olarak Katar'ın Türkiye'ye 15 milyar dolar yatırım yapacağı açıklandı.

Daha sonra iki ülkenin merkez bankaları arasında swap anlaşmasının imzalandığı duyuruldu.

İki ülkenin Merkez Bankası Başkanları Murat Çetinkaya ile Abdullah Bin Suud Es-Sani tarafından imzalanan anlaşma kapsamında piyasalara likidite sağlanması ve finansal istikrarın desteklenmesi amaçlanıyor.

Anlaşma kapsamında ilk aşamada kullanılacak kaynağın 3 milyar dolar olacağı belirtildi.

Türkiye Merkez Bankası, anlaşmayla ilgili olarak internet sitesinde şu açıklamayı yaptı:

"Söz konusu anlaşma 3 milyar USD karşılığı Türk Lirası ve Katar Riyali cinsinden imzalanmıştır. Anlaşmanın temel hedefi yerel para birimleri üzerinden gerçekleştirilen ticareti kolaylaştırmak ve iki ülkenin finansal istikrarına destek sağlamaktır."

Türkiye de geçen yıl Katar ve Körfez ülkeleri arasında yaşanan gerilim sırasında Katar'a destek olmuştu.

Uzmanlar, Katar ile atılan adımların yatırımcılara güven vermesi açısından kısa süreli bir yardımının dokunacağını, ancak uzun dönemde özellikle Türkiye'nin dış finansman açığı göz önünde bulundurulduğunda Batı'nın yerini tutamayacağını söylüyor.

İhracatta payı yüzde 1'in altında

Türkiye, Katar'a 2017 yılında 649 milyon dolar değerinde ihracat gerçekleştirdi.

Bu tutar, Türkiye'nin geçen yıl gerçekleştirdiği toplam 157 milyar dolar değerindeki ihracatın içinde yüzde 1'inin de altında kalıyor.

Türkiye'nin Katar'dan ithalatı ise 2017 yılında 264 milyon dolar olarak gerçekleşti.

Katar'ın Türkiye'nin ithalat hacminden aldığı pay yüzde 0,11.

Ekonomi Bakanlığı'nın verilerine göre Katar'a ihraç edilen ürünlerin başında gemiler-yatlar, elektrikli-elektronik ürünler, makineler ve mobilyalar geliyor.

Katar'dan ithal edilen başlıca ürünler ise mineral yakıtlar (LNG), plastik ürünleri, alüminyum ve ürünleri.



Katar yatırımda 19. sırada

Doğrudan yabancı yatırım verileri açısından da Batı ülkelerine kıyasla Katar gerilerde kalıyor.

Ticaret Bakanlığı'nda yer alan uluslararası doğrudan yatırım verilerine baktığımız zaman son 8 yılın rakamları toplandığında Katar'ın yabancı yatırımcı ülke olarak 19'uncu sırada bulunduğunu görüyoruz.

Katar'ın Türkiye'ye son sekiz yılda yaptığı toplam yatırım 1 milyar 683 milyon dolar.

Bu tutar 2017 yılında 100 milyon dolar, 2016 yılında 420 milyon dolar olarak gerçekleşti.

Türkiye'ye en büyük doğrudan yatırımı gerçekleştiren ilk 5 ülke ise Hollanda, ABD, Avusturya, İngiltere ve Lüksemburg.

Financial Times'a bu konuyla ilgili olarak konuşan Renaissance Capital'ın başekonomisti Charles Robertson, Katar'ın yapacağı 15 milyar dolarlık yatırımın neredeyse Türkiye'ye son 8 yılda yapılan yabancı yatırımın yıllık ortalamasına eşit olduğunu vurgulamış, o yüzden bu rakamın önemli olduğunu söylemişti.

Ancak Türkiye'nin önümüzdeki bir yıl içinde çevirmesi gereken dış borcun 200 milyar doların üzerinde olduğunu vurgulayan uzmanlar ise bu tutarın yetersiz olduğunu söylüyor.

230 milyar dolar dış finansman ihtiyacı

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) açıkladığı verilere göre Türkiye 2017 yılını 47 milyar 100 milyon dolar cari açık ile kapadı.

Bu, dış finansman ihtiyacının sadece bir ayağını oluşturuyor.

TCMB'nin açıkladığı Haziran ayına dair verilere göre ise Türkiye'nin bir yıl içinde döndürmesi gereken kısa vadeli dış borç stoku 179 milyar dolar.

Bu da Türkiye'nin bir yıl içinde ihtiyaç duyduğu dış finansmanı 230 milyar dolar seviyesine kadar çıkarıyor.

Londra merkezli ekonomik danışmanlık kurumu Capital Economics'ten ekonomist Yasemin Engin, Türkiye'nin 230 milyar dolar seviyesinde olan dış finansman ihtiyacı yanında Katar'ın vaat ettiği 15 milyar dolarlık yatırımın 'yeterli olmadığını' söylüyor.

Engin'e göre yatırımcılar, ortodoks para politikası ile sıkı mali politika görmeyi talep ediyor.

Türkiye'nin geçen yaz Körfez ülkelerinin uyguladığı abluka sırasında yardım eli uzatmasından beri Katar'ın Türkiye'den ihracatını artırdığını söyleyen Engin, yine de bu durumun Batı'ya alternatif oluşturamayacağı görüşünde:

"Türkiye'nin Avrupa Birliği ve NATO ile olan tarihi bağlarına baktığımız zaman, Katar ve Türkiye arasındaki güçlü ekonomik ve askeri ilişki soluklaşıyor. AB halen Türkiye'nin en büyük ticaret ortağı."

Katar menşeili 131 şirket

Ticaret Bakanlığı verilerine göre 2017 sonu itibariyle Türkiye'de Katar sermayeli 131 şirket faaliyet gösteriyor.

Katar'ın Türkiye'de yaptığı yatırımlar ve kurduğu ortaklıklar açısından en çok ses getiren şirketler QNB Finansbank, Digiturk, Abank, Banvit, BMC ve Boyner oldu.

Katar Ulusal Bankası (QNB), Finansbank'ın yüzde 99,81 hissesini 2015 yılında Yunanistan'ın en büyük bankası National Bank of Greece'den (NBG) satın almıştı.

Merkezi Londra'da bulunan BlueBay portföy yönetimi şirketinin gelişmekte olan piyasalar masasından stratejist Timothy Ash, Katar'ın Türk bankacılık sektörü için önemli bir yatırımcı olduğunu, o yüzden 'bu kriz dönemini atlatacağı sırada Katar'ın desteğini sürdürmesinin Türk bankacılık sektörü için yararlı olacağını' söylüyor.

Ash, swap anlaşmasının Merkez Bankası'na likidite sağlayacağı için bankacılık sektörü adına iyi bir gelişme olduğunu, ancak bu miktarın da 3 milyar dolar ile sınırlı olduğunu belirtiyor.

BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Ash ayrıca Suudi Arabistan ile yaşadığı gerginlik yüzünden Katar'ın kendi sorunları olduğunu ve Batı'nın yerini tutacak kaynağı olmadığını vurguluyor.

Ash'e göre Türkiye'nin Doğu'daki ortaklarına güvendiğini çok sık dile getirmesine rağmen, sadece Katar'ın 15 milyar dolar yardımla ortaya çıkması, Türkiye'nin gelecekteki politikalarını gözden geçirmesi açısından önemli:

"Orta Doğu, Çin ya da Rusya'dan bir yardım geldiğini görmedik. Bu Türkiye'deki siyasetçilere, yeni bir yönelimleri olduğunu söylemelerine rağmen Türkiye'nin piyasalar, finans ve yatırım kaynaklarının üçte ikisinin Batı'dan geldiğini göstermeli. Bu durum çok yakın bir zamanda değişecek gibi de görünmüyor."

(BBC)

Arjantin'deki rekor faiz artışı pesoyu kurtardı mı

Global finans çevreleri Arjantin hükümetini faiz artışı için zorlarken yıl başından bu yana 30 puanın üzerinde faiz artışı yapan ülke ne enflasyonu dizginleyebildi ne de para birimindeki değer kaybını. Peso 1 yılda yüzde 110 değer kaybetti.
Yüksek enflasyon ve para birimi pesoda rekor değer kaybı yaşayan Arjantin, dün bir kez daha faiz artırdı. Yüzde 60'a çıkan faiz, yüksek enflasyona ve pesonun değer kaybını önlemeye yetti mi? Yavuz Barlas, Habertürk'teki yazısında, hem bu soruların yanıtını verdi hem de Arjantin'deki faiz artışının Türkiye'ye yansımalarını değerlendirdi.

İşte Barlas'ın o yazısı:

Arjantin Merkez Bankası dün 15 puanlık faiz artışıyla bir rekora daha imza atarak faizleri yüzde 60’a çıkardı ama para birimi pesoda değer kaybına yine engel olamadı.

Peso dün de 1 günde yüzde 14 devalüe oldu. Üstelik pesonun yıl başından bu yana dolar karşısındaki kaybı da yüzde 110’a ulaştı. Yıl başında 1 dolar 18 peso iken bugün 38 pesoya ulaştı. Global finans çevreleri Arjantin hükümetini faiz artışı için zorlarken yıl başından bu yana neredeyse 30 puanın üzerinde faiz artışı yapan ülke ne enflasyonu dizginleyebildi ne de para birimindeki değer kaybını.

Öyle ki krizdeki ülkenin yılbaşında yüzde 25’i bulan enflasyonu bugün kurdaki artışla daha da tırmandı ve yüzde 30’u çoktan geçti.

Yaşanan gelişmeler Arjantin’i 2001 krizinden sonra bir kez daha IMF’nin kapısını çalmaya iterken son gelişmelerin ardından Arjantin dün Uluslararası Para Fonu'yla (IMF) anlaşmaya vardıkları 50 milyar dolarlık borcun erken serbest bırakılmasını istedi. IMF Başkanı Christine Lagarde da, Arjantin'in talebi üzerine ödemelerin hızla yapılması için çalışmalara başlandığını açıkladı. İlk olarak 8 Mayıs’ta IMF’nin kapısını çalan ülkenin şimdi anlaşma gereği en az 3 yıl boyunca ağır bir kemer sıkma politikası izleme ve enflasyonunu tek haneye çekmek için çaba sarfetmesi gerekiyor.


Grafik: Arjantin eflasyonu.

Makro ekonomik dengelerindeki tablo Arjantin ile karşılaştırılmayacak boyutta iyi olan Türkiye’ye ise yine son dönemde kurlarındaki yaşanan hareketlilik nedeniyle uluslararası finans çevrelerince daha da faiz artışı yapması için telkinlerde bulunuluyor. Dolar kuru yılbaşındaki 3.75 seviyelerinden 6.50 düzeylerine geldi. Ancak bu hızlı yükseliş makro dengelerdeki bozulmadan çok son dönemde ABD ile gerilen ilişkiler, rahip Brunson krizi ile hız kazandı. Suriye krizinin çözümü ekseninde Rusya, İran ile geliştirilen ilişkilerin kararlı bir biçimde sürdürülmesi de ABD ile olan ilişkilerdeki gerilimi artırdı. Hal böyle olunca ABD kaynaklı fonların Türkiye’de piyasalardaki varlıklarında satışa gitmesi hatta spekülatif döviz talepleri de kurlarda artışa neden oldu.


Grafik: Arjantin pesosu (sağ eksen) merkez bankası faiz oranı (sol eksen)

ARJANTİN’İN YÖNTEMİ NE?

Peki bu dönemde Merkez Bankası nasıl bir yol haritası izledi?
ABD Merkez Bankası Fed’in artış yönündeki faiz politikası doğrultusunda faiz artırımlarını programlı yapan TCMB, yaşanan gelişmeler ışığında kademeli faiz artışları yaptı. Ancak oranları sınırlı tutmaya özen gösteren Merkez Bankası’nın faiz oranları yıl başında tek hanelerdeyken bugün yüzde 18’ler düzeyine geldi. Yani aslında yıl içindeki artış 10 puanı buldu. Bir anlamda faiz oranı 2.2 katına çıktı. Benzer kattaki artışı Arjantin de yaptı ama kurlarındaki yüzde 100’ü aşan devalüasyona engel olamadı. Türkiye’de TL’deki kayıplar ise adeta piyasalara açılan ekonomi savaşının dozunun artmasıyla yüzde 70’eri buldu.

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın yönetimindeki ekonomi kurmayları açıkladıkları aksiyon planı ile bir anlamda piyasalarda spekülatif döviz talebinin önünü kesse de gerek uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının tavırlı kararları ve gerekse yabancı finans kurumlarının negatif yorumları piyasalar üzerindeki baskıyı artırdı.

MERKEZ BANKASI NE YAPTI?

Şimdi bir tarafta küresel finans çevrelerinin baskısına göre 5’er 15’er puan faiz artıran Arjantin diğer tarafta sert faiz artışları yerine kısa vadede Merkez Bankası ve BDDK’nın önlemlerini kullanan Türkiye var. Üstelik güçlü bankacılık sisteminin verdiği güveni de arkasına alarak. Ve orta ve uzun vadede de ekonomiye Avrupa Birliği gibi yeni çıpalar arayan yapısal reform paketleri açıklayan bir Türkiye.

Bugün Trump başkanlığındaki ABD’nin borsalarında yaşanan rekorlar dolar milliyetçiliği politikası güden ülkenin başlattığı ekonomi savaşının bir göstergesi. Ancak karşısında da Avrupa ve Asya ekonomileri duruyor. ABD’den geriye kalan gelişmiş ülkelerse doların finansal sistem ve hatta uluslararası ticaret içindeki payını azaltmak için alternatifler üzerinde çalışıyor.
Belki de sonunda İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali’nin dediği gibi tüm dünyada değerlenen dolar kuru ve ticaret savaşlarından en olumsuz etkilenecek ülkelerinden başında ABD gelecek. Açtığı savaş dönüp ABD ekonomisini vuracak.


THY'de 121 pilot istifa ediyor

Döviz kurundaki aşırı dalgalanmadan dolayı Türk Hava Yolları'nda çalışan 121 pilotun istifasını sunduğu iddia edildi
Türkiye'de yaşanan ekonomik dalgalanma Türk Hava Yolları'nı derinden etkilemeye başladı. Döviz kurunun yükselmesi nedeniyle çok sayıda pilotun istifa aşamasına geldiği iddia edildi.

AirportHaber'in edindiği bilgiye göre; Türk Hava Yolları'nda görev yapan çok sayıda pilotun şirketten aldıkları maaşların döviz kuru karşısında hızla erimesi nedeniyle istifa kararı aldığı öğrenildi.

Özellikle THY filosunda görev yapan pilotların TL üzerinden ödenen maaşların kur karışında geçtiğimiz yıldan bu yana yarı yarıya değer kaybetmesi üzerine böyle bir hamle yapacağı belirtildi.

Şirkete yakın kaynaklarca da doğrulanan iddialara göre; Eylül ayında geçerli olmak üzere 121 fazla pilotun istifasını sunduğu ve şirket içerisindeki çok sayıda yabancı pilotun da iş aramak için ücretsiz izin kullandığı ifade edildi.

Türk Hava Yolları'nın bu tavır karşısında nasıl bir hamle yapılacağı şimdiden merak konusu olurken, bir başka kaynak da uçuşların aksamaması için pilotların istifa kararından vazgeçmeleri için çalışma başlatıldığını iddia etti.

Öte yandan şirketler arası pilot transfer yasağının 1 Eylül 2018 tarihinde sona ermesiyle çok sayıda pilotun başka şirkete geçeceği öngörülüyor.

Arjantin ve Endonezya'nın piyasaya müdahalesi bulaşıcı olabilir

BIST100 Endeksi, 22 Haziran 2017'de 100.000'i, 8 Ağustos 2017'de 110.000'i görüp rekor kırmışken 25 Ocak 2018'de 120.000'i görüp rekorlarını tazeledi. Aslında 2017'yi tüm gelişmekte olan ülkeler mükemmel geçirmişti. 2018'e de fırtına gibi bir giriş yapılmıştı. Ama Ocak ayı sonunda Janet Yellen başkanlığındaki son FED toplantısı ile tüm piyasalar değer kaybı sürecine girdi. Trump, ülkesini daha büyütmek için ticaret savaşlarını başlatıp altyapı yatırımlarını artırınca Gelişmekte olan ülkelerden para çıkıp ABD'ye dönüşe geçti. SP500 Endeksi son 5 ayda % 14 yükselerek yeniden rekor seviyelere geldi.

Diğer taraftan Ocak'ta % 8.8 yükselen MSCI Emerging Market Endeksi; Şubat'ta % 4.7, Mart'ta % 2.2 Nisan'da %0.6 Mayıs'ta % 3.6 Haziran'da % 4.6 değer kaybetti. Gelişmekte olan ülkeler Temmuz'da 1.7 değer kazanarak tepki verdi ama Ağustos bugün biterken % 2.7 kayıpta.

Gelişmekte olan ülkeler için Eylül ayı gök gürültülü ve sağanak yağışlı olacak gibi. Zira Arjantin'den başlayan yeni virüs bulaşıcı etkisini bu hafta iyice belli etti. Arjantin MB, doların aşırı yükselmesi sonrasında faizi % 15 artırarak % 60'a çıkarırken Mayıstan beri 4 kez faiz artıran Endonezya MB, 1998 sonrası en ciddi müdahalesini dün yaptı. USD/TRY de dün 6.84'e kadar çıkınca bu sabah TCMB, TL mevduatta stopajı % 15'den %5'e indirirken dolar mevduatta stopajı artırdı. 3 aylığına yapılan bu bu hamlenin ilk etapta işe yaradığı görüldü ve dolar 6.75'den 6.52'ye geriledi. Özetle Pazartesi'den itibaren gelişmekte olan ülkeleri daha zorlu günler bekliyor.

29 Ağustos akşamına göre; bu sabah sadece TL değer kaybetmedi: Latin Amerika Borsaları % 2.5, Asya Pasifik Borsaları % 1.5 değer kaybetti. Bu yüzden bugün borsa güne sert düşüşle başlayacak gibi. Ancak borsanın iki büyük oyuncusu olan herif ve ekürisinin piyasayı tutmaya çalışmasını bekliyoruz. Ayrıca İş Bankası'nın 550 mn TL geri alım kararı sonrasında HALKB da 450 mn TL geri alım kararı aldı. Bunlar hisseye destek olabilirler. Diğer bankaların da geri alım kararı alması gerektiğini düşünüyoruz. Zira yılbaşından beri banka endeksi % 41 kayıp yaşamışken sanayi endeksi sadece % 4 kayıp yaşadı. Ancak döviz cinsi gelirleri nedeniyle endeksi taşıyacak kadar güçlü kalabilen sanayi hisselerinin de gücünün bir yere kadar olduğunu tahmin etmek zor değil.

26 Ağustos 2018 Pazar

Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Bali değerlendirmeleri

Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, bankanın 94. kuruluş yıldönümü dolayısıyla yaptığı açıklamada, dünya, Türkiye ekonomisi ve bankacılık sektörüne ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Dünyada, 2008 global krizinden sonra izlenen aşırı genişlemeci para politikaları ile hemen hemen bütün ülke gruplarının büyümeyi ivmelendirdiğini, 2018’e girildiğinde bu büyümenin global düzeyde epey yaygınlaştığını ifade eden Bali, ancak son dönemlerde ABD ile Çin arasında ticaret savaşları, İran’a yönelik yaptırımlar ve korumacı önlemlerin büyüme üzerindeki öngörüleri bir miktar olumsuz etkilemeye başladığını söyledi. Bali, ABD’nin, toplam 570 milyar dolar düzeyindeki açığının yüzde 68’ini oluşturan 389 milyar dolarlık kısmının Çin’den kaynaklandığını belirtti.

Aralık 2015’ten bu yana 7 faiz artışı gerçekleştiren Fed’in, aşırı genişletilmiş para politikasını normalleştirme yönünde stratejiler izlediğinin altını çizen Bali, 2018’e ilişkin enflasyon ve büyüme beklentilerini yukarı yönlü revize eden Fed’in, yılın kalanında 2 defa daha faiz artırımına gideceğinin öngörüldüğünü belirtti. Bali, 10 yıllık hazine tahvili faizinin yüzde 3’ün üzerine çıktığını ve son 7 yılın en yüksek değerine ulaştığını, bunun gelişmekte olan ülkelerdeki fonların çıkması anlamına geldiğini söyledi.

Adnan Bali, G20 Zirvesi için IMF’nin hazırladığı notta; ticaret savaşlarından en olumsuz etkilenecek ülkelerden birinin ABD olacağının öngörüldüğüne dikkat çekti. ABD dolarının bütün dünyada Fed’in faiz artırımlarından da beslenerek değer kazandığına değinen Bali, bu durumun ABD’nin dış ticaret açığını daha da artırdığını ifade etti. Bali, “Doların değer kazanması nedeniyle Amerikan ekonomisinin dışarıya mal satması zor, mal ithal etmesi ise kolay. Buradan ortaya çıkan şu;bu yolla sermaye akımlarını belki ABD’ye çekiyorsunuz ama ticaret tarafında kayıplar veriyorsunuz. IMF, tüm dünyada değerlenen dolar kurunun üzerine ticaret savaşlarının eklenmesiyle büyüme açısından bundan en olumsuz etkilenecek ülkelerden birinin ABD ekonomisi olduğunu öngörüyor. Bu yönüyle bakıldığında aslında güçlü ABD dolarının, o kadar sürdürülebilir olmadığı görünüyor” şeklinde konuştu.

Aslında 2008 global krizine girerken ABD’nin hem bütçe açığı hem dış ticaret açığının olduğunu hatırlatan Bali, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Dışarda açıkların giderilebilmesi için mümkün olabildiği kadar serbest ticaret, bol likidite ve ABD Doları’nın da biraz güçsüz olması seçildi. İçerde, harcamalarla ilgili çok ciddi disiplinli politikaların uygulanması söz konusu oldu. Şimdi de ABD’nin tekrar çift açık noktasına doğru gittiği görülüyor. İstikrarlı olmayan bir tablo söz konusu… Oysa çok kısa bir süre önce, 2018’in başlarında çok daha iyimser bir tablo vardı. Ekonomilerin birbirlerini de etkileyecek şekilde büyümesi öngörülüyordu. Ama özellikle jeopolitik gerginlikler, yaptırımlar, karşılıklı agresif politikalar tabloyu biraz daha karmaşık hale getirmiş durumda.”

Türkiye’nin reformcu ruhunu yeniden kazanması önemli

Adnan Bali, Türkiye’ye ilişkin değerlendirmesinde ise artık bir üst lige geçmek için farklı bir büyüme modeline ihtiyaç duyulduğunu, bunun da ancak katma değerli üretim, Ar-Ge, teknoloji, eğitim, hukuk, işgücü alanlarında mesafe alınması ile mümkün olabileceğini vurguladı. Bali, bu alanlarda yapılacak iyileştirmelerin ve atılacak adımların aynı zamanda iş yapma ortamını kolaylaştıracağını, yabancı yatırımcıları çekecek cazibeli bir ekonomik görünüm ortaya koyacağını ifade etti. Bali; “Orta uzun dönemli reformlarla, yüzde 5,7 olan cari açığın GSYH’ye oranının daha aşağı çekilebilmesi yönünde adımlar atılmasında fayda var. Cari açığı daraltacak şekilde ithalat yaptığımız alanlarda büyük ölçüde yurt içinde katma değerli üretim yapmaya yönelik bir dönüşüm süreci geçirmeliyiz. Aynı zamanda ihracat pazarlarımızın genişletilmesi büyümeye pozitif katkı yapacaktır. Türkiye’nin bütün bunları gerçekleştirebilmesi için de reformcu ruhunu yeniden kazanması önemli” şeklinde konuştu.

Alınan aksiyonlar piyasada karşılık bulmaya başladı

Şu anda yaşanan sıkıntıların 2001 krizi ile kıyaslanamayacağını söyleyen Bali, şöyle devam etti: “Bu tür atakların öngörülebilmesi ve buna göre hep tedbirli olacak şekilde hareket edilmesi, hızlı bir şekilde aksiyon gösterilmesi gerekiyor. Yeterli aksiyon alınmaması durumunda piyasalar, kötü niyetli yaklaşanlar tarafından kullanılır. Piyasa, buradaki gecikmeyi cezalandırır. Son yaşadığımız döviz kuru ile ilgili dalgalanmada ise gerek Merkez Bankası, gerekse BDDK problemleri giderecek yönde aksiyonlar aldı. Bunların piyasada karşılık bulmaya başladığını görüyoruz.”

Türkiye ekonomisinin benzer ülke grupları ile olumlu ayrışan, farklı alanlarda ise olumsuz ayrışan yönlerinin bulunduğunu ifade eden Bali, ekonominin büyüme performansı, güçlü ve sağlam bankacılık sistemi, kamunun bütçe açığı ve kamu borç stokunun GSYH’ya oranlarında, borçlanma ve mali disiplin göstergelerinde olumlu ayrışmaya devam ettiğini söyledi. Cari açık ve enflasyonda ise ülke ekonomisinin olumsuz ayrıştığını belirten Bali, hazırlanacak programların, eylem planlarının bu önceliklendirmeyi esas alması gerektiğine dikkat çekti. Üretime, özel kesim yatırımlarına, makine teçhizat yatırımlarına ve net ihracatın katkısına dayalı büyümenin sağlanmasına yönelik bir programın önemine işaret eden Adnan Bali, “Ekonomik programın bir eylem planına dönüşmesi, eylem planında sadece kurumların değil, kişilerin sorumluluklarının belirlenmesi, buradaki performansın kamuoyu ile paylaşılması önemli. Şu anda orta vadeli plan çalışmaları sürüyor. Açıklandıktan sonra bunun bileşenlerini göreceğimizi düşünüyorum” dedi.

Gerektiğinde her enstrüman kullanılabilmeli

İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, çekirdek enflasyonun belirgin bir şekilde arttığı dikkate alındığında, enflasyondaki yükselişin biraz kalıcı olabileceğini söyledi. TL’deki değer kaybı, işlenmemiş gıdadaki fiyat hareketleri, başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarındaki yükselişin enflasyonu ciddi şekilde tetiklediğinin altını çizen Bali, yaptıkları hesaplamalara göre, her yüzde 10’luk kur artışının, yıllık enflasyonu 1,5 puan civarında yükselttiğini ifade etti. Bali, “Şu anda hem kur hem faiz açısından yaşanan ciddi dalgalanmaların sonrasındaki asıl hedefimiz, enflasyonu kontrol altına almak suretiyle bunun kurlar ve faizler üzerindeki etkilerini yumuşatabilmek olmalı” yorumunu yaptı.

Merkez Bankası ile ilgili de para politikasının sadeleştirilmesinin önemine dikkat çeken Bali, “Enflasyondaki yükseliş eğilimi, parasal sıkılaşmanın tek başına yetmediğini gösteriyor. Bu sıkılaşmanın mali politikalarla da eşgüdüm içerisinde sürdürülmesi önemli… Önümüzdeki dönemde hem büyümenin kompozisyonunu hem de enflasyonun seviyesini bu alanda atılacak adımlar belirleyecek” değerlendirmesini yaptı. “Faiz konusunda, iktisat biliminin kurallarına göre hareket edilmeli” diyen Bali, “Kötü bir örnek; ama yeri geliyor kemoterapi yapılıyor. Çok mu arzu ediliyor? Hayır. Faiz de böyle bir şey…Gerektiği zaman her enstrüman kullanılabilmeli” şeklinde konuştu.

Faizin yüksek olması banka bilançoları için de kötü

Serbest piyasa mekanizmalarıyla şu andaki tablonun sürdürülmesi gerektiğini belirten Bali, konuşmasına şöyle devam etti: “Faizin yüksek olması kötü bir şey. Banka bilançoları açısından da kötü bir şey… Mevduatların ortalama vadesi 35 gün. Bir faiz artışının ardından en fazla 35 gün içerisinde kaynaklarımızın yüzde 55’ini oluşturan mevduatların yeniden fiyatlanmasıyla, anında maliyet artışına maruz kalıyoruz. Ama bu artış, aynı anda ortalama vadesi daha uzun olan aktiflerimize yansımıyor. Bunun sonucunda net faiz marjları daralıyor. O nedenle, bankacılar faaliyetlerini sürdürürken faizlerin yükselmesini istemezler. Faizlerin düşüş eğilimine girdiği dönemler ise bankaların kârlılıklarına olumlu yansır.”

Kredilerde geçen yılki gibi bir büyüme öngöremeyiz

Bankacılık sektörünün ilk 6 ayını da değerlendiren Bali, gerek kredi mevduat büyümeleri gerekse kârlılıkla ilgili ortaya konulan hedeflerden önemli bir sapma olmadığını söyledi. Bali, şöyle devam etti: “İkinci yarıda çok başka koşullar ortaya çıktı. Ne düzeyde bir dengelenme yaşayacağımızı bilemiyorum. Büyük ölçüde kamu bankalarının ve yabancı para üzerinden ivmelenen kredi büyümesinin, yılın ikinci yarısında dengelenmesini beklemek lazım. Yine KGF kaynaklı kullandırılmış olan TL kredilerin geçen yıl aynı dönemde hızlı bir büyüme gösterdiğini dikkate alırsak, bu sene baz etkisi ile de böyle bir büyüme öngöremeyiz. Kurları tekrar istikrarlı bir seviyeye oturtursak, çok büyük bir artış olmadan ihtiyaçları karşılayacak şekilde kredi hacmini yıla yayarak büyütebiliriz. Kurlarda belirli bir istikrar oluşmazsa bizim de kredi artışı yapmamız pek mümkün değil. Kur artışı nedeniyle sermaye yeterliliğindeki durum da yasal açıdan bizi farklı şekilde hareket etmeye zorluyor. Tedbirli bir bankanın da böyle yapması lazım zaten.”

‘Bankalar kredi vermiyor’ başka, ‘bana kredi vermiyor’ başka…

İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, kredilendirmeye ilişkin bankalara yönelik eleştirilerle ilgili de şu yorumu yaptı: “Türk bankacılık sisteminde 2002 yılında toplam aktiflerin içerisinde kredilerin payı yüzde 23 iken, 2017’nin sonunda yüzde 65’e yaklaşmış. Kredi vermeyen bankacılık sistemi bu mu? Mutlak rakam söyleyeyim; 2002’de 50 milyar TL, bugün 2,4 trilyon TL kredi rakamı var. Rakamlar net… Bir banka niye kredi vermesin? Mevduat almışsın, faiz yükünü de üstlenmişsin, peki ne olacak? Üzerinde oturarak mevduatın maliyeti çıkmaz. Dolayısıyla yapısı gereği bir banka zaten, maliyetli topladığı kaynakları getirili aktiflere dönüştürmek durumunda… Kredilerin verilmediği gibi bir durum söz konusu değil. Sonuç olarak bir banka maliyetli kaynak topladığı için, mutlaka onu getirisiyle plase etmek durumunda. Bunun için her bankanın bireysel, ticari, kurumsal, KOBİ’lere yönelik, kredi ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulmuş ayrı satış ve pazarlama departmanları, yöneticileri, şubeleri, hatta doğrudan satış kadroları bile bulunuyor. Bütün bunları kredi vermeyelim diye mi yapıyoruz. ‘Bankalar kredi vermiyor’ başka bir şey, ‘bana kredi vermiyor’ başka bir şey. Biz bankacılar işin fizibilitesine, tekniğine bakarız.”

Rating kuruluşları ekonomi politiğe dahil kuruluşlar

Özellikle sıkıntılı dönemlerde çok fazla gündeme gelen konulardan birinin de kredi derecelendirme kuruluşlarının notları olduğuna dikkat çeken Bali, sözlerini şöyle sürdürdü: “Orada teknik açıdan tutarlı bir tablo görmüyorum. Türkiye, çok uzun yıllar içerisinde aldığı yatırım yapılabilir ülke notunu, çok kısa sürede kaybetti. Hatta onun da altında seviyelere gitti. Zamanında ‘çeyiz gibidir, sandıklarda saklanmalıdır’ demiştim. Kredi notu, bütün bir milletin borçlanma maliyetini belirleyen bir unsur. Ancak rating kuruluşları tamamen bir objektivite merkezi gibi konumlandırılmamalı. Bunlar, ekonomi politiğe dahil kuruluşlar. Kararlarının kesinlikle jeopolitik, politik, ekonomik koşullar ve trendlerle ilişkileri vardır. Genel olarak da taraftırlar. İyileştirmede çekingen, kötüleştirmede acelecidirler. Kararlar her zaman aynı tutarlılıkta alınmaz. Bu geçmişte de böyleydi, şimdi de böyle… Örneğin; Güney Afrika ve Türkiye aynı ülke grubunda yer alıyor. Güney Afrika’nın büyüme oranı yüzde 1,3, Türkiye’nin geçen yılki büyüme oranı yüzde 7,4. Güney Afrika’nın bütçe açığının GSYH içindeki payı yüzde 3,8, Türkiye’nin ise yüzde 1,5. Güney Afrika’nın bütçe açığının GSYH içindeki payı bizden iki kat fazla. Kamu borçlarının GSYH’ye oranı Güney Afrika’da yüzde 52,7 iken, Türkiye’de ise yüzde 28,3… İşsizliğe bakıyorsunuz bizde yüzde 11 civarında, orada yüzde 27,5. Güney Afrika, yatırım yapılabilir ülke. Türkiye, onun altındakinin de altındaki notta.”

Reel sektör ve banka müşterisi kuruluşlar da aynı samimiyeti göstermeli

Son dönemde gündeme gelen yeniden yapılandırmalara dair de Adnan Bali, kredi yapılandırmalarını standart işlemmiş gibi bir hale getirmenin irrasyonel olduğunu söyledi. Bunların bir kredi yapılandırma kampanyası olmadığının altını çizen Bali, kaynakların kısıtlı olduğunu, bu nedenle önceliklendirilerek doğru alanlara tahsis edilmesi gerektiğini belirtti. Kullandırılan bir kredinin geri ödemeleriyle, kullanıldığı işten doğacak nakit ihtiyacı akışlarının öngörülemeyen sebeplerle zaman içerisinde birbirini karşılayamaz hale gelebileceğine işaret eden Bali, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Böyle bir durumda en başta öngörülen kredi geri ödemelerini, yeni koşullara göre oluşan nakit akışlarıyla tekrar uyumlu hale getirmek için her vaka özelinde çalışılır. Şu ana kadar da yapılan budur. İhtiyacı olanla olmayanın ayrıştırılmadan taleplerin yerine getirilmesi, bana göre ahlaki çöküntüdür. Doğru bir şey olmaz. Bu, sektörün daha sonra haklı olmayan taleplerle karşılaşmasına yol açar. Açık konuşmak gerekirse, kolay günlerden geçmiyoruz, zor günlerden geçiyoruz. Herkesin sorumlu davranması lazım… Burada ihtiyaçların ve imkanların doğru birleştirilmesi, doğru buluşturulması esastır. Bankacılık sektörü, bu konuyu ciddi bir hassasiyet içerisinde yürütmeye çalışıyor. Muhataplarımızdan, yani reel sektördeki firmalardan da bankacılık sisteminin müşterisi konumundaki kuruluşlardan da samimiyet ve aynı hassasiyeti beklemek durumundayız. Hem onların sağlıklı ilerlemesi hem de bankacılık sisteminin aktif kalitesinin korunması bu suretle mümkün olur.”

Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, yaptığı açıklamada, Bankanın, Cumhuriyet’ten bir sene sonra 1924 yılında, Büyük Taarruz ile aynı tarih olan 26 Ağustos’ta, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Siyasi bağımsızlık, iktisadi bağımsızlıkla perçinlenmediği sürece payidar olamaz” öngörüsüyle kurulduğunu hatırlattı. Bali, “Cumhuriyetin bir yaş küçük iktisadi kardeşi olan Bankamız, bir asırlık ömre doğru emin adımlarla, güçlü ve sağlam bir şekilde ilerliyor. Tarihi boyunca ülkemizin bütün dönüşümlerine, değişimlerine tanıklık eden bu Banka, hep Türkiye’nin yanında olmuştur. Bu çok kıymetli…” dedi.

İş Bankası’nın, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, o dönemin kısıtlı koşulları altında Anadolu insanının da katkılarıyla oluşturulan mütevazı bir sermaye, 37 çalışan ve 2 şube ile yolculuğuna başladığını ifade eden Bali, “Gazi Mustafa Kemal’in, ‘Sermayenizi yetersiz düşünerek ümitsizliğe kapılmayın, en büyük sermaye zekâ, dikkat, iffet ve metotlu çalışmaktır’ sözleri hep kulağımızda… Bütün özkaynağını bu ülkeden kazanmış bir kurum olarak bu ülkeye olan borcumuzu, sorumluluklarımızı iyi biliyoruz” diye konuştu.

Bali, bugün 400 milyar TL civarında aktif büyüklüğe, 45 milyar TL’nin üzerinde özkaynağa sahip ve mevduat seviyesi 220 milyar TL civarında bulunan İş Bankası’nın, toplam 355 milyar TL’yi aşan nakdi ve gayri nakdi krediler yoluyla sanayicisinden çiftçisine, esnafından tüccarına, hane halkına kadar her kesime destek vermeyi sürdürdüğünü belirtti. Bali, sadece ekonomik sonuçları olabilecek faaliyetlerde değil, hayata geçirdikleri eğitim, çevre, kültür ve sanat alanlarındaki sosyal sorumluluk projeleriyle de ülkeye değer katmaya devam ettiklerini söyledi.

İş Bankası’nın, kuruluş felsefesine bağlı kalarak, zor ve meşakkatli zamanlarda da hep ülke yararına tavır gösterdiğini, bunun artık bir kurum kültürü, bir alışkanlık, bir yaşam biçimi haline geldiğini vurgulayan Bali, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bundan sonra da aynı samimiyet, aynı kararlılık ve aynı taahhütkarlıkla çalışacağız, gerektiğinde hiç çekinmeden yine elimizi taşın altına koyacağız. İş Bankası, şimdiye kadar bilançolarını, tüm imkânlarını, kaynaklarını, tecrübelerini, maharetlerini, birikimlerini hep Türkiye ekonomisinin yararına kullandı. Bu yaklaşımı, başkalarının ne yaptığına bakmaksızın sergilediği için de ayrıca kıymetli buluyorum. Daha önce de ifade ettim; eğer finansal kurumların bilançoları bir şeye lazım olacaksa zor günleredir. Hepimiz sermayemizi, özkaynağımızı bu ülkeden edindik. Bir ülkenin vatandaşı, kurumu olmak sadece o ülkenin refahını paylaşmak değil, zorluklarını da paylaşmak demektir. Zorluklar, tıpkı bir turnusol kâğıdı gibi ayırt edici olması bakımından önemlidir. İyi koşullarda herkes başarılıdır. Esasen, sıkıntılı dönemlerde sergilenen yaklaşımlar kimin bu ülkeye ne kadar taahhüdünün olduğunu ortaya çıkarır. Bankamız için artık bir prensip, bir yaşam tarzı haline gelen bu anlayışımızla toplum nezdinde ayrıcalıklı bir yere sahip olduğumuzu düşünüyorum. Biz bu ülkenin bankasıyız, Türkiye’nin Bankası’yız. Tabii ki kurum olarak ticari hedeflerimiz var ama hiçbiri memleket menfaatlerinin üzerinde değil. Birkaç yıl sonra 100 yaşını geride bırakacak olan bu kurum, kendisine miras bırakılan değerleri gelecek nesillere en iyi şekilde taşıyabilmek için gerek ekonomik hayatı destekleme gerekse toplumsal gelişime katkı sunma manasında sağlam ve güçlü bir şekilde faaliyetlerini sürdürecektir.”

Adnan Bali, Bankanın ilk 6 aylık finansal sonuçlarına ilişkin değerlendirmesinde ise gerek kredi gerekse mevduat büyümesi açısından ilk yarıda Bankanın hedeflerine önemli ölçüde ulaştığını vurguladı. Bali, “Önümüzdeki dönemde hem net faiz marjının hem sermaye yeterliliğinin hem aktif kalitesinin bir arada korunduğu bir büyüme stratejimiz olacak. 2018 yılı için yıllık yüzde 13-14 civarında bir kredi ve mevduat büyümesi öngörüyoruz. Maddi özkaynak kârlılığımızı da yüzde 16-17 bandında tutacağız. Sermaye yeterlilik rasyosunda, yüzde 15 civarında bir oran sağlıklı olur” dedi.

Dijitalleşme…

İş Bankası’nın dijitalleşmeyle ilgili çalışmalarına da değinen Bali, “aracısızlaşma” olarak tanımladığı dijitalleşme sürecinde şu anda baş döndürücü hızda bir teknoloji devrimi yaşandığına işaret etti. Neredeyse bir insan ömründen daha kısa bir sürede yaşanan ve daha da ivmelenen bu dönüşümde, Türkiye İş Bankası’nın öncü kurum olma rolünü sürdürdüğünü belirten Bali, “Tarihsel geçmişine bakıldığında İş Bankası; ilk Bankamatik, ilk internet şubesi, ilk web tabanlı mobil bankacılık uygulaması gibi teknolojide pek çok ilki hayata geçiren bir kurum… Nasıl ki kuruluşundan bu yana bankacılık faaliyetlerinin ötesinde hep daha fazlasını yaptıysa, müşterilerinin teknolojinin getirdiği kolaylık ve hızdan faydalanması, tüm iş yapış süreçlerinin buna adapte edilmesi, sağlam ve güçlü bir şekilde varlık göstererek öncü konumunun pekiştirilmesi için bu dönüşümü gerçekleştiriyor” diye konuştu.

Yöneticilerin tek sorumluğunun cari gündemleri, bilançoları doğru yönetmekle sınırlı olmadığının altını çizen Adnan Bali, “Küresel ekonomideki paradigmaları değiştirecek şekilde dünyanın hızla dijitalleştiği ve teknolojik yeniliklerin şekillendirdiği günümüzde, hiçbir kurumun trendlerin gerisinde kalmak gibi bir lüksü olamaz” dedi.

Artık ‘normal iyi’ insanlara yetmiyor, kararları değiştirmiyor

Teknolojik dönüşümün, çok daha taraflı ve sadece kurumun kendi kontrolünde olmayan bir şekilde ilerlediğine dikkat çeken Bali, “Müşterilerimiz, iş ortaklarımız, çalışanlarımız ve iş modellerimize taraf olan her unsur dönüşüm sürecini tetikliyor. Son dönemde yaygınlaşan mobil teknolojiler, büyük veri, yapay zekâ çözümleri bankacılık sektörünü de etkiliyor. Bankacılık faaliyetlerinin dijitalleşmesi; etkin müşteri ilişkileri, kişiselleşen ürün ve hizmetler, yüksek verimli operasyonlar, bankacılık faaliyetlerinin yaygınlaştırılması gibi pek çok alanda fırsatlar sunuyor. Artık ‘normal iyi’ insanlara yetmiyor, tüketici kararlarını değiştirmiyor. Müşteri, artık kendisine özel davranılmasını istiyor” şeklinde konuştu.

İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, dijital çağda yeni fırsatlar, yeni işbirlikleri yaratmanın, girişimcilik dünyasını desteklemenin bu konudaki vizyonlarının bir parçası olduğunu ifade etti. Bu çerçevede 2016 yılında, Silikon Vadisi’nde, Bankanın teknoloji iştiraki SoftTech’e bağlı Maxitech adlı şirketi kurduklarını hatırlatan Bali, şöyle devam etti: “Böylelikle dünyanın en önemli girişimcilik ekosistemindeki yeni oluşum ve teknolojilerle ilgili gelişmeleri takip ederek, işbirliği fırsatlarını değerlendiriyoruz. Ayrıca sektördeki öncü konumumuzu pekiştirecek şekilde; yapay zekâ örneklerini, iş akitlerini, endüstrilerini enteresan şekilde etkileyecek olan yazılımları, robotik endüstrileri yerinde görüp, yakından izliyoruz. O bölgedeki bütün atmosferi, iklimi ve inovatif kültürü sonuna kadar hissedecek şekilde çalışıyoruz. Silikon Vadisi’nden sonra ayrıca Çin ve Londra’da da inovasyon merkezleri açacağız. Londra’yı bu konuda önemli teşvikler getirdiği için, Çin’i ise teknolojiyi çok çabuk yaygınlaştıran, hızla çoğaltabilen bir ülke olduğu için seçtik.”

Günümüzde siber ve fiziki saldırılar dahil verinin korunmasının büyük önem taşıdığının altını çizen Bali, buna yönelik olarak, İş Bankası tarihinin en büyük altyapı projesi olan ve aldığı ödül ile çağdaş standartların üzerinde olduğunu tescilleyen Atlas Veri Merkezi’ni hayata geçirdiklerini hatırlattı.

Teknolojiyi insanın yerine değil yanına konumlandırıyoruz

Adnan Bali, şubelerde de dijitalleşmeye yönelik çalışmalar yürüttüklerini, yeni şube modelinde fiziki tasarımların ve iş yapış biçimlerinin değiştiğini söyledi.

Teknolojiyi insanın yerine değil yanına konumlandıran bir anlayış ile hareket ettiklerini, şubeleşme ve dijital bankacılığı birbirinin alternatifi olarak görmediklerini vurgulayan Bali, şöyle konuştu: “6.500 civarında Bankamatiğimiz var. 19 bin çalışana denk gelen bu Bankamatikleri devreye aldığımızda, istihdamımız azalmadı, tam tersine arttı. Bankacılık sektöründe istihdamın eski hızında artmasını beklemek gerçekçi olmaz. Hatta birçok ülke örneğinde ve ülkemizde bu gerekçe ile istihdam azalışları görüyoruz. Ancak İş Bankası’nda böyle bir durum söz konusu değil. Rollerin, dijitalleşme ve teknolojik yeniliklerle birlikte değişebileceğini öngörüyoruz. Bu, istihdamımızda bir azalma değil, iş modellerimizin değişimi çerçevesinde çalışanlarımızın yeni yetkinlikler kazanmasını beraberinde getirecektir.”

24 Ağustos 2018 Cuma

Almanya'dan 'yeni swift sistemi' önerisi

Almanya Dışişleri Bakanı Haiko Maas, Avrupa Birliği'nin şirketlerini ABD'nin İran'a karşı yaptırımlara karşı koruyabilmesi için ABD'den bağımsız yeni bir SWIFT sistemi kurması gerektiğini belirtti.
Almanya Dışişleri Bakanı Haiko Maas, Alman Handelsblatt gazetesi için kaleme aldığı yazıda, "Bu durumda, Washington'a net şekilde ‘işbirliği istiyoruz' dememiz stratejik öneme sahip. Ama bize zarar verilmesine müsaade etmeyiz. Bu yüzden Avrupa şirketlerini yaptırımlardan yasal açıdan korumak doğru olur" ifadelerini kullandı.

Alman bakan, "Amerika'dan bağımsız ödeme kanalları olarak bir Avrupa Para Fonu ve bağımsız bir SWIFT sistemi kurarak Avrupa'nın özerkliğini güçlendirmemiz işte bu nedenle önem taşıyor" diye yazdı.

Anlaşmanın hayatta kaldığı her gün, kurtarılamadığı takdirde Ortadoğu'yu tehdit edecek patlamaya hazır bir krizden daha iyi olduğunu kaydeden Maas, "Avrupa, başarıyı tasarruf edilen para miktarıyla ölçen düşüncenin sonuçlarını hafifletmeye çalışacak" diye ekledi.

SWIFT NEDİR?

Swift uluslararası bankacılık işlemlerinde döviz cinsinden elektronik fon transferi standardını sağlayan bir kod sistemidir. Bu sistem sayesinde tüm dünyadaki bankalar arasında elektronik fon transferi standardı sağlanmaktadır. Swift, bankalar arasındaki ödeme transferlerinin oldukça kısa bir sürede gerçekleşmesini sağlar.

Society for Worldwide Interbank Financial Telecommunication’ın kısa adı olan Swift; BIC (Bank Identifier Codes) kodu yani banka tanımlama kodu sayesinde her bankayı tanımlamaktadır. Swift sistemi 1973 yılında kuruldu ve 1977 yılında fiilen çalışmaya başladı.

Swift, bankayı belirten 8 veya 11 haneli bir koddan ibarettir. Kod açılımında ilk 4 hane bankanın kodunu , devam eden iki hane ülke kodunu ,sonraki 2 ya da 4  hane ya da bazı ülkelerde 3 hane yerel kodu , sonraki 3 hane ise şube kodunu tanımlamaktadır

Tüm dünya bankacılık sisteminde Swift kodları standarttır.

(Sputnik news)

22 Ağustos 2018 Çarşamba

Almanya 300 milyar dolar cari fazla verecek

Almanya`nın cari fazla birinciliğini bu yıl da koruması bekleniyor. Almanya ihracattaki başarısı yüzünden ABD Başkanı Donald Trump`ın eleştirilerine hedef oluyor
Münih'teki Ekonomik Araştırma Enstitüsü'nün (ifo) tahminlerine göre Almanya ihracat gücü sayesinde 2018 yılını kesintisiz üçüncü kez dünyanın en büyük cari fazlasıyla kapatacak. Münih'teki enstitünün uzmanları fazlanın bu yıl 299 milyar doları bulabileceğini belirtiyorlar. İkinci sırada 200 milyar dolarla Japonya yer alırken üçüncü Hollanda'nın 2018'de 110 milyar dolar fazla elde etmesi bekleniyor.

Enstitü uzmanlarından Christian Grimme, Reuters haber ajansına yaptığı açıklamada cari açık rekorunun 420 milyar dolarla yine ABD'de kalacağını söyledi. ABD Başkanı Donald Trump, Amerikan ekonomisine zarar verdiği gerekçesiyle Almanya'nın rekor düzeyde cari fazla elde etmesini eleştiriyordu. Trump, Almanya'nın en önemli ihracat kalemi olan otomobillere ek gümrük vergisi uygulama tehdidinde bulunmuştu.

Uluslararası Para Fonu (IMF) ve AB Komisyonu da Almanya'nın cari fazlasının sürekli artmasını eleştiriyor.

Komisyon, cari açık veren ülkeleri daha fazla borçlanmaya zorladığı için cari fazlanın Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla'nın (GSYH) yüzde 6'sını aşmaması gerektiğini savunuyor. Enstitü bu oranın 2018'de yüzde 7,8'i bulacağını tahmin ediyor. 2017 yılında cari fazlanın GSYH'ya oranı yüzde 7,9 olmuştu.

CARİ FAZLA İHRACATTAN BESLENİYOR

Cari fazlada aslan payı mal mübadelesine düşüyor. Almanya'nın bu yıl 265 milyar euro ticaret fazlası elde etmesi bekleniyor. Almanya'nın en çok ihracat yaptığı bölgelerin başında Euro Bölgesi diğer AB ülkeleri ve ABD geliyor.

Cari fazlanın artmasında yurt dışındaki yatırımların 63 milyar euroyu bulması beklenen getirisi de önemli rol oynuyor. Ekonomist Grimme, "yatırım yapılan ülkenin faiz yükünü kaldıramama ihtimalinin de cari fazlanın sakıncaları arasında yer aldığını" söyledi. Yurt dışına yapılan transferler ve örneğin kalkınma yardımlarının net yatırım gelirlerini 45 milyar euroya düşüreceği tahmin ediliyor. Hizmetler kaleminde ise Almanya'nın bu yıl 18 milyar euro açık vermesi bekleniyor.

Trump'ın cezalı gümrük vergisi uyguladığı dünya ihracat şampiyonu Çin'in bu yıl cari fazla sıralamasının üst basamaklarında yer alması beklenmiyor. Enstitüsü'den Christian Grrimme, Çin'in ithalatı artarken ihracatının azalmaya başladığını, dolayısıyla ticaret fazlasının yılın ilk yarısındaki rakamın altında kalacağını söyledi. Grimme, Çin'in ABD ve Avrupa'ya daha az ihracat yaptığını ve yurt dışı net sermaye yatırımlarının kâr ve faiz getirisinde de düşüş kaydedildiğini sözlerine ekledi.

21 Ağustos 2018 Salı

AK Parti Genel Başkan Vekili’nden ABD’ye karşı 4'lü plan!

Trump'un ticaret savaşlarında Türkiye’yi test ettiğini belirten AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Kurtulmuş, yapılması gerekenleri “4 alanlı plan” diye niteledi. Gazete Habertürk yazarı Muharrem Sarıkaya yazdı.
“İlk ekonomik saldırıyı telaş etmeden, rasyonel ekonomi kuralları içinde tutmayı başardık, ama bu yetmez…”
Ekonomi, sanayi ötesi dönüşüm ve insan kaynakları yönetimi konusunda akademik kariyere sahip AK Parti’nin yeni ikinci adamı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş sohbetimize böyle başladı.
“Ekonomik saldırının” hangi araçları kullanarak geldiğini sordum, “içerde yapısal dönüşüm gerçekleşmediği için oldu” eleştirilerini anımsattım.
Önce saldırının Asya üzerinden başlatıldığını belirtti.
ABD’nin akşam gerilimi yükseltip, sabah ilk açılan Asya borsalarından beklenmedik bir saldırı ile ellerinde tuttukları Türk lirası endeksli kağıtları süratle bozmaya başladıklarına tanıklık ettiklerini söyledi.
Bunun da yetmediğini, Türkiye’den de hızla dışarı dolar aktaran yollara saptıklarını belirtti.
“Hiç beklenmedik bir anda, hiç beklenmedik bir yerden saldırıyı başlattılar” deyip devam etti:
“Esas mesele ilk baştaki saldırıyı atlatabilme başarısını gösteren algı idi, bu gerçekleşti. Şimdi kuru belli bir seviyeye kadar indirip orada tutmak gerekiyor. Ancak asıl mesele üretimi arttırıp, uluslararası pazarda satabilmeyi destekleyici önlemlerin biran önce alınmasında… Onu da yavaş yavaş ekonomi yönetimi almaya başladı…”

TİCARET SAVAŞI

ABD’den kaynaklı Türkiye’ye dönük bir ekonomik saldırının yanı sıra, dünyanın da farklı bir dönemin içinde olduğunu vurguladı.
Kurtulmuş bunu, “Ticaret savaşları” olarak isimlendirdi.
ABD’nin Rusya, Çin, Japonya, hatta hemen yanı başında Kanada ile olan yakın geçmişteki çekişmelerini anımsattı.
“ ABD Başkanı Trump bu savaş ortamında Türkiye’yi test ediyor” tespitini yapıp sözlerine devam etti:
“Trump, Türkiye’ye ‘bu savaşta bizden misin, yoksa karşı cepheden mi?’ sorgusu çekiyor. Ekonomik, siyasi ve teolojik, hepsi üst üste bindi.”
Ardından “ın” adını da kendisi koydu:
“Bunun adı Türkiye’yi test etme operasyonudur…”

KARŞI ÖNLEMLER

Ardından bundan sonrasında yapılması gerekenleri “4 alanlı plan” diye niteleyerek şöyle sıraladı.

1-AB İLE YENİDEN: Avrupa Birliği ile ilişkiler yeniden düzenlenmeli. AB tarafından gelen sinyaller önemli, bu pratik olarak da ekonomi açısından olumlu sinyaller yaratıyor. AB ile biran önce gerilim yaratan çatışmacı faktörleri ortadan kaldırmalıyız.

2- ÇİN YAKINLAŞMASI: Orta vadede Çin ile yakınlaşmayı tamamlamalı. “Yeni kuşak, yeni yol” projesini Çin de çok önemsiyor. İlişkilerde önemli bir aşamaya gelindi, bu yıl çok sayıda Çinli turist de gelmeye başladı. Bundan sonrasında tempoyu arttırıp hızlı gidilmeli.

3- RUSYA VE ABD İLİŞKİLERİ: Rusya ile var olan ilişkilerin devamı sağlanmalı. Bölgesel işbirliği geliştirilebilir. Ki gelişiyor da…
ABD ile PKK ve PYD konusunda yaşanan muamma da bitirilmeli. Menbiç konusu askeri açıdan iyi gidiliyor. Ancak bu yeterli olmamalı. Tabii, milli paralarla ticaret, altına dayalı yeni para sistemi, Türkiye’nin BRICS’e üyelik niyeti, Rusya ve Çin ile ilişkilerin geliştirilmesi ABD’yi telaşlandırmış olabilir. Ama ABD, Türkiye ile ilişkilerini asla koparamaz. Unutmaması gereken, karşılarında bundan böyle bir emir kulu Türkiye artık karşılarında yok. İlişkiler buna göre yeniden tesis edilmeli. Bölgede zayıflamış bir Türkiye’nin ABD’ye fayda getirmeyeceği, bu bölgedeki birçok direncini kaybedeceğini de görmeli.

4- YAPISAL DEĞİŞİM: Dördüncü alanı önemsiyorum, Türkiye kendi içinde bugüne kadar yapması gereken yapısal dönüşümü ve değişimi de ekonomik alanda gerçekleştirmek zorunda. Bunun daha ileriye ötelenecek hali kalmadı, biran önce hayata geçirilmeli...

Geçen hafta sonu AK Parti’nin “ikinci adamı” koltuğuna oturan Prof. Dr. Kurtulmuş’un bakışı ve önerileri böyle…
Kendisinin de çok önemsediği şu noktayı da herkes görmeli:
“Ticaret Savaşlarında en ağırının yaşandığı bu dönemde, ülkede herkesin güçlü olma yönünde adım atması gerekir…”
Yoksa olacağı bellidir…

Yerel para birimleriyle ticaret için swap anlaşmaları artıyor

ABD Başkanı Trump'ın doları küresel tehdit unsuru olarak kullanması, yerel para birimleriyle ticaret için swap anlaşmalarını artırdı. Çin’in öncülük ettiği bu uygulamaya Türkiye de ağırlık vermeye başladı.

ABD'nin 2 yıl önce seçilen başkanı Donald Trump'ın doları küresel bir şantaj aracı haline getirmesi ve başta Çin olmak üzere bazı ülkelerle başlattığı ticaret savaşı, dolara alternatif arayışlarını hızlandırdı. Birçok ülke dolara bağımlılığı azaltmak için yerel para birimleri ile ticaret konusunda önemli adımlar atmayı hızlandırdı. Merkez bankalarının karşılıklı olarak imzaladıkları para takası (swap) anlaşmaları ve aynı amaca yönelik oluşturulan ödeme sistemleri ile, doların küresel hakimiyetinin önümüzdeki dönemde azalmasına kesin gözüyle bakılıyor.
Son iki aydır dolar kuru üzerinden ekonomisi kuşatılmaya çalışılan Türkiye, yerel para birimi ile ticarette önemli anlaşmalara imza atıyor. Hâlen yüzde 6.4 olan TL'nin dış ticaretteki payını 2023'te yüzde 15'e çıkarmayı hedefleyen Türkiye, Çin ve İran'ın ardından son olarak Katar'la para takası anlaşması imzaladı.

DOLAR KULLANIMI AZALACAK

Doların son 60 yılda küresel finans sisteminde güç kazanmasında ABD Merkez Bankası'nın dolar swap imkânının önemli rol oynadığına değinen Prof. Dr. Kerem Alkin, "Çin, Rusya, Türkiye, Brezilya, Venezuela, Hindistan ve İran'ın ikili swap anlaşmalarını ve kendi aralarında daha yoğun işlem hacmine ağırlık verme kararlılığını dikkatle izlemekteyiz. ABD, dolar kullanımını azaltacak bu operasyonlardan rahatsız" dedi. İlk modern para swapı 1982 yılında Dünya Bankası ve IBM arasında gerçekleştirildi. Para takasını en çok kullanan Çin'in ise 17 ülkeyle swap anlaşması bulunuyor.

16 Ağustos 2018 Perşembe

Türk ekonomisine yönelik önemli açıklamalar

Akbank Genel Müdürü Hakan Binbaşgil, e-mail yoluyla yaptığı yazılı açıklama sonrası Bloomberg HT canlı yayınında Türk ekonomisine yönelik önemli açıklamalarda bulundu.

Yazılı açıklamasında, Türkiye'deki tedbirlerin piyasalarda sonuç vermeye başladığını belirten Hakan Binbaşgil, Türkiye piyasasında salı günü gerçekleşen döviz satışlarının miktarının tahminen 1.5 milyar dolar civarında olduğunu bildirerek mevduatta önemli çıkış olmadığını ve panik yaşanmadığını ifade etti.

Akbank Genel Müdürü Hakan Binbaşgil Bloomberg HT ekranında piyasalardaki son gelişmelere ilişkin, "Hareketlenmeler oldu ancak bu aşırı boyutlarda değildi. Bu hareketler bankacılık sisteminin tolere edebileceği şekilde oldu. Bugün de işlerin artık normal olduğunu söyleyebilirim, bunu kurlardan da görüyorsunuz" diye konuştu.

Binbaşgil ekonomi yönetimi ve bankaların süreci iyi yönettiğini söyledi. “Özellikle BDDK, TCMB, Hazine, SPK'nın adımları iyi sonuçlar verdi. Özellikle BDDK'nın swap konusunda yaptığı önlem yerini buldu. Bu düzenlemeyle yurt dışında TL daha değerli hale geldi. İyi bir yönetim sergilendi" dedi.

BANKACILIK SEKTÖRÜ İYİ NOKTADA 

Hakan Binbaşgil'in TV’de yaptığı açıklamalarında öne çıkanlar şöyle:

"Dün bankamızın Döviz alım satımını kıyaslayınca alışların 3 misli satış oldu, tahminim dün herhalde 1.5 milyar dolara yakın döviz satışı olmuştur..

Özellikle biraz daha orta ve uzun vadeli yapısal programları sürdürmemiz gerekiyor.

Türkiye ekonomisi gerçekten güçlü bir ekonomi. Bankacılık sektörü likiditesi, sermaye yapısıyla iyi noktalarda. Ama düzeltmemiz gereken alanlar da var. Cari açığı, enflasyon kalıcı olarak düşürmemiz lazım, bunun için de yapısal tedbirler olmalı.

SERMAYE KONTROLÜ İDDİALARI

Açık şekilde serbest piyasa ekonomisi kurallarından taviz vermeyeceğiz deniyor. Türkiye bugün 165 milyar dolar ihracatı, 250 milyar dolar ithalatı olan dünyayla entegre olmuş bir ülke. Bunun dışında bir alternatif yok, yani spekülasyon yaratmanın bir faydası yok.

KUR ARTIŞININ ETKİSİ

"Bankaların döviz açık pozisyonu yok. Bu yıllardır böyle. Kamuya bakınca bir açık pozisyon yok, bireylerde de açık pozisyon yok, tam tersi bireylerin yabancı para mevduatları var. Tek sorun şirketlermizin açık pozisyonu, kurumların yaklaşık 200 milyar dolar üzerinde açık pozisyonu olduğunu biliyoruz. Uzun vadede bu volatilitenin ortadan kalkması ve kurun stabil bir hale gelmesi lazım. Kısa vadede nakit sıkışıklığı olabilir. Bir çözüm bulunabilir yeter ki yapısal reformlar olsun, bu durumda orta uzun vadede büyük sıkıntı olmayacaktır."

EKONOMİ YÖNETİMİ’NİN TEK ÇATI ALTINDA TOPLANMASININ AVANTAJINI YAŞADIK.

Hakan Binbaşgil, e-mail yoluyla paylaştığı açıklamasında şunları söyledi…

“Hazine ve Maliye Bakanlığı, BDDK, TCMB, SPK ve Hazine, piyasalarda yaşanan hareketlilik karşısında aksiyonlarını çok hızlı ve seri bir biçimde aldı. Yüksek koordinasyon gerektiren bu aksiyonlar ekonomi yönetiminin tek bir çatı altında toplanmasının önemini ispatladı. İleriye yönelik yapısal tedbirler de böyle bir yapıda daha hızlı ve etkin gerçekleşecektir.

Ekonomi yönetimi ile bankalar arasında son derece açık ve etkin bir iletişim söz konusu. Geçtiğimiz birkaç haftalık süre içinde bunu hep birlikte yaşadık. Sorunlarımız, yapılması gerekenler açık ve gerçekçi bir yaklaşımla karşılıklı olarak paylaşıldı.

Şu anki öncelik yaşamakta olduğumuz piyasalardaki hareketliliğin bir an önce önlenmesidir. Bu konuda bir seri önemli aksiyonlar alındı ve bunların sonuçlarını görmeye başladık. Önümüzdeki dönemde eminim sürdürülebilir büyümeyi sağlamak için gerekli aksiyonlar da gelecektir.

PİYASALARDA YAŞANAN HAREKETLİLİĞİN SADECE MAKRO VERİLER İLE AÇIKLANMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR

Piyasalarda yaşanan bu hareketliliğin sadece ekonomik makro verilerle açıklanması mümkün değil. Ülkemizin bankacılık sektörü sağlam ve likit, ekonomimizin güçlü tarafları çok.

USD/TL kurunda Ağustos’un ilk haftasında olağanüstü bir hareketlilik yaşandı. Döviz opsiyon piyasalarında dolar/tl volatilitesi %60 seviyelerine kadar çıktı. Alınan önlemlerle bir miktar gerilese de halen %50’li seviyelerde. Bu belirtilen oranlar 2008’de, küresel ölçekte tüm ülkeleri etkileyen küresel finansal kriz döneminde görülen en yüksek seviyelerin bile üzerinde. TL’nin dolar karşısında son 10 yıldaki volatilite ortalamasının %10’lar mertebesinde olduğunu göz önüne alırsak, bunun ekonomik temellerle bağdaşmadığı çok açık.

ALINAN TEDBİRLER ARDIŞIK BİR BİÇİMDE GELDİ VE PİYASALARDA ETKİSİ GÖRÜLMEYE BAŞLANDI

Geçtiğimiz Pazar akşamı dolar kurunun 7,20’li düzeylere gelmesinin ardından son derece önemli ve etkili birçok tedbir arka arkaya geldi.

- İlk olarak BDDK yurt iç bankaların TL verip döviz aldıkları swap ve benzeri işlemler toplamının öz kaynaklarının yüzde 50'sini geçemeyeceğini duyurdu. Bugün de bu oran %25’e indi. Türk Lirası yurtdışı piyasalarda daha az bulunur ve daha pahalı hale geldi, ek döviz talebi yaratılmasının da önüne geçildi. Bunun yansıması olarak spot döviz piyasası sakinleşti ve geriledi.

- Ardından TCMB iki dizi önlem aldı:

- TL zorunlu karşılık oranları tüm vadelerde 250 baz puan indirildi. Yabancı para yükümlülükler için de belli vadelerde zorunlu karşılık oranları 400 baz puan indirildi. Bu değişiklikle finansal sisteme 10 milyar TL ve 6 milyar USD ile 3 milyar USD tutarında altın cinsinden likidite sağlandı.

- TCMB bankaların döviz depo limitlerindeki teminat ve vadelerde esnekliğe gitti ve kullanabilecekleri tutarı 50 milyar USD’ye çıkardı.

Tüm bunlara ilaveten TCMB’nin son birkaç gündür 1 haftalık repo ihalesi açmamasının da 150 bps’lik bir sıkılaştırma etkisi oldu.

BİLGİ KİRLİLİĞİNE KARŞI HEPİMİZE ÖNEMLİ SORUMLULUKLAR DÜŞÜYOR

Maalesef bu süreçte önemli bilgi kirliliği yaşandı. Ortalıkta gerçeği yansıtmayan birçok söylenti dolaştı. Bu tür hassas durumları daha soğukkanlı yönetmemiz gerekir. Güven unsuru ekonomide önemlidir. Güven ortamını sarsıcı söylentilere itibar etmememiz ülkemizin menfaatinedir.

Sonuçta sistemde mevduatta önemli bir çıkış olmadı, panik yaşanmadı. Halkımız sağduyulu davrandı, Bankalarımız da hazırlıklı ve likitti.

Sonuçta sistemde mevduatta önemli bir çıkış olmadı, panik yaşanmadı. Halkımız sağduyulu davrandı. Bankalarımız olası talebe karşı oldukça hazırlıklı ve likitti. Ayrıca bankalarımız, geçmiş yıllardan gelen önemli bir kriz yönetimi tecrübesine sahipti. Bu da önemli bir avantaj oldu.

Örnek vermek gerekirse dün Akbank müşterileri yaygın bir şekilde döviz satışı yapmaya başladı ve Türk Lirası’na olan güvenini gösterdi. Bankamızda dün müşterilerimizin döviz satışları alışların 3 katı oldu.  Bizdeki verilerden hareketle, piyasada dünkü döviz satışlarının 1,5 milyar USD civarında olduğunu tahmin ediyoruz.  Bunun etkilerini kurlardaki iyileşmeden de hissedebiliriz. Ayrıca efektif hareketlerinin de artık piyasada normal seyrine döndüğünü söyleyebiliriz.

“SERBEST PİYASA EKONOMİSİ KURALLARINDAN ASLA TAVİZ VERMEYECEĞİZ” MESAJI ÖNEMLİDİR

Gerek Cumhurbaşkanımız gerekse Hazine ve Maliye Bakanımız tarafından vurgulanan “serbest piyasa ekonomisi kurallarından asla taviz vermeyeceğiz” mesajı önemlidir. Ülkemizin yılda yaklaşık 165 milyar USD ihracat ve 250 milyar USD ithalat hacmi vardır. Türkiye küresel ticarete entegre bir ekonomidir. Bu dış ticaret yapısıyla örtüşmeyen bir anlayışı piyasada speküle etmenin bir anlamı da, faydası da yoktur.

EKONOMİZİN GÜÇLÜ YANLARI ÇOK. KARAMSARLIĞA KAPILMAYA GEREK YOK

Türkiye genç, dinamik, girişimci ruha sahip, altyapısı kuvvetli bir ülke. Ekonomimiz zaman zaman volatil ortamlardan geçse de, karamsarlığa kapılmaya gerek yok. Türkiye’nin demografik yapısı son derece kuvvetli. Bulunduğumuz coğrafyanın kendine göre bir takım zorlukları olsa da, uzun vadede sağlayabileceği avantajlar çok.

Harcamalarımızdaki bir takım artışlara rağmen bütçe açığımız %2 seviyelerinde ve de birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin altında. Kamu borcumuzun milli gelire oranı oldukça düşük.

Cari açık ve yüksek enflasyon gelişim alanlarımız. Bunları yapısal tedbirlerle iyileştirmek durumundayız. Alınacak aksiyonların ana hatlarını geçtiğimiz hafta Hazine ve Maliye Bakanımızdan dinledik. Eylül ayı gibi bu program rakamsal veriler ve aksiyon planı ile daha da somut hale gelecektir. Ülkemizin sürdürülebilir büyümeyi sağlayabilmesi için yapısal reform yapmasına ihtiyaç var. Seçimlerin geride kalması ile birlikte bunu gerçekleştirebilecek yeterince süremiz var. Bu önemli bir şans. Bu süreyi ülkemizin iyi değerlendirmesi ve reformların artan hızla devam etmesi gerekir.

Dünyada da daha zor ve belirsiz bir döneme giriyoruz. Artan korumacı politikalar, ticaret anlaşmazlıkları, FED başta olmak üzere olası faiz artışları ve eskisine oranla giderek azalacak likidite gelişmekte olan ülkeleri zaman içinde daha da zorlayacak. Yapısal tedbirleri, ülkemizden bağımsız bu nedenlerden dolayı da hızlandırmamız gerekir.

İlgili Bakanlığımızı yapısal tedbirler konusunda çok kararlı görüyoruz.

BANKACILIK SEKTÖRÜ, TÜRKİYE EKONOMİSİNİN EN KUVVETLİ UNSURLARINDAN BİR TANESİ

Güçlü bir bankacılık sektörümüz var. Sektör şokları karşılayabilecek yükseklikte bir sermaye yeterlilik rasyosuna sahip. Türk bankacılık sektörünün sermaye yeterlilik rasyosu yasal limitlerin çok üzerinde. Haziran 2018 itibariyla %16,3 olan bu rasyonun BDDK’nın yeni düzenlemeleri ile birlikte bugünlerde de benzer seviyelerde olduğunu düşünebiliriz.

Bankacılık sektörü oldukça likit. Bankalarımızın yurtdışı muhabirlerde yaklaşık 24 milyar USD parası var. Buna ilaveten TCMB nezdinde rezerv opsiyon mekanizması kapsamında bulundurdukları döviz miktarı 28 milyar USD.  Ayrıca bankaların TCMB’de bulundurduğu YP zorunlu karşılık tutarı 41 milyar USD. İhtiyaç duyulması halinde YP zorunlu karşılıklara indirim gelebilir.

TCMB ayrıca bankalara döviz depo piyasasında 50 milyar USD tutarında imkân sağlamıştır.

BÜYÜMENİN SÜRDÜRÜLEBİLİR OLMASI İÇİN GEREKLİ OLAN ADIMLAR GELECEKTİR

Cari açık ve enflasyonu düşürmeye yönelik politikalar önümüzdeki günlerde öncelikli hale gelecek. Spot piyasada gözlenen kur düşüşünü kalıcı kılabilmek, Türkiye için geçerli risk priminin gerilemesi ile sağlanabilecek. Bu da başta cari açık ve enflasyon olmak üzere,  yapısal reformlara yönelik kararlı adımların devamı etmesiyle mümkün olacak.

Ekonomimizin temel sorunlarından biri yatırım ihtiyacının yurtiçi tasarrufların üzerinde seyretmesi.  Sadece bu yatırım talebi bile ülkemizin büyüme potansiyelinin ne kadar yüksek olduğuna işaret ediyor. Ancak bu yatırım talebinin sonucunda dış kaynak ihtiyacı ve bunun yansıması olarak da cari açığı gözlemliyoruz. Büyümeyle cari açığın arasındaki bu ilişkinin azaltılması için tasarruf oranlarının artırılması amaçlı makro-ihtiyati tedbirler ve verimlilik artışının sağlanması gerekir.

Bu bağlamda halihazırda sinyali verilen kamu maliyesinde tasarrufları artırıcı tedbirler, hem cari açığı hem de enflasyonu olumlu etkileyecek ve Türkiye’nin risk primini düşürecektir. Mevcut kamu borç yükü/milli gelir oranımız %28 gibi, göreli olarak oldukça düşük diyebileceğimiz bir seviyede. Bütçe açığı/milli gelir oranımızın kalıcı olarak %2’nin altında seyretmesi ve bu yönde verilecek hedefler, piyasa dengeleri açısından da çok destekleyici olacaktır.

Bir başka önemli konu da dış kaynak kullanımında uzun vadeli finansman sağlanmasıdır. Bankacılık sistemimiz bu konuda iyi bir performans gösterdi. Her zaman olduğu gibi ekonomimizin gelişmesi için kaynak tedarik etmeye devam edecek.

Küreselleşme ve teknolojik gelişmeler bizi çok daha yenilikçi, dinamik bir makro ekosisteme götürüyor. Dolayısıyla teknolojik gelişmeleri ön plana alan, bilgi temelli, kapsayıcı politikalar Türkiye’nin büyüme potansiyelini yukarıya çekecek ana faktörlerdir. Türkiye, gelişmekte olan ülkeler içinde, dünyada takip edilen en önemli piyasalardan biri. Önümüzdeki dönemde de doğru politikalarla ekonomik atılımlarına ve refah artışına devam edeceğine inanıyoruz."

Baskı aracı olarak ABD dolarının kullanımının uluslararası ödemelerde doların reddiyle sonuçlanacağı

Rus parlamentosunun alt kanadı Duma'nın Finansal Piyasalar Komitesi Başkanı Anatoly Aksakov, baskı aracı olarak ABD dolarının kullanımının yeni küresel para biriminin oluşmasına yol açacağını söyledi.

Aksakov, yaptığı açıklamada, ABD doları kullanımına yönelik baskının uluslararası ödemelerde doların reddiyle sonuçlanacağını ifade etti.

Doların "dünya para birimi" statüsünü 1944'te kazandığını belirten Aksakov, o dönemde dolar sabit kalırken birçok ülkenin ulusal para biriminin değer kaybettiğini söyledi. Aksakov, bunun da dolar cinsinden daha fazla ödeme yapılmasına yol açtığını, böylece doların uluslararası işlemlerde etkin olmaya başladığını dile getirdi.

Aksakov, BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) ülkelerinin kendi aralarında ödemeler için yeni para birimi ihtimalini görüştüklerini kaydetti. BRICS'e özel para birimi yaratmanın iyi bir olasılık olduğuna işaret eden Aksakov, BRICS üyesi ülkelerin dünya nüfusunun yarısını ve dünya endüstrisinin yüzde 30'unu oluşturduğuna dikkat çekti.

Aksakov, "Alternatif bir dünya para birimi yaratma süreci 5 yıl içinde tamamlanabilir. Bu Washington'a bağlı. ABD, doların kullanımı için daha fazla baskı uygularsa, diğer ülkeler de ödemelerin dolar olarak yapılmasına daha fazla karşı çıkar." ifadesini kullandı.

Şimdiden bile çok sayıda ülkenin doları reddetmeye başladığını vurgulayan Aksakov, Çin'in petrol alım satımlarında dolar yerine yuan kullanmaya başladığını, Türkiye'nin altın rezervlerini ABD'den çektiğini ve Rusya'nın ABD varlıklarına yatırımını azalttığını belirtti.

Baskı aracı olarak ABD dolarının kullanımının yeni küresel para biriminin oluşmasına yol açacağını ifade eden Aksakov, "Ne zaman (dolara) alternatif yeni bir dünya para birimi ortaya çıkarsa, dolar önemini kaybedecektir. Böylece ABD'nin dünya üzerindeki etkisi de yok olacaktır." dedi.

Duma'nın Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Leonid Slutsky de Rusya'nın Türkiye'nin yanında olduğunu ifade etti.

Türk lirasının değer kazanmaya başlamasından memnun olduklarını dile getiren Slutsky, Türkiye'nin bu zorlukla başa çıkmada gereken siyasi istikrar ve entelektüel güce sahip olduğunu söyledi.

14 Ağustos 2018 Salı

Özel sektör hangi ülkeye ne kadar borçlu

Türkiye’nin ABD ile yaşadığı krizle yükselişe geçen dolar kuru, en çok döviz cinsinden borcu olan şirketleri etkiliyor. Peki Türkiye’de özel sektörün hangi ülkeye toplam ne kadarlık borcu bulunuyor?

7 TL’ye dayanan dolar kuru, en çok döviz cinsinden borcu olan şirketleri düşündürüyor. Özel sektörün yurtdışından sağladığı toplam kredi borcu 242 milyar doları aşarkeni bu tutarın yaklaşık yüzde 8’ine karşılık gelen 19.7 milyar dolarlık borç, kısa vadeli borçlardan oluşuyor.

Merkez Bankası’nın verilerine göre özel sektörün yurtdışından sağladığı uzun vadeli borçların toplamı ise 222.8 milyar doları buluyor. Bu tutarın yaklaşık yarısını oluşturan 110 milyar dolarlık borç, özel sektörün Avrupa ülkelerine olan borçlarından oluşuyor.

EN BÜYÜK ALACAKLI BİRLEŞİK KRALLIK

Ülke bazında bakıldığında ise Türkiye’deki şirketlerin en çok borçlu olduğu ülke 30.3 milyar dolarla Birleşik Krallık. İkinci sırada 22.1 milyar dolarlık borçla Almanya, üçüncü sırada ise 20.1 milyar dolarlık borç ile ABD geliyor. Türkiye’deki özel sektörden en fazla alacağı olan ülkeler sıralamasında Hollanda 14 milyar dolarla dördüncü, Bahreyn ise 11 milyar dolarla beşinci konumda bulunuyor.

Merkez Bankası’nın en son Mayıs 2018’de açıkladığı “Özel Sektörün Yurtdışından Sağladığı Uzun Vadeli Kredi Borcunun Alacaklı Ülke Dağılımı”na kıtalar özelinde bakıldığında, Avrupa’yı 43.3 milyar dolarla Asya, 26.1 milyar dolarla ise Amerika kıtası izliyor.



BORCUN YÜZDE 60’I DOLAR CİNSİNDEN

Toplam 222 milyar doları aşan özel sektörün uzun vadeli dış borcunun döviz cinsinden dağılımına bakıldığında ise bu borcun 133.8 milyar doları ABD Doları, 75.6 milyar dolar karşılığı Euro, 9.7 milyar dolar karşılığı Türk Lirası ve 3.7 milyar dolar karşılığı ise diğer dövizler cinsinden. Diğer bir deyişle özel sektörün uzun vadeli borcunun yüzde 60’ı ABD Doları, yüzde 34’ü Euro ve yüzde 1.7’si ise TL.

42 MİLYAR DOLARLIK DA TAHVİL BORCU VAR

Özel sektörün yurtdışından sağladığı uzun vadeli kredi borç istatistiklerinin içinde 42.1 milyar dolarlık tahvil borcunun da bulunduğunu belirtelim. Merkez Bankası'nın verilerine göre Türkiye'deki özel sektörün en fazla borçlu olduğu ilk 10 ülkeninin sıralaması ise şu şekilde:




(Habertürk / Necdet Çalışkan)


13 Ağustos 2018 Pazartesi

Piyasalarda iktisat teorileri dışında gelişmeler

İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, BloombergHT’de katıldığı programda, döviz kurundaki dalgalanma hakkında, "Mevduat çıkışı yok. Bizim özellikle son hafta kritik olduğuna göre, bizim bir mevduat çekilişi söz konusu değil. Efektif olarak bakıldığında cuma günü bir miktar artış var. Yönetilemez şeyler hiç değil. Bunlar normaldir" dedi.

Gökhan Şen’in sorularını yanıtlayan ve "Zor günlerden geçiyoruz. 94 krizi, 96 Asya, 97 Rusya, 99 depremi, 2001 krizi, hepsini yaşadık. Bir kısım dalgalanmalar yaşanması normaldi. Ancak bu sefer farklı. Tabii görmüyorum” diyen Bali, sözlerine, “ Çok ciddi spekülatif ataklar olduğunu düşünüyorum. Kurları iki ülke arasındaki enflasyon farkından hesaplanır diye okulda öğrettiler. Hiçbir teoriye uymadığı düşüncesindeyim" şeklinde devam etti.

Adnan Bali, ardından CNN Türk’te canlı yayında Mine Uzun’un sorularını yanıtladı. Vatandaşları uyaran Bali, "Bu işlerin içerisinde olmayan insanlar bilmediği sularda yüzmemeli! Geliriniz TL ise dolarla işiniz olmamalı.Fırsatçı yaklaşımlar içine girerek, kazanç elde edeceğim diye başlarına iş getirmemeleri gerekir" dedi.

İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali’nin Habertürk ve BloombergHT ortak yayını ile  CNN Türk canlı yayınında gündem ve piyasalara dair yaptığı önemli açıklamalardan öne çıkanlar şöyle:

"ÇOK CİDDİ SPEKÜLATİF ATAKLAR VAR"

İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali’nin Habertürk ve BloombergHT ortak yayınında gündem ve piyasalara dair yaptığı önemli açıklamalardan öne çıkanlar şöyle:

"Zor günlerden geçiyoruz. Spekülatif ataklarla karşı karşıyayız. 94 krizi, 96 Asya, 97 Rusya, 99 depremi, 2001 krizi, hepsini yaşadık. Bir kısım dalgalanmalar yaşanması  normaldi. Ancak bu sefer farklı. Tabii görmüyorum. Çok ciddi spekülatif ataklar olduğunu düşünüyorum. Kurları iki ülke arasındaki enflasyon farkından hesaplanır diye okulda öğrettiler. Hiçbir teoriye uymadığı düşüncesindeyim.

Bütçe açığının GSYH oranı yüzde 2'yi aşacak. Yıl sonunda da 2.5'u aşması bekleniyor. Bunu kıyaslayın, önemli bir mali disiplin göstergesidir. Kamu borç stoğu yüzde 30'ların altındaydı ama yüzde 30'lar seviyesine gitmiş olabilir. Bunun 3 katına gitmiş ülkeler var.

15 Temmuz'dan sonra da ifade etmiştim. Türkiye'nin 1 yıl kalmış borç tutarı 180 milyar dolar. Bu rakamı verince, nasıl içinden çıkacağız deniliyor ama bu işin özelliği de burada. Bu tutarın 102,5 milyar doları bankaların yükümlülüğü. Bunun da yarısı 50 küsur milyar doları bankaların yurtdışı yerleşiklerin açtıkları mevduat hesapları.

Diğer yarısı da borçlar. Bunların yenilenme oranı yüzde 110'a yakın. Son dönemde düştü, yönetilebilecek bir düzeyde. Merkez Bankası nezdinde tuttuğumuz rezervler 28 milyar dolar. Her an nakte döndürülebilir 50 milyar dolar döviz var.

Reel sektörde 73 milyar dolarlık reel sektörün yükümlüğünün 48 milyar doları mal ve hizmet taahhütünden dolayı yükümlülükler. Diğeri krediler. 12 aylık kümülatif yüzde 130'lar civarında.

Bankacılık sisteminde açık pozisyon yok. Finansal kesimin dışında ise açık var. Bu da 217 milyar dolar seviyesinde. Kısa vadede ise reel sektörün 6,5 milyar dolar artı pozisyonu var. Bu pozisyon da 2013'ün ortalarından itibaren reel sektörün artıye geçmiş olduğunu görüyoruz. Sermayedarların bulunduğu artı pozisyonlar bu hesapta yok.

"BU BİR EKONOMİK SAVAŞ, ŞİMDİ EYLEM ZAMANI"

Cari açık 5,7 seviyesinde. Bu ülke cari açıkta çift basamaklı orana yaklaştığı sırada, petrol varili 130 dolar olduğunda kur atağı yemedi. Seviyeler bu seviyedeyken kur atağı yedi. Gelinen seviyeleri görünce üzülüyorum. Borcu olan var, olumsuz etkilenen var. Yatıştırmamız lazım ama ekonomik olarak almamız gereken önlemler var.

Geçen haftaki gelişmelere baktığınız zaman bunun normal piyasa dinamikleri içinde açıklanması zor. Bu bir ekonomik savaş. Bize düşen kısmı var; bunu öngörebilmeli, çok çabuk aksiyon göstermeliyiz. Şu an eylem zamanı.

Bankalar birliği olarak oluşturduğumuz çerçeveyi paylaşma imkanı bulduk. Kapsamlı, teknik bir eylem planı ve bu eylem planından sorumlu olan kişilerin sorumluluklarının belirlenmesi, kamuoyuna taahhütte bulunması ve sürekli olarak performansın şeffaf bir şekilde paylaşılması. Bunun bizi farklı bir noktaya getireceğini düşünüyorum.

BANKALARDAKİ DURUM

Mevduat çıkışı yok. Bizim özellikle son hafta kritik olduğuna göre, bizim bir mevduat çekilişi söz konusu değil. Efektif olarak bakıldığında cuma günü bir miktar artış var. Yönetilemez şeyler hiç değil. Bunlar normaldir. Güvenlilik çok önemli bu dönemde.

Diğer taraftan bizim hesaplarımızdan gelen döviz alım satımlarında olağanüstü bir şey yok. Döviz alım satımlarımız geçen hafta nötrdü. 15 Temmuz'dan farklı tarafı, çok ciddi bir döviz satışı görmüştük. Bu defa insanlar izliyorlar.

"SADECE REFAHI PAYLAŞMAK İÇİN BİR ARADA DEĞİLİZ"

Parayı sistem dışına çıkarmak. Bireylerin, kuruluşların bunları yapması açısından değerlendirme yapmam doğru olmaz. Yurttaşsınız, çıkardığınız parayı bu ülkede kazanmışsınız. Bu doğru olmaz. Biz bu ülkenin sadece refahını paylaşmak için bir araya gelmiş bir topluluk değiliz.

Vatandaşlara, kurumlara, kuruluşlara iş düştüğünü düşünüyorum. Bu kurum Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından Büyük Taarruza denk getirilerek kurulmuştur. Bizim bu bilinçle hareket etmemiz gerekiyor. Burada bazı hayal kırıklıkları yaşıyorum. Ekonomide kaynak tahsisi önemlidir. Mudinin bize emanet ettiği kaynakları kullanıyoruz. Bankacılık sistemi tecrübeli, iyi yönetiyoruz.

Kur seviyelerini yönetilebilir bir istikrar içerisinde oturtabilmemiz önemli. Faiş artışları öngörmek gerçekçi değil. Bankamız için sermaye artışı öngörmüyoruz. Biz şu anda mevcut bilançomuzu, özkaynağımızı iyi yöneterek, olağan dönemlerle yönetme tekniğimizi sergileyerek atlatma durumundayız.



FAİZ SEVİYESİ

Faiz oranlarının artık çok kritik bir seviye olma noktasında değilim. Bizim işleyen serbest piyasa mekanizmalarıyla sürdürmemiz öncelikli. Faizin yüksek olması kötü bir şey. Banka bilançoları açısından kötü. Bir faiz yükselişi sırasında biz 35 gün içerisinde mevduatların yeniden fiyatlanmasıyla maliyet artışına maruz kalıyoruz. Net faiz marjları daralıyor. Bankacılar yüksek Faiz talebinde olamaz. En yüksek karları düşük faizde elde ederiz. Yüzde 16'dan yüzde 5'lere indiğinde banka karları yükselmişti.

Bankacılık seviyesinin aktif kalitesi, reel sektörün borçları gibi unsurlar konuşuluyor. Bunlar tabi kaygılar. Makroekonomik anlamda baktığımızda değerlendirmeyi atladığımız unsurlar var. Turizm konusunda; bunlar yılın ikinci yarısında kanalize olacak. Hepsini bir arada değerlendirerek, son dönemdeki kaygılar dile getiriliyor.

Global kriz sırasında çok ciddi daralma sırasında bu oranlar yüzde 5-6'lara kadar gitmişti. Bu da görüşmemiş şeyler değil. Önemli olan bu oranın yükselmiş olması bir daha tahsil edilemez hale gelmiş anlamına gelmez. Burada olabilecek önlemleri alabilerek gitmek. Bu kredilerin önemli bölümü banka bilançolarına hasar yaratmadan halledilebilir.

Zor günlerden geçiyoruz ama bu zorlukları ilk defa yaşayan ülke değiliz. Kriz yönetme becerisi olan bir ülkeyiz. Çok iyi bir koordinasyonla, dahili gündemlerle kafaları karıştırmadan, dışarıya dönük taahhütlerimiz bakımından yapmamız gerekenleri yapmalıyız."

BALİ’DEN VATANDAŞLARA UYARI

CNN Türk’te piyasalardaki hareketliliği değerlendiren İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali'nin açıklamalarından satır başları şöyle:

"Bizler olağan zamanlarda pek görünen insanlar değiliz. Ülkenin zor günlerden geçtiği günlerde sorumluluk alma gereği hissediyoruz. Kurlar tahammül sınırlarını aşar seviyelere ulaştı. İş Bankası kurulduğu günden bugüne kadar aynı sorumluluk ile yönetilmektedir. Yine aynı şekilde devam ediyoruz. Kurlar konusunda bize sorumluluk düştüğünü biliyoruz. Belli noktalardan sonra davranışların da rasyonel olmayan paylaşımlarla etkilendiğini görüyorsunuz. Bizler teknik konularla insanları bilinçlendirmezseniz bu tür paylaşımlar dolduruyor.

2001 krizi ile bugün yaşananlar aynı şeyler değil. O dönemde öz kaynaklarımız 10 milyar dolarlar seviyesindeydi ve kurlardaki yüzde 30'luk artış öz sermayemizin tamamını götürüyordu. Eğer bu kur artışları o zaman yaşansaydı bankacılık sektörü yerle yeksan olurdu. Bugün aynı sorun söz konusu değil. Sadece sermaye yeterlilik rasyolarımız düşürüyor.

Sermaye yeterlilik rasyolarının gerilemesi dışında kurlardaki artışın bir diğer etkisi, bankaların kredi verdiği şirketlerin finansal tablolarındaki bozulmaların bankalara yansıması olabilir. Şu anda Türk bankacılık sektöründeki sorunlu kredi oranı yüzde 3 seviyelerinde. Yunanistan'da bu oran yüzde 40'ları aşmış durumda.

Kurlarda dengeyi bozan spekülatif taleplerdir. Bu arada önemli olan hane halkının işi olmadığı halde dolar alıp satmamasıdır. Hiç bu işlerin içerisinde olmayan insanların bilmediği sularda yüzmesinin ne anlamı var. Geliriniz TL ise dolarla işiniz olmamalı. Bizim bankamızda son hafta içerisindeki alış satışlara baktığımızda, alışlar ve satışlar arasında bir denge var. Nötr durumdayız. Cuma günü ise hacimler artıyor ama yine denge söz konusu... Mevduatlarda bozulma yok, DTH'larda bir artış oldu. Ancak vadesinde önce hareketler ve mevduat kapanması gibi trendler görmüyoruz.

Kredi kuruluşlarının almış olduğu kararlar benim sorunlarım arasında geliyor. Tutarlı davranışlar görmüyorum. Türkiye uzun yıllar içerisinde almış olduğu yatırım yapılabilir ülke notunu çok kısa bir zamanda kaybetti. Bütün bir milletin yatırım konularını ilgilendiren bir husustur. Ancak bu rayting kuruluşlarının bir nesnellik kuruluşlar olarak görmemek gerek. Bal gibi de politik ve ekonomik konjoktüre göre kararlar alırlar.

Güney Afrika'nın büyüme oranı yüzde 1,3, Türkiye 7,4, Güney Afrika'da işsizlik yüzde 27,5, Türkiye'de yüzde 10,9... Ama Türkiye'nin kredi notu GÜney Afrika'nın notunun altının da altında.

Çok açık olarak ifade edeyim. 3 tane rayting şirketi ne demek. Sayısız Banka ve sayısız şirket belirsizlik ortamlarında iş yapıyoruz. Ancak koskoca piyasayı 3 tane kurum denetliyor. Peki onların rekabeti nerede! Büyümenizi yüzde 1 olarak görüyor, siz yüzde 5 büyüyorsunuz. Son raporunda revize ettim diyor. Görüyorsunuz ki; pardon bile diyen yok!

Türkiye'nin bütçe açığının GSYH oranı uzun yıllar yüzde 1 ila 1,5 aralığındaydı. Son dönemde kamu harcamalarının artmasıyla yüzde 2'nin biraz üzerine gelecek. Bu oran bu yılın sonuna doğru yüzde 2,5'lara kadar çıkacağı söyleniyor. Buna rağmen Maastricht kriterlerinde de çok olumlu olarak ayrışıyor.

MERKEZ BANKASI’NDAN BİR FAİZ ARTIŞI BEKLİYORUM

Kamu borç stokunda GSYH oranı yüzde 30'ların üzerinde... Avrupa Birliği'nde brçok üyeye göre çok daha iyi  durumda.

Türkiye'nin vadesine 1 yıl kalan borçlarımız 180,6 milyar dolar... İşin rengi o değil, bunları kamuoyuna çok iyi anlatmak gerekiyor. Bunun 102 milyar doları bankacılık sektöründe... Bunların yarısı yurtdışı yerleşiklerin bizde açtıkları mevduat hesapları... Kalan borçlar için Merkez Bankası nezdinde tuttuğumuz rezervlerimiz var. Merkez Bankası'nın döviz rezervleri var. Bir yandan da bizim her an nakde çevirebilir 50 milyar dolar nakdimiz var.

73 milyar dolar reel sektörün borcu var. BUnların 48 milyar doları mal ve hizmet karşılığı olan taahhütler... Kalanın 25 milyar doları nakit ödemeler. Borç çevirme oranlarına baktığımızda da yönetilemeyecek pozisyonlar değil.

Açık pozisyonlar... Bankacılık da açık pozisyon yok, reel sektörde 217 milyar dolar...

Bu rakamlara bakınca yaşananları ekonomik temellere dayandırmak mümkün değil, o nedenle spekülatif ataklar diyoruz.

Söylem zamanı değil, artık eylem zamanı. Bugün MB başta olmak üzere tüm uygulamalar çok yerinde. Çok ciddi bir kriz tecrübemiz var. Çabuk refleks gösterilmesi gerekiyordu, öyle de yapıldı. Çok net somut aksiyon planları gerekiyor. İyi niyetli poltika ilişkileri iyileştirir.

Vatandaşlara uyarımız, bilmedikleri sularda yüzmesinler... 1994 yılından bu yana hazine ve fon yönetiminde görev yaptım. Futures'ı Swap'ı bilirim. 1 dolar dövizle tasarrufum olmamıştır.. Sadece yurt dışına çıkarken ihtiyacım kadar alırım. Fırsatçı yaklaşımlar içinde olmamaları. Kazanç elde edeceğim diye başlarını iş getirmemeleri gerekir.

Merkez Bankası'ndan bir faiz artışı bekliyorum, olmalı da...

Türkiye'de yatırımları bulunan Avrupa bankaları

Türkiye'de yatırımları bulunan Avrupa bankalarının hisselerinde değer kaybı, Türk Lirası'nın ABD Doları ve euro karşısında rekor seviyelere gerilemesinin etkisi ile yeni haftanın ilk gününde de devam ediyor.

Türkiye'de en yüksek riske sahip Avrupa bankası olarak görülen İspanyol BBVA'nın hisseleri açılışta yüzde 3 gerilerken, Fransız BNP Paribas yüzde 1, İtalyan UniCredit yüzde 2,5 değer kaybetti.

Euro Bölgesi bankacılık endeksi yüzde 1,6 düşüşle 27 Haziran'dan bu yana görülen en düşük seviyeye indi.

BIS'ın verilerine göre İspanyol bankalarının Türkiye'deki kredi riskleri 82 milyar dolar, İtalyan bankalarının 17 milyar dolar.

12 Ağustos 2018 Pazar

Ekonomik savaşın rakamları

ABD Başkanı Donald Trump'ın Çin ile dış ticaret açığını düşürmek için korumacı politikalar ve ek vergi tarifeleriyle başlattığı ticaret savaşı küresel bir ekonomik savaşa doğru yayılmaya devam ediyor
ABD ve Çin arasında 6 Temmuz 2018 günü ek gümrük vergisi uygulamalarıyla resmen başlayan ticaret savaşı küresel ekonomiyi sarsmaya devam ederken siyasal gerilim de tırmanıyor.

Savaş yeni başlamış gibi görünse de aslında Donald Trump'ın başkanlık kampanyasında ülkesinin imalat sektörünü, altyapı harcamalarını canlandırıp büyümeyi arttırarak istihdam sözü vermesine kadar uzanıyor.

Hillary Clinton karşısında zaferle ayrılan Trump, sözünü tutabilmek için savaş öncesi ilk adımı 2017 aralık ayında yasalaşan "Vergi İndirimleri ve İstihdam Yasası" ile atmıştı.

Ülkenin önde gelen 50 şirketinin ABD dışında tuttuğu 1 trilyon doları aşan nakit rezervini ülkeye geri getirip yatırım yapmasını isteyen Trump, yüzde 35 olan gelir vergisini yüzde 21'e indirdi. Toplam nakdi 440 milyar doları bulan Apple, Microsoft, Google, Pfizer ve Cisco gibi şirketlerden olumlu tepki aldı.

Trump, "Önce Amerika" sloganıyla yürürlüğe koyduğu korumacı ticaret politikalarının ikinci adımında ise toplamda 566 milyar dolarlık dış ticaret açığını düşürmeye yönelik artan vergiler geldi.



ÇİN İLE BAŞLADI, DÜNYAYA SIÇRADI

Hedefteki ilk ülke ise ABD'nin 375 milyar dolarla en yüksek açığı verdiği Çin oldu. ABD'nin 800 ürüne yönelik yüzde 25 ek gümrük versigiyle 34 milyar dolarlık hamlesinin ardından 3 gün sonra 200 milyar dolarlık ithalat için de yüzde 10 ek vergi getirildi. Çin, 128 ürüne yüzde 25'e varan ek gümrük vergisi uygulayacağını açıklayarak karşılık verdi.


Brüksel'de düzenlenen NATO zirvesinde Almanya şansölyesi Merkel ile Trump arasında gergin anlar yaşandı. Trump ilerleyen günlerde Almanya başta olmak üzere AB'nin otomotiv endüstrisine yönelik tehditlerini sürdürdü.

Çelik ve alüminyum üzerinde yoğunlaşan ABD'nin ek vergi tarifeleri Çin'in ardından AB üyesi 28 ülkenin yanı sıra Kanada, Meksika, Çin, Hindistan ve Türkiye'ye de sıçradı.

ABD seçimlerine müdahale tartışmalarının yanı sıra ortaya çıkan Skripal kriziyle ABD'nin Rusya'ya ilave yaptırım uygulamaya başlamasıyla cephe genişledi.

İran ile yapılan Nükleer Anlaşma'dan da çekildiğini açıklayan Trump yönetimindeki ABD, İran'a yeniden ambargo uygulamaya başladı.

İlk aşamada İran’ın, dolar satın alması, altın ticareti yapmasının yanı sıra çelik, kömür, alüminyum ve otomotiv sektörüne yaptırım uygulanacak. İran’ın yolcu uçakları ve uçak parçası ithalatı engellenecek. İran para birimi tümen üzerinden yurt dışı işlemlere kısıtlamalar getirilecek.

ORTAK ÖZELLİK: CARİ FAZLA, ZENGİN ENERJİ KAYNAKLARI

ABD’nin İran’a yönelik ikinci yaptırım paketinde de petrol ürünleri bulunuyor. ABD'nin petrol ürünleriyle öne çıkan ve yaptırım uyguladığı bir başka ülke ise Venezuela. Rusya da denkleme dahil edildiğinde ABD'nin doğal enerji kaynaklarını bulunan, kamu borcunun milli gelire oranının düşük olduğu ve cari fazla veren ülkeleri hedef aldığı görülüyor.

Türkiye ise bu üçlü arasında petrolü bulunmadığı için cari açığı eksi yazan tek ülke. Nitekim, Trump'ın Türkiye'ye yönelik ekonomik savaş ilanı da TL ve dolar üzerinden geldi.

"Lira, çok güçlü dolarımız karşısında hızlı bir şekilde düşüşe geçerken, şu anda çelik ve aliminyumda uygulanan gümrük vergilerinin iki katına çıkarılması talimatı verdim." diyen Trump ile ABD'nin diğer kurumlarının politikaları uyuşuyor.

FED kademeli olarak faiz arttırken ABD Hazinesi'nin fon iştahı artıyor ve dolar likiditesinin düşmesiyle gelişmekte olan ülkeler zorlanıyor.

Türk Lirası'nın yanı sıra Rus Rublesi ve Çin Yuanı en çok değer kaybeden para birimleri arasında yer alıyor.


İran gaz sahasında çoğunluk hisse Çin'in oldu

ABD'nin yenilenen yaptırımları nedeniyle ülkeden çekilme kararı alan Fransız Total'in Güney Pars Gaz Sahası'ndaki hisselerini Çin Devlet Petrol Şirketi aldı
Çin'in, Fransız petrol ve doğalgaz şirketi Total'in, ABD'nin yeni yaptırımlarını gerekçe göstererek Basra Körfezi'ndeki Güney Pars Gaz Sahası'ndan çekilmesiyle projedeki çoğunluk payına sahip olduğu bildirildi.

İran'ın resmi haber ajansı IRNA'nın İran Devlet Petrol Şirketi yetkilisi Muhammed Mustafavi'ye dayandırdığı haberine göre, projede yüzde 30'luk paya sahip olan Çin Devlet Petrol Şirketi (CNPC), Total'in projedeki yüzde 50'lik hissesini satın alarak yüzde 80'lik paya sahip oldu.

Hisse devriyle CNPC, 5 milyar dolarlık projede en büyük paya sahip şirket haline geldi.

Trump yönetimi, İran ile imzalanan nükleer anlaşmadan çekilmesinin ardından askıya aldığı yaptırımları yeniden uygulamaya başlamıştı.

İran'ın ABD dolarına erişimini, devlet tahvili satmasını, altın ve diğer değerli madenler ile çelik, alüminyum, kömür gibi metallerle ticaret yapmasını ve yolcu uçağı ya da parçalarını ithal etmesini engelleyen yaptırım paketi, 7 Ağustos itibarıyla resmen yürürlüğe girmişti.

Murat Ülker'den önemli açıklamalar

Murat Ülker, Hürriyet'ten Vahap Munyar'a, Yıldız Holding'in değeri 2 milyar doları bulan iş harici gayrimenkul stoğunu elden çıkaracaklarını ve ihracata ağırlık vereceklerini söyledi. İşte Vahap Munyar'ın Hürriyet'teki o haberi:
ALTINBAŞ Holding Yönetim Kurulu Başkanı Vakkas Altınbaş’ın “Altın Yıllarım” kitabının tanıtım buluşmasına giderken telefonuma Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker’in mesajı düştü:
- THY’nin Shanghai-İstanbul uçağındayım. Uçakta Hürriyet okuyorum.

Bu aralar daha çok seyahat ettiğini belirtti:

- Malum, her yere ihracat fırsatı var. Shanghai görüşmelerimde son kurlarla döviz bazında daha ucuza imal eder hale geldiğimiz mallara çok talep oldu. Herhalde karşılamakta zorluk yaşayacağız.

İşin iki yönünün olduğuna işaret etti:

- Bu biraz da iyimser tabiatla alakalı. Yani, bardağın boş veya dolu yanını görmek gibi...

Ülker, uçaktan yazdığı mesajlarda konuyu Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’la iş dünyasının bir buluşmasına getirdi:

- Berat Bey’e, “5 bin kişiye istihdam sağlayacak yatırımlarımızı 2018’de tamamlayacağız. Makul fiyatlarla yeni ürünler yapacağız. Kur farkını kullanarak ihracatı artıracağız” dedim.

Çin’e Türkiye’den ihracat yapıp yapmadıklarını sordum, yanıtladı:

- Şu anda İngiltere, ABD ve Kazakistan’dan ürün gönderiyoruz. Artık Türkiye ve Kazakistan’dan gidecek.

Grubun kilo başına ihracat gelirini merak ettim, şu örnekleri verdi:

- Artık daha kıymetli çeşitler ihraç ediyoruz. Avustralya’ya Jaffa Cakes, ABD’ye Godiva Masterpieces, İngiltere’ye McVities Nibbles ihraç ediyoruz. Bu ürünlerin 100-150 gramının perakende fiyatı 1-2 İngiliz Pound’u (1.27-2.54 dolar) düzeyinde bulunuyor. Bu markaların inovasyonu Türkiye’de gerçekleşiyor.

Yeri gelmişken şu verileri paylaştı:

- Dünya geneline yayılmış 80 fabrikamızın 55’i Türkiye’de bulunuyor. Türkiye’de 45 bin, yurtdışında 15 bin kişi istihdam ediyoruz. Geçen yıl 42.3 milyar liralık ciromuz vardı. Bu yıl yüzde 19 büyüme öngörüyoruz.

Bu yıl ihracatı 500 milyon dolar planladıklarını aktarıp ekledi:

- Şimdi Ali Ülker’e (Yıldız Holding Başkan Yardımcısı) sordum. 600 milyon doları da yakalayabileceğimizi söyledi. Yarısı ana kategorilerden, kalanı diğer gıda, ambalaj ve madenden sağlanacak.

Ardından 6.5 milyar dolarlık borç yapılandırmasını anımsattı:

- Kredilerimizi tek parçalı ve uzun vadeli hale getirmemiz çok iyi oldu. İnsanın evi toplu olunca krizle başa çıkması, dış pazarlara yönelmesi daha rahat oluyor. Aklı arkada kalmıyor.

Yapılandırmanın Yapı Kredi’nin öncülüğünde gerçekleştiğinin altını çizdi:

- Bize yapılandırma kapısını açan bankalara müteşekkiriz. Gelirlerimize uygun yerli-yabancı para oranı sağladık. 4 yıllık sabit, 8 yıla varan bir anlaşma yaptık.

Bu dönemde varlık satışlarının da gündemde olacağını vurguladı:

- “Yıldız Holding olarak ana işimiz bisküvi, gofret, kek, çikolata, şeker, sakız kategorilerine odaklanacağız” demiştik. Diğer işlerimizden ya halka açarak, ya stratejik ortaklıklar yaparak, ya da kısmen veya tamamen satarak çıkacağız. Ayrıca, ana kategorilerden de ihtiyaç fazlası kapasite ve markalardan, bölgelerden yurtiçi ve yutdışında çıkışlar gündeme gelecek.

Bunun için değişik stratejiler üzerinde çalıştıklarını kaydetti:

- İlaveten iş harici gayrimenkul stokunu elden çıkaracağız. Söz konusu gayrimenkullerin sadece yurtiçinde olanlarının değeri 2 milyar doları buluyor. Bir kısmını gayrimenkul portalımıza koyduk.

Yıldız Holding gibi üretime dayalı bir grubun, 2 milyar dolarlık iş dışı gayrimenkul stokunun oluşması sağlıklı bir durum mudur?

ARTIK YÜZDE 99 THY İLE UÇUYORUM

YILDIZ Holding Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker, varlık satışlarından söz ederken grubun iki özel uçağına değindi:

- İki uçağı da sattık. Gerçi uzun menzilli idiler ama yaşlanmışlardı. Artık yüzde 99 THY ile uçuyorum.

Ülker, iki yıl önce söz konusu uçaklardan biriyle İstanbul-Konya yolculuğu sırasında şu hesabı yapmıştı:

- Özel uçak bize çok zaman kazandırıyor. Uzun yolculuklarda genelde gece uçuyoruz. Havalimanlarında bekleme yaşamıyoruz. Dolayısıyla yılda 2 aylık iş günü tasarrufumuz oluyor.

TWİTTER’A TC KİMLİK NUMARASI İLE GİRİLSİN

MURAT Ülker, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’la gerçekleşen buluşmada dile getirdiği bir konuyu benimle paylaştı:

- Twitter’a TC kimlik numarası ile girilmeli.

Bu konuda Almanya’yı örnek gösterdiğini vurguladı:

- TC kimlik numarası veya telefon numarası verilmeden hesap açılması sorumsuzluk, hatta suça azmettiriciliktir. Herkes o ortamı “serbest küfür kürsüsü” sanıyor.

(Vahap Munyar / Hürriyet)