13 Eylül 2014 Cumartesi

Bankadaki para, devlet garantisi altında

Piyasalar, ekonominin lokomotifi olan bankacılık sektörüyle ilgili iddialara hızlı ve sert bir şekilde tepki verdiğini bir kez daha gösterdi. ‘10 bankanın yakın izlemeye alındığı’ yönündeki iddialar, piyasaları dalgalandırdı.

Konuya ilişkin ekonomi yönetiminin sessiz kalması ise iddiaların doğru olma ihtimalini güçlendirdi. Bankalarla ilgili sıkıntı yaşanması halinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) garantisi bulunuyor. Bankalara tasarruf mevduatı veya katılım fonu olarak yatırılan birikimler bu şekilde devlet garantisi altında tutuluyor. Mevduat ve katılım bankalarının Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından faaliyet izinlerinin kaldırılması durumunda, bu kredi kuruluşlarında hesapları bulunan şahısların her bir bankada tuttuğu paranın 100 bin liraya kadar olan kısmı TMSF tarafından ödeniyor. Tasarruf mevduatı ve katılım fonu sigortası, mevduat ve katılım fonu toplamaya yetkili mevduat ve katılım bankalarının Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından faaliyet izinlerinin kaldırılması durumunda devreye giriyor. Mevduat ve katılım fonu hak sahiplerinin maruz kalacağı kayıpların devlet veya bu amaçla kurulmuş bir kurum tarafından kısmen ya da tamamen ödenmesinin garanti edilmesi olarak tanımlanıyor. Türkiye’de mevduatın ve katılım fonlarının sigortalanması yetki ve görevi ise TMSF’de bulunuyor. Mevduat sigortasıyla ilgili değişiklikler genellikle tarihi krizler ya da bu krizlerin savuşturulduğu dönemlere denk geliyor. Örneğin 1994 yılında yaşanan derin ekonomik krizin ardından dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in açıkladığı önlemler ekonomi literatüründe ‘5 Nisan kararları’ olarak yerini aldı. Yaşanan ekonomik krizin etkilerini bir an önce gidermek ve mali piyasalara olan güvenle istikrarı yeniden tesis etmek amacıyla tasarruf mevduatlarının tamamı devlet güvencesi kapsamına alındı. 15 Şubat 2013’te 50 bin lira olarak belirlenen sigortaya tabi mevduat ve katılım fonu tutarı, 100 bin lira olarak değiştirildi. Mevduat garantisi devreye girmesi için bankanın faaliyet izninin son bulması gerekiyor. Verilen garanti ise anapara, kâr payı ve faiz  toplamının 100 bin liraya kadarlık kısmını kapsıyor. Ayrıca yurtdışında yaşayanların Türkiye’deki hesapları da güvenceye alınıyor. Eğer kişinin birden fazla bankada hesabı var ise banka başına verilen garanti tutarı da 100 bin TL’yi geçemiyor. BDDK’nın son raporuna göre Türk bankacılık sektörünün sermaye yeterlilik oranı bir önceki çeyreğe göre artış göstererek yüzde 16,31 olarak gerçekleşti. Bu oranın 2009 yılında ise yüzde 20’nin üzerinde bulunduğu yine aynı raporda yer alıyor. Sermaye yeterlilik oranı, sermayenin risk ağırlıklı aktiflere bölünmesiyle bulunuyor.

Alıntı:
http://www.zaman.com.tr/ekonomi_bankadaki-para-devlet-garantisi-altinda_2243586.html

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Türkler hisse senetlerini neden sevmiyor?

Türkler hisse senetlerini sevmiyor. Bunu biz değil, rakamlar söylüyor: Merkez Kayıt Kuruluşu (MKK) verilerine göre hisse senetlerine 2014 Temmuz ayı itibariyle yatırım yapan yerli yatırımcı sayısı 1 milyon 67 bin seviyesinde bulunuyor.

Uzun yıllardır bu rakam değişmiyor. Yine MKK verilerine göre 12 yıl önce yani 2002'de toplam yerli yatırımcı sayısı 1 milyon 139 bin seviyesindeydi. Geçmiş 12 yılda bu rakam büyük değişiklik göstermedi.

Detaylara bakılınca daha kötü bir tablo ortaya çıkıyor; borsada hesabı bulunanlardan 131 bin kişinin hesabı 1 liranın altında. Yani ölü hesap. 2 lira ila 100 lira arasında hesabı olup borsada işlem yapanların sayısı ise 393 bin. Kısacası; 1 milyon hesabı bulunan kişinin yarısı çok ufak bir miktarla borsada bulunuyor.

Sadece bu da değil. Türkiye'deki yatırımcıların 2014 itibariyle 1 trilyon liralık finansal varlığı bulunuyor. Bunun yüzde 81'i mevduat hesaplarında değerlendiriliyor. Hisse senetlerine ayrılan tasarruf miktarı ise yüzde 7 düzeyinde.

Peki niye böyle? Neden borsada işlem yaban yatırımcı sayısı ve tasarruf miktarı artmıyor?

Yüksek faiz döneminin etkisi: İlk ve belki de en önemli neden uzun yıllar hisse senetlerinin sabit getirili kıymetlerin altında getiri sağlamasıydı. "Borsa uzun vadede kazandırır" sözünü muhtemelen çok sık duyuyorsunuzdur. Ancak veriler "Her zaman değil" diyor. Aracı Kuruluşlar Birliği'nin yaptığı bir araştırmaya göre 1996-2011 yılları arasında reel bazda gecelik repo yıllık yüzde 13, kısa vadeli bono yüzde 15,5, 1 aylık mevduat yüzde 12,4 getiri sağladı.

Aynı dönemde reel olarak İMKB 100 endeksinin getirisi yüzde 3,7 oldu. Daha düşük riske sahip olmasına rağmen, tahvil, mevduat ve repo hisse senetlerinden uzun vadede daha fazla getiri sağlamış. Uzun yıllar boyunca oluşan bu trend yatırımcıları hisse senedi riskini almaktan uzaklaştırmış olarak yorumlanabilir.

Kriz yılları: Türkiye'nin yakın geçmişi ekonomik krizlerle dolu. 90'larda hem küresel hem de yerel bazda yaşanan büyük krizler ve finansal çalkantılar borsada büyük düşüşlerin yaşanmasına neden olurken birçok yatırımcı zarara uğradı. 1994 krizi, 1997 Asya krizi, 1998 Rusya krizi, 2000 bankacılık krizi ve nihayet 2001 krizi. Bu şu anlama geliyor; daha henüz kurumsallaşmış sermaye piyasaları ile karşılaşan Türk yatırımcıları 1990-2001 yılları arasında ortalama her 2 yılda bir finansal çalkantı ile karşı karşıya kaldı. 2000 ve 2001 krizinde ise banka ve şirket batıkları nedeniyle birçok hisse yatırımcısı mağdur oldu.

Bilgi eksikliği: Yukarıda saydığımız nedenler elbette yatırımcıların hafızalarında "kötü" borsa ya da hisse senedi imajı bıraktı. Buna karşın Türk yatırımcısının emlak, döviz ve altın gibi geleneksel yatırım araçları dışındaki alternatif yatırım araçları konusunda bilgi eksikliği de çalışmalarla ortaya konuyor.

Aracı Kuruluşlar Birliği'nin 2010 yılında yaptığı bir araştırmanın bulguları bu anlamda ilginç. Yüz yüze yapılan anketlerde katılımcılara, "Finansal yatırım denince aklınıza ne geliyor?" sorusu yöneltildi. Sorulara katılımcıların yüzde 36'sı altın, yüzde 22'si gayrimenkul, yüzde 21'i mevduat ve yüzde 12'si döviz cevabını verdi. Soruya hisse senedi diyenlerin oranı yalnızca yüzde 4'de kaldı. Aynı ankette katılımcıların yüzde 90'nında fazlası altın, döviz, gayrimenkul ya da mevduat yatırımlarını bildiğini ifade etti. Hisse senedi bildiklerini ifade edenlerin oranı yüzde 81'de kaldı.

Güven eksikliği: Belki de hisse senetlerine yatırım yapılmamasının önündeki en yapısal sorun "güven". Yüksek finansal oynaklığın yaşandığı yıllarda aynı zamanda hisse senedi yatırımcıları regülasyonlar ve siyasi çekişmeler nedeniyle mağdur edildi.

HİSSEYE YATIRIM

Bu kötü hatıralar henüz belleklerden silinmiş değil. ÇEAŞ, Kepez, Medya Holding, Sabah, Demirbank ve birçok bankaya el konulması ya da el değiştirmesi nedeniyle hissedarların haklarını kaybetmesi bu güvenin kaybolmasında ana etken olarak gösteriliyor. Yine Aracı Kuruluşlar Birliği'nin yaptığı bir araştırma bu durumu net bir şekilde ortaya koyuyor. Araştırmada hisse senedi yatırımı asla yapmam diyenlere nedenleri soruluyor. İşte cevapları: Güvenilir bulmuyorum yüzde 37, riskli buluyorum yüzde 31, bilgim yetersiz yüzde 9.

Uzun yıllardır aracı kurumlarda görev alan Ünlü Co Yönetim Kurulu Üyesi Atilla Köksal, durumu şöyle özetliyor: "Uzun yıllar boyunca yatırımcı değil, al-satcı bir kültür oluşturduk. Bunun üzerine de birçok yatırımcıyı şirket el koymaları ve halka arz seferberliği ile mağdur etti. Ortaya büyük güvensizlik çıktı ve bunu kısa sürede iyileştirmek çok zor."

KAYNAK: Wall Street Journal

Alıntı:
http://ajanshaber.com/turkler-hisse-senetlerini-neden-sevmiyor-haberi/104510

22 Mayıs 2014 Perşembe

Türkiye'nin 2013 ihracat şampiyonları belli oldu

Türkiye'nin 2013 ihracat şampiyonu 4 milyar 134 milyon 682 bin dolar ihracat yapan Tüpraş oldu.

Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mehmet Büyükekşi, İntercontinental Otel'de bir basın toplantısı düzenleyerek, Türkiye'nin en büyük bin ihracatçısını açıkladı.

Açıklanan verilere göre geçtiğimiz yıl yapılan 152 milyar dolar ihracatın yüzde 59 kısmı olan 90 milyarını ilk bin firma gerçekleştirdi.

En çok ihracat yapan bin şirket içinde, Marmara Bölgesi'nde yer alan şirket sayısı 586 olurken onu, 138 şirket ile Ege Bölgesi, 88 şirket ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi takip ediyor.


Listede İstanbul merkezli ihracatçı şirket sayısı 453 olarak gerçekleşti.


Türkiye'nin en çok ihracat yapan bin şirketi içerisinde yabancı sermayeli şirket oranı yüzde 20 olurken bu rakam son 5 yılın en yüksek oranı olarak kendini gösterdi. Geçtiğimiz yıl en çok ihracat yapan bin şirketin toplam karı da, 14,2 milyar TL oldu.

İLK 10 İHRACATÇI FİRMA
1 - 4 milyar 134 milyon 682 bin dolarlık ihracat ile Tüpraş

2 - 3 milyar 696 milyon 202 bin dolar ile Ford Otosan

3- 3 milyar 523 milyon 398 bin dolar ile Oyak-Renault Otomobil Fabrikaları A.Ş.

4 - 2 milyar 251 milyon 304 bin dolar ile Vestel Ticaret A.Ş.

5 - 2 milyar 99 milyon 878 bin dolar ile Tofaş Türk Otomobil Fabrikaları A.Ş.

6 - 1 milyar 899 milyon 13 bin dolar ile Arçelik A.Ş.

7 - 1 milyar 462 milyon 124 bin dolar ile Toyota Otomotiv

8 - 1 milyar 377 milyon 881 bin dolar ile Kibar Dış Ticaret A.Ş.

9 - 1 milyar 190 milyon 916 bin dolar ile araştırmaya katılmadığı için adı açıklanmayan şirket

10 - 1 milyar 141 milyon 11 bin dolar ile Tgs Dış Ticaret Aş

Alıntı:
http://finans.mynet.com/haber/detay/ekonomi/ihracatin-sampiyonlari-belli-oldu/94065?_=1400760074633?wr=1


20 Nisan 2014 Pazar

İkinci El Araba Alırken Dikkat Edilmesi Gerekenler

İkinci el araba alırken bazı şeylere dikkat etmemizde fayda vardır. Zira piyasada bol miktarda “uyanık” bulunmaktadır.
  • Arabanın mutlaka sahibinden olmasına dikkat edilmeli
  • Aracın plakası veya şase nosundan 5664 e sms gönderek hasar kaydı öğrenilmeli
  • Mutlaka test merkezlerine baktırılmalı.Mümkünse sanayi ustalarına da gösterilmeli
  • ARACIN RUHSATINDA YER ALAN TESCİL KAYIT TARİHİ ÖĞRENİLMELİ.BÖYLECE ARACIN NE ZAMANDAN BERİ SAHİBİNDE OLDUGUNU ÖĞRENMİŞ OLURSUNUZ.
  • Tavan da boya veya değişim varsa kesinlikle o araçtan uzak durulmalı.Yada ölü fiyatına alıp öldü fiyatına satarsınız.
  • Kaput veya bagaj boyalı olmamasına dikkat edilmeli.
  • Değişen parçası bulunan araçtan uzak durulmalı.
  • KM kontrölü için 5664 e sms attığınızda aracın son muayene girişindeki KM bilgisi gelmektedir.Muayenenin 2 yılda bir yapıldığını düşünerekten aracın şuan ki KM si hakkında fikir edilebilir.
  • Vereceğiniz kaporaların miktarının az olmasına özen gösterin.


Plaka ile Ücretsiz Trafik Cezası Sorgulama


https://reservation.tuvturk.com.tr/web.ui/default.aspx adresine girin ve “BİLGİ VE RANDEVU ALMAK İSİYORUM” a tıklayın.Daha sonra Çıkan Sayfaya Plakanızı girin eğer plakaya ait ceza varsa gözükecektir.Yok ise şu mesajı alacaksınız ” Bugün itibariyle plakanıza ait vergi borcu, ödenmemiş trafik para cezası veya OGS kaçak geçiş cezası bulunmamaktadır. Lütfen muayeneye geldiğiniz günde borcunuzun olmadığına emin olunuz.”





Alıntı:

Ford Araçlarınızın Şase Numarasından Tüm özelliklerini Bulun







Eğer sizinde ford marka bir otomobiliniz varsa ford etis adlı siteden aracınızın şase numarasıyla aracınız hakkında birçok bilgiye erişebilirsiniz.







Siteye http://www.etis.ford.com/ dan girebilirsiniz.


Alıntı:

Size Ait Mobil Telefon Hatları

Sizden habersiz yada sizin bildiğiniz üzerinize ait açılmış telefon hatlarını aşağıdaki linkten sorgulayabilirsiniz.

https://hat-sorgulama.btk.gov.tr/


Unutulmuş Banka Hesaplarını Sorgulamak

Buradaki linkten zaman aşımına uğrayan banka hesaplarınızı sorgulayabilirsiniz.
Sadece soyadınızı yazarak tüm sülalenize ait hesapları kontrol edebilirsiniz.

http://zamanasimisorgu.tmsf.org.tr/


Bonus Özellikli Kartınızdaki Bonusları İnternet Üzerinden Ücretsiz Sorgulama

Bonus kredi kartınızda biriken bonuslarınızı internet üzerinden ve sadece kart numarası ile son kullanma tarihini girerek ücretsiz bir şekilde öğrenebiliyorsunuz.

Bunun için bu linke girin ve kart bilgilerinizi girip bonusunuzu öğrenin
https://www.bonubon.com/bonus



Tüm Bankaların Kredi Kartları ile Puan Kullanılan İnternet Siteleri

HSBC bank-ADVANTAGE card
TEKNOSA.COM

Bank Asya-ASYACARD
HEPSİBURADA.COM
HİZLİAL.COM
ANNEBEBEKMAGAZALARİ.COM
BİRDUNYA.COM
HİZLİSHOP.COM
E-BEBEK.COM.TR
KONYALİSAAT.COM.TR
KOZMETİKCİM.COM
NT.COM.TR
SAATVAKTİ.COM
VİBAOPTİK.COM
KOZMETİKCİM.COM

Garanti-Bonus Card(Bonus puan Sorgulama için)
NT.COM.TR
EJOYA.COM
KOZMETİKCİM.COM
E-BEBEK.COM.TR
HEPSİBURADA.COM
MORHİPO.COM
HİZLİAL.COM
KOCTAS.COM.TR
TEKNOSA.COM
BONUBON.COM
İDEFİX.COM

Akbank-AXESS
-Hiçbir internet alışverişinde Chip para kullanılamıyor.

Finansbank- CARDFİNANS
COLLEZİONE.COM

Yapı Kredi –WORLD CARD
724TİKLA.COM
BİLETX.COM
TEKNOSA.COM
KOCTAS.COM.TR
HEPSİBURADA.COM
HİZLİAL.COM
KANGURUM.COM.TR
EJOYA.COM
GALERİGOLD.COM
E-BEBEK.COM.TR
KOZMETİKCİM.COM.TR

İş bankası-MAXİMUM kart
HEPSİBURADA.COM
MAGZACİ.COM
KOCTAS.COM.TR
KANGURUM.COM.TR
TEKNOSA.COM
GALERİGOLD.COM

Alıntı:
http://koyuncum.com/tum-bankalarin-kredi-kartlari-ile-puan-kullanilan-intenet-siteleri.html


5 Nisan 2014 Cumartesi

Erdoğan'ın faizle 12 yıllık bitmeyen mücadelesi

2001 krizinin Türkiye ekonomisinde açtığı yaralar henüz tazeyken iktidarı devralan AKP ve lideri Recep Tayyip Erdoğan, daha hükümetteki ilk günlerinden itibaren faizlerin düşürülmesi yönünde politika benimsedi.

2001'de ekonomiden sorumlu bakan Kemal Derviş'in önderliğinde belirlenen ve Merkez Bankası'nın bağımsızlığını temel alan programa sadık kalan Erdoğan Hükümeti, bu sayede zaten düşüşe geçmiş enflasyonu daha aşağı seviyelere çekmeyi başardı. 2001'de yüzde 70'i aşan enflasyon üç yıl içerisinde tek haneye düşmüş, bu sayede faizler yüzde 60'lardan yüzde 20'li seviyelere inmişti. Ancak Erdoğan için faizlerdeki bu düşüş yeterli değildi. Çoğu yetkiliye göre Merkez Bankası'nın bağımsızlığını aşındırmak pahasına faizleri düşürmek için baskı yapmaya hazırdı.

İLK FAİZ KAVGASI

Başbakan Erdoğan'ın faizlerin düşmesi yönündeki baskın söylemi, iktidarının her yılında giderek arttı. Ekonomistler ve yetkililere göre bu tavrının arkasında iki neden olabilir: Düşük faiz sayesinde sağlanacak büyümenin oy getirdiğini bilen bir siyasinin popülist tutumu ve faizi yasaklayan dini inançları.

Erdoğan faiz nedeniyle ilk büyük kavgasını, 2003 yılında dönemin Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti ile yaptı. 2003 Mayıs ayında 450 milyon dolarlık döviz alım ihalesi yapan Merkez Bankası'na ateş püsküren Erdoğan, "Bu sanal bir müdahaledir. Faizler 3-5 puan aşağıya alınabilirse iyi olacaktır. İş dünyasının bu konudaki ıstırabını paylaşıyoruz" diye konuştu. Merkez Bankası'nın bağımsızlığına müdahale olarak algılanan bu demece Serdengeçti'nin cevabı gecikmedi: "Siyasi baskı ile faizler düşmez.".

Ancak Erdoğan da geri adım atmayarak, bu kez daha sert bir mesaj verdi: "Her kesimle konuşuyoruz. Biz haklıyız. Üzerine düşeni yap.".

Böylece Erdoğan ile Merkez Bankası yetkilileri arasında ilerleyen yıllarda da birçok kez tekrar edecek olan "faiz kavgası" başlamış oldu.

Yine de Başbakan Erdoğan'ın ekonomi konusundaki kararlarda, iktidarının ilk yıllarında sonraki yıllarının aksine ikna edilebildiği belirtiliyor. 2001-2006 yılları arasında Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) üyesi olarak görev yapan Güven Sak, "Başbakan ile bu dönemde konuşulabiliyor ve ikna edilebiliyordu." diye belirtiyor. Dönemin bir diğer PPK üyesi Şükrü Binay ise IMF ile bir anlaşma olduğunu, bu nedenle bağımsız karar almanın çok mümkün olmadığını belirterek, "Bu nedenle hükümetten bir talimat gelmesi söz konusu değildi. Her şey iyi giderken Erdoğan bunu bozmak istemezdi." dedi. Bu söylenenleri doğrular nitelikte Merkez Bankası yetkilileri Başbakan'a birkaç hafta sonra ekonomi konusunda brifing verdi. İkna olmuş görünen Erdoğan, "Her şey kontrol altında" açıklaması yaptı. Ancak yetkililere göre sonraki yıllarda bu durum değişecek ve Başbakan'ı ikna etmek zorlaşacaktı.

Süreyya Serdengeçti, kendisinin başkanlığı dönemindeki yaşananlar konusunda ilk etapta sorularımızı yanıtlamadı.

DURMUŞ YILMAZ İLE SIKINTILI GÜNLER

2006 yılında Merkez Bankası başkanlığı koltuğuna oturan Durmuş Yılmaz da faiz konusunda sık sık Erdoğan ile karşı karşıya geldi. Faiz düştükçe enflasyonun da düşeceğine inanan Başbakan Erdoğan, bu teorisine katılmayan Durmuş Yılmaz ile söz düellosuna girmekten kaçınmadı. 2006'nın Aralık ayında Erdoğan, bir toplantıda Yılmaz'ı eleştirmiş ve faizlerin indirilmesi gerektiğini söylemişti. 20 yıldan fazla süredir Merkez Bankası'ndan çalışan ve bağımsızlık konusunda hassas olan Yılmaz, "Faizler bizim elimizde, indirebiliriz de çıkartabiliriz de" diye karşılık verdi. Yılmaz, sonrasında birçok kez faizin bir sonuç olduğunu ve hükümet enflasyonu düşürmek için adım attıkça faizlerin de düşeceğini söyleyerek Başbakan'ın söylemine ters düştü.

Durmuş Yılmaz'a konu hakkındaki fikirlerine ilk etapta ulaşılamadı.

Bir süre sonra "sıfır faiz politikası" söylemini güçlendiren Erdoğan, yüksek faize karşı hükümet yanlısı medya desteği ile birlikte "faiz lobisi" kavramını ortaya atacak ve faizlerin indirilmesine karşı gelen her kesimi bu kavram çerçevesinde suçlamaya başlayacaktı.

BAŞBAKAN NEDEN DÜŞÜK FAİZ İSTİYOR?

Dönemin bir Merkez Bankası yetkilisi, düşük faiz söyleminin arkasında Başbakan'ın dini inançlarının yattığı belirterek şöyle konuştu: "Başbakan dini inançları gereği faizin haram olduğunu düşünüyor. Sıfır faiz politikası bunun bir sonucu. Başbakan homo economicus'a değil, homo islamicus'a inanır.".

Başbakanlık ofisi iddialar konusunda bir yanıt vermedi.

Türkiye'nin faiz tartışması 2008'de küresel krizin patlak vermesiyle önemli bir kavşağa geldi. Ekonomik krize karşı harekete geçen Merkez Bankası, yüzde 20'nin üzerinde olan politika faizini bir yıl gibi kısa bir süre içerisinde tek haneye indirdi.

Buna karşın Başbakan Erdoğan ve dönemin ekonomiden sorumlu bazı bakanları için faizler hala çok yüksek oranlardaydı ve düşmeliydi. 2010 yılında Merkez Bankası'nın uygulamaya koyduğu ortodoks olmayan, düşük faiz ve yüksek zorunlu karşılıklar politikası çoğu uzmana göre siyasilerin "düşük faiz" isteğini karşılamak için dizayn edilmişti. Bu tarihten itibaren Merkez Bankası, bulduğu her fırsatta politika faizlerini düşürdü ve tarihi düşük seviye olan yüzde 4,5'e kadar indirdi.

The Wall Street Journal Türkiye'nin görüştüğü eski ve mevcut Merkez Bankası yetkilileri, ekonomistler ve bağımsız analistler, 2011'den sonra Erdem Başçı'nın başkanlığında Merkez Bankası bağımsızlığının geçmiş dönemlere göre önemli ölçüde gerilediğini ve siyasi baskının arttığını belirtiyor.

TÜRK USULÜ PARA POLİTİKASININ ÇÖKÜŞÜ

Doktorasını ABD Merkez Bankası Fed'in eski başkanı Ben Bernanke'nin öğrencisi olarak hazırlayan ve bir süre de Merkez Bankası'na danışmanlık yapan Bilkent Üniversitesi'nden Refet Gürkaynak siyasi baskı altındaki Merkez Bankası'nın faiz artırımı yapmadan faiz artırım etkisi yaratacak politikalar geliştirdiğini belirtiyor. "Merkez Bankası'nın üzerindeki siyasi baskı faiz artırımını zorlaştırdı" diyen Gürkaynak, "faiz artıramıyorsanız etkisi faiz artışı olabilecek politikalar bulmaya çalışıyorsunuz. Bu kısıtlar altında Merkez Bankası yapabileceğinin en iyisini yaptı. Bu durumdaki en iyi bile yeterince iyi olmayınca faiz artırımını kullanmak gerekti." diye konuştu.

Merkez Bankası, "Türk Usulü Para Politikası" dediği, faiz koridoru gibi çoklu politika faizine dayanan politikası 2014'ün Şubat ayında piyasalardaki büyük çalkantı sonucunda çöktü. Piyasalardaki büyük harekete karşı daha fazla dayanamayan ve daha birkaç gün önceki toplantısında faizleri artırmayan Merkez Bankası, 27 Ocak'ta dolar kurunun 2,39'a fırlaması sonrasında olağanüstü toplantı kararı aldı ve faizleri 5,5 puan artırdı. Basına yansıyan haberlere göre bu karar çok kolay alınmamış ve Başbakan Erdoğan danışmanlarının da itirazı nedeniyle karara karşı çıkmıştı.

Merkez Bankası konuya ilişkin yorum yapmadı.

Faiz artırımı kararı sonrasında açıklama yapan Erdoğan, "Faiz artırımına karşıyım. Sorumluluğu onlara aittir" şeklinde konuştu. Erdoğan, 4 Nisan'da yaptığı açıklama da bu görüşlerini yinelerken Merkez Bankası'nın olağanüstü toplantı yaparak faizleri düşürülmesini talep etti.

Eski bir Merkez Bankalı olan ekonomist ve Yazar Uğur Gürses, Türkiye'deki siyasilerin geçmişte de faizlerin düşürülmesi yönünde benzer baskılar uyguladığını hatırlatıyor ve ekliyor: "Yöneten siyasetçilerin Merkez Bankası'na faiz baskısı, genel faiz oranlarının nihai olarak görece daha yüksek bir yerde olmasını getiriyor. Son 20 yıllık siyasi tarih bunun örnekleriyle dolu. 1994 krizi, bizatihi Başbakan Tansu Çiller'in ekonomik temellerden uzak biçimde bir düşük faiz takıntısı yüzünden patlak vermiştir. Bedelini de misliyle hane halkı ve şirketler kesimi ödemiştir. 2011'de ve 2014'de olan da budur; faizlerin bir süre yarım-bir puan düşük tutulması uğruna, sonunda 4-5 puanlık artışlar yapılmak zorunda kalındığı, mali çalkantı yaşandığı süreçler ortaya çıktı"

Alıntı:
http://www.wsj.com.tr/article/SB10001424052702303532704579481073291232630.html


25 Mart 2014 Salı

"Bilinçli yatırım yapmak" isteyenlere tavsiyeler

Borsa İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İbrahim Turhan, dövizin asla bir yatırım aracı olmadığını belirterek, "Dövizi alıp atıl bir vaziyette tutmak, aslında önemli bir ekonomik kaynağın heba edilmesi anlamına gelir" dedi.

Turhan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yatırım yaparken dikkat edilmesi gerekenleri anlattı.

Borsa İstanbul'un "www.bilincliyatirimci.org" adında bir web sitesi olduğunu hatırlatarak, burada yatırımcılara, bilinçli yatırım yapmaları için gerekenlerin anlatıldığını belirtti.

Sermaye piyasalarının, orta ve uzun vadeli yatırım yapılacak bir yer olduğunu dile getiren Turhan, şöyle konuştu:

"Sermaye piyasaları, 'oynanacak' alanlar değildir. Yatırımların temel göstergeleri dikkate alınarak, orta ve uzun vadeli bir perspektifle yapılması gerekir. Böyle yapan bir yatırımcı, kaliteli şirketlerin varlıklarına orta ve uzun vadeli bir bakışla yatırım yapan bir yatırımcı, sermaye piyasasında elde ettiği kazancı, başka hiçbir yerde elde edemez.

Sürekli alım satım yaparak, kısa vadeli bir bakışla, hele de kendi kaynaklarıyla değil, borçlanarak bu işlemleri yapanlar, tabii ki ciddi bir risk aldıklarını bilmeliler. Onun için bireysel yatırımcılara önerim, mümkün mertebe kurumsal yatırımlarla sermaye piyasalarına gelmeleri. Yani, portföy yönetim şirketleriyle, varlık yönetim şirketleriyle, bireysel emeklilik şirketleriyle ve borsa yatırım fonlarıyla yatırımlarını yönlendirmeleri. Çünkü bu, aslında onların tasarruflarının borsa profesyonelleri tarafından yönetilmesini mümkün kılacak."

"Genç tasarruf sahipleri, mutlaka bireysel emeklilik sistemine kaydolmalı"

Bireysel emekliliğe dikkati çeken Turhan, "Hükümet de bireysel emeklilik sistemine çok ciddi bir destek veriyor, katkı sağlıyor, teşvik uyguluyor. Özellikle yaşı daha genç olan tasarruf sahipleri, mutlaka ve mutlaka bireysel emeklilik sistemine kaydolmalı, biriktirebildikleri kadar katkı sağlamalı. Çünkü kendilerinin sağladığı katkının yüzde 25'i kadar hükümet de hazine de oraya katkı sağlayacak ve mutlaka bu portföylerinin bir kısmını da sermaye piyasası araçlarında değerlendirmeliler diye düşünüyorum" ifadesini kullandı.

Turhan, kendi yatırım yapmak isteyen, yatırımlarını profesyonel yatırımcı eliyle değil de kendi yönetmek isteyen yatırımcılara da mutlaka yatırım yaptıkları şirketlere dikkat etmelerini ve bunu uzun vadeli bir yatırım olarak görmelerini önerdi.

"Döviz asla bir yatırım aracı değildir"

Altının Türkiye'de bir tasarruf aracı olarak görüldüğünü belirten Turhan, şunları kaydetti:

"Altın, yüksek katma değerli ziynet eşyası olarak tabii ki kullanılmalı. Bu, ülkemiz açısından da önemli bir sektör. Altının tasarruf aracı olarak kullanılması, profesyonel yatırımcılar tarafından yapıldığında olumlu sonuç verebilecek bir şeydir. Çünkü altın fiyatları çok dalgalanabiliyor.

Döviz asla bir yatırım aracı değildir. Hele hele dövizi alıp atıl bir vaziyette tutmak, aslında önemli bir ekonomik kaynağın heba edilmesi anlamına gelir. Ülkemizde gayrimenkulun de bir yatırım aracı olarak tercih edildiğini görüyoruz.

Gayrimenkulle ilgili yatırımların mümkün mertebe yine gayrimenkul yatırım ortaklıkları ve gayrimenkule dayalı menkul kıymetler aracılığı ile yapılmasının da yatırımcılar açısından daha avantajlı olacağını düşünüyorum."

Alıntı:
http://www.cnnturk.com/haber/ekonomi/genel/bilincli-yatirim-yapmak-isteyenlere-tavsiyeler

9 Şubat 2014 Pazar

Atatürk ve Erbakan: İki sanayileşmeci lider

Sanayileşme gereklidir. Bunun içindir ki Amerika’da Singapur’a dünyanın farklı büyüklükteki ülkeleri sanayilerinin gelişmesini isterler. Ancak diğer hedefler gibi, sanayileşme de hükümetlerin en öncelikli gündemleri arasına girmedikçe gereğince ele alınmaz. Özel sektör de yetersiz ise sanayileşmeniz yavaş ilerler.

Eski Sanayi Bakanı Nihat Ergün döneminde Türkiye uzun yıllardır ilk defa bir sanayi stratejisi ve bunun altında çeşitli alanlarda alt stratejiler oluşturdu. Bu bir öncelik beyanıydı. Son on yıldaki makroekonomik kazanımların sanayiye dayalı teknolojik bir dönüşüm haline getirilmesi 2023’e hazırlanan Türkiye için önemli bir gereklilik.

Sanayileşme neden önemli?

Sanayileşme, ekonomi genelindeki kaynakların diğerlerine değil öncelikle sanayiye yönlendirilmesini gerektiriyor. Yani, riskli bir politika. Eğer ekonomi, kaynaklarını bu sektöre kaydırmakla nisbi olarak bir fırsat maliyetiyle karşılaşacaksa zarara uğrarsınız. İşte bu yüzdendir ki, Alexander Hamilton, 18. yüzyılın sonlarında tarım zengini Amerika’da geleceğin tarım değil sanayide olduğunu söylediğinde ilk başta tepkiyle karşılaşmıştı. 18-19. yüzyıllarda, bir Amerikan kapitalistini tarım yerine sanayiye para yatırmaya ikna etmek, bağımsızlığına kavuşmaya çalışan Amerikan hükümetini ikna etmekten daha zordu.

    Diyeceksiniz ki, 18. yüzyılın ‘geleceğinin sektörü’ sanayi ise 21. yüzyılınki de sanayi olabilir mi? Hele 21. yüzyılda en çok ‘yenilikçi sanayiler’ ‘bilgi ekonomisi’ gibi ‘soft’ başlıkları konuşuyorsak. Haklısınız ama bunlar tarım ve madenciliğin yer aldığı ‘birincil’ sektörler ile sanayinin yer aldığı ‘ikincil’ sektörün önemini ortadan kaldırmıyor. Dahası, yenilikçi sektörlerin içinde yer aldıkları ‘üçüncül’ sektörler başarılı birincil ve ikincil sektör platformlarına ihtiyaç duyuyor; güçlü birincil ve ikincil sektörlerini kuramamış ülkelerin güçlü yenilikçi sektörler kurması zor. Oysa, Türkiye’nin iktisadi gelişimine baktığımızda birincil ve özellikle ikincil sektörleri geliştirmekte olmamız gereken yerde olmadığımızı görüyoruz. Sanayi ve sanayicinin olmadığı bir yerde teknoloji ya da yenilikçi politikaları nasıl başarılı olsun?

Türkiye’de sanayi sektörü ve     politikaları: Atatürk ve Erbakan

Atatürk ve Erbakan siyasi/ideolojik olarak ne kadar uzaksa sanayileşme konusunda birbirlerine o kadar yakınlar. Türkiye iktisat tarihine baktığım zaman, sanayileşmenin iki dönemde ana ekonomik öncelik olarak ele alındığını görüyorum: Atatürk ve Erbakan. Her iki lider de sanayileşmenin önemini kavrasa da dönemlerindeki geniş yönetici (Atatürk) ya da siyasetçi (Erbakan) kitleleri bunu kavrayamamıştı. Bu da, her iki dönemde de, ‘sanayileşmenin’ tam anlamıyla başarılmasını engelledi. Türkiye’de 1980’li yıllarda rahmetli Özal’ın döneminde Türkiye Komünist Partisi’nin (tekrar) kuruluşuna izin vererek özgürlüklere bir kapı daha açarken, 21. yüzyılın başlangıcında, 2014 yılında, siyasi partilerin kapatılmasını salık veren siyaset bilimcilerinin bunları bilmesinde fayda var.

    Hem Atatürk hem de Erbakan’ın ‘devlet liderliğinde’ sanayileşmeyi temel aldığı söylenebilir. Ancak ikisi de özel sektörün ekonominin motoru olması gerektiğini düşünüyor ve söylüyordu. Her ikisi de ekonomist değildi; kalkınma konusundaki düşünceleri ‘gözlem’ ve ‘sezgiden’ kaynaklanıyordu. Benzer ‘gözlem’ ve ‘sezgi’ 19. yüzyıl Meiji dönemi ve 20. yüzyıldaki hızlı Japon kalkınmalarında ve yine 20. yüzyıldaki Kore kalkınmasını yönlendiren ve yürüten liderlerde de vardı.

    Bu iki sanayileşme tecrübesinin de yeterince başarılı olamamasın sebebi neydi? Büyük eğilimleri tek bir sebebe bağlama saflığına düşmemek için ‘önemli’ gördüğüm iki sebebi söyleyeyim. Atatürk döneminde ‘sanayiye inanmış’ bürokrat ve siyasetçi sayısı azdı; Cemal Bayar’dan Şevket Süreyya Aydemir’e siyasi görüşleri taban tabana zıt olsa da ‘kalkınmacı’ devlet adamı yok denecek kadar azdı. 1940’lı yıllarda kaybettiğimiz havacılık sanayii bunun en üzücü sonuçlarındandır. Atatürk’ün sağlığını kaybettiği 1930’ların ikinci yarısında kalkınma hızı düşmeye başladı. Bunun üzerine büyük buhran ve İkinci Dünya Savaşı öncesi şartları gelince kaynak fakiri Türkiye kalkınmasını hızlandıramadı.

    Atatürk döneminde, ‘big push’ kategorisinde değerlendirebileceğimiz oldukça orijinal sanayileşme yöntemleri kullanıldı ve o ilk yıllarında bir sanayi bazı oluşturuldu. Ancak bu süreç bir Japon ya da Alman kalkınması örneklerinde olduğu gibi sürekli olamadı. Eğer olsaydı; Gerschenkron’un literatürüne Türk modeli olarak girebilirdi Türkiye.

    Sümerbank ve Etibank’ın kurulması, bunların bünyesinde çok sayıda diğer kamu şirketi ve tesisinin doğması Atatürk döneminde oldu. Sümerbank ve Etibank aynı zamanda bir kalkınma finansmanı kuruluşu olarak tasarlandı. Dahası, ülkede teknik bir kadronun oluşturulması gerektiği anlaşıldığından bu kuruluşlar mühendisleri hem burs veren hem işbaşında eğiten birer okul gibi düşünüldü.

    Erbakan dönemindeki sanayileşme ise siyasi istikrarsızlığa kurban gitti. Dönemin diğer siyasi partilerinin sanayi ve kalkınma konularının önemini kavrayamamış olmaları bu dönemdeki sanayileşme Rönesans’ını akamete uğrattı demek mübalağa olmayabilir. Erbakan döneminde kapsamlı bir sanayileşme süreci başlatılmıştı.

    Elektromekanik alanında Temsan (jeneratör ve türbin üretimi), Taksan (Takım tezgâhları), elektronik alanında Testaş, havacılık alanında Tusaş (bugünkü TAI) Erbakan’ın inisiyatifiyle kurulmuştu. Motor, kamyon ve otobüs üretmek için kurulan Tümosan da. Tümosan’ın Aksaray’daki tesisleri sonradan Mercedes tarafından, Konya’daki motor tesisleri ise Albayrak grubu tarafından satın alındı. O dönemde Türkiye tekstil üretiminde ilerliyor, yatırımlar yapılıyor ancak tüm tekstil makinelerini ithal ediyordu; özel sektör tekstil makineleri üretimine girmiyordu. Tekstil makineleri üretmek için Sümerbank İstanbul Defterdar (boya apre ve terbiye makineleri), Malatya (dokuma tezgâhları) ve Gaziantep (iplik makineleri) tesisleri kuruldu. Lisans anlaşmaları yapıldı. Kalkınmanın finansmanı için yurtdışındaki tasarrufları da Türkiye’ye kazandırmak amacıyla Desiyab kuruldu.

    Atatürk döneminde olduğu gibi, Erbakan döneminde de bu şirketler sonradan özel sektöre devredilebilecek statüde kuruluyordu. Ancak mevcut iktisadi devlet teşekkülleri ve KİT’ler de o dönemde bir yatırım süreci başlatmıştı. Sümerbank tekstil, seramik, fayans, ayakkabı, kimyevi boyalar alanlarında (İzmir-Bayındır, Iğdır, Tortum ve daha birçok kent ve kasabada), Türkiye Çimento Sanayi çimento alanında (Ergani ve Urfa’dan Edirne Lalapaşa’ya kadar), SEKA kâğıt üretiminde (örneğin Çaycuma, Giresun Afyon, Balıkesir), Makine Kimya Endüstrisi (Çankırı, Polatlı, Erzurum), Türkiye Gübre Sanayi (Mardin Mazıdağ, Kars, Gemlik gibi şehirler) çok sayıda yeni tesis kurdu. Bu tesislerin Türkiye’nin kırsal kesimine dağılarak yerel kalkınmayı desteklemeleri amaçlanmıştı. Ne yazık ki, tüm bu gayretler siyasi çatışmaların kurbanı oldu, Türkiye’nin sanayileşmesi akamete uğradı. Benzer sektörleri hedefleyen Kore ise alabildiğine ilerleyerek bugün LCD ekranlardan akıllı telefonlara, otomotivden nükleer santral teknolojisine kadar dünyanın en önemli ekonomileri arasına girdi.

    Unutmadan, Atatürk dönemini Yahya Sezai Tezel’in ‘Cumhuriyet Döneminin İktisat Tarihi’ (Yurt Yayınları), Erbakan dönemini ise Kahraman Emmioğlu’nun Türkiye’nin Sanayileşme Serüveni (Elips Kitap, 2012) kitabından anekdotlarla takip edebilirsiniz.

Murat Yülek

Alıntı:
http://www.zaman.com.tr/murat-yulek/ataturk-ve-erbakan-iki-sanayilesmeci-lider_2198514.html

7 Şubat 2014 Cuma

FAİZ ARTIRIMININ ETKİLERİ

FAİZ ARTIRIMININ ETKİLERİ OLACAK

Merkez Bankası’nın faiz artırımını değerlendiren Yıldırımtürk, “Bankayla yapılan anlaşmalarda alınan kredinin faizi ileriye dönük değiştirilmez. Yeni bir kredi alıyorsanız o zaman daha yüksek faiz ödeyeceksiniz. Örneğin 30 yıllık bir kredi almışsınız bankaya borçlanmışsınız onun faizi değişmez ama tek taraflı bir anlaşma biçiminde 5 senede bir yeniler şeklinde bir ifade varsa bu o statüye göre değişir. Düştüğünde de değişir. Düştüğünde vatandaş yeniden yapılandırmaya gidebilir. Ama şu andaki çoğu kredilerde yapılandırma var mı bilmiyorum. Şu anda ihtiyaç kredilerinde ticari kredilerde kredi kartı gecikme faizinde gibi birçok kalemde bu faizler etkisini gösterecektir.” diye konuştu.

FAİZ ARTIŞI GEÇ KALDI

Yıldırımtürk, faiz artırımının zararlarını şöyle anlattı: “Merkez Bankası’nın faiz artırması gerekliydi ama geç kaldı. Merkez Bankası piyasayı iyi okuyamadı. Eğer Merkez, piyasayı iyi okuyabilseydi, örneğin Taksim Gezi olaylarında çıkan dövize karşılık veya yükselen faize karşılık yüzde 4,5 politika faizi ile piyasada işlem gören faiz arasındaki o farkı kapatacak, 25 baz puanlık yavaş yavaş faiz artırımları yapabilirdi. Ama faiz artırımına direndiği için en sonda birikti birikti temerrüt faiziyle birlikte böyle bir şok faiz artırımıyla piyasanın önüne geçmeye çalıştı. Döviz fiyatının artması ekonomiye daha sınırlı bir şekilde yansıyor, çünkü vatandaşın elinde döviz yok, dövizde iş yok, daha önce de uyardılar 'döviz cinsinden borçlanmayın' diye. Dolayısıyla dövizde büyük firmaların açık pozisyonlarını sigortaladıklarını düşünüyorum onlarda sıkıntı yok ama faiz artırdığınız zaman sokaktaki en küçük birimdeki kredi kartı kullananlarla en büyük işletmelerin kullandıkları kredinin faizi de artmış oluyor. Toplumun daha geniş bir kesimine bu yansıyor.”

Faizlerin tekrar artması halinde ciddi bir tehlike olabileceğine dikkat çeken Yıldırımtürk, “Merkez faiz artırmak zorunda kaldı. Dolardaki dengeli dalgalanmaya bakarsak şimdilik faiz artırımı yeterli geldi. Ama faizi kısım kısım artırmak varken, şimdi daha fazla artırmak zorunda kaldık. Bu yeterli mi bunu yine dışarIdan para verecek olan insanlar karar verecek.” dedi.

Alıntı:
http://finans.mynet.com/haber/detay/doviz/dolarla-ilgili-ilginc-tahmin/92016

5 Şubat 2014 Çarşamba

Türkiye piyasaları Fitch ve Moody's'ten yatırım yapılabilir notu aldığından beri dalgalanıyor

Not artırımından bugüne gelindiğinde ise borsa ve liranın performansı, notun kısa vadede yeni yatırımlar çekmek için yeterli olmadığı sonucunu doğuruyor.

Türkiye'nin kredi notunu, yatırım yapılabilir seviyesine ilk olarak Fitch çekti. Bu not artışı 5 Kasım 2012'de gerçekleşmişti.

6 ay sonra da Moody’s Türkiye'ye aynı notu verdi. İki not arasındaki zaman diliminde İstanbul Borsası endeksi yüzde 21 yükseldi.

Yatırım yapılabilir notu ise yeni yatırım çekmedi. 16 Mayıs 2013'ten bugüne borsa endeksi düşerken faiz ve kurlar arttı.


İki kredi derecelendirme kuruluşu tarafından notu artırılan Türkiye piyasalarında borsa endeksi yüzde 30 düştü.

Yabancı yatırımcılar Mayıs'tan bugüne yaklaşık bir buçuk milyar dolarlık hisse sattı. Lira da değer kaybetti.

Not artışlarına rağmen lira, Euro ve dolar karşısında ortalama yüzde 27 oranında değer kaybetti.

Alıntı:
http://finans.mynet.com/haber/detay/borsa/not-artti-borsa-dustu/91979

31 Ocak 2014 Cuma

Büyük Türkiye Fonu mu kurulacak?

Başbakan Erdoğan'ın sıradışı ekonomik önlemlerinin detayları konuşulmaya başlandı

Başbakan’ın sözünü ettiği B ve C planları tartışılmaya başlandı. Hem döviz hem de hisse senedi piyasasında büyük dalgalanmaların önüne geçecek, regülatör görevi görecek bir ‘Fon’un kuruluş hazırlığı yapıldığı konuşuluyor.
Merkez Bankası’nın faiz artırım kararı ile ilgili yorumu sorulduğunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan B ve C planları olduğundan sözetti. Erdoğan “Sonuçları görmek için bir süre sabredeceğiz. Ancak beklenen sonuç elde edilmezse B ve C planları devreye girebilir. Yüksek faiz kullanılabilecek tek enstrüman değildir” dedi.
Erdoğan’ın İran dönüş yolunda söylediği bu sözler sıcağı sıcağına yorumlanırken, “Acaba bir Tobin vergisi mi geliyor” endişesi yarattı. Sermaye hareketlerine sınırlamaya yönelik bir düşünce olmadığı en yetkili ekonomi kurmayları tarafından dün vurgulandı bu iddialar yalanlandı. Bunun üzerine Erdoğan’ın sözünü ettiği B ve C planlarının neler olabileceğine yönelik tahminler başladı.
Kulislerde öne çıkan plan dünyada pek çok örneği olan bir devlet yatırım fonunun kuruluşu ile ilgili hazırlıklar oldu. Fonun iki temel işlevi olacağı, herşeyden önce finansal piyasalarda bir regülatör görevi yani dengeleyici olacağı belirtiliyor. Ayrıca fon, fiyatların çok düştüğü noktalarda alımlar yaparak önemli kazanımlar da elde edebilir.

Kamu Ortaklığı İdaresi gibi

Borsanın yıllar önceki halini hatırlayanlar, piyasada bir kamu otoritesi gibi konumlanan Kamu Ortaklığı İdaresi’nin işlevini hatırlatıyorlar. Kamu Ortaklığı İdaresi’nin elemanları her gün borsa salonuna gelir, eğer fiyatlar aşırı düşerse alım yönünde, aşırı yükselirse satım yönünde hareket ederek bir denge sağlamaya çalışırlardı. Borsanın lokomotif kağıtlarında yapılan bu alım ya da satımlar dalga dalga diğer hisselere de yayılırdı. Her ne kadar Borsa’nın büyüklüğü artık, tek bir kurumun davranışı ile yön değiştirmeyecek hacime ulaştıysa da psikolojik olarak bir Türkiye Fonu’nun BİST’deki duruşunun diğer yatırımcıların reflekslerinde değişime neden olabileceği belirtiliyor. Aynı fonun sadece hisse senedi piyasasında değil, döviz piyasasında da düzenleyici bir rol oynayabileceğine de dikkat çekiliyor.

Devlet özel sektör el ele kurabilir

Her ne kadar yatırım fonlarını genellikle kamu otoritesi kursa da, Türkiye için oluşturulacak modelde kamu ve özel sektörün bir arada hareket edebileceği de belirtiliyor. Fonun ilk etapta 10 milyar dolar büyüklüğünün olabileceği belirtilirken, bu havuza en büyük katkıyı devletin yapması bekleniyor.
Sözkonusu katkı için kaynağın İşsizlik Fonu’ndan sağlanabileceği belirtiliyor. İşsizlik Fonu’nda halen 65 milyar TL‘nin üzerinde bir para bulunuyor. Bu kaynağın en az yüzde 20’lik kısmının Büyük Türkiye Fonu’na aktarılabileceğinin altı çiziliyor. Fonun yüzde 15-20’lik kısmının yani 1 ile 1.5 milyar dolarlık kısmının da özel sektör tarafından oluşturulabileceği ifade ediliyor. Gelen talebe göre özel sektöre verilecek payın artırılabileceği ya da Fon’un büyüklüğünün 15-20 milyar dolara çıkarılabileceği de konuşuluyor. Bir başka görüşe göre de kurulacak fonun büyüklüğünün ilk etapta milyar dolarlarla ifade edilmesine gerek yok. Kore’nin devlet fonunu ilk etapta 1.1 milyar dolar Azerbaycan’ın Ulusal Petrol Fonu’un ise sadece 300 milyon dolarla kurduğuna dikkat çekiliyor. Bu fonların daha sonra sırasıyla 60 ve 30 milyar dolarlık büyüklüklere ulaştığına vurgu yapılıp şu değerlendirmede bulunuluyor:
“Önemli olan fonun büyüklüğünden çok işlevi. Fonun alacağı tavır, piyasa için de gösterge olacak. Bir nevi pusula görevi görecek. Dolayısıyla psikolojik etkisi parasal büyüklüğünün getirdiği ağırlıktan daha fazla olabilir. İlk etapta 1 milyar dolar büyüklükle kurulsa bile piyasalar üzerinde etkili olabilir.”

GM ve BofA böyle kurtuldu

Ülke yönetimleri son yıllarda işlerin sarpa sardığı dönemlerde varlık alım programları uygulayabiliyorlar. Örneğin ABD Hazinesi, Lehman Brothers batışı ile başlayan krizde bir otomotiv devi olan GM’in batma noktasına geldiğini görünce 49.5 milyar dolarlık bir hisse alımı yapmıytı. GM’in yüzde 61’i ABD devleti’nin eline geçerken, işler düzeldikten sonra bu hisseler Kasım 2010’dan itibaren peyderpey elden çıkarıldı. Yine benzer bir şekilde sorunlu varlıkların kurtarılması programı çerçevesinde Bank of America’ya da 45 milyar dolar enjekte edilmişti. 2009’dan sonra kriz etkisini kaybedince BofA aldığı bu kaynağı devlete ödemişti. ABD hükümeti bu tip hareketleri “Sistemin işlemesi, sektörün büyük oyuncularının kaybedilmemesi, ekonomik istikrar ve işsizliğin zincirleme biçimde hortlamaması” adına yaptığını duyurmuştu.

Dünyada örneği çok

- Devlet fonları tüm dünyada çok amaçlı olarak kullanılıyor. Devletin stratejik roller biçtiği sektörler, bu fonlar tarafından destekleniyor.
- Devlet fonları zaman zaman dünyada varlık fiyatları düştüğünde yani alım fırsatları doğduğunda başka ülkelerde de yatırım yapabiliyor.
- Ancak Türkiye’de kurulacak fonun şu an ilk etaptaki görevinin iç piyasada bir denge unsuru olarak çalışması olacağı konuşuluyor.
- Şu an dünyada 70’in üzerinde devlet fonu var. Büyüklükleri 300 milyon dolarla 90 milyar dolar arasında değişiyor ve toplamda 2 trilyon doların üzerinde bir varlığa sahipler.
- Bu fonları cari fazla veren ülkeler ağırlıklı olarak kurarken, cari açık veren Brezilya, Şili, Peru Güney Afrika, Endonezya gibi ülkelerin de devlet fonu kurduğu dikkati çekiyor.
- Fonlarda yönetim şöyle işliyor: “Fon yasayla kuruluyor ve başında özerk bir yönetim komitesi bulunuyor. Üyeler ağırlıkla ekonomi bürokratlarınca atanıyor.”
Bazı fonlara özel sektörde deneyimli, başarısını kanıtlamış CEO’lar da getirilebiliyor. Fonların günlük işleyişine karışılmıyor ancak yıllık hesapları ve performansı parlementolar tarafından denetleniyor.

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/haber/buyuk-turkiye-fonu-mu-kurulacak/570166

Bankaları korku sardı!

Küresel krizde firmalardan kredileri geri çağıran ya da verdikleri kredinin faizini yükselten bankaların yine mektup hazırlığı içinde oldukları belirtiliyor.

ASO Başkanı Özdebir, “Bu sefer bankalardan itidalli olmalarını bekliyoruz” dedi.

Merkez Bankası’nın faizleri yükseltmesi, bankalardan kredi kullanan şirketlerin durumunu zora soktu.

‘Olağanüstü durum’

Bankaların reel sektöre imzalattıkları kredi sözleşmelerinde, ‘Piyasa şartlarında oluşabilecek olağanüstü değişikliklerin faize yansıtılmasını aynen kabul ediyorum’ şeklinde ifadelerin yer aldığı, Merkez Bankası’nın olağanüstü faiz artışıyla bu şartın uygulanabilir hale geldiği belirtiliyor. Bilgi veren kaynaklar, bazı bankaların düşük faizle kredi verdikleri firmalara, ‘yeni şartlar nedeniyle kredinizin faizi 1 puan-2 puan yükseldi’ mesajları taşıyan mektuplar göndermeye başladığını söylediler.

Erken kapatma riski

Faizin düşük olduğu dönemlerde bankalardan kredi kullanan çok sayıda şirketin yeni gelişmeler nedeniyle faiz artış riskiyle karşı karşıya kalacağı belirtiliyor. Borçlu firmaların yüksek faizi kabul etmemeleri halinde kredilerini vadesinden önce kapatmaları istenebileceği ifade edilirken, özellikle küresel kriz döneminde bunun yaşandığına dikkat çekiliyor.

Gelişmeleri değerlendiren banka yetkilileri, belirsizlikler nedeniyle yeni faiz maliyetlerinin henüz hesaplanamadığını, maliyet hesabının çıkarılmasıyla birlikte mektupların reel sektöre daha yaygın gönderilebileceğini söylediler.

Maliyet hesaplanıyor

Bankacılar, yaşanan gelişmelerin olumsuz sonucu olarak kredi kullanan bazı firmalarda ödeme riskinin arttığını, bu durumun ayrıca değerlendirildiğini belirttiler.

2008 ve 2009’da bunları yaşadık

Konuyu değerlendiren Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Nurettin Özdebir, bankalardan değişken faizli kredi alan tüm firmalar için risk oluştuğunu belirterek, “Çünkü faiz ve kur artışları nedeniyle paranın maliyeti değişti. Bankalar sabit faizle kredi alan firmalara bile çeşitli zorluklar çıkarabilirler. Biz bunu 2008-2009 yıllarında yaşadık. Bankalar şimdi daha itidalli davranmalı, müşteri olmadan bankacılık olmayacağını unutmamalılar” dedi.

Şirketlerin sicili bozulasın

Özdebir, döviz artışı nedeniyle firmaların bankalara verdiği teminatların değerinin düştüğünü, bu nedenle firmalardan ek teminat talebinde bulunabileceklerine dikkat çekti. Özdebir, borçlu firmaların sicili bozulmadan ekonomi yönetiminin hem bankaları hem reel sektörü rahatlatacak ek önlemler alması gerektiğini söyledi.

Alıntı:
http://finans.mynet.com/haber/detay/ekonomi/bankalari-korku-sardi/91866

Economist'ten Sabancı ve Koç analizi

Derginin yeni sayısında ayrı bir yazıda Koç ve Sabancı gruplarının Türkiye ekonomisi içindeki yerine değiniliyor ve "iki büyük aile şirketi ülkedeki krizi savuşturmalı" yorumu yapılıyor.
Yazıda Koç ve Sabancı gruplarının geçmişleri, mevcut yapıları ve Türkiye ekonomisi içindeki konumları ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor.
Yazının başında Türkiye'nin en eski ve en büyük iş hanedanlarının yıllar boyunca çeşitli ekonomik ve siyasi fırtınaların üstesinden gelerek yaşamayı sürdürdüğü, ilgi alanlarının bankacılıktan ve perakendecilikten elektrik, araba ve buzdolabı üretimine kadar farklı alanlara uzandığına, yan kuruluşlarının birçoğunun küresel firmalarla ortak girişim türünde oldukları, kredi derecelendirme kuruluşu Standart & Poors'un Koç grubuna Türkiye'ye verdiğinden daha yüksek not verdiği aktarılıyor.
Economist, Türkiye'deki son faiz artırımıyla ortaya çıkan tablonun bu iki gruba dayanıklılıklarını göstermek için yeni bir fırsat sunduğunu yazıyor.
Dergiye göre Türk Lirası'nın değerindeki yeni düşüşler, yüksek borçlanma maliyetleri ve enflasyon artışları bu grupların Türkiye içindeki satışlarını vurabilir ama grupların döviz pozisyonları idare edilebilir durumda.
Yazıda iki grubun temsilcilerinden Mustafa Koç ve Güler Sabancı'nın genel olarak politikanın dışında durdukları ancak Koç holdinge ait bir otelin (Divan Otel) Gezi Parkı gösterileri sırasında kapılarını göstericilere açmasının bakanların tepkisine neden olduğu aktarılıyor.
Yazının en sonunda şu yoruma yer veriliyor:
"Bazı daha genç Türk köklü ailelerinden farklı olarak Koç ve Sabacı klanları gazete veya diğer haber yayın organlarına sahip olma gösterişine karşı direndiler. Ayrıca kamunun sahip olduğu tesisleri inşa etmek veya işletmeye de yaklaşmadılar. Bu, çıkar çatışmaları ve rüşvet yiyen yetkililerle dolu bir alan. Geçmişteki akıllı hükümetler bu iki hanedanın kendileri için tehdit olmadığını anladılar ve onları, işlerini yapmaya devam etmelerine müsaade ettiler. Bu uzun süre devam etsin."

Alıntı:
http://finans.mynet.com/haber/detay/dunya/economist-gelisen-ulkelerle-ilgili-panige-gerek-yok/91869

29 Ocak 2014 Çarşamba

Kaderleri ABD Merkez Bankası gibi güçlü bir kurumun ellerinde

...
BBC’nin iş dünyası editörü Robert Peston da bugün yayımlanan analizinde, “Bu piyasaları asıl ilgilendiren durum şu: kaderleri bir noktaya kadar, üzerinde hiçbir etkileri olmadığı ve onların ihtiyaçlarına göre adım atma gibi bir sorumluluğu da bulunmayan ABD Merkez Bankası gibi güçlü bir kurumun ellerinde” diyor.
Peston, ‘sermayenin ülkeyi terk etmesiyle Türk Lirası’nın düşüş yaşadığını’ ve bu durumun Güney Afrika, Arjantin ve Hindistan gibi gelişen pazarlarda da yaşandığını söylüyor.
Peston’un Türkiye’ye ilişkin yorumu şöyle:
“Çok hızlı büyüdükleri için, [İngiltere gibi] çoğu gelişmiş ülkeler resesyona batmışken ve faiz oranlarını rekor seviyelere indirmişken, yatırımcı paralarını çektiler.”
“Şimdi, ABD ve İngiltere gibi ekonomiler düzelirken ve faiz oranlarının da tekrar artması beklenirken bu para da Türkiye ve Hindistan gibi ülkeleri terk ediyor, bu da borsalarının ve para birimlerinin değerlerinin büyük oranlarda düşmesine neden oluyor. Dolayısıyla, para biriminin değersizleşmesi nedeniyle de enflasyon getiriyor ve ekonomilerindeki istikrarı da tehlikeye atıyor.”
Türkiye ile aynı grupta değerlendirilen ve dünya piyasalarındaki sıcak para akışına duyarlı “kırılgan beşli” arasında yer alan Hindistan da dün beklenmedik şekilde faiz oranlarını yüzde 7,75’ten yüzde 8’e çıkarmıştı.
...

Alıntı:
http://finans.mynet.com/haber/detay/dunya/ekonomistler-faiz-artirimi-olumlu-ic-ve-dis-riskler-devam-ediyor/91818

25 Ocak 2014 Cumartesi

Dolarda İngiliz oyunu

Merkez Bankası, önceki gün piyasaya 2 milyar dolarla müdahale etti. Kur 2-3 kuruş düşüp, tekrar yükseldi. Dolar dün yine rekor kırdı. İddialara göre; satılan dolarları İngiliz fonlar toplayıp etkisizleştirdi.

Merkez Bankası'nın faizleri artırmaması, yerli yabancı faiz lobilerini çileden çıkartırken intikamlarını, dolara spekülatif ataklar yaparak almaya çalışıyorlar. Bu şekilde kurun yüksekte kalmasını sağlayan faizciler, Merkez Bankası'nı köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Günlerdir süren 'faiz artır' baskısına, Merkez Bankası'nın boyun eğmemesinden sonra, dolara dönük operasyonlar devam etti. Merkez Bankası, önceki gün dolar kurunun 2,30'lara kadar yükselmesi üzerine 2 yıl aradan sonra piyasaya doğrudan müdahale etti. 15 gün sonra açıklanacak olmasına rağmen satılan döviz miktarının 2 milyar doları bulduğu belirtiliyor. Dövize bu müdahale ilk anda etkili oldu ve kur 2,30'lardan 2,26'lara kadar geriledi fakat bu gerileme kısa sürdü. Kur tekrar yukarı doğru ivme kazanarak Perşembe gününü 2,28 lira seviyelerinden kapattı.
2006'DAKİ GİBİ İTHALAT PATLAR
Merkez Bankası'nın daha önceki döviz ihalelerinde de yüksek fiyatlar vererek etkisini azaltmak isteyen faiz lobilerinin, bu hamlelerine benzer bir atak da perşembe günü yaşandı. İddialara göre; Merkez Bankası'nın piyasaya sürdüğü doların büyük kısmını İngiliz merkezli fonlar aldı. Fiyatın düşmesini önlemeye çalışan bu fonların spekülatif ataklarının, hâlâ sürdüğü de belirtildi. Uzmanlar, 2006 yılında faizde yapılan 4 puanlık artışla kurun geçici olarak düştüğünü ama bu durumun da Türkiye'nin ithalatının patlaması olarak karşımıza çıktığını belirtti. Üretimin yavaşlaması ile ekonomi küçülürken, bu durum işsizlik olarak vatandaşın karşısına çıkıyor.
KUR YİNE HAREKETLİ
Dövizde dün de hareketli saatler yaşandı. Önceki gün 2,3050 liralık rekor seviyeye ulaşan dolar, dün güne 2,2940 liradan başladıktan sonra 2,33 lirayı görerek, yeni en yüksek seviyesine ulaştı. Euro da rekor kırdı. Gün sonu kapanışta dolar 2,3270 lira olurken, euro günü 3,1840 liradan tamamladı.
VATANDAŞ İLGİSİZ
Özellikle İngiliz gazetelerinde çıkan haberlerde, 'Türk vatandaşlarının dövize yöneldiği ve bu yüzden faiz artırmanın şart olduğu' tezi savunuluyordu. Oysa dövizi artıranın, spekülatif ataklar olduğu ortaya çıktı. Vatandaş dövizden uzak dururken, sadece borcu olanların alım yaptığı anlaşıldı. İstanbul Kapalıçarşı esnafı da dolara talep olmadığını belirtiyor. Doları, vatandaş değil spekülasyoncular topluyor.
ESNAF DURUMU ANLATTI
Halaç Döviz'den Haluk Mutlu, halktan çok ciddi bir seviyede dolar alım talebi olmadığını, daha çok borcu olanların, altından dolara dönenlerin rağbet gösterdiğini belirtti. Palalı Döviz'den Bahadır Er de halk tarafından, dolara şu anda önemli bir talep olmadığını söyledi. Ağaoğlu Döviz'den Mithat Ülgensoy, şu sıralar halkın az da olsa dövize talebi olduğunu, dolardaki yükselişten bu yana döviz bozduranların sayısının bir miktar arttığını, alımlarda ise sınırlı da olsa bir hareketlilik yaşandığını kaydetti. Üçel Döviz görevlisi Mehmet Akçaalan, döviz bozduranların sayısının daha fazla olduğunu anlatırken; Menekşe Döviz'den Erdem Erol, sadece ihtiyacı olanın döviz aldığını ifade etti.

Alıntı:
http://www.ajanshaber.com/haberler/ekonomi-haberleri/dolarda-ingiliz-oyunu/45337

Para piyasalarında döviz rüzgârı sert esiyor

Global finansal krizle birlikte para piyasalarının en önemli aktörleri, ülkelerin ekonomi yönetimlerinden ziyade merkez bankaları oldu. Finans çevrelerinde kimse merkez bankası başkanı görevinde veya yönetiminde olmak istemiyor.

Merkez Bankası’nın, 14 Ocak Salı günkü Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında, piyasa beklentilerine ters yönde bir karar alarak Politika Faizi denilen haftalık faiz oranlarını değiştirmedi. Ek parasal sıkılaştırma kararı alındı. Söz konusu günlerde yoğun döviz satışı yapılacağı ve o günlerde günlük ortalama faiz oranının yüzde 9’lara yükselebileceği belirtildi.

    Merkez Bankası, bankalar arası piyasada birkaç çeşit faiz oranı uyguluyor. Bankalar, Merkez Bankası’na para yatırmak isterse uygulanan yıllık bazda gecelik faiz oranı yüzde 3,50, bankalar Merkez Bankası’ndan para kullanmak isterlerse uygulanan gecelik faiz yüzde 7,75’ten hesaplanıyor. Bankalar birbirinden para kullanacak olursa gecelik faiz yüzde 6,75 olarak uygulanıyor. Bu faizlerin ortalaması yüzde 7,00 civarında oluşuyor. Bu durumda faiz hesaplamaları oldukça karışık bir görünüm sergiliyor. Bankalar ve finans sektörü bu kadar karışık faiz yapısı yerine daha sade bir faiz oranı yapısı istiyor. Merkez Bankası’nın yüzde 4,50 olarak uyguladığı politika faizinin çok öneminin kalmadığı söyleniyor. Yıllık enflasyonun yüzde 8’ler düzeyinde olması ve politika faizi ile enflasyon oranı arasında negatif bir getiri olduğundan, bankalar, politika faizinin ilk etapta 200 baz puan artırılmasını istiyor. Merkez Bankası da faiz artırımının ekonomiye daha fazla yük getireceğini savunarak, faiz artırmak yerine düşük büyüme riskini de alarak parasal sıklaştırma yöntemini tercih ediyor. Merkez Bankası’nın faiz artırımı, bankaların mevduat faizine, reel sektörün kullandığı kredi faizine, vatandaşın kullandığı konut, ihtiyaç ve kredi kartı faizlerine ve zincirleme olarak diğer faizlere yükseliş olarak yansıyacak. Sanayicinin kullandığı yüklü kredilerin faizi de yükseleceğinden, sanayi ürünlerinin üretim maliyetleri de artacak. Dolaylı olarak enflasyona da olumsuz yansıyacak.

    Merkez Bankası, uzun süreden beri enflasyonu düşürücü ve dövizde fiyat istikrarını sağlayıcı para politikası uyguluyor. Bundan da taviz vermemek için, enflasyonda zaman zaman oluşan yükselişi ve dövizde fiyat istikrarsızlığının önüne geçmek için faiz artırmak yerine değişik enstrümanlar kullanarak parasal sıkılaştırmaya gidiyor. Merkez Bankası’nın PPK toplantısının ertesinde döviz fiyatları bir miktar geriledikten sonra perşembe sabahı bankalar arası piyasada hızla yükseldiği görüldü. Merkez Bankası, 2006, 2011 ve 2012 başında doğrudan döviz satışı yaparak döviz fiyatlarındaki oynaklığı önlemişti. Yine aynı yolu izleyerek aynı gün yaklaşık 3 milyar dolarlık doğrudan satışla dövize müdahale etti. Ayrıca ihale yöntemiyle de 400-200 ve 100 milyon dolar olmak üzere üç gün döviz sattı. Kaldıraçlı ve vadeli işlemlerde ay sonu döviz açık pozisyonlarının kapatılması eğilimi, siyasî ortamın oluşturduğu endişelerle de küçük ölçekli firmaların ay sonu döviz açık pozisyonlarını kapatma sürecini öne çekmiş olmaları dövize olan talebi artırıyor.

    Diğer taraftan halkın döviz alım-satımında piyasalardan uzak durması ve turizm mevsiminin henüz başlamamış olması dövizde arz cephesini de sınırlıyor. Bu arada Merkez Bankası hafta içinde 27 ve 28 Ocak tarihinde ek sıkılaştırmaya gideceği ve yüklü döviz satacağını da açıkladı. Dün bankalararası piyasada dolar 2,3350 TL ve Euro 3,2030 TL ile yeni zirvelerine ulaştı. Dövizin ateşi müdahaleye rağmen düşmüş değil. Bankalar arası piyasa ile Merkez Bankası arasındaki restleşmenin nerede ve nasıl sonuçlanacağı belli değil. İş dünyası, karamsar değil ama tedirgin. Dövizde baş döndürücü fiyat değişimlerini gün boyu iletişim araçlarından izlemeye çalışıyor. Dövizde sert rüzgârlar da esmeye devam ediyor.

M. Ali Yıldırımtürk

Alıntı:
http://www.zaman.com.tr/ali-yildirimturk/para-piyasalarinda-doviz-ruzgari-sert-esiyor_2195498.html