25 Ocak 2021 Pazartesi

Türkiye madencilikte güçlü rakip olabilir

 KPMG Kanada Madencilik Sektör Lideri Lee A. Hodgkinson, sektör devi Kanada’daki uygulamaları ve deneyimleri anlattı. Hodgkinson, Türkiye’nin güçlü bir madencilik sektörü için gereken şartların çoğuna sahip olduğunu söyledi. “Sermaye çekmek isteyen her ülke küresel rekabete girmek zorunda” diyen Hodgkinson, KPMG Gündem’in sorularını yanıtladı.


Madencilik sektörü, küresel ekonominin temel taşlarından biri. Sektör dünyada ne durumda? Madencilik endüstrisinin geleceği için ne görüyorsunuz? 


Madencilik dünyanın en eski sektörlerinden biri ve dünyada ekonomik faaliyet olduğu sürece madencilik sektörü de varlığını sürdürecek. Madencilik sektörü pek çok açıdan dünya ekonomik büyümesini takip ediyor. Küresel ekonomi geliştikçe ham maddelere talep yükselir ve bu da madencilik sektörünün güçlenmesi anlamına gelir. Küresel ekonomi yavaşlarsa madencilik sektörü de bundan etkilenir. Bu bağlantının gelecekte değişeceğini sanmıyorum. Teknoloji, mülkiyet ve coğrafi konum anlamında sektör değişebilir ancak temel arz ve talep küresel ekonomiyi izleyecektir. 


Dünyada rezervler ne durumda? Maden arama faaliyetleri yeterli mi? Bölgesel olarak değerlendirir misiniz? 


Madencilikle ilgili bilinmesi gereken şey, yeni maden rezervlerinin artık yapılmıyor oluşu. Pek çok maden yaygın olarak bulunuyor fakat bunları rezerve dönüştüren şey madeni yasal ve ekonomik bir şekilde çıkarma ve işleme becerisidir. Gelecekte bugün çıkarılanlardan farklı rezervler bulunabilmesi şirketlerin maden arama işine yaptıkları yatırımlara bağlı ancak ne yazık ki kemer sıkma politikaları söz konusu olduğunda bütçe kesintilerinin hedef aldığı ilk alan genellikle maden arama faaliyetleri oluyor. Madencilik sektörünün maden arama faaliyetlerine daha fazla para ayırması gerekiyor fakat bu riskli bir iş ve küresel sermaye piyasaları da son yıllarda maden arama faaliyetleriyle ilgilenen küçük çaplı şirketlerin yanında olmadı. Yapılması gereken çok şey var... Hükümetler ülkelerinde madenciliğin gelişimine katkı sağlamak istiyorlarsa sağlam arazi kullanım hakkı kuralları ve jeolojik haritalama olanağı sağlayıp maden arama faaliyetlerine destek vererek iyi bir başlangıç yapabilirler. Yeni projeler bulunmazsa ham madde fiyatları yükselir. 


 


Sektörün çevre hassasiyeti yüksek

Sürdürülebilir madencilik için neler yapılıyor? 


Sürdürülebilir madencilik çok geniş bir kavramdır ve insanlar için farklı anlamlara gelebilir. Yeni bir maden söz konusu olduğunda birtakım arazi anlaşmazlıkları elbette çıkacaktır; tıpkı yeni bir fabrika ya da yeni bir park alanı veya yol söz konusu olduğunda çıktığı gibi. Bugün çoğu madencilik şirketi ayak izini minimuma indirme ve maden çıkarma işlemi sonrasında kullandıkları araziyi ıslah etme ve ayrıca genelde dezavantajlı uzak noktalarda olmak üzere çeşitli bölgelerde refah ve iş yaratma konularında iyi bir üne sahip. 


Madenciliğin sosyal ve çevresel etkisi hiç şüphesiz günümüz madencilik şirketlerinin yönetim ve yönetim kurulları tarafından oldukça ciddiye alınan bir sorun. Bu problemin çözümü doğrudan etkilenen yerel toplumlarla temas kurmakla başlar ve madenin ömrü boyunca devam eder. 


Çevre, sektörle ilgili en hassas konulardan biri. Özellikle su ile ilgili alınan/alınabilecek tedbirler konusunda bir çalışmanız var mı? 


Az önce söylediğim gibi madenciliğin çevre üzerinde belli bir etkisi olacaktır. Ancak deneyimlerim ışığında bu etkinin minimuma indirilmesi için genellikle çok özenli davranıldığını söyleyebilirim. Faaliyetler süresince su kullanımının suyun özenle geri dönüştürülmesi yoluyla gerçekleştirilmesi ve çevreye geri salınan suyun izlenmesi bu anlamda örnek verilebilir. 


Geleneksel iş yapış modellerinin hakim olduğu madencilik sektörü, Endüstri 4.0’dan nasıl etkileniyor?


Madencilik sektörünün pek çok geleneksel sektörden bir farkı yoktur. Endüstri 4.0’ın etkisinin öncelikle halkla doğrudan muhatap olan perakende, telekomünikasyon ve bankacılık gibi sektörlerde hissedildiğini düşünüyorum. Müşteriler şirketlerle etkileşime girmenin yeni yollarını arıyorlar ve ayakta kalmak isteyen şirketler de bu arayışa cevap vermek zorunda. B2B sektörler ise henüz aynı seviyede bir etkiye maruz kalmadı ama bu kalmayacakları anlamına gelmiyor. 


Madencilik şirketlerinde aşırı otomasyonun pek çok örneğini halihazırda gördük. Batı Avustralya’da sürücüsüz kamyonlar ve trenler demir cevheri madenlerinde giderek yaygınlaşıyor. Günümüzde yeni madenler, yer altı operasyonlarının yer üstündeki kontrol merkezlerinden yönetilebileceği şekilde tam otonom tasarlanıyor. Madencilikte değişimlerin gerçekleşmekte olduğunu ve bu değişimlerin sektörün ekipman tedarikçilerinin geleceğin maden şirketleriyle yakından çalışmaya devam etmesiyle gelecekte de süreceğini düşünüyorum. 

Maden sektöründeki şirketlerin stratejileri değişiyor mu? Sektördeki şirketlere ne öneriyorsunuz? 


Madencilik riskli bir sektör. Henüz herhangi bir kazanç belirtisi olmadan önden ciddi miktarda sermaye gerektiriyor ve hatta bu sermaye konulduğunda bile kazanç emtia fiyatlarına bağlı kalıyor ki genelde uzun yıllar boyunca bir kazanç da sağlanamayabiliyor. Şirketlerin çeyrek bazlı sonuçlara değil uzun vadeli hedeflere odaklanması gerekiyor. İçerisinde faaliyet gösterdikleri toplumlar ve ülkeler, çalışanlar ve şirket sahiplerini kapsayan paydaşları için değer yaratmaya yoğunlaşmaları gerekiyor. Bunun yeni bir şey olup olmadığından emin değilim ancak tüm paydaş menfaatlerinin birbirleriyle uyumlu olması kesinlikle kilit noktadır. 


 


Kanada erken fark etti 

Kanada dünyanın en güçlü maden üreticisi ülkelerden biri. Nasıl bir model var Kanada’da? 


Kanada her zaman madencilik ve madencilik sektörünü merkezine almıştır. Kanada hükümeti güçlü bir madencilik sektörünün geliştirilmesinin, ülkede ekonomik büyüme ve refah yaratmanın bir yolu olduğunu erkenden fark etti. Ayrıca bu durum dünyada madencilik şirketlerine yönelik önde gelen finansal piyasa olan Toronto Borsası’nın da büyümesini sağladı. Dünyadaki madencilik şirketlerinin yarısından fazlası Kanada’da kote edilmiş durumda ve küresel madencilik sektöründeki özsermayenin üçte biri Kanada’da bulunuyor. Bu durum hem ülke içinde hem de yurt dışında madencilik konusunda ciddi bir uzmanlığı beraberinde getirdi. Finansal piyasaların (hisse senedi piyasaları ve bankalar), hükümetin ve sektörün tek bir ortak hedef doğrultusunda birlikte çalışması da çok etkili oldu. Kanada’nın devasa maden yataklarına sahip olması da elbette işe yaradı! 


Türkiye’deki sektörle ilgili gözlemleriniz nedir? 


Türkiye’de güçlü bir madencilik sektörü için gerekli pek çok faktörün mevcut olduğunu görüyorum. İyi bir altyapı ve oldukça güçlü bir eğitimli iş gücü buna dahil. Türkiye yatırım sermayesine ihtiyaç duyuyor ve uluslararası sermayeyi çekmek için dünya genelindeki madencilik ülkeleriyle rekabete girmek zorunda. Yani, Türkiye’nin madencilik sektörünün izin kolaylığı ve vergilendirme rejimi açısından küresel arenada nasıl göründüğünü anlaması gerekiyor. 


Türkiye için örnek olacak bir model var mı? Devlet ve yatırımcı/girişimciye önerileriniz nedir? 

Kanada’da olduğu gibi yerel toplumlar, hükümet, madencilik şirketleri ve yatırımcılar (bankalar ve özsermaye yatırımcıları) dahil tüm paydaşlar arasında risk ve kazanımların nasıl adil paylaşılacağı konusunda bir uzlaşının olması gerekiyor. Bu modele ulaşmak için tek yol taraflar arasında temas ve diyalog kurulmasından geçiyor. Biraz önce belirttim, madencilik küresel bir sektör ve sermaye çekmek isteyen her ülke küresel rekabete girmek zorunda. 


Ticaret savaşları, küresel maden sektörünü nasıl etkiler? 


Güçlü bir küresel madencilik sektörü güçlü bir küresel ekonomiye dayanır. Pek çok emtia için pazarlar yerel çapta değil, küresel arz ve talebe göre şekilleniyor. Bu açıdan ticaret savaşları küresel ekonomiye etki ettikçe küresel madencilik sektörü üzerinde de negatif bir etki oluşacağını düşünüyorum. 


Kaynak:

https://home.kpmg/tr/tr/home/gorusler/2020/04/turkiye-madencilikte-guclu-rakip-olabilir.html


24 Ocak 2021 Pazar

Almanya’yı solladı, dünyanın en yüksek cari fazlası veren ülkesi oldu

 Almanya’nın önde gelen ekonomik düşünce kuruluşlarından Ekonomi Araştırma Enstitüsü (Ifo), Çin’in geçen yıl 310 milyar dolarla dünyada en yüksek cari hesap fazlası veren ülke olarak Almanya’yı solladığını bildirdi. ABD ise geçen yıl 635 milyar dolarla en yüksek cari açık veren ülkeler arasında ilk sırada yer aldı. 


Merkezi Münih’te bulunan Ifo tarafından yapılan açıklamaya göre, Çin’in mal, hizmet ve yatırım akışını ölçen cari hesap fazlası geçen yıl 170 milyar dolar artarak 310 milyar dolara yükseldi. Çin’in cari hesap fazlası ülkenin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’nın (GSYH) yüzde 2,1’ine denk geldi.


Buna karşılık, geçen yıl Almanya’nın cari hesap fazlası, ülkenin önemli ihracat pazarlarının çoğunda otomobil, makine ve teçhizata olan talebin düşmesiyle 13 milyar dolar azalarak 261 milyar dolara geriledi.


Böylece cari fazla ülkenin GSYH’nın yüzde 7,1’den yüzde 6,9’a geriledi.


Almanya, cari fazlası art arda beşinci kez düşüş göstermesine rağmen, Çin’den sonra dünyada ikinci en yüksek cari fazla veren ülke oldu.


Almanya’yı 158 milyar dolarla Japonya izledi. Ülkenin cari fazlası GSYH’nın yüzde 3,2’sine denk geldi.


Yaklaşık son 9 yıldır, Almanya’nın cari işlemler dengesinin GSYH’sine oranı Avrupa Komisyonu’nun belirlediği yüzde 6 olan gösterge eşiğinin üzerinde seyrediyor. Söz konusu fazlalığın GSYH oranı 2015’te yüzde 8,6’ya ulaşarak rekor kırmıştı.


Bu arada, düşüş yaşanmasına rağmen Almanya, 2019’da 276 milyar dolar ile art arda dördüncü kez dünyada en yüksek cari fazla veren ülke olmuştu.


ABD’nin cari hesap açığı 155 milyar dolar arttı

Ifo’ya göre, dünyanın en büyük ekonomisine sahip ABD, eski Başkan Donald Trump’ın “Önce Amerika” doktrini kapsamında Çin’e karşı yüksek ticaret açığını düşürmek için tarife savaşları başlatmasına rağmen, geçen yıl 635 milyar dolar ile dünyada cari açığı en yüksek ülke oldu. Cari açık 2020’de 155 milyar dolar arttı. Söz konusu açık ülkenin GSYH’sinin 3,1’ine denk gelerek, 2008’den beri en yüksek seviyeye ulaştı.


Cari hesap açığında ABD’yi 91 milyar dolarla İngiltere ve 64 milyar dolarla Fransa izledi


Çinli ihracatçılar salgına ilişkin mallara olan talepten yararlandı

Ifo’nun ekonomistlerinden Christian Grimme, konuya ilişkin değerlendirmesinde, seyahat ve turizme ilişkin Kovid-19 salgını kısıtlamalarının Almanya’nın geleneksel olarak yüksek hizmet açığını rekor düşük bir seviyeye taşıdığını belirtti.


Almanya’nın cari hesap fazlasının 2020’de 13 milyar dolar gerilediğini belirten Grimme, ” Almanya’nın mal ticaretinde cari fazlası 34 milyar dolar azalırken, özellikle Avrupa ülkelerinde, ABD ve Asya’da Alman mallarına olan talep azaldı. Aynı zamanda, Almanlar yurt dışına daha az seyahat ettiler, bu da Alman hizmet açığının 22 milyar dolar azalmasına sebep oldu.” değerlendirmesinde bulundu.


Çinli ihracatçıların maske gibi salgına ilişkin mallara olan talepten yararlandıklarını belirten Grimme, “Daha fazla insanın evden çalışması sonucu olarak, bilgisayar gibi daha fazla elektronik ürünler sattılar. Ayrıca Çin’in maske ihracatı büyük ölçüde arttı.” ifadesini kullandı.


Dolar mı? Yoksa TL mevduat mı?

 Türkiye’de birikimi olanların yarısından fazlası parasını Türk Lirası ve döviz mevduatta değerlendiriyor. Faiz artışları ve stopaj indirimlerinin ardından vadeli TL mevduatın cazibesi arttı. Mevduatların büyük bölümü ise döviz hesaplarında. Peki bu seviyeden dolar mı almalı, yoksa TL mevduat mı tercih edilmeli?

Tasarruf açığı sorunu Türkiye’de yıllardır tartışılır. Tasarrufların yatırımlardan az olması nedeniyle Türkiye’de tasarruf yatırım dengesi sürekli açık verir. Bu nedenle de yabancı yatırım yoluyla dışarıdan gelecek tasarrufa ihtiyaç duyulur. Özel kesimin tasarruf oranlarıyla ilgili bir diğer tartışma konusu ise kayıt dışılık. Özellikle yastık altında tutulan altın ve dövizlerin sisteme dahil olmaması nedeniyle özel kesimin tasarruf oranlarının net olarak hesaplanamadığı söylenir. Öyle ki tahminlere göre yastık altında 4-5 bin ton civarında altın tutuluyor. Bu altınların değeri ise yaklaşık 250-300 milyar dolarlık bir rakama denk.

Aslan payı mevduatın

Yerli yatırımcıların finansal piyasalardaki tasarruflarına baktığımızda aslan payını Türk Lirası vadeli mevduat ve Döviz Tevdiat Hesapları’nın (DTH) aldığı görülüyor. Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği (TSPB) verilerine göre, yurtiçi yerleşiklerin aralık ayı itibarıyla finansal piyasalarda 5.2 trilyon TL’lik tasarrufu bulunuyor. Bu tutarın 1 trilyon 484 milyon TL’lik kısmı yani toplam tasarrufların yüzde 28.30’u vadeli TL hesaplarda. DTH’ların toplam tasarruflar içindeki payı ise yüzde 28.56 seviyesinde. Ekonomi yönetiminin değişmesi, faiz artırımlarına gidilmesi ve piyasa dostu mesajların ardından yabancı yatırımcıların Türkiye’ye olan ilgisi Kasım ayı ile birlikte yükselişe geçmişti. 6 Kasım-8 Ocak arasında yabancı yatırımcılar hisse ve tahvillerde 5 milyar dolara yakın net alım gerçekleştirdi.

Borsaya ilgi artıyor

Yabancı girişiyle birlikte dolarda da sert bir düşüş yaşanmış ve kurlar 8.50’lerden 7.25’lere kadar inmişti. Ancak bu süreçte yerli yatırımcıların döviz alımları artmaya devam etti. Kasım ayı başından bu yana yerli yatırımcıların bankalardaki döviz hesaplarında 15 milyar dolara yakın artış yaşandı. Bu artış son 1 yıllık dönemde ise 42 milyar doları aştı. Pandemiyle birlikte yerli yatırımcıların borsaya olan ilgisi de buradaki tasarruflarının tutarı da artıyor. 1 yılda 700 binin üzerinde yeni yatırımcı borsaya gelirken toplam yerli yatırımcının sayısı 2 milyonu aştı. Buradaki tasarrufların tutarı da 380 milyar TL’nin üzerine çıktı.



Dolar tercihinde kritik seviye 8.85 TL
Gelelim yazımızın başlığındaki sorunun yanıtına… Türkiye’de yatırımcıların tasarruflarının yarısından fazlası TL mevduat ve döviz hesaplarında. Dolayısıyla yatırımcıların en fazla merak ettiği konuların başında da ‘dolar mı TL mi?’ sorusu geliyor. Bugün 100 bin TL tasarrufu olan bir vatandaşın önümüzdeki 1 yıl için hangi yatırım aracını tercih ederse vade sonunda nasıl bir kazancı olacağına bakalım. Bankalar 1 yıl vadeli mevduata yüzde 18 civarı faiz veriyor. TL varlıklara ilgiyi artırmak için yapılan stopaj düzenlemesine göre yatırımcıların 1 yıl vadeli mevduattan elde edecekleri getiriden vergi alınmayacak. Yani 100 bin TL’yi 1 yıl vadeli mevduatta değerlendirenler vade sonunda 18 bin TL net getiri elde edecek.

Dolar beklentileri ne durumda?

100 bin TL’si ile dolar alıp bankada vadeli DTH’da tutan vatandaş ise bugün (7.45 TL kura göre) 13 bin 422 dolar alabiliyor. Döviz hesaplarında bir stopaj avantajı yok. Elde edilen faiz gelirinde yüzde 20 stopaj alınıyor. Yani 13 bin 422 dolar için vade sonunda 11 dolarlık net faiz getirisi oluyor. Dolar alanın, tercihi TL’den yana kullanandan daha fazla kazanması için dolar kurunun yılsonunda 8.85 TL’nin üzerinde olması gerekiyor. Merkez Bankası’nın açıkladığı Ocak ayı Beklenti Anketi’ne göre katılımcılar dolar kurunun bu yıl sonunda 8.09 TL olması bekleniyor. Yıl başlarken dolar/TL tahminlerini açıklayan yabancı kurumlar arasında en yüksek tahmini 8.40 ile Barclays yapmış durumda. Bu noktada şunu belirtmekte fayda var, kurumlar bu tahminleri mevcut koşulların devam edeceği, beklenmedik bir olumsuzluk olmayacağı varsayımına göre yapıyor. Dolayısıyla karar yatırımcıya kalıyor…

Dolarda dengeli seyir sürebilir
Dolarda yatay seyir devam ediyor. Kur için yukarı yönlü atakların sınırlı kalmaya devam edeceği düşünülüyor. Kısa vadede teknik göstergelerde ve temel anlamdaki gelişmelerde doların seyrini önemli derecede etkileyecek bir gelişme bulunmuyor. Ilımlı ve dengeli kur hareketinin sürmesi bekleniyor. 7.46 TL seviyesinin üzerindeki yükselişin sürmesi halinde 7.65 seviyesi hedef konumuna gelebilir. 7.47 seviyesinin üzerinde yükselmekte zorlanması halinde dolar kurunun 7.33 desteğini test etme ihtimali yükselebilir.

Borsada temkinli iyimserlik hakim
Hafta içinde 1578 puan ile yeni bir rekor kıran endeks, güçlü teknik görünümünü ve yükselen kanal içerisindeki hareketini koruyor. Endeks, yükselen kanal içerisinde kaldığı sürece yükselişin devam etmesi beklenebilir. Olası düzeltmelerde güçlü görünümün devamı için yükselen kanalda kalınması önemli. Yükselen kanal altına sarkmalarda temkinli olmakta fayda var. BİST 100 endeksinde 1580 ve 1600 seviyelerini direnç olarak öne çıkıyor. Aşağı yönlü hareketlerdeyse 1550, 1523, 1500 seviyeleri destek noktaları.



Kaynak:

21 Ocak 2021 Perşembe

Taşkesenlioğlu: Halka arzda üç denge birlikte sağlanmalı

 Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu, 2020 yılında sermaye piyasalarına giren 786 bin yeni yatırımcının risk ve getiriyi doğru kurgulayamazsa uzun vadede önemli bir talep kaybı haline gelebileceğine dikkat çekti.


Taşkesenlioğlu, TÜSİAD tarafından düzenlenen "2021'de Halka Arz Süreçleri: Kalıcı Sermayeye Erişimi Nasıl Kolaylaştırırız?" başlıklı webinarda yaptığı konuşmada 2020 yılında sermaye piyasalarının talep tarafının küresel ölçekte güçlü bir seyir izlediğini dile getirerek "Türkiye'de de gözlemlediğimiz bu seriye borsadaki işlem hacmi ve endeks değeri rekorlarla eşlik etti. 2020 öncesi son üç yılda sırasıyla 1.5, 2 ve 2.1 trilyon TL olurken 2020 yılında işlem hacmi bir önceki yıla yüzde 200'ün üzerinde artışla 6.6 trilyon TL olmuştur. Yılın üçüncü yarısından itibaren ise söz konusu talep arz tarafından da karşılık bulmuş, birincil halka arzlar ve bedelli sermaye artırımları artmıştır. Önemli ölçüde artan yerli yatırımcı sayısı, küresel likidite bolluğu, Türkiye'nin salgın öncesi seviyelere düşen risk primi 2021 yılında yerli ve yabancı yatırımcının sermaye piyasaların ilgisinin artacağına işaret ediyor" dedi.


HALKA ARZLAR


Sermaye piyasalarının büyümesini etkileyecek gelişmeler bu yılın önemli olduğunu gösterdiğini vurgulayan Taşkesenlioğlu, ayrıca geçmiş yıllardaki tecrübelerinin de yatırımcının piyasadaki algısının bugünkü talebin ve arzın doğru dengede karşılaşmasına bağlı olduğunu gösterdiğine dikkat çekti. Taşkesenlioğlu, şöyle konuştu: "2021 yılında konulacak örnek uygulamalar önümüzdeki 10 yıl için gösterge niteliğinde olacak. Sermaye piyasalarının uzun vadeli sürdürülebilirliği üç ana faktörün üç farklı dengeyi doğru şekilde sağlamasına bağlı. Birinci denge sermaye piyasalarının genişleme ve derinleşme dengesi. Bu konuda en büyük sorumluluk SPK olarak bizde ve yatırım kuruluşlarına düşüyor. Halka arzın temel faydalarından birisi ekonominin geniş kesimine doğrudan finansmanı sağlamaktır. Kısa vadede halka arz olan şirket sayısının artması cazip görülebilmektedir, ancak borsa kotunda kalıcı olamayan şirketler uzun vadede sermaye piyasasının imajını zedeliyor. 1 tane kötü örnek birden fazla şirketin halka açılmasına engel teşkil ediyor. Artan taleple uygun birçok ölçekli şirketin halka arza yönelmesi ekonomi ve bilançolar için kıymetli buna sermaye piyasalarının derinleşmesi ve genişlemesi eşlik etmeli."


ŞİRKETLERİN PAYIN DÜŞEN...


Halka arz olacak şirketlerin SPK mevzuat hükümlerine tam uyum sağlamaları ve bu şekilde halka arz için gelmelerine dikkatlice çalıştıklarına vurgu yapan Taşkesenlioğlu, aracı kurumlara da benzer görev düştüğünü dile getirdi. Taşkesenlioğlu, aracı kurumların halka arz danışmanlığı yaparken seçici olmalarını, mali verilerin geçici değil düzenli gelişmeye sahip olmasını ve doğru değerlemeyle halka arz edilmelerini sağlamaları gerektiğine işaret ederken aksi durum uzun vadede sermeyi piyasalarına ve aracı kurum itibarlarına zarar vereceğini belirtti.


KALICILIK ÖNEMLİ


İkinci dengenin girişimcilik ve kurumsal yönetim dengesi olduğunu söyleyen Taşkesenlioğlu, "Bu dengenin sorumluluğu şirket yöneticileri ve ana ortaklara aittir. Sermaye piyasalarından halka arz fon sağlayan şirketlerin arka planında uzun yıllara dayanan girişimcilik ve sektör tecrübesi var. Halka arzla birlikte geniş kitlelere sorumlu olduklarını bilmeleri önemli. Halka arz öncesi yaptıkları bir çok işlemi halka arz sonrasında yönetimde etkili olmayan diğer ortaklara verecek zararı analiz etmeleri gerekiyor. SPK mevzuatında ilişkili taraf işlemleri, örtülü kazançlar, kamuyu aydınlatma gibi düzenlediğimiz bu konunun merkezinde kurumsal yönetim uygulamaları yer almaktadır. Kalıcı olmak isteyen şirketlerin kurumsal yönetim anlayışını içselleştirmeliler" dedi.


YATIRIMCIYA UYARI: RİSK - GETİRİ


Taşkesenlioğlu üçüncü dengenin ise risk ve getiri olduğunu ve bunu da yatırımcıların sağlayacağını belirterek şöyle konuştu: "Yatırımcıların kalıcı olabilmeleri için getiri hedefinin nasıl risk içerdiğini anlamaları, kararlarının muhtemel sonuçlarını analitik biçimde hesap edebilmeleri gerekiyor. Bunu sağlayacak olan finansal okuryazarlık ve uzun vadeli yatırım anlayışıdır. 2020 yılında hisse senedi piyasalarına giren 786 bin yeni yatırımcı risk getiri beklentilerini doğru kurgulayamazsa bu uzun vadede önemli talep kaybı haline gelebilir. Bu konuda SPK olarak çok yönlü şekilde çalışıyoruz. Bireysel yatırımcıları uyarırken diğer taraftan bu kişilerin yoğun şekilde bulundukları ve etkilendikleri sosyal medya platformlarını yakından takip ediyoruz."


Halka arzlar konusunda 2021 yılında büyük potansiyel olduğunu herkesin kabul ettiğini söyleyen Taşkesenlioğlu, "Bu üç dengenin birlikte sağlanması sermaye piyasalarımızın bugünü ve yarını için önemli. Bu adımlar sermaye piyasamızın güvenilir, şeffaf ve etkin çalıştığının göstergesi olacak. 2022 yılında faaliyete geçecek yerleşkesiyle vücut bulacak olan İstanbul finans merkezinin güçlü bir finansal yapı ile rakipleriyle rekabet edebilecek hale gelmesini sağlayacak" dedi.


17 Ocak 2021 Pazar

Dünyada getiride yükselen 5 sektör

 Dünyada en yüksek getiri beklentisi beş sektöre odaklandı. İletişim, bilgi teknolojileri, sağlık, finans, gıda, perakende, endüstriyel metal alanında faaliyet yürüten şirketler yüksek ilgi görüyor. Milliyet Ekonomi yazarı Zeynep Aktaş piyasaları yazıyor

Pandemi etkisi küresel bazda hisse senedi beklentilerinde etkili olmaya devam ediyor. 15 Ocak 2021 itibariyle Türkiye, Fransa, ABD, Kanada, Almanya ve İngiltere’de hisse senetlerini 2021 getiri beklentilerine göre sıraladığımızda beş sektör öne çıktı. Bunlar iletişim ve bilgi teknolojileri, sağlık, finans, gıda ve perakende, endüstriyel metaller.


Küresel bazda pandeminin etkisini hissettirmeye devam etmesi sağlık hizmetlerinin ilgi odağında kalmasına yol açıyor. Başlamasına rağmen toplumun belli bir oranının aşılanmasının zaman alacağı biliniyor. Öte yandan virüsün mutasyona uğraması gündemde kalmaya devam edeceğini gösteriyor. Anlaşılıyor ki ileride farklı virüs senaryoları ile pandemi aynı güçte olmasa da gündemde kendisine yer bulabilecek.


Dünya ölçeğinde gelen kısıtlamalar insanları evlerde kalmaya yönlendirirken iletişim ve bilgi teknolojileri yatırımcıların gözde sektörlerine dönüştü. Artan fiyatlara rağmen büyüme potansiyellerini devam ettirmeleri nedeniyle yatırımların tercihlerinde ilk sırada geliyorlar. 2021 yılının ana beklenti içerisinde bu hisseler hemen öne çıkmakta.

Teknolojide 19 firma

Türkiye’de teknoloji sektöründe 19 firma var. İletişim sektöründe ise iki şirket. Teknoloji sektöründeki 19 şirketin sermayelerinin toplamı 2 milyar 879 milyon TL. Toplam piyasa değeri 59.2 milyar TL olan bu firmaların halka açık piyasa değeri ise 18 milyar 645 milyon TL. Borsanın toplam Piyasa değeri ise 1 trilyon 833 milyar 561 milyon TL. Borsanın ancak yüzde 3’lük kısmı teknoloji şirketlerinden oluşuyor. Ancak ilerleyen süreçte mevcut şirketlerin teknoloji yatırımlarının daha da artacağı ve bu tablonun değiştiğini görmek pek de şaşırtıcı olmayacak. Sektör hisseleri ortalama 12.31 fiyat/kazanç oranıyla işlem görüyor: Yani mevcut piyasa değerleri yıllık karlarının 12.3 katı ve yatırılan paranın geri dönüş zamanlaması yaklaşık 12 yıl.

Büyüme potansiyeli

Sektördeki ortalama piyasa defter değeri 2.94. Bu oran sektörün büyüme potansiyeli düşünüldüğünde oldukça düşük. Sektörde 15 Ocak itibari ile piyasa defter değerine ve karlılığına göre en fazla primli işlem gören şirketler Kron Telekomünikasyon ve ARD Grup Bilişim Teknolojileri. Yatırımcıların bu şirketlere ilişkin beklentileri yüksek olduğu için Kron Telekomünikasyon hisseleri mevcut defter değerinin 18.87 katı fiyattan, ARD Grup Bilişim Teknolojileri hisselerini ise 9.8 katı fiyattan talep görmekte. Sektörün Piyasa değeri yüksek ve değerleme oranları düşük favori hissesi ise Aselsan.


İletişim sektöründe yer alan iki şirket ise Turkcell ve Türk Telekom. İki şirketin toplam piyasa değeri 66 milyar TL. İletişim sektöründeki iki şirketin piyasa değeri teknoloji sektöründeki 19 şirketin 59 milyar TL olan Piyasa değerinin üzerinde. İki sektörün toplam piyasa değeri borsanın toplam değerinin ancak yüzde 6.8’i yapıyor.

Borsa Endeksi önemli bir noktada

Borsa Endeksi, TL bazında önemli bir noktada bulunuyor. Sekiz günlük ortalamasının sınırında. Sekiz günlük ortalamanın altında üç gün kapanış gerçekleşmesi halinde endekste kısa vadeli bir teknik düzeltme yaşanabilir. Bununla birlikte ocak sonuna kadar iyimserliğin sürmesini ve endeksin ortalamaların üzerinde hareketini koruması daha yüksek ihtimal olarak gözlenmekte. Öte yandan endekste düşüş yaşansa da hisse bazında çıkışlar devam edecektir. Önemli olansa tercih edilen hisseler. Büyüme beklentisi yüksek, değerleme oranları düşük şirketlerin tercih edilmesi kazanç potansiyelini de artıracaktır.

Dolar kuru alçalan trendde

Dolar kurunda alçalan trend korunuyor. 7.50 seviyesi kritik direnç olarak göze çarpıyor. 7.50-7.30-7.24 bandında bir süre yatay hareket sürebilir ve TCMB her geri çekilmeyi rezerv güçlendirmek için kullanabilir. 7.50 kalıcı olarak yukarı kırılmadıkça 7 ve 6.85 gündemde kalmaya devam edecek. Yerlilerin pozisyonlarını değiştirmesinin beklenmemesi karşısında yabancı yatırımcılar ve yabancı paylarında artış meydana gelmesi halinde ancak kurda gerileme gündeme gelebilecektir.

Hane halkı dolardan vazgeçmiyor

TCMB’nin her hafta perşembe günü açıkladığı verilere göre, yurtiçi yerleşiklerin döviz mevduatı 8 Ocak haftasında 235 milyar 857 milyon dolar ile yeni rekor seviyesine ulaştı. Kur düşerken yine yabancı döviz sattı ancak yerli aldı. Aynı dönemde yurtdışı yerleşiklerin ise hisse senedi stoku 286 milyon dolar, tahvil portföyü de 491 milyon dolar arttı.


Yabancıların mevcut seviyelerden TL varlıklara ilgi gösterdikleri ancak yerlilerin aynı kanıda olmadıkları anlaşılıyor.


Bunun ana nedeni faizlerdeki artışa rağmen büyük bankaların kredi vermede zorlanacakları için mevduat toplamada isteksizlikleri ve oranları mevcut politika faizinin altında tutmaları.


Faizin yüzde 17 seviyesine çıkması ile birlikte kredi faizleri de yükseldi. Bu faiz oranıyla kredi almak istemeyen bireyler ve şirketler bankalardan istedikleri mevduat oranlarını da alamayınca döviz ve altın pozisyonlarını bozmamayı tercih ediyor.


Enflasyon oranının yüzde 14,60 seviyesinde olması faizdeki artışa rağmen uygulamada negatif faizin devam etmesine yol açıyor. Böyle bir ortamda yerliler de döviz tercihlerini sürdürüyor.

Gümüş toplanmaya devam edilebilir

Gümüş her aşağı çekilmesinde alım yönünde biriktirilebilir. 2021 yılının yükselen emtiaları arasında yer alacağı anlaşılıyor. 2019 yılında yüzde 15.3 oranında kazandıran gümüşün onsu, 2020 yılında yüzde 46.4 yükseldi. 2021 yılında da ons fiyatı 25.48 dolar seviyelerinde ve 40 dolara doğru yükselişini sürdürmesi sürpriz olmayacaktır.

(Zeynep Aktaş /Milliyet)


Koza Altın, Varlık Fonu’na mı devredilecek?

 TMSF Başkanı Muhiddin Gülal, "Koza Altın'ı eğer hukuki süreçleri kesinleşirse Türkiye Varlık Fonu’na devredebiliriz, bu bir opsiyon. Halka arz bir metot olabilir. Pırıl pırıl şirketlerimiz var, şartlar oluştuktan sonra satış da gündeme gelebilir" dedi

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) Başkanı Muhiddin Gülal, fonun kayyumluğundaki şirketlere yönelik yol haritasının çizilmesi için hukuki süreçlerin kesinleşmesi gerektiğini belirterek, "Koza Altın'ı eğer hukuki süreçleri kesinleşirse Türkiye Varlık Fonuna devredebiliriz, bu bir opsiyon. Erciyes Anadolu Holding'de çok ciddi bir yapılanmaya gittiler, markaları ayırdılar. Halka arz bir metot olabilir. Pırıl pırıl şirketlerimiz var, şartlar oluştuktan sonra satış da gündeme gelebilir." dedi.


Gülal, TMSF'nin 2020 yılı faaliyetleri ve 2021 yılı hedeflerine ilişkin basın mensuplarıyla sohbet toplantısı gerçekleştirdi.


TMSF'nin aslında bir mevduat sigortacılığı kurumu olduğunu ve sigorta limiti 150 bin liraya yükseltildikten sonra Avrupa ve dünyanın en kuvvetli mevduat sigortacılığı kurumlarından biri haline geldiğini ifade eden Gülal, "An itibarıyla 68 milyar lira büyüklüğe ulaşan bir rezervimiz var. Burada önemli olan rezervimizin riskimizi karşılama oranı. Sigortalı mevduat toplamı 862 milyar lira seviyesinde. Dünyadaki en yüksek rasyolardan birine sahibiz. Biz bu süreçte rezervimizi büyüteceğimiz kadar büyüteceğiz. Birkaç yıl sonra 100 milyar liralık rezerv büyüklüğüne ulaşacağız. İleriki süreçte belki ticari mevduatı da buna dahil eder miyiz diye düşünüyoruz ama onun için biraz daha zamana ihtiyacımız var. Bunun için yasa değişikliği lazım." diye konuştu.


Gülal, 18 yıldır ülkede bankacılık krizinin yaşanmamış olmasının, rezervlerini artırmalarına olanak sağladığına işaret ederek, sadece Bank Asya nedeniyle ödeme yükümlülüğüyle karşılaştıklarını ve orada da 967 milyon lirayı, Bank Asya'nın sigorta limiti kapsamındaki tutarı mudilere ödediklerini söyledi.


TMSF'ye devrolan 26 bankanın hakim ortaklarından kamu alacağının tahsiline ilişkin süreçlerin sonuna geldikleri bilgisini veren Gülal, "Toplam tahsilatımız 23,3 milyar lira seviyesine ulaştı. Bundan sonra artık iyimser tahminle 350 milyon dolar daha tahsilat yapabiliriz diye öngörüyoruz." ifadelerini kullandı.


Gülal, Balkaner Grubu'na yönelik çalışmalar kapsamında Ataşehir'de "Ataşehir Modern" adında bir inşaat projesi yürüttüklerine dikkati çekerek, şu değerlendirmede bulundu:


"Lansman yaparak satışa çıkacağız. 1113 konutluk, 3 bloklu bir proje. 70 ticari alan var, 1 artı 1'den, 5 artı 1'e kadar farklı büyüklükte daireler var. Oradan 1 milyar lira kamu alacağı tahsili yapabiliriz diye öngörümüz var. Onunla da meşhur Balkaner Dosyası'nı kapatmış olacağız."


Uzan Grubu'na ilişkin süreci de değerlendiren Gülal, "Bizim Uzan'lardan hala 5 milyar dolara yakın alacağımız var ama bunun tahsil kabiliyeti var mıdır, tabii yurt dışında çalışmalarımız devam ediyor, yurt içinde bir varlığının kalmadığını görüyoruz. Artık elimizdeki diğer dosyaların tahsil kabiliyeti çok zayıf." dedi.


TMSF Başkanı Gülal, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Fetullahçı Terör Örgütü'ne (FETÖ) aidiyeti ve iltisakı tespit edilen şahıslara ait bir kısım varlıkların TMSF kayyumunda yönetimine karar verildiğini anımsatarak, bu kapsamda 797 şirket olduğunu bildirdi. Bu şirketlerin aktif olarak yüzde 64 seviyesinde büyüdüğüne ve öz kaynak büyümesinin de yüzde 60 seviyesine geldiğine dikkati çeken Gülal, "TMSF kayyumu döneminde irtifa kaybeden herhangi bir şirketimiz olmadı." diye konuştu.


Bu şirketlerin kaynaklarıyla sosyal sorumluluk projelerine katkı vermeye başladıklarını ifade eden Gülal, "Dün terörün finansmanında kullanılan bütçe imkanlarını artık devletimizin, milletimizin, çocuklarımızın ihtiyaçlarında kullanmaya başladık. Dün Özel Harekat binasını bombalayan yapı ile biz artık emniyetimize araç alır hale geldik." değerlendirmesinde bulundu.

Gülal, kayyumluğunu yürüttükleri şirketlere ilişkin hukuki sürecin devam ettiğini ve şu ana kadar kesinleşmiş bir davanın bulunmadığını belirterek, büyüyen ve kar eden şirketlerin mevcut hukuki altyapıyla satılma şansı olmadığını söyledi.


Şirketlerle ilgili yol haritasının çizilmesi için hukuki süreçlerin kesinleşmesi gerektiğini vurgulayan Gülal, şirketlerin satış sürecine ilişkin şu bilgileri verdi:


"Özellikle içi boşaltılmış şekilde devraldığımız şirketler var. Naksan Grubu ve Aynes gibi zarardaki şirketleri çalışır hale getirdik. Naksan ve Royal Halı'da satış süreci yaşadık ama talihli olmayınca 'İhaleyi ileri tarihte tekrarlarız.' diye öteledik. Elimizde büyük 8-10 grup var. Bu gruplar toplam aktifin yüzde 80'ine tekabül ediyor. Bizim konsantrasyonumuz bunların üzerinde. Erciyes Anadolu Holding, Yargıtay aşamasında, müsadere kararı çıktı. Koza'da da müsadere kararı çıktı ama istinaf aşamasında. Diyoruz ki 'Koza Altın, altın üretiyor, eğer hukuki süreçleri kesinleşirse bunu Türkiye Varlık Fonuna devredebiliriz, bu bir opsiyon. Erciyes Anadolu Holding'de çok ciddi bir yapılanmaya gittiler, markaları ayırdılar. Halka arz bir metot olabilir. Pırıl pırıl şirketlerimiz var, şartlar oluştuktan sonra satış da gündeme gelebilir. Her halükarda hukuki süreçlerinin kesinleşmesi lazım ki bu projeksiyonları daha sağlıklı yapalım. 2021'de Aynes Gıda, Alfemo Mobilya, Aker Tekstil, Mark Antalya AVM'nin ve Central Hospital'ın satışı düşünülüyor."


Bu şirketlerin mali durumunu da değerlendiren Gülal, "Özellikle imalat ve üretim sektöründe faaliyet gösteren firmalarımız pandemiye rağmen 2020'yi çok iyi geçirdiler. Yıl sonu itibarıyla 2020 büyümeleri bir önceki yılın büyümesinden fazla. 3 ay mağazaları kapalı kalmasına rağmen Aydınlı Grup dahi yılı karla kapattı. Bu sürece rağmen 2020'yi tahminlerimizin çok üzerinde kapattığımızı rahatlıkla söyleyebilirim. Aşılanma süreciyle ilgili çalışmaları tamamlayıp mart sonu gibi kısmi normale dönme süreci başlarsa 2021'nin çok daha iyi geçeceğine ilişkin inancım sonsuz. 2021'de hukuki süreçlerin tamamlanmasına odaklanmamız lazım." dedi.


Koza Altın'ın Türkiye Varlık Fonuna devrine ilişkin soru üzerine Gülal, "Öyle bir ihtimal var. Sonuçta Varlık Fonu, Türk Madencilik AŞ diye bir firma kurdu. Varlık Fonunun elindeki şirketlere baktığımızda oraya mobilyayı koyamazsın ama Koza altın üretiyor ve stratejik de bir firma. Koza Altın ülkede üretilen altının üçte birini üretiyordu. Projeksiyon olarak söylüyorum, hukuki süreci kesinleşince Varlık Fonuna devredebiliriz. Bu bir ihtimal ama geldi birisi, yerli ya da yabancı 'Talibiz' derse satışı da mümkün olabilir. Bütün bu işlemlerin olması için hukuki süreçlerin tamamlanması lazım ve halihazırda tamamlanmış dosyamız yok." diye konuştu.


Gülal, satışa en hazırlıklı grubun markalarıyla pazar lideri olan Erciyes Anadolu Holding olduğuna işaret ederek, "Halka arz edebilir miyiz, evet edebiliriz. Her markanın fabrikasını ayırdık, marka marka satabiliriz. Bunların hepsi gündemde." ifadelerini kullandı.


Mülkiyet reformuyla ilgili yapılan çalışmaların TMSF kayyumunda yöneten şirketlerle ilgisi olmadığını vurgulayan Gülal, şöyle devam etti:


"Bu şirketlerin hukuk reformuyla iade edilmesi söz konusu değil. Bunu çok net olarak ifade edeyim. Şu an hukuki süreçler kesinleşmediği için mülkiyet hakkı hala eski sahiplerinde. Bundan bir dönüş olma ihtimali terörle mücadele noktasında çok mümkün değil."


Gülal, hukuki süreçte büyük grupların tamamında müsadere kararı verildiğine dikkati çekerek, "Erciyes Anadolu Holding'de, Koza'da, Aydınlı'da bu karar verildi. Müsadere kararı onandığı andan itibaren bu mülkiyet sorunu ortadan kalkacak. Bu hisseler Hazineye devrolacak ve mülkiyet eski sahiplerinde değil, devletimizde olacak. O zaman Hazinemiz ile oturur konuşuruz. Şu anda Hazineye devredilmiş varlık olmadığı için sonuna kadar biz buna vaziyet edeceğiz. Artık Hazine adına belki bu işleri yapacağız." değerlendirmesinde bulundu.


TMSF kayyumunda yönetilen inşaat şirketlerinden Fi Yapı konusunun "çözümsüz" olduğunu belirten Gülal, şirketin kasasında para olmadığını söyledi.

Gülal, şunları kaydetti:


"Ne devlet ne TMSF geri alamayacağı bir kuruşu buraya koyar. Fi Yapı'nın Dikili'de bir tane adası var. Satalım diye planlıyoruz, ihale yapalım. Dönemsel olarak şartlar uygun değil, biraz daha beklemek lazım. Adanın satışıyla en azından mağduriyetlerin bir kısmını gideririz diye düşünüyoruz. Ada için 50 milyon avro değerleme yapıldı. Bu da inşaatların tamamlanmasına yetmiyor, çok daha fazla nakde ihtiyaç var."


16 Ocak 2021 Cumartesi

Pay piyasası yatırımcı sayısı 2 milyonu aştı

 Borsa İstanbul Pay Piyasası'nda 15 Ocak 2021 itibarıyla pay senedi bakiyeli yatırımcı sayısı 2 milyonu aştı.

Merkezi Kayıt Kuruluşu (MKK) verilerine göre 15 Ocak 2021 itibariyle pay senedi bakiyeli yatırımcı sayısı toplam 2 milyon 2 bin 873 kişiye ulaştı.


2020 başından itibaren pay senedi yatırımcı sayısı 786 bin 128 kişi arttı. 31 Aralık 2019 ve 15 Ocak 2021 tarihleri arasında pay senedi yatırımcı sayısındaki artış oranı yüzde 65 oldu.


2 milyon 2 bin 873 toplam tekil yatırımcı sayısının 1 milyon 990 bin 756’sı yerli, 12 bin 117’si yabancı yatırımcılardan oluşuyor. Yerli yatırımcı grubunun 1 milyon 984 bin 142’si bireysel, 6 bin 614’ü kurumsal yatırımcılardan oluşurken yabancı yatırımcıların dağılımında 9 bin 309 bireysel, 2 bin 808 kurumsal yatırımcı bulunuyor.


15 Ocak 2021 Cuma

BlackRock’ın yönetimindeki varlıklar 8,68 trilyon dolara ulaştı

 10 yıldan uzun süredir küresel sermaye piyasalarının %2’sini tek başına oluşturan dünyanın en büyük yatırım danışmanlığı şirketi BlackRock bilanço açıklamasıyla beklentileri aştı

Dünyanın en büyük yatırım danışmanlığı şirketi BlackRock’ın kontrol ettiği varlık miktarı dördüncü çeyrekte rekor seviyeye yükselerek 8,68 trilyon dolara ulaştı. CEO Larry Fink bu momentumun küresel ekonominin toparlanma süreciyle birlikte 2021 yılında da devam edeceğini belirtti.

Financial Times’ın haberine göre Fink “Dünya çapında hisse senetlerine daha fazla miktarda katılım gözlemliyoruz” ifadelerine yer vererek finansal sistemin bazı bölümlerindeki yüksek değerlemelerden aşırı endişe etmediklerini sözlerine ekledi.

BlackRock CEO’su dördüncü çeyrek bilanço açıklamasında, “Geniş çaplı varlıklarda daralma söz konusu ve bu nedenle bazı bileşenlerde balonlaşma görüyoruz. Bazı şirketler bilanço beklentilerinin üzerinde yükselecekler ve bazıları bunu yapamayacak. İleriye dönük öngörümüz bu şekilde” sözlerine yer verdi.
2021 yılında güçlü bir ekonomik toparlanma bekleyen dayanıklı finansal piyasaları, dünyanın en büyük fon yöneticisinin dördüncü çeyrek performansına ilişkin gelir ve kâr tahminlerinin gölgede kalmasına yardımcı oldu.

BlackRock'taki uzun vadeli yatırım akışları bu çeyrekte 116,2 milyar dolar arttı. Söz konusu artışta sabit gelir yatırımları 62,7 milyar dolar, hisse senetleri fonları 48,1 milyar dolar yer kapladı.

BlackRock'un dördüncü çeyrek faaliyet payı yüzde 46,6 olarak gerçekleşti ve bir önceki çeyrekteki rekor seviyesi olan yüzde 47 oranından düşüş gözlemlendi. Firmanın Baş Mali Yetkilisi Gary Shedlin, şirketin bilanço açıklaması sırasında 2021 için faaliyet payının 2020 ile uyumlu kalmasının beklendiğini söyledi.

Açıklamanın ardından, BlackRock hisseleri Çarşamba günü rekor seviyeden kapandıktan sonra Perşembe günü yüzde 4,7 oranında düştü. Geçtiğimiz yıl, BlackRock S&P 500 Varlık Yöneticileri Endeksi’nde rakiplerinin hisse performansı gölgede bırakmıştı.

Credit Suisse Analisti Craig Siegenthaler, “Yatırımcılar çok güçlü bir çeyrek bekliyordu. Ancak bilanço açıklaması ardından yapılan görüşmelere göre şirketin açıklamaları hayal kırıklığı yarattı” ifadelerine yer verdi. BlackRock bir sonraki süreçte işe alımları hızlandırarak ve taktik anlaşmalar yaparak Çin’de daha fazla harcama yapmayı planladıklarını belirtti.
Edward Jones Analisti Kyle Sanders, “Piyasa payları halen sektördeki en üst sınıf olmayı sürdürüyor ve uzun vadeli yatırımcılar şirketlerin yatırım yapmaya devam etmesini görmek istiyor” dedi. Sanders BlackRock’ın varlık yöneticilerine yapılan güçlü düzenlemelere karşı sert bir tavır takındığını ve bu davranışın devam etmesi durumunda şirketin hisse senetlerinin zarar görebileceğini belirtti.

BlackRock CEO’su geçtiğimiz on yıl boyunca şirketin küresel sermaye piyasalarına oranının yaklaşık yüzde 2 oranında kaldığını belirtti. Fink bu süreçte fon ve hisse senetlerindeki güçlü büyümeye de dikkat çekti.
Larry Fink açıklamasında, “ABD’de SEC (Amerika Birleşik Devletleri Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu), CFTC (ABD Emtia Vadeli İşlem Sözleşmeleri Ticareti Komisyonu) ve FINRA (ABD Finans Sektörü Düzenleme Kurumu) kurulları tarafından denetlendik ve ihtiyacımız olan şey piyasa düzenleyicilerinin sermaye piyasalarının sağlıklı işlemesine odaklanmaları” dedi. BlackRock CEO’su varlık yönetimi şirketlerinin müşterileri için mütevelli olarak hizmet verdiğini ve yatırım gelirlerini arttırmak için kaldıraç kullanmadığını ifadelerine ekledi.

BlackRock'un dördüncü çeyrek bilanço açıklaması, gelirlerin yıllık bazda yüzde 13 artarak 4,48 milyar dolara yükseldiğini gösterirken, net gelirler ise beşte bir artışla 1,57 milyar dolara yükseldi. Şirket, Bloomberg anketindeki analistlerden gelen 9,19 dolar beklentilerini geride bırakarak, hisse başına 10,18 dolar kazan getirdi. Şirketin gelirleri de analistlerin 4,31 milyar dolarlık beklentilerini geride bıraktı.

13 Ocak 2021 Çarşamba

Şampiyon milyarderin büyük sırrı: En büyük hamlesi borsada

 Hindistan’ın en genç milyarderi Nikhil Kamath borsa ticaretindeki fırsatları değerlendirerek milyar dolarlık servete oturdu. Kamath servetini bir zamanlar profesyonel olarak oynadığı satrançtan öğrendiklerine borçlu

Satranç Netflix’in popular dizisi “Queen’s Gambit”le birlikte modern izleyiciler arasında yaygınlaşmış olabilir. Ancak CNBC’nin haberine göre Hindistanlı milyarder Nikhil Kamath aynı oyunu popülerleşmeden önce de seviyordu.

Kamath’ın satranç tutkusu o kadar aşırı bir hal almıştı ki 14 yaşında tam zamanlı olarak oyun oynayabilmek için liseyi yarıda bıraktı. Hindistanlı milyarder, “Satranç bir yapı, bir sistem içerisinde çalışmayı ancak yine de sistem içerisinde denemeye devam etmeyi ve yaratıcı olmayı öğretiyor” ifadelerine yer verdi.

Bu bakış açısı Hindistan’ın borsa ticaret platformu Robinhood’a verdiği bir yanıtın bir parçasını oluşturdu ve Kamath’ı milyarder yapan olaylar zincirinin başlangıç hamlesiydi.

İyi bir açılış hamlesi buldu

34 yaşındaki Kamath Hindistan’ın en büyük borsa ticareti komisyon uygulaması Zerodha’nın kurucularından birisi ve firmanın baş yatırım sorumlusu. Bugün Hindistan perakende satışlarının %15’inden fazlası bu platform üzerinden gerçekleşiyor ve sıradan yatırımcılar salgın sürecinde hisse senetlerine akın etmeye devam ediyor.

Ancak Kamath 17 yaşında okuldan kovulduğunda bu onun tam anlamıyla stratejisi değildi. Başarılı girişimci uluslararası arenada profesyonel satranç kariyeri oluşturmayı hedefliyordu yalnız bu kariyer uzun süreli olamadı. Kamath’ın ikinci bir plana ihtiyacı vardı. Ağabeyi Nithin’in hisse senedi ticaretinden ilham alan Kamath bu ticaretin nasıl yapıldığını kendi kendine öğrendi.
Kamath o süreçte yaşadıklarını anlatırken, “Üniversite diploması olmadan kimse bana iş vermezdi. Bunun anlamı da benim diplomaya gerek olmayan bir şeyler yapmam gerektiğiydi” ifadelerine yer verdi.

Ağabey-kardeşin çalışmaları sonuç verdi ve ikili ailesi ve arkadaşları için yatırım oluşturmayı başardı. Ancak süreç içerisinde sistemin fazlasıyla karmaşık olduğunu fark ettiler.

Kamath konuyla alakalı, “O günün problemi, 11 ya da 12 yıl öncesinden bahsediyorum, maliyetlerin çok yüksek olmasıydı. Komisyon ücretleri Hindistan’da inanılmaz derecede yüksekti ve tam zamanlı bir borsacı olarak tutarı bir şekilde kâra gelmeden önce çok fazla engelle baş etmeniz gerekiyordu” dedi.

İki kardeş bu sebeple birikimlerini kullanarak perakende yatırımcılar için basit ve uygun fiyatlı bir borsa aracılık platformu oluşturmaya karar verdiler.

Doğru hamleyi seçti

Kardeşeler 2010 yılında Sanskritçe bariyer anlamına gelen “rodha” ile İngilizce sıfır anlamına gelen “zero” kelimelerini birleştirdikleri Zerodha platformunu kurdular. Günümüzün birçok yeni başlayan şirketinin aksine platform gelişim için herhangi bir dış yatırım almadı.

Kamath konuyla ilgili olarak, “Diğer firmalardan farklıydık. Hiçbir zaman yatırımcı ya da borç almadık, sermaye artırımı gerçekleştirmedik. Bizim bakış açımız en başından beridir daha iyi ürün inşa etmekti ve müşteriler başkalarına anlatarak yeni müşterileri bize zaten getirecekti” dedi.
O dönemden bu yana Zerodha yeni müşterilerle birlikte büyüdü ve aynı süreçte Hindistan’da yatırım iştahı altın ve mülkiyet satın alımlarının ötesine geçti. Ancak 2020 yılı pandemiyle birlikte her şeyi değiştirdi. Karantinalarla birlikte firmanın onaylı kullanıcıları iki katına çıkarak 4 milyonu aştı.

Kamath, “Söylemesi garip ama pandemi bize iyi davrandı. İnsanların çok fazla zamanı vardı. Herkes evdeydi ve ne yazık ki birçok yerde görüldüğü üzere insanlar alternatif gelirlerin fazlasıyla işe yarayacağı bir dönemden geçiyorlardı” açıklamasında bulundu.

Risk sermayesi şirketi Sequoia India'nın Genel Müdürü Shailesh Lakhani, salgının ülkede zaten artan yatırım talebini nasıl hızlandırdığını gösterdiğini belirtiyor.

Lakhani, “Bu durum birbirinden farklı birkaç faktörle birlikte yönlendirildi. Birincisi bir komisyon hesabı açarak finansal hizmetler altyapısına girmek çok daha kolay hale geldi. İkincisi, ortaklık fonları geçtiğimiz birkaç yıldır hisse senetleri endekslerine ve kendi ortalamalarına göre daha kötü performans göstermeye eğilimli hale geldi. Ayrıca Mart, Nisan ve Mayıs aylarında korona virüsün sebep olduğu korkuyu bir yana bırakan borsalar yükseldi ve borsalarda para kazanmak birçokları için çok kolay hale geldi” ifadelerine yer veriyor.

Rakiplerini mata zorluyor

2020 yılında Zerodha platformu kullanıcılarının ortalama yaşı 32-30 aralığına düştü. Bu ABD’deki borsa ticaret platformu Robinhood’la paralellik gösteriyor. Hindistan’da da Z kuşağı yatırımcıların pandemi döneminde yükselişi söz konusuydu.

Kamath konuyla alakalı açıklamasında, “Aslına bakılırsa biz onlardan belki de beş yıl öncesinde başlamıştık” dedi. Ancak başarılı girişimci bu büyüyen pazarın gelecekte ABD’deki piyasa genişlemesinin önünü açabileceğini ifadelerine ekledi.

Başarılı girişimci, “Bir noktada bu pazara yaklaşmayı hedefliyoruz ve ürünlerimizin Amerika'da mevcut olanlarla bütünleşmenin yolları olup olmadığını inceliyoruz” dedi
Fintek alanı giderek daha rekabetçi bir hal alırken Kamath Zerodha’nın rakibi Robinhood’un aksine daha fazla sermaye biriktirmek için hiçbir planı olmadığını belirtiyor. Ancak bu durum girişimcinin büyüyen servetinden bahsedilmesine engel değil

Ekim 2020’de Kamath kardeşler 1,55 milyar dolarlık toplam servetleriyle Forbes’in Hindistan’ın en zenginleri listesine girmeyi başardı ve 34 yaşındaki Nikhil Kamath Hindistan’ın en genç milyarderi oldu

Kamath başarısıyla ilgili, “Bir süredir finansal sebeplerin odak noktası olduğunu düşünmüyorum. En önemli şeyin bu değil yola devam etmek olduğu fikrindeyim. Ancak bana kalırsa sermayeye daha fazla erişim ortaya çıkıp yeni şeyler yapmak için daha fazla olanak ve cesaret veriyor” açıklamasında bulundu.
Yüksek değerli taşlara hamle yaptı

Bu strateji 2019 yılından beridir Kamath kardeşlerin aslında ne yaptıklarını belirtiyor. Uygun maliyetlerle servet yönetmenin yolunu bulmak için verdikleri mücadelenin ardından Nikhil ve Nithin bir kez daha yatırım sektöründe taşları yerinden oynatmak için ola çıktı. Bu seferki hedefleri ise yüksek miktarda net servetleri olan bireylere veya 1 milyon dolar civarı finansal varlıkları olan insanlara ulaşmaktı.

Aylar sonra geleneksel varlık yönetimi modelindeki verimsizlikleri gidermek amacıyla varlık yönetimi şirketi True Beacon’u kurdular. Kamath girişimleriyle ilgili, “Fon yöneticileri ya da fon evleri ve müşteriler hiçbir zaman bu şekilde uyumlu olmamışlardı” açıklamasında bulundu.

Müşterilerin yönetime verdikleri varlıkların bir kısmı için maliyet ödemeleri aldıkları veya yıllık ücretlerin buna göre belirlendiği geleneksel fonların aksine True Beacon müşterilerden yalnızca performans ücreti alıyor. Kamath firmanın daha iyi performans gösterdiği durumlarda getirilerden %10’luk kesinti aldıklarını belirtiyor.

Başarılı girişimci, “Eğer müşteri herhangi bir sebeple beş yıllık periyotta bir kazanç elde edemezse şirketimiz için herhangi bir gelir söz konusu almıyor. Yani kendi boynumuzu ortaya koyuyoruz ve farklı bir şeyler yapacağımızı, bu yöntemin müşteri uyumlu ve fazlasıyla şeffaf olduğunu söylüyoruz” ifadelerine yer verdi.
Hindistan odaklı True Beacon’ın amiral gemisi fonu Nifty Endeksi’nin %6 - %8’lik performansının üzerine çıkarak ilk yılında %26’nın üzerinde getiri sağladı.

Aynı süreçte müşterileri ağırlıkları %20 oranında arttı. Uluslararası zengin yatırımcılar ABD-Çin ticaret savaşı gerginliğinden kaçış için Hindistan hisse senetlerini tercih etti.

Gelecek yıllarda Kamath şirketin milyar dolarlık değerlemelere ulaşmasını umuyor. Kamath, “Muhtemelen insanlar arasında yayılması ve benzerleriyle karşılaştırma yapılması için birkaç yıl geçmesi gerekiyor. Ancak bu büyük ölçeklerde gerçekleştiğinde bana kalırsa bu şirket büyük ihtimalle ciddi miktarda getiri sağlayacaktır. Umarım bu gerçekleşir” dedi.

MKK'dan dijital güvenlik

 Türk mühendisler tarafından %100 yerli teknolojiyle MKK Ar-Ge Merkezi'nde geliştirilen e-YKS, sadece güvenli elektronik imza ile girilebilmesinin yanı sıra paylaşılan tüm bilgi ve belgeler yüksek şifreleme standartları ile koruyor

Merkezi Kayıt Kuruluşu'nun (MKK), "e-YKS: Elektronik Yönetim Kurulu Sistemi" uygulaması, dijital ortamda şirketlerin tüm toplantılarının kapalı devrede şifrelenmesini sağlayan yerli teknoloji çözümü olarak öne çıkıyor.

Dünyaca ünlü mesajlaşma uygulaması WhatsApp'ın tartışmalı gizlilik politikalarıyla milyonlarca kullanıcı alternatif arayışlara yönelirken, dijital ortamdaki toplantılarda şirket yönetimlerinin gizliliği için MKK'nin ​"e-YKS: Elektronik Yönetim Kurulu Sistemi" uygulaması dikkati çekiyor.

Türk mühendisler tarafından yüzde 100 yerli teknolojiyle MKK Ar-Ge Merkezi'nde geliştirilen e-YKS, uygulamayı kullanan şirketlerin kendine ait kapalı devre sistemlerinde barındırılıyor.

e-YKS'ye sadece güvenli elektronik imza ile girilebilmesinin yanı sıra paylaşılan tüm bilgi ve belgeler yüksek şifreleme standartları ile korunuyor.

Dijital toplantılar için gizlilik ve hukuki zemin kazanımı

Uygulama, anonim ortaklıkların yönetim kurulu toplantıları ile limited şirketlerin müdürler kurulu toplantılarının dijital ortamda hukuken geçerli olarak gerçekleştirilmesini sağlıyor. Kullandığı güncel teknolojiler, sahip olduğu altyapı, çoklu dil desteği ve kullanıcı dostu ekranları ile yurt dışı muadillerinin önünde yer alıyor.

e-YKS kurulumu için MKK'ye başvuru gerekiyor

Geçen yılın şubat ayında uygulama mağazalarında yerini alan e-YKS, MKK'ye başvuru üzerine internet ve mobil uygulamaları ile bir paket program şeklinde kullanıcı şirketlerin kendi sunucularına kuruluyor.

Uygulama, dijital ortamda yönetime dair tüm toplantıların kapalı devrede şifrelenmesini sağlayan yerli teknoloji çözümü olma niteliğini taşıyor.

12 Ocak 2021 Salı

5 maddede kur

 Kurun seyrini etkileyecek beş önemli gelişme şöyle:


1 - Reel faiz imkanının devam edip etmemesi: Enflasyonun üzerinde 3 puanlık marj korunduğu sürece TL varlıklara yurtdışından ilgi yüksek olacaktır. Enflasyon artış eğiliminde ve ilk çeyrek boyunca yüksek kalacaktır. Bu nedenle faizlerin aynı getiri imkanını verip vermeyeceği izlenecek.


2 - Dolar Endeksi DXY’nin izlediği seyir. Dolar Endeksi, ABD dolarının euro, yen, pound, İsviçre frangı, İsveç kronu ve Kanada dolarından oluşan döviz sepetine karşı değerini gösterir. Dolar Endeksi şimdilerde 90 seviyesinde bulunuyor. Pandemi öncesi 102 idi. Dolar Endeksindeki gerileme yurt içerisinde kurları da etkiliyor. Küresel bazda olası bir enflasyon faizleri tetikleyebilir. Bu da dolar endeksi DXY’nin yönünü yukarı çevirmesine neden olabilir.


3 - TCMB’nin atacağı adımlar. Merkez Bankası azalan rezervlerini yeniden güçlendirmeye çalışacak. Bu nedenle geri çekilmeleri alım fırsatı olarak değerlendirecektir.


4 - Kurdaki düşüşün kalıcı olduğuna yurtiçi yerleşik yatırımcıların ikna olması. Zira yurtiçi yerleşiklerin döviz pozisyonu 235 milyar dolara çıkmış durumda. Yerliler her buldukları fırsatta döviz almaya devam ediyor.


5 - Şimdiye kadar kurdaki sert ataklar hep uluslararası ilişkilerde yaşanan gerilimlerle geldi. Olası yaptırımlar gerilim yaratabilir.




YABANCILAR TL ÖNERİYOR

Yeni ekonomi yönetiminin gelmesi ile birlikte yabancı sermaye girişi yaşandığı, BIST 30 hisselerine talep geldiği ve hisselerin yüzde 30 yükseldiği, döviz kurlarındaysa aşağı yönlü bir seyir olduğu gözlenmekte.


Bu dönemde üretilen hemen tüm yabancı raporlarda TL’nin değerlenebileceği vurgusu öne çıktı. Geldiğimiz aşamada iyimserliğin bir süre daha devam edebileceğini asıl belirleyici olanın ise reformların hayata geçirilmesi, enflasyonla mücadele vurgusu ve Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde dengelerin gözetilmesi olduğu unutulmamalı. Yükselen bir hareket var ve herkes hareketin içerisinde olmak isteyecektir.


KRİPTO PARALARA TALEP ARTTI

Kripto para piyasası 1 trilyon doları aştı, Bitcoin 40 bin dolar oldu. 2020 yılında fiyatını dörde katlayan Bitcoin talep görmeye devam ediyor. Kripto para piyasasının üçte ikisini Bitcoin oluşturuyor. Onun hemen ardından Ethereum geliyor. Ethereum yılbaşına göre yüzde 50’nin üzerinde değer kazanmasına rağmen Bitcoin’e göre daha primsiz.




Yükselen bir hareket var ve herkes rallinin içerisinde olmak istiyor. Spekülatörler, traderlar, trend takipçileri, hedge fonlar, yapay zekaya dayalı algoritmik işlem yapan fonlar, uzun vadeli düşünen kurumsal ve bireysel yatırımcılar... Yeni teknolojilerin dışında kalmak istemeyen herkes küçük de olsa bir hesap açarak bu dünyaya dahil olmaya çalışıyor. Elektrikli araç üretip satan Tesla’nın yüzde 1000’in üzerinde değer kazanması da bunun bir başka örneği.

Tüm yatırımcılar gelişen teknolojilere fokuslanmış durumda. Katlanarak büyüyecek olan sektörler bireyselden kurumsal yatırımcıya, spekülatörden yapay zekaya kadar tüm aktörleri içerisine çekiyor. Burada dikkat edilmesi gereken piyasalarda pandemi sonrasında ciddi bir para bolluğunun olması ve aşırı değerlenen fiyatlarda balon oluşumu terse dönüş yaşandığında büyük hayal kırıklıklarını getirebileceği.


Zeynep Aktaş

Milliyet







11 Ocak 2021 Pazartesi

Trump’ı engelleyen teknoloji devleri çok mu ileri gitti?

 Trump’ın Facebook ve Twitter hesaplarının engellenmesi ABD’de Demokratlar tarafında olumlu ve geç kalınmış bir karar olarak görülse de özel şirketlerin ABD Başkanı’nın sesini kısması endişeleri beraberinde getiriyor

ABD Başkanı Donald Trump geçtiğimiz Çarşamba günü ABD Kongresi’nde gerçekleşen şiddet olaylarını destekler nitelikte paylaşımlarda bulunmuştu. Trump’ın bu tavrı sonucunda sosyal medya devleri birer birer Trump’ın ve destekçilerinin sosyal medya hesaplarına yönelik görülmemiş hamlelerde bulundular.

ABD’nin nükleer silahlarına erişimi bulunan Trump’ın Twitter ve Facebook’a erişememesi sosyal medyanın güç gösterisi olarak algılandı. Financial Times’ın haberinde Trump’ın sosyal medya engeli değerlendiriliyor. İşte o haber:

Donald Trump’ın 2024’te geri dönmesi ihtimali sadece ABD Başkanı’nın görevden azil işlemlerinin bu hafta yeniden başladığı Washington’da değil aynı zamanda teknoloji şirketlerinin başkanın tanıtım mekanizmasında beklenmedik bir çatırdama oluşturduğu Silikon Vadisi’nde de gündemin en üst sırasında.

Geçen hafta ABD Kongre Binası’nda Trump destekçilerinin yol açtığı şiddet olaylarının ardından Başkan Trump’ın hem Facebook’tan hem de Twitter’dan men edilmesinin ardından iki şirketin platformunda da hesabı bulunmuyor. Apple, Google ve Amazon da aşırı sağcı Trump destekçileri tarafından alternatif Twitter olarak kullanılan Parler uygulamasına karşı adım atmaya başladı.

Bu hamleler, bir teknoloji şirketinin içerik politikalarını ihlal eden kullanıcıları sansürleme hakkı ile bireyin ifade özgürlüğü hakkı arasındaki dengenin nerede olduğu konusunda ateşli bir tartışmaya körükledi.
Trump'ı eleştirenler, pek çok kişinin çok uzun zamandır yapılması gerektiğini düşündükleri platformların dışına atılma hamlesinin geciktiğini söyleyerek ortaya çıkan durumu alkışladılar. Ancak diğerleri, bu hamlelerin bir avuç özel şirketin ne kadar ciddi bir siyasi güç kurulduğunu göstermesinden endişe ediyor.

Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği'nin Kıdemli Yasama Danışmanı Kate Ruane yaptığı açıklamada, "Bay Trump'ı şu anda kalıcı olarak askıya alma arzusunu anlıyoruz." dedi.

Raune, “Ancak Facebook ve Twitter gibi şirketlerin, özellikle de siyasi gerçekler bu kararları kolaylaştırdığında, milyarlarca kişinin konuşması için vazgeçilmez hale gelen platformlardan insanları çıkarmak için kontrolsüz gücü kullanması herkesi ilgilendirmelidir" ifadelerine yer verdi.
Yıllardır sosyal medya şirketleri Trump'a karşı harekete geçmeleri yönünde baskı altında. Sol kanattaki pek çok kişi, Demokratların seçim zaferini yasadışı yollardan "çaldığı" yönündeki asılsız iddialar da dahil olmak üzere, platformları şiddet ateşini körüklemek, komplo teorilerini güçlendirmek ve dezenformasyon yaratmak için kullandığına inanıyor.

Ancak bu hafta ABD Kongresi’ndeki Trump yanlısı bir çete ve ABD Başkanı’nın isyancıları sosyal medya üzerinden övmesi şirketleri Trump’ın tamamen engelleme konusunda ikna etti.

İlk olarak Facebook, ABD Başkanı’nın hesabını süresiz olarak askıya alacağını açıkladı. Ardından Trump'ın 88 milyon takipçisine doğrudan konuşmak için en çok tercih ettiği uygulama olan Twitter, ABD Başkanı’nın hesabını kalıcı olarak engelleyeceğini ve Beyaz Saray gibi ilişkili hesaplardan tweet yollamasına izin vermeyeceklerini söyledi. YouTube, TikTok, Pinterest ve Snap de ABD Başkanı’na kısıtlamalar getirdi.
İlk defa, internetin sosyal medya altyapısından sorumlu teknoloji grupları, Çarşamba günkü şiddet olaylarını organize etmek için kullanılan Trump yanlısı uygulamaları ve forumları susturmak için harekete geçtiler. Amazon, Parler için web hosting hizmetlerini askıya alacağını açıkladı. Uygulama etkili bir yedek sağlayıcı bulamazsa bir süre sonra çevrimdışı olmaya zorlanacak. Daha öncesinde ise Apple ve Google, Parler’ı uygulama mağazalarından çıkarmıştı.

Liberal sosyal medya aktivist grubu Sleeping Giants'tan Matt Rivitz, "Her sosyal platformunda olduğu gibi, bu hizmetlerin de hizmet şartları var. Bunların hepsinin de özellikle şiddet ve nefret çağrıları gibi olayları engellemeleri gerekiyor" dedi. Rivitz, "Şimdiye kadar, bu kuralları nadiren uygulamışlardı" ifadelerine yer verdi.
Eski bir üst düzey Twitter yöneticisi, şirketin Trump'a karşı "inanılmaz derecede sabırlı" davrandığına inandığını söyledi. Ancak 20 Ocak'ta Joe Biden'ın göreve başlamasıyla birlikte şiddetin yeniden başlaması korkusuyla bu hafta ABD Başkanı’nı engellemek zorunda hissettiklerini söyledi.

"Duyurudaki uyarılar açık. . . Daha fazla belanın geldiğine dair bir his vardı. Ve eğer hiçbir şey yapmasalardı, beklemede oldukları için eleştirileceklerdi."

Trump ve en yakın müttefikleri söz konusu duruma öfkeyle tepki gösterirken, Beyaz Saray Twitter çalışanlarının "Demokratlar ve Radikal Sol ile eşgüdümlü olduğu" için ABD Başkanı’nı susturduklarını söyledi.

Ancak başka bir görüşe göreyse bu kararın uzun zaman önce alınmış olması gerekiyordu. Bill Clinton'ın yönetiminde ABD çalışma bakanlığı yapan Kaliforniya Üniversitesi Berkeley Birimi Kamu Politikası Profesörü Robert Reich şunları söyledi: "Sosyal medya platformları dört yıl gecikti. Trump'ın yalanlarının, komplo teorilerinin ve nefret sözlerinin kök salmasına izin verdiler. Bu miras yıllarca bizimle kalacak."
Yine de bazıları teknoloji şirketlerinin sadece kendi çıkarları için hareket ettiğine ve Demokratların eleştirilerini ve 20 Ocak’ta işbaşına geçecek Biden yönetiminin olası düzenleyici eylemlerini savuşturmaya çalıştıklarına inanıyor. Biden daha önce, ABD yasalarının sosyal medya şirketlerini platformlarında yayınlanan içerikler sebebiyle dava edilmekten koruyan bölümü olan Chapte 230'un yürürlükten kaldırılması yönünde çağrıda bulunmuştu. Kongre üyeleri çok daha sıkı federal gizlilik yasaları için bastırmaya devam ederken Biden yönetimi de aynı zamanda Google ve Facebook karşı anti tröst davaları açacak.

Cumhuriyetçi senatör Marco Rubio Pazar günü Fox News’e yaptığı açıklamada, "Bu çok acınası . . . Bu adamların bunu yapmalarının (Trump’ın engellenmesi) nedeni, Demokratların iktidarı ele geçirmek üzere olması ve bunu kendilerine zarar verecek herhangi bir kısıtlama veya yasanın geçirilmesini önlemek için iyi taraflarına geçmenin bir yolu olarak görmeleri" ifadelerine yer verdi.

Her halükârda, geçen haftaki olaylar Biden yönetimine büyük teknoloji şirketleri üzerindeki denetimini sıkılaştırmak için er ya da geç harekete geçmesi yönünde bir baskı uyguluyor.

Bu arada, Trump’ın destekçileri ve dünya ile iletişim için kurması için çok açık bir şekilde daha dar seçenek bırakıldı. ABD Başkanı kendi platform kurma ihtimalini lanse etti. Ancak bu süreçte örneğin, internet hosting hizmeti sağlayıcılarının engeliyle karşı karşıya kalabilir.

Konunun büyük çoğunluğu Facebook’un ABD Başkanı üzerindeki yasağını kalıcı hale getirmeye karar verip vermemesine bağlı. Kâr amacı gütmeyen şirket Media Matters’ın Baş Yöneticisi Angelo Carusone, “Eğer engellemezlerse Facebook Trump’ın yeni Twitter’ı olur ve paylaşımları kullandığı temel araç haline gelir” dedi.
Carusone Trump için, "Siyasi gücü etkilenecektir, çünkü bu onun muhalefetin merkezi sesi olarak hizmet etme becerisini sınırlandırıyor. Hiç şüphesiz arkasındaki rüzgârı büyük ölçüde azaltacaktır” ifadelerine yer verdi.


Türkiye, ABD arasında sosyal medya gerginliği

 Kısa bir süre önce yapılan açıklamada, 'Türkiye, İtalya ve Hindistan’ın Google ve Facebook gibi sosyal medya platformlarının yerel gelirlerini vergilendirme kararlarının Amerikan şirketlerine karşı ayrımcılık' olduğu iddia edilmişti.

ABD Ticaret Temsilciliği (USTR) kısa bir süre önce yaptığı açıklamada, 'Türkiye, İtalya ve Hindistan’ın Google ve Facebook gibi sosyal medya platformlarının yerel gelirlerini vergilendirme kararlarının Amerikan şirketlerine karşı ayrımcılık' olduğu iddia edilirken, ‘şimdilik’ bu ülkelere karşı ‘yaptırım’ uygulanmayacağı belirtildi.

Açıklama, uzmanlar tarafından Türkiye gibi birçok ülkeye ‘aba altından sopa göstermek’ olarak yorumladı. Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mali Hukuk Anabilim Dalı Dr. Öğretim Üyesi Ertuğrul Akçaoğlu ile Sputnik'ten Serkan Demirtaş görüştü.

‘Ödemekle yükümlüler’

Devletlerin uzun süredir durumun farkında olduğunu belirten Akçaoğlu, Türkiye’nin de dijital hizmetler vergisini Aralık 2019’da yasalaştırdığını ve Mart 2020’den beri de yasanın yürürlükte olduğunu anımsattı.

Akçaoğlu, “Bir önceki mali yılda dünya çapında 750 milyon euro veya Türkiye’de 20 milyon liradan fazla hasılat elde edenler, Türkiye’deki hasılat üzerinden yüzde 7.5 oranında vergi ödemekle yükümlüler” dedi.

‘Müzakere sürecinin enstrümanlarından’

Akçaoğlu, Fransa’nın 2019 yılında dijital hizmet vergisini yürürlüğe aldığını ve bunun üzerinde USTR’nin bu ülke hakkında soruşturma açtığını hatırlattı. ABD’nin ise buna karşılık olarak Fransa’dan ihraç edilen yaklaşık 1.3 milyar dolar değerindeki çeşitli mallardan yüzde 25 oranında ek gümrük vergisi alınması şeklinde bir yaptırım önerisi getirdiğini belirtti.

Akçaoğlu, “Tüm bu olanları izlediğimizde bizim ve diğer devletlerin çıkarmakta oldukları dijital hizmet vergilerinin ve buna karşılık ABD’nin devreye soktuğu yaptırım aracının aslında küresel vergi pastasının nasıl paylaşılacağına ilişkin müzakere sürecinin enstrümanlarından” dedi.

Dr. Akçaoğlu, ABD’nin Fransa’ya karşı yaptırımlarını ertelediğini, Fransa’nın da dijital hizmet vergisi tahsilatını yıl sonuna kadar ötelediğini bildirdi.

ABD’nin yeni başkanı Joe Biden’ın bundan sonrasına ilişkin nasıl bir yaklaşım sergileyeceğinin bilinmediğini belirten Akçaoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Fransa dijital hizmet vergisini tahsil etmeye başlayacak mı, ilerleyen günlerde göreceğiz. Ne tesadüftür ki en yeni dijital hizmet vergisini yasalaştıran ülke olan Kenya da ABD ile serbest ticaret anlaşması müzakeresi yürütmekte.”

‘OECD’nin çözüm üretilebileceğine dair ciddi şüphelerim var’

Dr. Ertuğrul Akçaoğlu, tüm devletler gibi Türkiye’nin de son yirmi yılda dijital ekonominin gelişiminden hem istifade ettiğini hem de mevcut vergi sisteminin dijital ekonominin vergilendirilmesindeki işlevsizliği nedeniyle oldukça zarar ettiğini kaydetti.

Mevcut sistem değiştirilemez veya dönüştürülemezse öngörülebilir gelecekte de Türkiye’nin zararının artarak devam edeceğini belirten Akçaoğlu, “Kurucu üyelerinden biri olduğumuz OECD çatısı altında yirmi yılda kanaatimce bir arpa boyu mesafe kat edilemedi. İlerleyen dönemde de OECD’nin çözüm üretilebileceğine dair ciddi şüphelerim var. Yine de küresel diyaloga açık ve yapıcı bir yaklaşım içinde olmalıyız. Hiçbir şey yapmadığımız her gün aleyhimize işliyor ne de olsa” dedi.

Ne olmuştu?

1 Ekim 2020'de yürürlüğe giren ve kamuoyunda ‘Sosyal Medya Yasası’ olarak bilinen 7253 sayılı kanunda yapılan değişikliklerle Türkiye'de faaliyet gösteren ve günlük erişimi bir milyondan fazla olan yabancı kaynaklı şirketlere uymaları gereken bazı kurallar getirilmişti. Kasım ayında ise 5 aşamalı yaptırım planının ilk iki aşaması devreye alınmış ve şirketlere önce 10 milyon lira sonra ise 30 milyon lira ceza kesilmişti.

Bu karar üzerine ABD Ticaret Temsilciliği de söz konusu vergilerin adil olmadığını ve ayrımcılığa yol açtığını belirterek vergilendirmeyi yapan ülkelere misilleme yapabileceğini açıkladı.

TÜSİAD: Enflasyonda zorluklarla karşılabiliriz

 TÜSİAD/Kaslowski: Enflasyonda bugün üzerimize düşenleri yapmazsak, ilerleyen vadede ekonomide çok daha büyük zorluklarla karşılaşma ihtimalimiz yüksek

TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski EAF, '2021 Yılında Türkiye Ekonomisi' konferansının açılış konuşmasını yaptı.

"Bugün üzerimize düşenleri yapmazsak, ilerleyen vadede ekonomide çok daha büyük zorluklarla karşılaşma ihtimalimiz yüksek" ifadesini kullanan Kaslowski'nin konuşması şu şekilde:

"Küresel koşulları her açıdan değiştiren ve sağlığımızın en büyük önceliğimiz olduğunu bizlere bir kere daha hatırlatan bir yılı tamamladık. Bugün burada, her sene yaptığımız gibi, kıymetli ekonomistlerimiz ile 2020'nin Türkiye ekonomisi değerlendirilecek ve 2021 yılı ekonomisinin bizlere neler getirebileceğini anlamaya çalışacağız.

Oldukça zor bir yılı geride bırakırken, önemli konularda mücadele etmemiz gereken bir 2021'e giriyoruz. Son dönemde atılan adımları memnuniyetle karşılarken, bu zorlu dönemin de henüz başında olduğumuzu hatırlatmak isterim. Yeniden ekonomide güven sağlamanın uzun bir zaman alacağını bilerek, rehavete kapılmadan doğru adımlarla devam etmeliyiz.

Pandeminin tekrar derinleştiği bu döneme yeterince hazırlıklı giremediğimiz için, en kısa vadede ülkece daha disiplinli politikalara geçilmesi gerektiğinin farkındayız. Önümüzde enflasyonla mücadelede oldukça uzun bir yol var. Bu yolun zorluğunu bilerek, tüm ekonomik aktörler tarafından tam mutabakat sağlanmasının son derece kritik olduğunu düşünüyorum. Ekonomimizin tüm paydaşlarının, düşük enflasyonun gerekliliğine ikna olması, bu mücadelede önemli rol oynayacaktır.

Hatırlatmak isterim ki bir ekonomide istikrar sağlamadan, önümüzü görmeden ve güven ortamı inşa etmeden kalıcı büyüme sağlamamız olası değil. Bunların eksik kaldığı ortamlarda, sağlıklı yatırım ve üretim kararları almak da imkansız hale gelmekte.

Ekonomide bu güven ortamını yaratmanın iki ön koşulu var.

Bunlardan ilki fiyat istikrarı yani kalıcı düşük enflasyon bir diğeri de finansal istikrar. Her ikisi de yatırım ve üretim kararlarında çok önemli. Maalesef enflasyonu düşüremediğimiz ortamlarda finansal istikrara da erişmemiz söz konusu olamıyor. Finansal istikrarın eksik olduğu ortamlarda da ekonomi dış şoklara açık hale geliyor, zayıflıyor.

Neden enflasyonu düşürmemiz gerekiyor? Yaşanan deneyimler çok net ortaya koyuyor ki paranın değerini koruyamadığınız ekonomilerde önünüzü görme ve plan yapabilme kapasiteniz düşüyor. Böyle bir ortam, reel kesimin herhangi bir üretim ya da yatırım kararı almasını zorlaştırıyor ve arzu ettiğimiz büyümeye ulaşamıyoruz. Aksi şekilde, yüksek enflasyonla mücadeleyi erteleyip, her ne pahasına olursa olsun büyüyelim dediğimizde de var olan kaynaklarımızı tasarruflu kullanamayarak israf ediyoruz. Ve yine bu süreç büyüme üzerinde baskı ile sonuçlanıyor. Ülkece bu sarmaldan çıkmamız gerektiğine inanıyorum.

Bunun da en öncelikli koşulu enflasyonla doğru ve kararlı mücadele. Kararlı olmamız gerekiyor çünkü süreç sandığımızdan daha uzun sürebilir. Az önce konuşmamda değindiğim mutabakata da tam bu noktada ihtiyacımız olacak. Ekonomimizin tüm aktörlerinin bu zaman zarfında sabırla enflasyonla mücadeleye inanması ve kararlı şekilde devam etmesi gerekecektir.

Gün sonunda fiyat istikrarına eriştiğimizde finansal istikrarı da sağlayarak çok daha sağlıklı ve uzun soluklu bir büyüme patikasına geçmemiz mümkün olacaktır.

Bugün küresel ekonomide enflasyonun neredeyse yok denecek kadar az olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye ekonomisine emsal kabul ettiğimiz gelişmekte olan ülkelerde enflasyon oranı %3-4 bandında oldukça düşük seyrederken, ülkemizde enflasyon çift hane %14'lerin üzerinde seyretmektedir. Bugün üzerimize düşenleri yapmazsak, ilerleyen vadede ekonomide çok daha büyük zorluklarla karşılaşma ihtimalimiz yüksek. Bunu da hesaba katarak, disiplinli politikalar tasarlamalıyız. Zorlu bir süreç olduğunun farkındayım.

Hem ekonominin hem de iktisat politikalarının doğru işleyebilmesi için olmazsa olmazın öngörülebilirlik ve güven olduğunu tekrar tekrar hatırlatmak isterim. Türkiye ekonomisinin özellikle ilk yarıda rehavete kapılabileceği tek bir gün dahi yok maalesef. Tüm bu adımları atarken de belli bir dönem iktisadi büyümeden feragat etmemiz gereken bir süreçten de geçeceğiz. Bu yüzden de esas olarak istihdama nasıl destek vermeyi planladığımız ve içinde maliye politikasının da yer aldığı oldukça kapsamlı bir iktisat politikasına da ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Ve yeniden hatırlamalıyız ki, yalnızca doğru iktisat politikaları uygulamak da yeterli olmuyor.

Kurumların politika dizayn etme kapasitesi, liyakatin öne çıkması da bu süreçte son derece kritik.

Hukukun üstünlüğü ve yargı sisteminin hızlı ve adil çalışması da, hem büyümenin hem de yatırım sermayesinin önüne açacak en önemli unsur.

Hukuk ve ekonomi reform gündeminin hızla hayata geçmesi, sadece ekonomik ve sosyal alanda bizi rahatlatmayacak, aynı zamanda küresel ve bölgesel ekonomik işbirliklerimizdeki konumumuzu olumlu etkileyecek ve siyasi ve ekonomik kazanımları konuşacağımız bir döneme fırsat verecektir."

10 Ocak 2021 Pazar

PTT zarar rekoru kırdı

 PTT'nin 2019 yılında 1 milyar 200 milyon lira zarar ederek rekor kırdığı belirtildi. Buna göre, 2017 yılında 641 milyon lira, 2018’de 215 milyon lira kâr eden şirket, 2019 yılındaki zararıyla özkaynaklarının yarısını kaybetti.

Dört bin şube, bin acente ve 26 binden fazla çalışanı ülke genelinde faaliyet gösteren PTT 2019 yılında rekor zarara imza attı. 2017 yılında 641 milyon 900 bin lira, 2018 yılında 215 milyon 700 bin lira kar eden şirket, 2019 yılında ise 1,2 milyar lira zarar etti. 2019 yılındaki bu zararla birlikte PTT'nin 2,75 milyar liralık özkaynaklarının yüzde 43,5'i kaybedildi.

Diğer yandan PTT tarafından önce ihale edilen sonrasında da çeşitli gerekçelerle feshedilen işler nedeniyle de kurumun kasasından çıkan 223 milyon 926 bin lira boşa gitti. Sayıştay raporuna göre, 2018 yılında PTT yönetiminin katılım bankası kurma kararı hayata geçirilemedi ve danışmanlık hizmeti için harcanan kaynaklar da boşa gitti.

Sözcü'den Gökmen Ulu'nun haberine göre, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir Milletvekili ve KİT Komisyonu Grup sözcüsü Atila Sertel, Sayıştay'ın 2019 yılı PTT raporuna ilişkin bazı bulgu ve tespitleri açıklayarak eleştirilerde bulundu.

Zararın 3 Ocak 2020 tarihinde görevden alınan eski genel müdür Kenan Bozgeyik dönemini kapsadığını belirten Sertel, şunları söyledi:

Azalan bir eğilim göstermesine rağmen 2017 ve 2018 yıllarında kar eden PTT, 2019 yılında çok büyük miktarda zarar ettirilmiş. Adeta giderayak şirketin kasası boşaltılmış. Önceki yıllarda yaptığımız onca uyarı ve açıklamaya kulak tıkayan AKP İktidarı, 2019 yılında zararın büyüklüğünü görünce Kenan Bozgeyik'i de Ocak ayı başında görevden almış. Kenan Bozgeyik'in görevden alınmasının altında bu zararın, usulsüzlüklerin, yolsuzlukların yattığı çok açık. KİT Komisyonu toplantısında bu zararın tüm ayrıntılarını öğrenip hesabını soracağız.
Türkiye'nin yönetilemediğini ve soyulduğunu ifade eden Atila Sertel, “Artık haykırıyoruz Türkiye'de soygun var” diye konuştu. Sertel, PTT'de paraların heba edildiğine dair Sayıştay raporundaki bilgilerden bazılarını paylaşarak şu açıklamalarda bulundu:

Yönetim Kurulu Kararı ile katılım bankası kurulması amacıyla doğrudan temin yöntemiyle ‘Ana Bankacılık Sistemi ve Teknoloji Platformu-BOA Sistemi' alınmasına karar verilmiş, 19.06.2018 tarihinde 7 milyon ABD Doları bedel üzerinden sözleşme imzalanmış, 2 milyon ABD Doları tutarda peşin ödeme yapılmıştır. Buna karşın denetim tarihi Mart 2020 tarihi itibarıyla PTT A.Ş.'nin Katılım Bankası kurulmasıyla ilgili çalışmalarının bulunmadığı görülmüştür. Böylece 2018 Yılı Sayıştay Denetim Raporu'nda da değinilen söz konusu iş için 18.10.2018 tarihinde 2 milyon ABD Doları (4,7151 TL ABD Doları kuru üzerinden) ödendiği halde yatırım sonuçlandırılmamıştır. PTT Bank temel bankacılık altyapısının iyileştirilmesi çalışmalarında yüklenici kaynaklı yaşanan problemler, zaman planı ve maliyetlerde Şirket aleyhine oluşan durumlar nedeniyle sözleşmenin feshi hususunda çalışmalar yapıldığı görülmüştür.
DANIŞMANLIK HİZMETİ

Genel Müdürlük Makam Onayı ile 07.03.2019 tarihinde PTT A.Ş.'nin, sermayesinin yüzde 100'üne sahip olduğu bir bağlı ortaklığı ile Pttbank Bilgi Sistemleri Stratejik Dönüşüm Programı Kapsamında olmak üzere sözleşme eki birim fiyat cetveli üzerinden ‘BOA Ana Bankacılık Sistemi İle Bankacılık Süreçleri Geliştirme ve Yazılım Geliştirme/Uyarlama/Entegrasyon Faaliyetleri Danışmanlık Hizmet” sözleşmesi imzalanmıştır. Bugüne kadar 1 milyon 369 bin TL tutarında ödeme yapılmış olup, PTT A.Ş.'nin PTT Bilgi Teknolojileri A.Ş.'ye sözleşmenin feshi ihtar edilmiştir. Doğrudan temin yöntemiyle 3 firmadan teklif alınması neticesinde 7 milyon 533 bin TL bedel ile Posta Katılım Bankası danışmanlık hizmet alımı için 11.01.2018 tarihinde sözleşme imzalanmıştır. 12 ayrı hak ediş ile toplamda 7 milyon 533 bin TL olmak üzere sözleşme bedelinin tamamı ödenmiştir. Ancak katılım bankası kuruluşu ile ilgili bugüne kadar herhangi bir ilerleme kaydedilmemiştir. Doğrudan temin yöntemiyle 1 milyon 176 bin Avro bedel ile 4 adet mobilize deniz taşıtı (deniz postası) hizmet alımı için 06.08.2018 tarihinde 60 ay süreli sözleşme imzalanmıştır. Teslim alınan 1 adet deniz postası aracı 01.08.2019 tarihinde Sirkeci PTT’ye bağlı olarak hizmete başlamıştır.
'Bir deniz aracı için 2019 Nisan-Ağustos ayları arasında toplamda 144 bin 241 TL ödenmiştir'

"Verimli olmadığı gerekçesiyle 10.09.2019 tarih ve 4887 sayılı makam oluruna istinaden 28.09.2019 tarihinde Antalya Başmüdürlüğü'ne gönderilmiş, hava muhalefeti nedeniyle emniyet açısından balıkçı barınağında karaya çıkarılmış, burada da verimli olmadığı gerekçesiyle 22.01.2020 tarihli ve 335 sayılı makam oluru ile tek taraflı olmak üzere sözleşme feshedilmiştir. Söz konusu yarım kalan deniz postası hizmet alımı işi kapsamında yükleniciye 1 deniz aracı için 2019 Nisan-Ağustos ayları arasında toplamda 144 bin 241 TL ödenmiştir. PTT Bilgi Teknolojileri A.Ş. ile 06.06.2018 tarihinde sözleşme eki birim fiyatlar üzerinden sözleşme imzalanmıştır. Proje kapsamında tasnif, tarama, indeksleme, klasörlere yerleştirme ile dijital ortamda üretilen yeni belgelerin sisteme entegrasyonunu içeren yazılım alımına Eylül 2018'de başlanmış, denetim tarihi Mart 2020'ye kadar 30,9 milyon TL'si KDV olmak üzere toplam 201,5 milyon TL ödeme yapılmış. Sonuç olarak; 5 yılda tamamlanması öngörülen söz konusu projenin yaklaşık 200 milyon TL harcandıktan sonra tasfiyesi için işlemler yürütüldüğü görülmüştür."

ÇAYKUR neden zarar ediyor?

 Günde 350 milyon bardak çay içilen Türkiye'de ÇAYKUR zarardan kurtulamıyor.

Son üç yıla kadar kârda olan ancak Varlık Fonu'na devredildiğinden bu yana zarar eden ve bir yılda üç genel müdürün değiştiği ÇAYKUR'un, 20 ton organik çayın küflenmesine neden olup, imha edildiği ortaya çıktı. Sözcü’den Deniz Ayhan’ın haberine göre, bir yılda 3 kez genel müdürü değişen ve önceki Genel Müdür Ekrem Yüce'nin AKP'den Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiği ÇAYKUR'un genel müdürlüğü görevini halen AKP Rize İl Başkanı olan İshak Alim'in kardeşi Ziya Alim yürütüyor. Ekrem Yüce de yönetim kurulu üyeliğine devam ediyor. 2017'yi 267 milyon, 2018'i ise 657 milyon lira zararla kapatan ÇAYKUR, 2019'da da 635 milyon zarar etti. ÇAYKUR, 2017'ye kadar yılda 110 milyon lira civarında kâr sağlıyordu.

Sayıştay denetçileri, üretimi devam eden organik çayların 96 tonunda rutubet sınır değerlerine yaklaşıldığını belirledi. 2015-2016 yılları arasında 19 bin 878 kg'lık organik çayın küflenme nedeniyle imha edildiği ve bu nedenle de 218 bin 291 TL zarara yol açıldığı saptandı. 2018'de 103 bin 645 ton, 2019'da ise 122 bin 510 ton olan stok miktarlarının, ÇAYKUR'un bu yıllarda yaptığı toplam satışı kadar olduğunu belirtilerek, “Bir yıllık satışa eşit kuru çay stoku bulunmaktadır ve ÇAYKUR hiç çay yaprağı almasa dahi mevcut ürün stokunu ancak eritebilecektir” denildi.

Türkiye'nin ithalatı nasıl arttı?

 2020 yılında dünyayı sarsan pandemide küresel ticaret azalırken, Türkiye ithalatı 2020 yılında yüzde 4,3 arttı. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) bu artışın dünyada tek olduğuna dikkat çekti. Ayrışmanın nedeni ne?

Türkiye, pandemi sürecinde dünyada ekonomik krizin yaşandığı 2020 yılında ithalatını artırarak dünyadan ayrıştı.

Ticaret Bakanlığı tarafından dün açıklanan verilerde, 2020'de Türkiye'nin toplam ihracatı 2019'a göre yüzde 6,26'lık düşüşle 169,5 milyar dolara gerilemesi küresel ticaret ile aynı seyirde. Dünya Ticaret Örgütü (WTO) verilerine göre de dünyada mal ve hizmet ticaretinin ocak-eylül döneminde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 8,2 düştü. Fitch'in 2020'nin tamamı için ticarette yüzde 9,6 oranında düşüş tahmininde bulundu.

DIŞ TİCARET AÇIĞI

Türkiye'nin ithalatı 2020'de yıllık yüzde 4,32 artışla 219,4 milyar dolara yükseldi. Bu veriler ışığında 2020'de dış ticaret açığı, yüzde 69,12 artışla 29,5 milyar dolardan 49,9 milyar dolara yükseldi.

KRİZ YILLARINDA İTHALAT AZALDI

Türkiye'de ithalat eski yıllarda kriz dönemlerinde azalış göstermişti. Sözcü’den Emre Deveci haberine göre, Türkiye'nin siyasi ve ekonomik yapısını derinden sarsan 2001 krizi döneminde ithalat yüzde 25,7 azalırken, 2009 yılındaki küresel krizde Türkiye ekonomisi küçülürken, ithalat da yüzde 30,3 azalmıştı. 2018'de kur krizi döneminde de Türkiye'de ithalat yıllık yüzde 3,2 azalmıştı.



DÜNYADA TEK

Uluslararası Finans Enstitüsü Baş Ekonomisti Robin Brooks, Twitter'dan yaptığı bir paylaşımda 2020'nin üçüncü çeyreğinde dünyada ithalatı verilerini paylaşırken, artış olan tek ülkenin Türkiye olduğu görüldü.

Türkiye'nin ithalatı yüzde 11 artışla 51,7 milyar dolardan 57,4 milyar dolara yükseldi. Bu dönemde ihracat ise yüzde 20'ye yakın azaldı.

Brooks, “Dünyadan ayrışan bu girişim baştan başarısızlığa mahkûmdu ve yeni politika ekibi bu durumu düzeltiyor” dedi.



AYRIŞMANIN NEDENİ ALTIN

2020'de Türkiye'nin ithalatını düşürecek önemli bir gelişme yaşandı ve dünyada enerji fiyatları ciddi oranda geriledi. Bunun sonucunda Türkiye'nin enerji ithalatı, 2020'de 41,7 milyar dolardan 29 milyar dolara geriledi.

Ancak TL'deki değer kaybının hem nedeni hem de sonucu olarak altın ithalatındaki büyük artış, Türkiye'nin dış ticaret dengelerini bozdu.

2019'da 11,3 milyar dolar olan Türkiye'nin altın ithalatı, 2020'de 24,9 milyar dolara fırlayınca, toplam ithalat da artıya geçti.



KREDİLERDEKİ BÜYÜME

Dış ticaret dengesinin bozulması ve altın ithalatının artmasında, kredilerdeki rekor büyüme de etkili oldu. 2020 yılında bankaların TL kredi hacmi yaklaşık 700 milyar TL gibi olağan dışı bir hacimde artarken, kredilerle yaratılan mevduatın önemli bir kısmı altın ve dövize gitti.

Bu durum TL'nin dolar karşısında yüzde 19,9'la 2020'de gelişen ülkeler arasında en çok değer kaybeden üçüncü para birimi olmasına neden olurken, hem yastık altında hem de bankalarda tutulmak üzere vatandaşın ve şirketlerin altın alımlarını artırdı.






CEO'lar neden çok yüksek maaş alıyor?

 Londra Borsası'nda  (FTSE 100) işlem gören en yüksek piyasa değerine sahip 100 şirketteki maaşlar gelir eşitsizliğini gözler önüne serdi. Üst düzey yöneticilerin 3 günlük maaşı, bir çalışanın ortalama yıllık maaşından fazla.

High Pay Centre adlı düşünce kuruluşunun (thinktank) son araştırmasına göre, yılın ilk üç iş gününde, şirket yöneticileri ülkedeki yıllık ortalama maaş olan 31 bin 461 sterlinlik (43 bin dolar) kazanç elde ettiler.

Üst düzey yöneticilerin geliri geçen yıldan bu yana değişmedi, ancak ortalama maaş az da olsa yükselirken, FTSE şirketlerinin yöneticilerinin yıllık ortalama gelire ulaşması için çalışmaları gereken süre 33 saatten 34’e çıkarak sadece bir saat arttı.

Araştırmada, CEO düzeyindeki yöneticilerin günlük 12 saat çalıştığı veri alınıyor.

Araştırmalarını şirketlerin yıllık raporlarından ve hükümetten gelen verilerden yararlanarak hazırlayan High Pay Centre'ın direktörü Luke Hildyard, CEO'ların İngiltere'de ortalama bir çalışandan 120 kat fazla maaş aldığını belirtiyor. Bu makas, 20 yıl içerisinde ciddi miktarda açıldı.

120 KAT FARK VAR

Hildyard, "Analizlerimize göre, CEO'lar ile ortalama çalışan maaşı arasında bugün 120 kat olan fark, 2000'lerin başında 50 kattı. 1980'lerin başında ise 20 katlık bir fark vardı" diyor ve ekliyor:

Ekonomide finans sektörünün büyüyen rolü, ucuz iş gücünün dışarıdan tedarik edilmesi ve sendika üyeliğindeki düşüş gibi nedenler, gelir eşitsizliğini artırdı ve tepedekilerle ortalama çalışan arasındaki makası on yıllar içerisinde daha da açtı.
Düşünce kuruluşuna göre, söz konusu veriler İngiltere'de en büyük şirketlerin yönetilme biçimiyle ilgili de soru işaretleri yaratıyor:

Eşitsizliğin yüksek düzeylere tırmanmasının sosyal uyum, suç oranları, kamu sağlığı ve refah düzeyi üzerindeki etkileri daha fazla tartışılmalı.
Araştırmada ulaşılan son verilere göre FTSE 100 şirketlerinin patronları 2019 yılında ortalama 3.61 milyon sterlin kazandı. 2018'de bu tutar, 3.46 milyon sterlindi.

YÜKSEK MAAŞLARIN GEREKÇESİ

Öte yandan benzeri araştırmalar, CEO'luk görevinin önemini ve söz konusu pozisyonların katkısının ne olduğunu görmezden gelmekle eleştiriliyor.

Adam Smith Enstitüsü'nün direktörü Daniel Pryor, "Küreselleşen dünyada iyi yöneticilik daha da önemli hale geldi ve üst düzeylerdeki küçük farklılıklar şirketin tabanı üzerinde devasa etkiler yaratabiliyor" diyor ve şirket liderlerine verilen yüksek maaşların bir gerekçesi olduğunu savunuyor:

Geçtiğimiz 60 yılda beklenmeyen CEO ölümleri şirketlerin borsa bedellerini, kazançlarını, yatırım ve satış hedeflerini ciddi şekilde etkiledi. Şirketlerin, tepe pozisyonlardaki en iyi yetenekleri için kesenin ağzını açmaları bu yüzden anlaşılır bir durum
İngiltere'de 250'den fazla çalışanı olan şirketler geçen yıldan itibaren üst düzey yöneticiler ile ortalama çalışanların maaş oranlarını ve aradaki farkın gerekçelerini kamuya açıklamak zorunda.

High Pay Centre'a göre CEO'lar diğer çalışanlara kıyasla olağandışı maaşlar alıyorlar ve İngiltere maaş adaletsizliğinin en yüksek olduğu Avrupa ülkelerinden biri.

Hükümet geçtiğimiz yıl yöneticiler ile çalışanlar arasındaki maaş farkının "endişe verici" olduğu yorumunu yaptı ancak yürürlüğe giren "kamuya açıklama" yasası ile eşitsizliğe dikkat çekilebileceğini belirtti.

Altın üretiminde tarihi rekor

 Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, altın üretiminde geçen yıl cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdıklarını söyledi.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, Altın Madencileri Derneği temsilcilerini kabul etti.

Bakan Dönmez, yaptığı konuşmada, "Altın üretimimiz geçen yıl sonunda Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırarak 42'ye ulaştı. Ekonomimize 2,4 milyar dolar katkı sağladık." dedi.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, Altın Madencileri Derneği temsilcilerini kabulünde yaptığı konuşmada, "20 yeni altın madeni projesi de yatırım için gün sayıyor. İnşallah bu projelerin de devreye girmesiyle altın üretimimizi 100 tona çıkaracağız. Hedefimiz, altın ihtiyacımızı önce yerli kaynaklardan sağlamak, altın kaynaklı cari açığı önemli ölçüde azaltmak, bu alandaki istihdamı artırmak." ifadelerini kullandı.

42 TONA ULAŞTI

Dönmez, 2020 yılı başında altın üretiminin 40-45 ton arasında olmasının hedeflendiğine dikkati çekerek, "Altın üretimimiz salgına rağmen yıl sonunda Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırarak 42 tona ulaştı. Böylece ekonomimize 2,4 milyar dolarlık bir katkı sağladık." dedi.

488 BİN DOLARLIK YATIRIM

Altın madenciliğinde 488 bin dolarlık yatırım yapıldığını belirten Bakan Dönmez, şunları keydetti:

"Türkiye'de üretilen ürünler içinde en fazla katma değer sağlayanlar arasında ilk sıralarda altın geliyor. Son zamanlarda bazı çevreler tarafından asılsız, bilimsellikten uzak ve yalan, yanlış bilgilerle altın madenciliğine karşı ideolojik bir muhalefet yapıldığının farkındayız. Burada sorunu ve çözümü birlikte ortaya koymalıyız. Türkiye'nin altın ithalatı artıyor. Buna mukabil bu talebin en az yarısını karşılayacak bir rezerve de sahibiz ancak Türkiye'nin enerji ve maden bağımsızlığı söz konusu olduğunda toplumu kışkırtan ve terörize eden organize bir güruhla ve ona her fırsatta kol kanat geren, onu meşrulaştırmaya çalışan bir muhalefetle karşı karşıyayız. Ne yazık ki sahada çalışan işçilerimize baskı yapmak, onları yıldırmaya çalışmak, iş makinelerine saldırmak gibi vandallıklara da şahit olduk. İdeolojisini emek üzerine kuranlar, emeğin kutsallığını savunanlar, konu Türkiye'nin çıkarları olunca işçi kardeşlerimizin emeklerine dil uzatmaktan imtina etmiyorlar. Ama herkes şunu iyi bilsin ki Türkiye için Karadeniz'de bulduğumuz rezerv ne kadar değerliyse, yenilenebilir enerjideki her bir kilovatsaat üretim ne kadar değerliyse altın madenciliğimiz de aynı oranda değerlidir."

Güvenlikten bankalar sorumlu olacak

 Elektronik bankacılık hizmetlerinin, kimlik tespitlerinde artık müşterinin kimlik bilgileri ve anne kızlık soyadı sorulmayacak. Bunun yerine yeni kimlik kartları ile biyometrik veriler kullanılacak. İşlemdeki güvenlikten bankalar sorumlu olacak.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), bankacılık işlemlerinin daha kolay yürütülmesi için yeni bir adım attı.

Elektronik bankacılık hizmetlerinde müşterinin kimliğini tespit etmeye yarayan uygulamalarda farklılığa gidildi. Artık müşterilerin kimliğinin tespitinde kimlik bilgileri ile anne kızlık soyadı hiçbir aşamada kullanılamayacak.

Güvenliği bankalar sağlayacak

Düzenlemeyle kimlik doğrulama işlemlerinde yeni kimlik kartları, pin numaraları ve biyometrik veriler kullanılacak. 

Kimlik doğrulama sürecinde güvenliği bankalar sağlayacak. Müşterilere ilişkin doğrulama bilgileri müşteriye özgü olacak, taklit edilemeyecek.

Doğrulama mesajları gönderilmeyecek

Mobil bankacılık uygulaması kullananlara doğrulama işlemleri için mesaj gönderilmeyecek. Bankalar bunu bir kimlik doğrulama unsuru olarak kullanmayacak.

346 cana mal olan hata!

 ABD'li uçak üreticisi Boeing'in "737 Max" tipi yolcu uçaklarının 2018'de Endonezya ve 2019'da Etiyopya'da yaptığı kazalar nedeniyle 2,5 milyar dolar tazminat ve para cezası ödeyeceği bildirildi.

Uçuş kontrolleriyle ilgili hatanın yol açtığı anlaşılan kazalardaki sorumluluğunu kabul eden şirket, ABD Adalet Bakanlığı ile yasal uzlaşma anlaşması imzaladı. Anlaşma kapsamında, Boeing, kazalarda hayatını kaybedenlerin aileleri ile müşterisi hava yolu şirketlerine tazminat ödemeyi, ayrıca düzenleyicileri yanılttığı için adli para cezası ödemeyi kabul etti. Şirketin tazminat ödemeleri ve para cezası toplamının 2,5 milyar dolar olacağı açıklandı.

Boeing, "737 Max 8" tipi yolcu uçaklarının uçuş kontrol sistemindeki üretim hatasının yol açtığı uçak kazaları nedeniyle eleştirilere hedef olmuştu.

Uçuş kontrol sistemindeki hata 346 cana mal oldu

Endonezya'da Lion Hava Yollarına ait "JT 610" sefer sayılı Boeing "737 Max 8" tipi uçak, 29 Ekim 2018'de Cakarta'dan Sumatra Adası'ndaki Pangkal Pinang şehrine gitmek üzere havalandıktan kısa süre sonra denize çakılmıştı. 189 kişinin yaşamını yitirdiği kaza, "bu tip uçakların ilk kazası" olarak tarihe geçmişti.

Etiyopya Hava Yollarına ait Boeing "737 Max 8" tipi yolcu uçağı da 10 Mart 2019'da Addis Ababa'dan Kenya'nın başkenti Nairobi'ye gitmek için havalandıktan kısa süre sonra düşmüş, uçaktaki 157 kişi hayatını kaybetmişti. Etiyopya'daki kazanın ardından Türkiye, Çin, Etiyopya, İngiltere, Almanya, Fransa, Hollanda, Avusturya'nın da aralarında bulunduğu birçok ülke, "Boeing 737 Max" tipi uçakların operasyonlarını geçici olarak durdurmuş ve hava sahalarını bu uçuşlara kapatmıştı.

Her 2 kazaya da uçaklardaki yükseliş açısını ayarlayan sensörler arasındaki veri uyuşmazlığının yol açtığı tespit edilmişti.