24 Haziran 2017 Cumartesi

Türkiye'de yüzde 28,3'lik kamu borcunun milli gelire oranıyla 28 AB üyesinin 26'sından daha iyi bir performans sergiledi

Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) ve Hazine verilerine göre, Türkiye geçen yıl toplam kamu borcunun milli gelire oranında neredeyse bütün AB ülkelerinden daha iyi bir performans gösterdi.
AB'de 2016 yılında kamu borcunun Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya (GSYH) oranı yüzde 83,5 seviyesinde gerçekleşti. Bu dönemde Euroyu kullanan Birlik üyelerinden oluşan Euro Grubunda ise bu rakam yüzde 89,2'ye ulaştı.

Aynı dönemde Türkiye'de AB tanımlı borç stokunun milli gelire oranı yüzde 28,3 seviyesinde seyretti.

Böylece, Türkiye'de kamu borcunun milli gelire oranı geçen sene AB üyesi 28 ülkenin 26'sından düşük seviyede gerçekleşti.

En yüksek kamu borç oranı Yunanistan'da

Yunanistan, AB'ye üye ülkeler arasında 2016 yılında en fazla kamu borcu/GSYH oranına sahip ülke oldu. Yunanistan'da kamu borcunun oranı yüzde 179'a ulaştı. Bu ülkeyi yüzde 132,6 ile İtalya ve yüzde 130,4'le de Portekiz izledi. Kamu borcunun milli gelire oranı Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nde yüzde 107,8, çeşitli AB kurumlarına ve NATO'ya ev sahipliği yapan Belçika'da ise yüzde 105,9'u buldu.

Avrupa'nın en büyük ekonomisi Almanya'da kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 68,3 olurken, bu rakam Fransa'da yüzde 96, Birlikten ayrılma kararı alan İngiltere'de yüzde 89,3 ve İspanya'da yüzde 99,4 seviyesinde gerçekleşti.

Kamu borcu en düşük ülke Estonya

Söz konusu dönemde AB'de kamu borcunun milli gelire oranı en düşük ülkeler ise yüzde 9,5'le Estonya, yüzde 20'yle Lüksemburg 'da gerçekleşti. Yalnızca bu iki ülkede kamu borcunun milli gelire oranı Türkiye'den düşük seviyede seyretti.

Pek çok AB üyesi Maastricht kriterini karşılayamıyor

AB'ye üye ülkelerin ekonomik ve parasal birliğe katılımı için öngörülmüş zorunlu koşulların belirlendiği Maastricht kriterlerine göre, kamu borç stoklarının, gayri safi yurtiçi hasılalarına oranının yüzde 60'ını geçmemesi gerekiyor. Bu verilere göre, AB üyesi 28 ülkenin çoğunluğu bu kriteri karşılayamıyor.




Alıntı:
http://www.finansgundem.com/haber/turkiyenin-kamu-borcu-ab-uyelerinden-daha-dusuk/1206201



18 Haziran 2017 Pazar

Merkez Bankası 25 yıl sonra altın rezervini artırdı

Hürriyet yazarı Uğur Gürses, "Merkez altın almaya başladı" başlığını kullandığı yazısında Merkez Bankası'nın altın rezervinde yaşanan gelişmeyi değerlendirdi. İşte Gürses'in o yazısı:
Merkez Bankası’nın ‘kendi mülkiyetinde’ olan altın rezervi neredeyse çeyrek yüzyılı bulan bir süredir hiç değişmedi; 116 ton 103 kilo uluslararası standartta külçe altın miktarı olduğu gibi korundu. Bu altınların bir bölümü yurtdışı merkez bankalarında, bir bölümü yurtiçinde tutuluyor.

Kendi mülkiyetinde olmayan kısmı, bankalarca yatırılması gereken zorunlu karşılıklar yerine altın getirme olanağı sağladığı için, bankalar tarafından Merkez Bankası’na yatırılan kabaca 320 ton civarındaki altınlardan oluşuyor. Böylece bankanın toplam altın rezervi bilançosunda 440 tona yakın görünüyordu. Ama kendi mülkiyetinde olan bölümü sadece 116.1 tondu. Merkez Bankası mayıs ortasından itibaren çeyrek yüzyıllık rezerv politikasını değiştirmiş görünüyor. Kendi mülkiyetinde olan uluslararası standarttaki altın rezervlerini, 116.1 tondan, 127 tona çıkardı. Mayıs ortasından itibaren her hafta 1-3 ton arası altın satın alarak rezervlerini artırıyor.


Merkez Bankası 12 Mayıs haftasında 3.6 ton altın alarak başladığı alım operasyonunu, ardı ardına 5 haftadır sürdürüyor. En son 9 Haziran haftası satın aldığı ilave 3 ton altınla; 5 haftada toplamda 11 ton altını rezervine eklemiş oldu. Böylece kendi mülkiyetinde olan altın rezervlerini 127 tona çıkarmış oldu. Bu, kendi mülkiyetinde olan altın rezervlerini kabaca yüzde 10 artırması demek. İlave satın aldığı altınların değeri yaklaşık 450 milyon dolar.

5.2 MİLYAR DOLAR EDİYOR

Banka döviz varlıklarını azaltarak yerine altın alabilir, ya da tersini yapabilir. Bankanın brüt altın rezervi 18.1 milyar dolar, swaplar dahil brüt döviz rezervi de 94.8 milyar dolar. Bankanın yükümlülükleri (borçları) düşülürse net rezervleri şöyle: 9 Haziran itibariyle banka mülkiyetinde olan net 116.1 ton altının değeri 5.2 milyar dolar iken, net döviz rezervi de swaplar dahil 28.4 milyar dolar seviyesinde. İşte banka bu 28.4 milyar dolarlık net döviz varlıklarından bir bölümünü şimdi altına kaydırıyor.
Merkez Bankası’nın rezervinde tuttuğu ve yaklaşık 20 yılı aşkındır değiştirmediği altın miktarını artırması, arızi bir durum değilse rezerv politikasında değişiklik anlamına geliyor. Altın rezervi artırım kararının jeopolitik risklerin artacağı varsayımı ile yapılıp yapılmadığı soru işareti.
Bankanın kendi mülkiyetinde bulunan 127 ton altının değeri, 5.2 milyar dolar ediyor. Zorunlu karşılıklar yerine sayılması için bankalarca Merkez Bankası’na yatırılan altınların piyasa değeri ise 12.9 milyar dolar. Toplam altın rezervlerinin dolar karşılığı ise 18.1 milyar dolar.

Merkez Bankası’nın daha önce yayınladığı rezerv yönetim ilkelerinde; “Stratejik bir rezerv tutma aracı olması ve her an nakde çevrilebilme özelliği nedeni ile toplam rezervlerimizin küçük bir kısmının altın olarak tutulması tercih edilmektedir” denilmekteydi. Yayınlanan notta, Bankanın uluslararası standarda sahip altın rezervlerinin, yönetim kurulu niteliği olan “Banka Meclisi’nce düzenlenen bir yönetmelik çerçevesinde, ancak yine muhafazakar bir yaklaşım içinde” yönetildiği yer alıyordu.

ZOR GÜNLER REZERVİ
MERKEZ bankalarının altın tutma nedeni çok eskilere gidiyor. Geçmişte altın karşılığı para basma ile başlayan ihtiyaç, bugün ‘zor günler rezervi’ işleviyle sürüyor. Herhangi bir savaş durumunda, uluslararası ödeme sistemi dışında kalma, muhabir Banka kullanamama durumunda ödemelerin yapılabileceği en geçerli araç: Uluslararası kabul gören, hatta fiziksel olarak da uluslararası standartta niteliği olan altın külçeler.


Yakın zamanda, ambargo ve blokajla, Swift ödemeler sistemi dışında bırakılan İran’ın acil ihtiyaçlarını altınla ödeyerek gördüğünü anımsayalım. Gelişmekte olan merkez bankaları kadar, gelişmiş ülkelerin merkez bankaları da külçe altın formunda rezerv tutuyorlar. Bu altınlar, çoğunlukla en başta ABD Merkez Bankası Fed’in New York’taki kasaları ile Britanya Merkez Bankası’nın Londra’daki kasalarında tutuluyor.

Alıntı:
http://www.finansgundem.com/haber/merkez-bankasi-25-yil-sonra-altin-rezervini-artirdi/1204427



7 Haziran 2017 Çarşamba

Nedense ülke olarak komplo teorilerine inanmaya çok meyilliyiz.

BORSA İSTANBUL'UN YÜKSELİŞİ VE ARAPLARDAN GELEN PARA!

Nedense ülke olarak komplo teorilerine inanmaya çok meyilliyiz. Bu bir ruh hali mi yoksa genel bilgi düzeyimizle ilgili bir sıkıntı mı acaba? Belki de ikisi birden. TL değer kaybettiğinde "dış güçler" söylemi ağırlık kazanırken piyasalara para girişi olduğu zaman da "Araplardan para geliyor" söylemi alıp başını gidiyor. Son dönemde BİST'in yükselişi ve TL'nin değer kazanması "Araplardan para geliyor" söylemini yine canlandırdı. Ödemeler dengesinde açıklanamayan net hata noksan kalemi de bu söylemi kullananlar tarafından kanıt olarak sunuluyor.

Finansal piyasalar için uluslararası fon akımları çok önemli. Bu fonlar da daha çok Batı ülkelerinin tasarruflarıdır. Bu fonların kim oldukları ve gecikmeli de olsa hareket tarzları zaten bellidir. Eğer küresel ölçekte risk iştahı artarsa gelişmekte olan ülke fonlarına alokasyonlar artar ve ağırlıklarına göre bu ülkelere para girişi olur. MSCI EM endeksinde örneğin Türkiye'nin ağırlığı yüzde 1, Çin'in ağırlığı ise yüzde 27,6. Yani gelişmekte olan ülkelere aktarılan her 100 dolarlık fonun 27,6 doları Çin'e giderken 1 doları Türkiye'ye giriyor. Bu oranlar, ekonominin büyüklüğü ve sermaye piyasalarının derinliğiyle ilgili uzun vadeli stratejik rakamlar... Ülkeye özel riskler, ucuzluk faktörleri ya da fırsatlar oluşursa bu ağırlık taktiksel yani kısa vadeli olarak arttırıp azaltılır. Bu fon hareketlerini bu yüzden gerek çıkış gerekse giriş olduğunda birtakım komplo teorilerine bağlamak doğru bir düşünce tarzı değil.

Yılbaşından bu yana risk iştahına bağlı olarak gelişmekte olan ülkelere fon girişleri arttı. Son dönemdeki emtia fiyatlarının seyri, ileriye dönük olarak bu konuda iyi işaretler vermese de şimdilik bu iştah canlı. Türkiye de bundan olumlu etkilendi. Referandum sürecinin sonuçlanmasının kısa ve orta vade için sağlayacağı istikrar carry trade'i de canlandırdı.

Birçok parametreye göre uluslararası benzerlerine göre iskontolu işlem gören başta bankacılık olmak üzere BİST hisseleri böylece hızla değer kazandı ve TL güçlendi. Bunun daha önce belirttiğim gibi Araplarla veya Katarlılarla bir alakası yok. Katar bir gaz üreticisi olarak düşük petrol fiyatları nedeniyle sıkıntılar yaşayan diğer Körfez ülkelerine göre biraz daha iyi durumda olmakla birlikte bölge geneli kendi dertlerine düşmüş durumda. Ayrıca ödemeler dengesindeki net hata noksan kaleminin de bununla ilgili olmadığı gerek Merkez Bankası gerekse diğer uzmanlar tarafından zaman zaman ortaya konuyor. Kaldı ki "Araplardan para geliyor" söyleminin yaygınlaştığı bu dönemde net hata noksan kalemi açık verdi.

Bölge ülkelerinin, Kuveyt dışında zaten böyle bir sermaye piyasası kültürü de yok. Katar son dönemlerde iki ülke ilişkilerinin iyi olmasına bağlı olarak birtakım gayrimenkul ve doğrudan alım işlerine kısmen girdi ama o kadar. Bunlar ülkeye giren uluslararası fon akışları içinde önemsiz düzeyde. Körfez ülkeleri yerleşiklerinden gelen sınırlı düzeydeki emlak alımlarının ise çok daha fazlasını Türkler şimdilerde Avrupa'da oturum alabilmek için Portekiz, Macaristan, İspanya veya Yunanistan gibi ülkelerde yapıyor.

Son dönemde sermaye piyasaları baharını yaşatan para girişleri çok büyük oranda Batı ekonomilerinin tasarrufları. Bu fon akımları kısa vadeli riskleri göz ardı edebilirler ama uzun vadeli stratejik alokasyon kararlarını değiştirecek majör siyasi, hukuki ya da ekonomik kararlar olursa Türkiye bu girişlerden mahrum kalabilir. Bu ligde olmak ve bu ağırlıkları en azından korumak önemli.

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/borsa-istanbulun-yukselisi-ve-araplardan-gelen-para/1201093


2 Haziran 2017 Cuma

Hisse senedi vatandaşın umurunda değil

Vatandaşın portföy tercihi ne

Dünya yazarı Alaattin Aktaş, vatandaşların tasarruflarını nasıl değerlendirdiklerini yazdı. İşte Aktaş'ın o yazısı:
Teknik tanımıyla yurtiçinde yerleşikler, kısaca vatandaşlar, tasarruflarını finansal araçlara yatırarak değerlendirirken yıllardır aynı eğilimi korumaktalar. Vatandaşın finansal yatırım aracı olarak Türk Lirası mevduat, yabancı para mevduat ve devlet iç borçlanma senedinden (DİBS) hiç vazgeçmediği gözleniyor.

Kalkınma Bakanlığı'nın mart ayını kapsayan son verilerine baktık ve 2006'ya kadar giderek, yani on bir yılı aşkın bir sürede ne gibi değişiklikler olduğunu da irdeleyerek bir değerlendirme yapalım istedik.

Vatandaşın portföy tercihinde bu on bir yılda ortaya çıkan tablonun özeti şu:
Türk Lirası mevduat ve katılım fonu, yabancı para mevduat ve katılım fonu ile devlet iç borçlanma senedi... Bu üç tasarruf aracı, vatandaşın toplam tasarrufunda 2006 yılında yüzde 91.5 paya sahipti, söz konusu oran bu yılın mart ayında da yüzde 87.9 düzeyinde gerçekleşti.
Yani vatandaş birikimlerini değerlendirirken Eurobond, menkul kıymet yatırım fonu, hisse senedi, özel sektör tahvili ve emeklilik yatırım fonu gibi finansal araçlara deyim yerindeyse pek yüz vermedi. Bu yatırım araçlarının toplamdaki payı 2006 ve bu yılın mart ayı itibariyle yalnızca yüzde 8.5 ve yüzde 12.1 oldu.

2006'dan bu yılın mart ayına kadar olan dönemde en belirgin pay değişimi devlet iç borçlanma senedinde yaşandı. DİBS'in finansal tasarruflar içindeki payı yüzde 41.2'den yüzde 20.5'e indi. Bu gerileme, DİBS'teki azalmadan değil, özellikle yabancı para mevduattaki hızlı artıştan kaynaklandı.
Döviz mevduatı bu dönemde yaklaşık 72 milyar dolardan 160 milyar dolara çıktı. Ne var ki, döviz mevduatının TL karşılığı dolar kurunun 1.50'den 3.65'e yükselmesinin etkisiyle 108 milyar liradan 583 milyar liraya yükseldi. Yabancı para mevduatın toplamdaki payı da yüzde 18.9'dan yüzde 27.8'e çıktı.

Hisse senedi vatandaşın umurunda değil

Ekonominin neredeyse merkezine konulan, genel gidişatın iyi mi, yoksa kötü mü olduğu konusunda en somut gösterge sayılan hisse senedi piyasası vatandaş nezdinde pek de makbul bir yatırım alanı değil.
Değil; çünkü aksi olsaydı toplam finansal tasarruflar içinde hisse senedinin payı bir ara yüzde 6'ya ulaşsa bile yeniden yüzde 5'lerin altına inmezdi. Hisse senedinin payı yalnızca iki yıl, 2008 ve 2011'de yüzde 6.1'i gördü, bir daha da bu orana çıkılamadı.
Bu yılın mart ayı itibariyle hisse senedine yapılan yatırımlar, yurtiçi yerleşiklerin toplam portföy tercihinde yalnızca yüzde 4.7'lik bir yer tutuyor. Yani Türk vatandaşı tasarrufunun yüzde 5'ini bile hisse senedine yatırmıyor.

Döviz tasarrufu çok daha fazla olabilir

Kalkınma Bakanlığı'ndan aktardığımız bu değerler, kuşku yok ki sistem içinde olan değerler. Sistem içinde görünmeyen de yastık altı olarak tanımlanan, yani cepte taşınan, kasada tutulan, evde ya da işyerinde muhafaza edilen döviz tasarrufu.
Bankalarda ne miktarda döviz tevdiat hesabı olduğu belli ve bu tutarı Merkez Bankası zaten haftalık olarak açıklıyor. Kaldı ki döviz tevdiat hesaplarının 18 Mayıs itibariyle hangi düzeyde bulunduğu bilgisine iki gün önce köşemizde yer vermiştik. Ama yastık altında tutulan dövizin tutarını kimsenin bilme şansı yok. Dolayısıyla bu dövizi de katarak aslında Türkiye'deki döviz tasarrufunun çok daha fazla olduğunu, finansal araçlarda tutulan miktarın da mart sonu için hesaplanan 2.1 trilyon liranın çok üstünde oluştuğunu kabul etmek gerekiyor.

Alıntı: