30 Nisan 2020 Perşembe

Bugün tavan tavan, yarın taban taban

Unutulmamalı ki açıldığı anda tavan yapan bu hisselerde satışa dönüldüğünde bu defa da taban taban gitmesi ve satışa dahi imkân vermemesi olasılık dahilinde.

Borsa 101 bin seviyelerinde hareket ederken BIST 100 şirketlerinin ortalama piyasa değeri/defter değeri oranı 1.01 seviyesinde bulunuyor. Ancak bazı hisselerin defter değeri altı katına çıktı. BIST Tüm-100 Endeksi’nde yer alan 255 hissenin 200 tanesi defter değerinin üzerinde işlem görüyor. Her gün yüzde 10’luk primle açılan bu hisseler belli hikayelerle yükseliyor. Ancak unutulmamalı ki açıldığı anda tavan yapan bu hisselerde satışa dönüldüğünde bu defa da taban taban gitmesi ve satışa dahi imkân vermemesi olasılık dahilinde. Benzer hikayelerin yaşandığı birçok hissede aynı mağduriyetlerin yaşanma ihtimali var.

Un, su prim yaptı

Son bir ayın en fazla değer kazanan BIST Tüm-100 hisselerine bakıldığında tanı kiti geliştiren şirketler ile un sektörünün öncü firmaları, su, bilişim şirketleri öne çıktı. Turizmin dip yaptığı, ekonomilerin durma noktasına geldiği ortamda kapasitenin üzerinde un tüketilmeyeceğine göre bu şirketlerin de defter değerlerinin kat kat üzerinde piyasa değerleri ile işlem görmeleri anlamlı değil.

Söz konusu hisselerin sermayelerinin düşük olması, farklı beklentilerin gündemde olması hisselerin hızlı değerlenmesine neden olabilmekte. Yüksek değer artışları günlük % 0.01’lik marjlarda dolaşan hisselere göre adrenalinlerinin yüksek olması yatırımcıların ilgisini çekiyor. Kısa sürede zengin olma isteği, aylarca beklenen hisseler yerine riski yüksek bu hisselere yönelime yol açıyor.

ZEYNEP AKTAŞ
MİLLİYET

28 Nisan 2020 Salı

Taşıt alım satımı Takasbank üzerinden yapılabilecek

Merkez Bankası, iki faaliyet konusunun Takasbank'ın faaliyetleri arasına eklenmesine karar verdi.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), iki faaliyet konusunun İstanbul Takas ve Saklama Bankası AŞ'nin (Takasbank) gerçekleştirebileceği faaliyetler çerçevesinde
onaylanmasına karar verdi.

Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlanan TCMB kararlarına göre, "Taşıt alım satım bedelinin Takasbank aracılığı ile ödenmesi" ve "Tezgahüstü türev ürünler için takas ve merkezi karşı taraf hizmeti sunması" faaliyetleri, Takasbank'a verilmiş olan faaliyet izni kapsamına alındı.

5 risk göstergesi

1-Türkiye’nin beş yıllık kredi risk primi CDS 651’li seviyelerden 594’e geriledi. Ancak hala 300 seviyesinin üzerinde seyretmesi olumsuz. Yatırımcıların riskli varlılara yönelmesi noktasında ise 150’ye çekilmesi gerekiyor.

2- Korku endeksi VIX düşüşte. 34,71 seviyesine geriledi. Bu iyi ancak hala 30 seviyesinin üzerinde. 20’lere gerilemesi normalleşme belirtisi olur.

3- Petrol fiyatlarındaki aşırı gerileme ve 20.31’lerin test edilmesi enerji maliyetleri için olumlu gözükse de piyasalar açısından olumsuz sinyal üretiyor. 40’lı seviyelere doğru hareketlenme normalleşme işareti olarak algılanacaktır.

4-Dolar/TL kuru 6.9866 seviyesinde. Kurun 7.00 sınırında olması olumsuz. 6.80’lerin altına kayması TL varlıklardaki hareketlenmeyi destekleyebilir.

5- Yabancının borsadaki payı diplerden dönmüş gibi. Yüzde 59.27 seviyesinde fakat hala sınır seviye olan yüzde 60 aşılmış değil. Emeklilik fonlarındaki hisse oranı 20 Nisan’da yüzde 11.58 seviyesindeyken 27 Nisan’da yüzde 11.33 oldu. Yeniden 13’lerin üzerine çıkması hisselerdeki değerlenmeyi getirecektir. Yatırım fonlarındaki hisse oranı ise 21 Nisan’da yüzde 5.25’ten 27 Nisan’da yüzde 5.08’e geriledi. Yatırım fonlarının da Hisse azaltmaması ve yüzde 5’in altına düşürmemesi bu aşamada önemli.

Zeynep Aktaş
Milliyet


Dünya'da salgın sonrası kilit ülke: Türkiye

Küresel salgın; arz zinciri, stratejik ürünler, güvenlik, güven, ortak hareket etme, lojistik gibi kavramlar üzerinden küresel ticareti tartışmaya açarken, uzmanlar, Türkiye'nin avantajlı konumda bulunduğunu belirtiyor.
Yeni tip korona virüs (Kovid-19) salgınıyla birlikte arz zinciri, stratejik ürünler, güvenlik, güven, ortak hareket etme, lojistik gibi kavramlar üzerinden küresel ticaret yeniden tartışılmaya başlanırken, uzmanlar, Türkiye'nin coğrafi konumu, lojistik ağları, aksamayan tedarik zinciri, acil durumlara müdahale kapasitesi, sağlam sağlık sistemi ve kriz yönetme becerisi gibi daha birçok unsurla birlikte avantajlı konumda bulunduğunu belirtiyor.

Dünya ticaretinin en önemli ülkelerinden Çin'de başlayan ve tüm dünyaya yayılan salgın hastalık, hayatın her alanında etkisini gösteriyor. Bazı ülkelerde hayat durma noktasına gelirken, bazı ülkelerde de kısmi kısıtlamalarla ticaret devam ediyor.

Kovid-19 salgını, hem arz hem de talep kanallarıyla küresel ticarete önemli sekte vururken, ticaret partnerleri, üretilen ürünler ve arz zinciri sorgulanır hale geldi.

ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerin Çin'in salgına ilişkin bilgileri eksik verdiği iddiasıyla başlayan güvensizliği, küresel ticaretin yarınının nasıl şekilleneceği sorusunu da gündeme getirdi.

Ticaretin en büyük arz sağlayıcısı konumundaki Çin'in kısmen devre dışı kalması durumunda bu ülkenin yerini hangi ülkelerin alabileceği üzerinde çalışmalar başladı.

Uzmanlar, Türkiye'nin coğrafi konumu, lojistik ağ bağlantıları, üretim kapasitesi, insan kaynağı, bilgi ve becerisi gibi birçok yönüyle avantajlı konumda bulunduğunu belirtiyor.

Türkiye'nin salgın sonrası küresel ticarette yaşanacak yeni döneme hazırlıklı olması gerektiğini vurgulayan uzmanlar, Türkiye'nin bu süreçten pozitif çıkacağını ifade ediyor.

"Ülkelerin küresel tedarik zincirlerindeki kopan ilişkilerin bir yerinde Türkiye'yi değerlendireceklerini düşünüyorum. Bu durumlara da Türkiye'nin iyi hazırlanıp gerekli tepkileri vermesi gerekiyor"

"Çin de, diğer ülkeler de arz zincirini dağıtacak"

Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burak Saltoğlu, video konferans yöntemiyle küresel ticaretin kısa, orta ve uzun vadede nasıl değişeceğine, Türkiye'nin buradaki konumuna ilişkin AA muhabirinin sorularını yanıtladı.

Salgın sonrasında küresel ticaretin nasıl değişeceğine ilişkin iki değişik perspektif olduğunu aktaran Saltoğlu, ilk görüşün, artık ülkelerin daha da ortak hareket edeceği anlayışını benimsediği olduğunu belirtti.

Saltoğlu, ikinci görüşün ise ülkelerin, hükümetlerin, şirketlerin daha içe kapanacağı veya stratejik ürünler tarafında içe kapanarak kendilerini özgünleştirme konusunda bir yol izleyeceği anlayışını benimsediği olduğunu bildirdi.

Pragmatik anlamda ikinci görüşün yaşanabileceğini düşündüğünü ifade eden Saltoğlu, özellikle her ülkenin kritik ürünleri kendi içinde de yapabileceği bir döneme gidilebileceğini söyledi.

Yeni dönemde "kritik ürünleri her durumda üretelim, geri kalan ürünlerin ticaretini beraber yapalım" anlayışının benimsenebileceğini aktaran Saltoğlu, şunları kaydetti:

"ABD açısından bakılınca, özellikle Çin'le ilişkilerinde hata yaptı. Arz zinciri çerçevesinde bir ülkeye bu denli yoğunlaşma bir risk yönetimi olarak ortaya çıkıyor. Bu onlar için hataydı. Çin'e sert tepki vermek ya da tazminat gibi şeyler konuşuluyor. Bunların ne kadarının yapılabileceğini zaman gösterecek. Her durumda ilişkilerin eskisi gibi olmayacağını düşünüyorum. Çin'in de, diğer ülkelerin de arz zincirini dağıtması gerekecek. Bir şeklide dengelenme sağlanacak. Globalleşme düşünülenin çok ötesine gitti. Burada kaynak dağılımını da tekrardan düşünmek gerekiyor. Özellikle ABD açısından bakıldığında, sofistike ürünlerde aşırı Ar-Ge yapılıyor. Mars'ta koloni kurma ya da kişisel gen konusunda çok uçuk Ar-Ge'ler yapılırken, hastanelerle ilgili çok temel eksikliklerin olduğu görülüyor. Buradan ülkelere sosyal anlamda da çokça mesaj çıkacaktır. ABD, Çin'le ilişkilerini tekrar sorgulayacaktır. Bu oldukça maliyetli de bir süreç. Bunu zamana yayacaktır. Bu ölçekte bir tedarik zincirini de hemen bulamayacağı için ilişkileri bir süre daha devam edecek gibi duruyor. Tedarik zincirinin başka ülkelere kaydırılması kaçınılmaz."

"AB'de ilişkiler tekrar sorgulanacak"

Burak Saltoğlu, AB tarafına bakıldığında, zaten iyi gitmeyen sürecin bir nebze daha zorlu hale geldiğini söyledi.

Almanya'nın bir sürü artılarından ötürü süreçten az etkilenirken, İtalya ve İspanya'nın çok ciddi sorunları bulunduğunu aktaran Saltoğlu, şunları kaydetti:

"Ortak bir tahvil çıkartıp bu ülkelerin sorununu çözmek için AB'nin bir fedakarlık yapmasını beklersiniz ancak izlediğimiz kadarıyla gerektiği kadar bir desteğin olmadığını görüyoruz. Burada da ilişkilerin tekrar sorgulanması noktasına gidiliyor. Belki cesur laflar söylemek için çok erken... Ancak bazı şeylerin yeniden sorgulanacağı, bazı ülkelerin bazı konulardaki ideolojilerini tekrar gözden geçireceği, halkın da bu çerçevede politik tercihlerini ya da duyarlılıklarını daha sosyal yanlara doğru evireceği bir yapıya en azından ulaşılabilirse daha farklı finansal ve politik ortam için belli zemin var. Neoliberal yapının belli yerlerde çok etkili olmadığını görüyoruz. Aslında pür neoliberal dönüşümün sancılarını globalleşmeyle de birlikte ilk stres testini yaşıyoruz. İlk tepkiyi burada göreceğiz. Törpülenme gerekiyordu ama çok tatsız bir ders oldu."

"Türkiye belli noktalarda avantaj sağlayacak"

Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Saltoğlu, yeni dönemde Türkiye'nin küresel ticaretteki yerine ilişkin soru üzerine, Türkiye'nin belli noktalarda avantaj sağlayacağını vurguladı.

Türkiye'nin, ölçek anlamında küresel ticarette yapacağı ve yapamayacağı şeyler olduğuna dikkati çeken Saltoğlu, "Tekstilde Çin'de bir sorun olunca küçük çapta olanlar Türkiye'ye dönüyordu. Çip üretimi gibi Çin'in ileride olduğu ürünlerin üretimini yapamayabiliriz. Bu süreçten Türkiye'nin zararlı çıkmayacağı kesin. Ülkelerin küresel tedarik zincirlerindeki kopan ilişkilerin bir yerinde Türkiye'yi değerlendireceklerini düşünüyorum. Bu durumlara da Türkiye'nin iyi hazırlanıp gerekli tepkileri vermesi gerekiyor. AB içinde de etkili bir konuma gidebiliriz. Kriz sonrasında kartlar yeniden dağılırken, Türkiye'nin yeri olacak ve doğru oyununu oynarsa avantajlı çıkabilir." değerlendirmelerinde bulundu.

"Küresel ölçekte finans ve üretim yeniden şekillenirken, jeopolitik önemi ve tarihsel süreci ile hem batı hem doğu penceresine açık Türkiye, bu süreci fırsata çevirecek potansiyeli barındırıyor"

"Tedarik zincirinde yeni stratejik ortaklıklar ve arayışlar gündeme gelecek"

AA Analisti ve Stratejist Cüneyt Paksoy da küresel salgının bütün dünyada hem finansal hem mali birçok önlemi aktive ettiğini, masadaki herkesin ana amacının, global ölçekte likidite krizine bağlı finansal bir çöküşü engellemek ve üretim-istihdam denklemini korumak olarak kodlandığını söyledi.

ABD, AB, Çin ve Japonya merkezli finansal genişleme önlemlerine Uluslararası Para Fonu'nun da (IMF) direkt destek vererek ülkelerin birbirinden bağımsız ve birbirine bağımlı global ölçekte finansal gerekliliklerini yerine getirmelerinin amaçlandığını kaydeden Paksoy, "Bu kadar basılan ve basılacak paranın finans piyasalarının dengesi dışında zaman içinde 2008'den farklı olarak bu sefer adım adım reel sektöre de etki etmesi bekleniyor. Bu adımlar, hükümetlerin aldığı devasa boyutta mali önlemler ve destekleme paketleriyle ekstra motive edilirken, bütün amaç virüs eğrisi tepe yapıp bu süreçte kapanan dünyanın tekrar adım adım açılana kadarki süreçte en az hasarla süreci atlatmak olarak şekilleniyor." ifadelerini kullandı.

Paksoy, bu sürecin getireceği hasar tespitinin, büyüme beklentilerinin ciddi şekilde aşağı yönlü revize edilmeleri ile daralan ekonomiler üzerinden yapıldığını söyledi.

Bu süreçte hasar görecek üretim-tedarik-tüketim zinciri yanında şekil değiştirecek ihracat-ithalat döngüsünün de ciddi önem taşıdığına işaret eden Paksoy, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Yeni alışkanlıklar, değişen ezberler ve yeni normaller, hem finans piyasalarını hem üretim sürecini değiştirmeye aday görünüyor. Teknolojinin daha çok öne çıkacağı yeni sanayileşme modelleri yanında tedarik zincirinde yeni stratejik ortaklıklar ve arayışlar gündeme geleceğe benziyor. ABD-Çin ticaret savaşları, virüs öncesi mola vermiş gibi görünse de virüs sonrası bu savaş, boyut kazanarak ve cephe genişleterek artacağa benziyor. Virüs sürecinden sorumlu olarak görülen Çin'e karşı global mutabakat gün geçtikçe güçlenirken, tazminat dışında bu ülkeye karşı ciddi yaptırımların olma ihtimali yüksek sesle konuşuluyor. Çin, bu itibar kaybını atlatabilmek için elinden geleni yapmak istese de yeni dönemde üretimde değişime hazır olan tedarik zincirini tamamlayabilecek ve finans sistemini yeni döneme hızlı uyarlayacak ülkeler için önemli fırsatların doğacağı çok açık."

"Türkiye için her adımda önemli fırsatlar gelecek"

Cüneyt Paksoy, küresel salgının zirve yapıp kapalı olan dünyanın tekrar açılarak normalleşme sürecine girdiği andan itibaren 2020 yılına "değişim ve buna bağlı üretimle büyüme" iddiasıyla giren Türkiye için her adımda önemli fırsatların geleceğini söyledi.

"Küresel ölçekte finans ve üretim yeniden şekillenirken, jeopolitik önemi ve tarihsel süreci ile hem batı hem doğu penceresine açık Türkiye, bu süreci fırsata çevirecek potansiyeli barındırıyor" diyen Paksoy, Türkiye'nin savunma sanayi başta olmak üzere son dönemde bazı sektörlerde başlayan değişim rüzgarını daha da güçlendirip, virüs sürecinden en hızlı şekilde ve en az hasarla çıkıp, üretimde stratejik sektörleri belirleyip çabuk ve etkin bir şekilde katma değerli ürünlere doğru hızlanması halinde bu sürecin kazananı olma ihtimalinin artacağını söyledi.

Paksoy, şunları kaydetti:

"Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın son dönemde aldığı kararların en önemlilerinden olan ve Türkiye'nin hikayesini eş zamanlı anlatacak ve stratejik merkezlerde konuşlanacak kadronun etkin kullanımı; ikili, üçlü ve bölgesel iş birlikleri ve direkt kurulacak ilişkilerle pozitif etki kaldıraçlı bir şekilde artacaktır. Üretimi desteklerken YEP rotasyonu içerisinde 2019 disiplin ve dengelenme sürecinde sağlanan finansal istikrarın korunması ve virüsle mücadelede şu ana kadar kazanılan başarılı sürecin devamı, Türkiye'nin yeni döneme hazırlığında ve yeni dönemin kazananı olması konusunda konumunu ekstra güçlendirecektir."


26 Nisan 2020 Pazar

Petrol düştü kiralık tanker kalmadı

Depolarını ağzına kadar ucuz petrolle dolduran rafineriler daha fazlası için kiralık tanker arayışına girdi. Tanker gemilerinin kiraları uçarken, şirketlerinin değeri ise hızla yükseliyor.
Korona virüs salgını, yüzyılların dev sektörü petrolde dengeleri alt üst etti. Salgın hastalık nedeniyle seyahatlerin durması ve yüzbinlerce işletmenin üretime ara vermesi, dünyadaki günlük petrol tüketimini 100 milyon varilden 30 milyon varile düşürdü. Her geçen gün rekorunu daha da geliştirerek çakılmaya devam eden petrol fiyatları 20 dolarında altına düştü. Sene başında 66 dolardan işlem gören Brent petrolün varil fiyatı hafta içinde 18 dolar civarına kadar geriledi. Hafta başında ABD’nin Batı Teksas (West Texas Intermediate/WTI) tipi ham petrolün varil fiyatının tarihte ilk kez sıfırın altına düşerek eksi 37 dolara kadar geriledi.

İTHALATÇILARDA BU FIRSAT KAÇMAZ

Bu durum petrol üreticisi ülkeler için büyük bir travma olsa da, petrol ithalatçısı ülkeler için fırsat oldu. Petrol ithalatçısı ülke ve şirketler, ham petrol varil fiyatının 20 doların altında düşmesini fırsata çevirmek istiyor. Depolarını ağzına kadar dolduran rafineri ve ithalatçı firmalar daha fazlası için kiralık tanker arayışına girdi. Uluslararası sularda şu aralar kıymete binen petrol tankerleri yoğun mesai yapıyor.

TANKERLER KIYMETE BİNDİ

Türkiye’nin de aralarında bulunduğu petrol ithalatçısı ülkeler petrolde düşük fiyattan olabildiğince faydalanmak adına petrol piyasasını yakından takip ediyor. Depolama şirketleri dört koldan petrolü taşıtacak tanker ararken, sektör temsilcileri bir müddet daha kiralık tanker bulmanın zor olduğunu belirtiyor. Bilgi aldığımız armatör ve denizcilik şirketleri yetkilileri; tanker gemilerin kiralarının talep doğrultusunda arttığı ifade ediyor. Uluslararası piyasalarda tanker şirketlerinin hisse değerleri hızlıca yükselmeye başladı.

7 MİLYAR METREKÜPLÜK DEPOLAR DOLDURULDU

Türkiye’de 100 üzerinde akaryakıt depo ve antreposu bulunuyor. Yaklaşık 7 milyar metreküp civarında olan Türkiye’deki ham petrol depolama kapasitesinin tamamına yakınının dolduğu belirtiliyor. Salgınla mücadelede şalteri indirmeyerek ekonomisini canlı tutmaya çalışan Türkiye’de de tüketimin azalması ham petrol sirkülasyonunun düşürdü. Türkiye’nin günlük petrol ürünleri tüketimi yaklaşık 100 bin metreküp civarında bulunuyor. Türkiye’nin 70 günlük ihtiyacını karşılayacak miktarda depo kapasitesi var.

DÜNYANIN EN BÜYÜĞÜNDE BOŞ YER KALMADI

Dünyanın en büyük bağımsız petrol depolama şirketi, koronavirüs salgınından dolayı hızla artan petrol bolluğundan dolayı, traderların ham petrol ve rafine akaryakıt depolamaları için neredeyse hiç boş yerleri kalmadığını duyurdu. Rotterdam merkezli Royal Vopak NV’nin baş finans yetkilisi Gerard Paulides, verdiği mülakatta, “Petrol tarafında terminallerimiz için mümkün olan tüm kapasite tamamen satıldı” dedi ve “Vopak için, bakım olmayanlar dışında dünya çapında eldeki tüm kapasite neredeyse tükendi ve duyuyorum ki dünyanın kalan kısmında da kapasitesi dolan yegane şirket biz değiliz” şeklinde görüş bildirdi.


Sanayi Bakanı yerli ventilatörün başarı hikayesini anlattı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı 14 günlük kısa bir sürede korona virüs sürecinde hayat kurtarma rolü olan solunum cihazlarının seri üretime geçiş sürecini paylaştı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, 14 günde seri üretimine geçilen yüzde 100 yerli ve milli yoğun bakım solunum cihazının dünya standartlarında olduğunu belirterek, "Türk mühendisleri projede Millî Mücadele süreci şuuruyla hareket ettiler." dedi.

Varank, AA muhabirine, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı koordinesinde, Sağlık Bakanlığının iş birliğiyle Arçelik, Aselsan, Baykar ve Biosys tarafından geliştirilen ve testlerden başarıyla geçtikten sonra hastanedeki ilk kullanımlarında hekimlerden tam not alan yerli yoğun bakım solunum cihazının üretim sürecine ve bundan sonra atılacak adımlara ilişkin değerlendirmede bulundu.

Cihazın 14 gün gibi kısa bir sürede seri üretim bandından indirildiğini, yüzde 100 yerli ve milli olduğunu ifade eden Varank, ilk ürünlerin Başakşehir Şehir Hastanesi'nde kullanıma sunulduğunu söyledi.

Varank, cihazın üretimi için bir araya gelen ekiplerin bu sürece asla para kazanmak amaçlı bakmadıklarını belirterek, "Ben mühendislerimizin teknik çalışmalarının raporlarını her gün okudum. Türk mühendisleri projede Milli Mücadele süreci şuuruyla hareket ettiler. Her biri gecelerini gündüzlerine katarak fedakârca çalıştılar. Yurt dışından ithal edilmesinde zorlanılan, hatta iki katı fiyatına alınmaya çalışılıp bize gönderilmeyen ürünlerin 2-3 gün gibi kısa bir sürede yerlileştirildiğini birebir takip ettim. Bu fedakarlıkla olabilecek bir şey." diye konuştu.

Virüs Türkiye'ye gelmeden önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla, Sağlık Bakanlığı ile birlikte hareket ederek çalıştıklarını anlatan Varank, şöyle devam etti:

"Ülkemizin ihtiyaç duyabileceği ve bu virüsle mücadelede gereksinim arz eden ürünler ve malzemeler için planlamalarımızı çok sıkı bir biçimde yapmaya başladık. Bildiğiniz gibi bu virüsün en önemli özelliği akciğerlerde tutunması ve onları işlevsiz hale getirmesi. Bu hastalıkla mücadele edilebilmesi için en önemli araçlardan birinin yoğun bakım solunum cihazları olduğu tüm dünya tarafından anlaşılmış oldu."

"Bu cihazları ülkemizde üretebiliriz diye yola çıktık"

Varank, yoğun bakım solunum cihazı ihtiyacını kısa sürede fark ederek Türkiye'de bu alanda yapılan çalışmaları araştırdıklarını belirterek, "Bakanlığımızın çok çeşitli destekleriyle ortaya çıkmış bir girişimcilik firması vardı, ismi Biosys. Bu firmanın yoğun bakım solunum cihazları ürettiğini tespit ettik. Bu cihazlar ancak pilot seviyede üretilmişti. Tüm Türkiye'de 12 tane üretildiğini ve bazı hastanelerde kullanıldığını belirledik. Bunun üzerine arkadaşlarımızla bir planlama yaptık ve dedik ki 'Biz bu cihazları ülkemizde üretebiliriz.' Böylece yola çıktık." dedi.

"Tüm dünyanın peşine düştüğü cihaz"

Bu 4 büyük firmanın yanında, özellikle KOBİ ölçeğindeki tedarikçilerin de projenin içinde yer aldığını anlatan Varank, "Örneğin bir kauçuk firmamız sadece bu aletlerde kullanılan contaların üretimi için fabrikasını açtı. Milli Mücadele olarak adlandırabileceğimiz bu birliktelik neticesinde, 14 gün gibi kısa bir sürede tüm dünyanın peşine düştüğü, hastaların tedavisinde en önemli sağlık aletlerinden birisi olan bu yoğun bakım solunum cihazının seri üretimini gerçekleştirmiş olduk." diye konuştu.

Türkiye'nin sağlık alanındaki yatırımları göz dolduruyor

"Belki bizim bu cihaza bu süreçte hiç ihtiyacımız olmayacak. Çünkü altyapımız sağlam ama biz her hal ve şartta eğer ileride ihtiyacımız olursa diye bunları yerli ve milli olarak çok hızlı bir şekilde üretmiş olduk." ifadelerini kullanan Varank, cihazın seri üretiminin ihtiyaç halinde kullanılmak üzere başlatıldığını dile getirdi.

"Cihazların ihracatını da yapabiliriz"

Cihazların sadece Türkiye için üretilmediğini belirten Varank, "Biz bu cihazları aynı zamanda insanlık için ürettik. Eğer Sayın Cumhurbaşkanımız uygun görürse, bu cihazın ihracatı da yapılabilir. Çünkü dünya standartlarında bir alet ürettiğimize inanıyoruz." dedi.

Milli Teknoloji Hamlesi kapsamında Türkiye'nin teknolojiyi sadece kullanan değil, teknolojiyi üreten bir ülke olmasını istediklerini vurgulayan Varank, şöyle devam etti:

"Bunun yolunun nereden geçtiği belli. Ülke olarak Ar-Ge'ye ve insana yatırım yapmamız lazım. Biz de Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, bizim bakanlığımız özelinde Ar-Ge'ye ve bu çalışmaları gerçekleştirecek insana yatırım yapıyoruz. Girişimcilerimize yatırım yapıyoruz ve 18 senede yaptığımız bu yatırımlar sayesinde gerçekten önemli bir noktaya geldik. Zaten savunma sanayisindeki başarılarımızı, özellikle son operasyonlarımızdan sonra bütün dünya konuşmaya başlamıştı. İşte biz bu yakaladığımız şuuru, bu anlayışı sanayinin bütün alanlarına yaymak istiyoruz."

Hedef yüksek teknolojili ürünler

Varank, gelecek dönemde sağlık endüstrisi alanında ilave katma değer oluşturacak yüksek teknolojili ürünlerin üretilmesi için destekler vermeye devam edeceklerini dile getirdi.

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının bu alanda çok farklı politika enstrümanlarının bulunduğuna dikkati çeken Varank, şunları kaydetti:

"TÜBİTAK ile Ar-Ge'yi destekliyoruz. KOSGEB ile bunun yatırımını yapacakları teşvik etmeye çalışıyoruz. Kalkınma ajanslarımız yereldeki şirketleri bularak bunlara yatırım yapıyor. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının Ar-Ge'ye olan destekleri sağlık alanında da devam edecek. Şu anda dünyada yine ses getireceğine inandığımız projelerimizin arkasından gidiyoruz. Mesela Aselsan yerli ve milli MR cihazı geliştirmek üzere. Bunlarla beraber yürüttüğümüz, üniversitelerimizin işin içine dahil olduğu projelerimiz var. Biz sağlık sektöründe de hem kendimize yeten hem de dünyaya çare olacak ülke konumuna inşallah önümüzdeki dönemde geleceğiz."


24 Nisan 2020 Cuma

Altının gram fiyatı ve ayarı nasıl hesaplanıyor?

Altın, kimyada Au (Latince Aurum dan (ışıldayan-parlayan)) sembolü ile gösterilen yumuşak, parlak sarı renkte kimyasal bir element. Altının parlak sarı rengi, asitlere karşı dayanıklılığı, doğada serbest halde bulunabilmesi ve kolay işlenebilmesi gibi özellikleri, insanların ilkçağlardan beri ilgisini çekmiştir.

Altın, parlak sarı rengi ve ışıltısıyla göz alan çok ağır bir metaldir. Üstelik kolay kolay tepkimeye girmeyen çok kararlı bir element olduğu için havadan ve sudan etkilenmez. Bu yüzden hiçbir zaman paslanmaz, kararmaz ve donuklaşmaz. Bir başka özelliği de saf haldeyken çok yumuşak olmasıdır; bu nedenle kolayca dövülerek biçimlendirilebilir. Altın bütün bu özellikleriyle tarih boyunca en kıymetli metallerden sayılmıştır.

Altının Tarihi

Tarihte bilinen kayıtlara göre Mısır hükümdarları zamanında M.Ö. 3200 yıllarında, altın darphanelerde eşit boyda çubuklar halinde çekilerek para olarak kullanıldı.

Tarihte AltınPeru'da MÖ 2000 yılına ait altın ziynet eşyaları ve altın takı kalıntılarına rastlanmış olup, Amerika kıtasındaki Aztekler ve İnkaların da altına tutkun oldukları bilinmektedir. Altına önem veren eski medeniyetler arasında; Yunanları, İranlıları, Makedonyalıları, Asurluları, Sümerleri ve Lidyalıları saymak yerinde olur. MÖ 550 yıllarında Lidya Kralı Krezos, altını para olarak (sikke) bastırmış ve altının para olarak basılması ile de ticaret artmıştır. Şehirler zenginleşmiş ve dünya yeni bir refah dönemine girmiştir. İskit ve Sarmatların (MÖ 1000) milli kahramanları konu alan altın toka yapımında ileri oldukları bilinmektedir. Dördüncü ve dokuzuncu yüzyıl aralarında ise altın kase, vazo işçiliğinde en güzel örnekleri vermişlerdir. Bu eserlerden bir kısmı New York, Morgan kolleksiyonunda teşhir edilmektedir.

Türkler müslümanlığı kabul ettikten sonra altından eşya yapımını azaltmışlardır. Altın eşyayı sadece süs olarak kullanmışlardır. Türkiye'de altın çıkarılan yerler: Antakya, Niğde, Balıkesir, Kütahya, Bursa, İzmir, Bergama ve çevresidir.

Altının Kullanılışı

Bugüne kadar yeryüzünden çıkarılan bütün altının yarıdan fazlası hükümetlerin ve merkez bankalarının elindedir. Gerek her ülkede kâğıt para emisyonunun güvencesi olarak, gerek milletlerarası bir ödeme aracı olarak eskiden beri büyük önem taşıyan altın, metalle çalışan zanaatçıların gözünde de değerini korumaktadır.

Altın metallerin en yumuşağı ve en kolay biçimlendirilebilenidir. 10 g altın dövülerek 11 m²’lik ince bir levha veya çekilerek 570 m uzunluğunda ince bir tel elde edilebilir. En rahat çalışılabilen metal olarak kalemle işlenerek, kakılarak, dövülerek, oyularak, kabartılarak, dökülerek varak haline getirilip ahşap, metal, deri ve parşömen gibi başka eşyaları kaplamada ve kolay işlenebilirliği ve değerli maden olması sebebiyle mücevher sektöründe kullanılmaktadır.

Altın Ticareti

Altın uluslarası borsalarda emtiya olarak işlem görür. Altın fiyatı Londra daki Emtiya borsasında günde iki defa sabitlenir (fixlenir, buna fixing denir). Bu sabitlenen fiyatlarla işlemler yapılır, (örneğin 07/06/2011 AM fiyatı ile fatura kesilir). Bu borsada anlık olarak değişen altın fiyatı; İngiliz ölçü birimi olan ONS (troy ounce, sembolü t oz) değeri üzerinden belirlenir. Ons fiyatı şu kadar dolar, bu kadar dolar denilir, hesaplaması aşağıdaki şekilde yapılır.

1 Ons = 31,1035 gr dır. Yani altının anlık ons değeri 1700 USD ise bir gram altın fiyatı: 1700 / 31,1035gr = 54,65 USD olacaktır.

1 kilogram külçe altınAltın alışverişi ya da ticareti 1 kilogramlık külçe altınlarla, ya da astar olarak çekilmiş (çekili denir) kolay kesilebilen formda yapılır. Piyasada bu şekilde satılan ve ticaret içerisinde dolaşan külçe ve çekili astar altınların ayarı 995 dir. Türkiye'de külçe altın ve çekili astar altını üretme yetkisi Darphane'dedir. Bunun yanısıra darphanenin yetki verdiği özel şirketler olan İstanbul Altın Rafinerisi ve Nadir Metal Altın Rafinerisi de külçe ve çekili altın üretir. Son dönemde 24 ayar 1 gr dan başlayan külçe altının popülerliği artmış, perakende satış hacmi gelişmiş ve çeşitli altın markaları darphane izni ile 1 gramdan 100 grama kadar paketli ve sertifikalı külçe altın üretmeye başlamıştır.

Altın Ayarı

Altının kimyadaki saflığı “yüzde” ile, mücevhercilikteki saflığı ise “ayar” terimleriyle ifade edilir. Buna göre 24 ayar altın % 100 saf altını, 22 ayar ise % 91,6 saf altını ifade etmektedir. 22 ayar altının % 8,4’ü diğer metaller ile tamamlanmıştır.

Ülkemizde, düğünlerde takılan biezikler ve küçük, orta büyük Cumhuriyet Altını, 22 Ayardır. Kuyumcularda satılan altın takılar örneğin altın bileklik, altın kolye, altın küpe ve altın yüzükler (gelende atom taş diye tabir edilen zirkon taşlıdır) 14 ayardır. Pırlantalı takıların örneğin, pırlanta tektaş, pırlanta kolye, pırlanta küpe ve pırlanta suyolu bilekliklerin, altın montürleri genelde 18 ayar altından üretilir. Son dönemlerde bu montürler 14 ayar da üretilmektedir. Kuyumcularda satılan Elmas ürün grupları (elmas kolye, elmas yüzük, elmas küpe ve elmas takı seti) ise 8 Ayar altındır.

Aşağıda altının ayarına göre içinde bulunan saf altın miktarı yüzde olarak gösterilmiştir.


Altın Renkleri

Yeşil-Sarı altınYeşil-Sarı Altın: 14 ayardan küçük ayarlarda olur. Altın + diğer metal olarak Gümüş kullanılır. Ya da Diğer metal olarak özel Alaşımlar kullanılır

Beyaz AltınBeyaz Altın: 24 ve 22 ayar hariç tüm ayarlar için uygulanabilir. Altın + diğer metal olarak platin ya da özel beyazlatıcı alaşımlar kullanılır. Beyaz altın, altının sarı renginin baskısından dolayı sarımsı beyaz olarak çıkar, daha sonra cila ve rodyum ile pırlanta ürünlerde gördüğünüz beyaz metal görüntüsü ortaya çıkar.

Pembe-Kırmızı AltınKırmızı-Pembe Altın: 24 ayar hariç tüm ayarlar için uygulanabilir. Altın + diğer metal olarak bakır ya da özel pembe, kırmızı alaşımlar kullanılır.

Altın suyu

Kral suyu olarak da bilinir. Hacimce bir birim derişik nitrik asit ile üç birim derişik hidroklorik asitten oluşan karışımdan meydana gelir. Bu karışım altını çözebildiğinden altın suyu adı verilmiştir.

Altın kaplama yapan yaldızcılar ve kaplamacılar bu kral suyu ile çok ince altını kaplama suyuna karıştırmak için çözerler.

Altın suyu (veya kral suyu), kimyasal çözme işlemlerinde bazı demir cevherlerini, fosfatlı kayaçları, curufları, nikel-krom alaşımlarını,antimonu, selenyumu ve civa, arsenik, kurşun ve kobalt sülfürleri, çözünürlüğü az olan sülfürleri çözmek için kullanılır.



Hedge fonların tarihi ve yatırım stratejileri

Hedge fonu (koruma fonu) yalnızca önemli varlıklara sahip olan kurumlar veya ciddi sermayesi olan tecrübeli bireysel yatırımcılara özel olan bir alternatif yatırım aracıdır.

Hedge fonlarının da tıpkı yatırım fonları gibi garanti ile ihraç edilen menkul kıymet havuzları vardır. Yine yatırım fonları gibi bu fonlar birçok farklı tip menkul kıymete yatırım yapabilirler, fakat bu iki yatırım aracı arasında çeşitli farklar mevcuttur.

Birincisi, hedge fonları yatırım fonlarından görece daha az düzenlendiği için yatırım fonlarından daha geniş bir spektrumda yatırım yapabilirler. Birçok hedge fonu hisse senetleri, tahviller, gayrimenkul ve emtia fonları gibi geleneksel yatırım araçlarını kullansa da, en önemli özelliği daha karmaşık (haliyle riskli) yatırım sahalarına da yönelmeleridir.

Hedge fonları genelde uzun pozisyonların (hisse alışları) ve kısa pozisyonların (borç para ile hisse satıp sonrasında -tercihen fiyatlar düşüşteyken- tekrar almak) arasında denge kurmaya dayalı uzun-kısa stratejilerini kullanırlar.

Buna ek olarak birçok hedge fonu belirli bir menkul kıymeti belirli bir fiyata alış-satış kontratları olan türevlere de yatırım yapar.

Birçok hedge fonu kaldıraç denilen ve borç para ile yatırım yapmaya dayanan (haliyle kar potansiyeli de, riski de çok yüksek olan) başka bir teknik daha kullanır. “Korumalı fon” adı da hedge fonlarının karlarını kaldıraç gibi karmaşık metodlarla koruma altına alıp her şekilde kar elde etmeye çalışmalarından gelmektedir.

İkinci olarak hedge fonları yatırım fonları kadar likiditeye sahip değildir, haliyle hisseleri elden çıkarmak zordur. Yatırım fonlarının her gün yeniden hesaplanan hisse başına fiyatı (net varlık değeri) vardır, bu yüzden hisselerinizi istediğiniz zaman elden çıkarabilirsiniz. Birçok hedge fonu ise kilitlenme dönemi denen belirli bir zaman dilimi içerisinde kar etmeyi hedeflediği için kilitlenme döneminde yatırımcıların hisselerini satması mümkün değildir. (Hedge fonlarıyla benzerlik gösteren bir başka yatırım aracı olan girişim sermayesi yatırım fonlarında da bu durum söz konusu olabiliyor.)

Hedge fonları ile yatırım fonları arasındaki son fark da yöneticilerinin para kazanma yöntemlerindeki farklılıktır. Yatırım fonlarının yöneticileri fonun performansından ayrı olarak maaş alırlar. Bunun aksine, hedge fonu yöneticileri ise yönetim ücretine ek olarak genelde yüzde 1 ila yüzde 4 arasında olmak üzere yatırımcıların elde ettikleri kardan pay alırlar. Bu, kötü performans gösteren bir yatırım fonunun yöneticisine yönetim ücreti vermekten bezmiş yatırımcılar için iç ferahlatıcı bir yöntemdir. Öte yandan bu ödeme yapısı fon yöneticisinin daha fazla kar için fevri hareketlerde bulunmasına, böylece yatırımcıların riskini gereksiz yere artırmasına sebebiyet verebilir.

Bu faktörler yüzünden hedge fonları birçok ülkede yalnızca belirli yatırımcılara açık bir alternatiftir. Örneğin bu fonların popüler olduğu ülkelerden biri olan ABD’de yasalara göre hedge fonuna girecek yatırımcıların akredite olması gereklidir. Aylık minimum asgari gelir sahibi olmak, 1 milyon dolar üzerinde mal varlığına sahip olmak ve ciddi yatırım bilgisine sahip olmak gibi kriterler akredite bir yatırımcı olarak sayılmanın başlıca şartları arasında yer alıyor.

Hedge Fonlarının Tarihi

Alfred Winslow Jones, 1949 yılında ilk kez geliştirip kullandığı yatırım stratejisiyle koruma fonlarının temelini attı ve “hedge fonu endüstrisinin babası” olarak tarihe geçti. Jones, bir yandan Fortune Magazine’de yatırım stratejileri üzerine çalışırken diğer yandan da 40,000 dolarını kendi sermayesinin oluşturacağı 100,000 dolarlık bir fon kurmaya karar verdi.

Jones, hedge fonu yöneticileri tarafından bugün bile kullanılan iki temel strateji benimsedi: Kaldıraç ve açığa satış. ABD’de 1940 yılında çıkan yatırım yasasının öngördüğü şartların çevresinden dolanmak adına fonuna katılabilecek yatırımcı sayısını 99 ile sınırladı ve fonu limitli bir ortaklık olarak tanımladı.

Esasen Jones’un ilk hedge fonunu yaratırken kullandığı mantık çok karmaşık değildi. Değeri öngörülere göre düşük olan hisselerde uzun pozisyon, aşırı değerli olan hisselerde de kısa pozisyon almıştı. Böylece piyasa düşse de çıksa da fonun zarar etme olasılığı iyice düşmüştü.

Jones, her ne kadar bu yöntemlerle kendi fonuna ciddi karlar kazanmış olsa da bu yöntemleri 60’lara kadar gün yüzüne çıkmadı. George Soros ve Warren Buffett, Jones’un stratejilerini benimseyip kendi fonlarını piyasaya sununca tüm seçkin yatırımcılar hedge fonlarına yönlenir oldular.

Bu yatırımcıların ilgisini çeken nokta ise hedge fonlarının piyasa ile ilişkisinin minimumda olmasıydı. Bu fonlar, ekonominin yokuşlarına ve kasislerine karşı korumalıydı. S&P Endeksi gerilerken Jones’un yatırımcları her yıl kaznamaya devam ettiler. Jones, yatırımcılarından %20 performans ücreti almaktaydı, ki bu rakam bugün hedge fonu yöneticileri arasında da bir standarttır. Fakat bugünün yöneticileri daha düşük bir yönetim ücreti de talep ediyorlar; Jones ise fon kar etmediği takdirde yatırımcılarından kuruş almazdı.

Hedge fonlarının üzerindeki düzenlemeler bugün bile çok sınırlı; hatta ABD gibi birçok ülkede belirli zaman dilimleri içerisinde rapor verme zorunlulukları bile yok. Bu nedenle hedge fonları, yatırım fonlarının sahip olduğu şeffaflığa sahip değiller. Bir nevi hedge fonları hala diğer yatırım araçlarının sahip olmadığı gizliliğin tadını çıkarmayı sürdürüyor da denebilir.


ABD'de işsizlik maaşı başvurusu rekoru devam ediyor

ABD'de 26 milyon kişi işsizlik maaşı başvurusu yaptı

Ülkede ilk kez işsizlik maaşı talebinde bulunanların sayısı, geçen hafta 4 milyon 427 bin olarak kaydedildi
ABD'de ilk kez işsizlik maaşı başvurusunda bulunanların sayısı, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının etkisiyle 18 Nisan ile biten haftada beklentileri aşarak 4 milyon 427 bin oldu.

ABD Çalışma Bakanlığı, haftalık işsizlik maaşı başvurularına ilişkin verileri açıkladı.

Buna göre, ülkede ilk kez işsizlik maaşı talebinde bulunanların sayısı, 18 Nisan ile biten haftada önceki haftaya kıyasla 810 bin kişi azalarak 4 milyon 427 bin olarak kaydedildi.

Kovid-19 salgınının etkisini sürdürdüğü veriye ilişkin piyasa beklentisi, 4 milyon 200 bin seviyesinde olması yönündeydi.

İşsizlik maaşına başvuruların sayısına ilişkin önceki haftanın verisi ise 5 milyon 245 binden 5 milyon 237 bine revize edildi.

REKOR SEVİYEYE ULAŞTI

ABD'de ilk kez işsizlik maaşı başvurusunda bulunanların sayısı, Kovid-19 salgınının iş gücü piyasasını etkilemesiyle son 5 haftada toplam 26 milyon 453 bine ulaştı.

Geçen hafta itibarıyla 4 haftalık ortalama işsizlik maaşı başvuruları da bir önceki haftaya göre 280 bin kişi artarak 5 milyon 786 bin 500'e yükseldi.

Bu arada, süregelen işsizlik başvuruları, 11 Nisan ile biten haftada bir önceki haftaya göre 4 milyon 64 bin kişi artarak 15 milyon 976 bin olarak kaydedildi.

Kendi riskinizi yönetin

Çok fazla düşünmeyin

2001 krizinden öğrendiklerini de aktaran Scott düşük volatilite, savunma hareketi ya da benzeri taktiklerle piyasalardan daha akıllı davranılamayacağını tecrübe ettiğini belirtiyor. Bu tip taktiklerin yalnızca yatırımcıların finansal sağlığına zarar vereceğini ifade ediyor.
Fon yatırımcısı 2001 yılında fonları iyi performans gösterse de savunma pozisyonunda fazla kaldığı için beklentilerini karşılayamamış. Açıklamalarına göre pozisyon değişiminde geç kalan fonlar piyasaların düzene girmesini sadece izlemiş.

Konjonktürel hisselerden kaçının

Temel ürünler, endüstri ve enerji sektörlerindeki konjonktürel şirketlerin çekici görünmesinin nedeni hisse fiyatlarını oldukça aşağıda olması Fakat Scott bunun bir yem olduğunu belirtiyor. Portföy yöneticisi bu hisseler için “Döngü içerisinde bir miktar yükseldikten sonra düşüşe geçerler. Eğer borsa yatırımcısı değilseniz büyük paralar kazanamazsınız” diyor ve ekliyor “Ekonomik döngüden bağımsız geleceği düşünen şirket hisselerine sahip olmayı tercih ederim.”
Scott, konjonktürel şirketler arasında istikrarlı büyüme sağlayan tek şirketin Tesla olduğunu unutmamak gerektiğini de sözlerine ekliyor.

Kendi riskinizi yönetin

Piyasalarla ilgili yazılmış tüm kitaplar aynı sonuca ulaşır: Portföyünüzü sektörler arasında çeşitlendirin. Bir hisseye çok fazla yatırım yapmayın. Sabırlı olun ki fazladan ödeme yapmayın. Scott’a göre sonuç elde edebilmenin önemli bir yanı olmakla birlikte bu aynı zamanda risk yönetimi anlamına da geliyor. Zira piyasalarda her zaman haklı olamayacağımız gibi yanıldığımızda ödenecek bedelin karşılanabilir olmasını ancak risk yönetimiyle sağlayabiliriz.

Yüksek kaliteli ve uzun ömürlü büyüme bekleyen şirketleri tercih edin

Bunu söylemekle doğru şirketleri seçebilmek aynı derecede kolay değil. Şirketlerin istikrarına ve zaman içerisindeki kârlara bakmak önemlidir. Aynı zamanda şirketlerin borç bağımlısı olmaması da gerekiyor. Bilanço dengesi burada anahtardır. Kovid-19 gibi bir sorun baş gösterdiğinde bu şirketler Scott’a göre piyasadaki sallantıdan en az hasarla kurtulur. Scott bu nedenler portföyünün kaldıraç oranının ortalamadan daha az olduğunu belirtiyor.


Sağlık sektörü ağırlıklı Danimarka borsası

Danimarka’nın OMX Copenhagen 25 Endeksi geçtiğimiz günkü kazanımlarla birlikte yılbaşındaki seviyesinin %2 üzerine çıktı.

Endeksin yarısının korona virüsün etkisiyle prim yapan ilaç şirketlerinden oluşması etkili oldu. Böylece OMX Copenhagen 25 diğer Avrupa endekslerinden pozitif ayrışmış oldu. Onu yılbaşındaki seviyesinden %9 düşen İsviçre borsası izledi. Pan-Avrupa göstege endeksi Stoxx Europe 600 ise Mart ayındaki dip seviyelerden toparlanma gösterse de yılbaşındaki seviyesinden oldukça uzakta.

Danimarka borsasındaki artışı, çok uluslu ilaç şirketi olan Novo Nordisk yılbaşındaki seviyesinden %40 primlenerek sırtladı.

Danimarka’da okullar açılırken küçük işletmelerin çalışmasına izin veriliyor. Ülke bu hafta içerisinde günlük test sayısını önemli ölçüde artıracağını açıkladı.

Saxo Bank’ın Baş Borsa Stratejisti Peter Garnry, Danimarka’nın sağlık sektörüne ve yenilenebilir enerjiye yatırım yaparak iyi bir iş çıkardığı yorumunu yaptı.

Sağlık sektöründen sonra Danimarka borsasını taşıyan bir diğer sektör ise yenilebilir enerji oldu. Enerji şirketi Ørsted, Avrupa’daki diğer enerji şirketlerine göre çok daha iyi durumda.

Garnry, OMX Copenhagen 25 Endeksi’ndeki fiyatlandırmaların çok pahalı olduğunu söylerken önümüzdeki bir sene içerisinde Danimarka endekslerinden sabit getiri beklediklerini iletti.

Wall Street artan işsizliğe rağmen neden yükseliyor?

ABD’de haftalık işsizlik rakamları 26 milyonu gösterse de piyasalarda yükseliş hâkim. Bazı yatırımcılar piyasaların gerçeklikten koptuğunu söylese uzmanlar bu yükselişin nedenleri olduğunu belirtiyor

ABD’de salgın tedbirleri kapsamında uygulanan karantina önlemlerinin ardından işsizlik bildirimleri yükselmeye devam ediyor. Perşembe günü açıklanan rakamlara göre geçtiğimiz hafta ABD’de 4.4 milyon kişi işsizlik yardımı almak için başvuruda bulundu. ABD’de toplam işsizlik başvurusu 26 milyonu aştı ve bu rakamlar ABD’de gerçek zamanlı işsizliğin %15 olduğunu gösteriyor. Birçok kişinin sorduğu soru ise piyasaların nasıl olup da yükseldiği.

Marketwatch yazarı ve araştırma firmasının Arora kurucusu olan Nigam Arora işsizliğin artmasına rağmen piyasalardaki yükselişin nedenlerini yazdı. Birçok yatırımcı hisse senetleri piyasasının gerçeklikten koparak hareket ettiğini düşünse de Arora piyasalardaki yükselişin hisse değerlerindeki aşırı düşüşle ve piyasaların geleneksel yapısıyla alakalı olduğunu söylüyor.

Wall Street yatırımcılara hisse almaları durumunda kazanç vadeden bir sistem olduğundan ekonomik veriler yatırımı hiçbir zaman yok etmiyor. Geçtiğimiz haftalarda %65 oranında kısa süreli sıkışma yaşayan piyasaların yukarıya doğru zorlandığı araştırma firmasının verileri üzerinden görülüyor. Borsada bu derece sıkışma yaşanırken işsizlik oranı %20’ye sıçrasa dahi halen çalışmakta olan %80’in piyasalara katılacağı ifade ediliyor.

İşsiz kalanlar yatırımcı değil

Yükselen işsizlik rakamlarını oluşturan insanların çoğunluğu hizmet sektöründe çalışan ve ortalamanın altında gelir elde eden kimseler. Bu durum işsizlik rakamlarında artışa sebep olan Amerikalıların piyasalarda hissesinin olmadığını ve piyasalara yatırım yapmadığını gösteriyor. Borsadaki yükselişe yol açan yatırımcıların ise halen çalışıyor oldukları ve düzenli piyasa yatırımlarına devam ederek endekslerde alış sinyallerine yol açtığı belirtiliyor.

Araştırma firmasının teknik analizlerinde piyasalarda değer kaybı ancak piyasaların ana destek bölgesine kadar düşebildiği ve bu bölgeye düşen değerlerin direnç oluşturarak yatırımcıları alıma yönelttiği belirtiliyor. Hisse senetleri piyasalarının bu ana destek bölgesinin aşağısına düşmemesi ise yatırımcıların, para yöneticilerinin ve sermaye yöneticisi kurumların geleneksel olarak kısa süreli piyasa hareketlerine göre pozisyonlarını değiştirmemesiyle açıklanıyor.

Yükseliş para yöneticilerini piyasaya zorluyor

İhtiyatlı yatırımcılar yükseliş sürecinde çok daha fazla dikkatli davransa da bu piyasaların küçük bir kısmını oluşturuyor. Bunun yanında ihtiyatlı para yöneticilerinin de piyasaya katılıma zorlanıyor. Piyasa değerlerinin altında seyretmek para yöneticileri için mesleki intihar olacağından yükselişe ayak uydurarak satın alma pozisyonuna geçmek zorunda kalıyorlar.

Birçok yatırımcı parasal ve mali destekler, düşen talep ve korona virüs için potansiyel tedavi ve aşı haberlerini piyasalara girmek için yeterli bir sebep olarak görüyor. Bu da kötü işsizlik rakamlarına rağmen yatırımcıların piyasaları desteklemeye devam etmesinin bir diğer nedeni olarak açıklanıyor.

23 Nisan 2020 Perşembe

Kamu sigorta şirketlerinin TVF'ye devri tamamlandı

TVF, kamuya ait sigorta şirketlerinin kamu bankaları ve diğerlerine ait hisselerini 6.54 milyar TL'ye satın aldığını açıkladı
Kamuya ait sigorta, hayat ve emeklilik şirketlerinin Türkiye Varlık Fonu (TVF), çatısı altında birleşmesi için satın alma işlemleri tamamlandı. Böylece kamuya ait Güneş Sigorta, Halk Sigorta, Ziraat Sigorta, Vakıf Emeklilik ve Hayat, Ziraat Hayat ve Emeklilik ile Halk Hayat ve Emeklilik tek bir şirket olarak Varlık Fonu altında faaliyet gösterecek. Dünya'nın haberine göre, Türkiye Varlık Fonu’nun şirketi TVF Finansal Yatırımlar’a 6 şirketin maliyeti 6.54 milyar lira olacak. Bu bedelin 179.1 milyon liralık kısmı hariç tamamı özel tertip iç borçlanma senedi ile ödenecek.

Güneş Sigorta için 612.5 milyon lira

Şirketlerden Kamuyu Aydınlatma Platformu’na yapılan açıklamalara göre, Varlık Fonu şirketleri piyasa değeri üzerinden satın aldı. Vakıfbank’tan yapılan açıklamaya göre şirkete ait ve Güneş Sigorta AŞ sermayesinin yüzde 51,1'ini temsil eden hisseler ile Vakıf Emeklilik ve Hayat AŞ sermayesinin yüzde 53,9'unu temsil eden hisseler TVF Finansal Yatırımlar AŞ'ye devri için bugün sözleşme imzalandı. Ve hisse devri tamamlandı. Vakıfbank’ın açıklamasına göre, Güneş Sigorta AŞ hisseleri için bankaya ödenecek bedel beher pay başına 2.22 TL olarak belirlendi ve toplam satış bedeli 612 milyon 586 bin 127,65 TL oldu. Satış bedelinin, tamamı özel tertip devlet iç borçlanma senedi ile ödenecek. Güneş Sigorta’nın bugün kapanışta hisse değeri 2.82 liraydı. Güneş Sigorta’nın hisselerinin yüzde 38,9’u Borsa İstanbul’da işlem görüyor.

Vakıf Emeklilik için 724.5 milyon TL

Vakıfbank ayrıca Vakıf Emeklilik ve Hayat AŞ hisseleri için bankaya ödenecek bedelin ise beher pay başına 0.0896 TL olarak belirlendiği ve toplam satış bedelinin 724 milyon 584 bin 226,21 TL olduğunu açıkladı. Bunun da tamamı özel tertip devlet iç borçlanma senedi ile ödenecek.

İşlemler sonucunda TVF Finansal Yatırımlar'ın Güneş Sigorta AŞ'nin sermayesindeki payı yüzde 61,1'e ve Vakıf Emeklilik ve Hayat AŞ'nin sermayesindeki payı yüzde 62,9'a yükseldi.

Ziraat Sigorta için 931.2 milyon lira

Ziraat Bankası’ndan yapılan açıklamaya göre ise bankaya ait ve Ziraat Sigorta AŞ sermayesinin yüzde 99,97'sini temsil eden hisseler ile Ziraat Hayat ve Emeklilik AŞ sermayesinin yüzde 99,97'sini temsil eden hisseler TVF Finansal Yatırımlar AŞ'yle devir sözleşmesi yine bugün imzalandı ve hisse devirleri tamamlandı. Buna göre, Ziraat Sigorta AŞ hisseleri için bankaya ödenecek bedel beher pay başına 18,63 TL olarak belirlendi ve toplam satış bedeli 931 milyon 220 bin 550,00 TL oldu. Satış bedeli özel tertip devlet iç borçlanma senedi ile ödenecek.

Ziraat Hayat ve Emeklilik için 1.8 milyar lira

Ziraat Hayat ve Emeklilik AŞ hisseleri için bankaya ödenecek bedel ise beher pay başına 23,00 TL ve toplam satış bedeli 1 milyar 839 milyon 448 bin lira oldu. Yine satış bedelinin, tamamı özel tertip devlet iç borçlanma senedi ile ödenecek. İşlem sonunda TVF Finansal Yatırımlar'ın Ziraat Sigorta AŞ'nin sermayesindeki ve Ziraat Hayat ve Emeklilik AŞ'nin sermayesindeki payı yüzde 100'e yükseldi.

Halk Sigorta için 179.1 milyon lira nakit ödenecek

Halkbank’tan KAP’a yapılan açıklamada da bankaya ait ve Halk Sigorta AŞ sermayesinin yüzde 89,18'ini temsil eden hisseler ile Halk Hayat ve Emeklilik AŞ sermayesinin tamamını temsil eden hisseler TVF Finansal Yatırımlar AŞ'ye devredildi. Buna göre, Halk Sigorta AŞ hisseleri için bankaya ödenecek bedel beher pay başına 0.0186 TL (1 TL nominal hisse için 1,86 TL) olarak belirlendi. Toplam satış bedeli olan 578 milyon 904 bin 511,54 TL’nin 399 milyon 778 bin 774,87 TL'lik kısmı özel tertip devlet iç borçlanma senedi ile kalan tutar ise hisse devrinden sonra nakit olarak ödenecek. Halk Sigorta’nın hisselerinin yüzde 4,68’i Borsa İstanbul’da işlem görüyor, bugünkü kapanış değeri 3.50 lira.

Halk Hayat ve Emeklilik için 1.7 milyar lira

Halk Hayat ve Emeklilik AŞ hisseleri için bankaya ödenecek bedel ise beher pay başına 4,1149 TL olarak belirlendi ve toplam satış bedeli 1 milyar 695 milyon 338 bin 800 TL oldu. Bedelin tamamı özel tertip devlet iç borçlanma senedi ile ödenecek.

İşlem sonunda TVF Finansal Yatırımlar'ın Halk Sigorta AŞ'nin sermayesindeki payı yüzde 95,32'ye, Halk Hayat ve Emeklilik AŞ'nin sermayesindeki payı ise yüzde 100'e yükseldi.

Merkez Bankası faizi 100 baz puan indirdi - 22.04.2020

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, gerçekleştirdiği Para Politikası Kurulu toplantısının ardından politika faizinde 100 baz puan daha indirime giderek faizi yüzde 8,75'e çekti.

Piyasalarda Merkez Bankası'nın 25-50 baz puan aralığında indirime gitmesi bekleniyordu.

Bugün açıklanan indirimle birlikte Merkez Bankası'nın yıl başından bu yana faizlerde yapmış olduğu indirim oranı 325 puana ulaştı.

PPK son olarak mart ayında gerçekleştirdiği toplantıda 100 baz puan indirim yaparak iki yıl sonra faizleri yeniden tek haneye indirmişti.

Son 8 PPK toplantısında alınan faiz kararları şöyle:

TARİH FAİZ ORANI
14 Eylül 2018 24,00
26 Temmuz 2019 19,75
13 Eylül 2019 16,50
25 Ekim 2019 14,00
12 Aralık 2019 12,00
16 Ocak 2020 11,25
19 Şubat 2020 10,75
17 Mart 2020 9,75
22 Nisan 2020 8,75


19 Nisan 2020 Pazar

Borsada Robotlar hızlı yükseltiyor

Borsanın dipten çıkışı sırasında bazı hisseler çok hızlı yükseliyor. Bunun ana nedeni hisselerin robotlara takılması. Artık algoritma dönemindeyiz ve hisse senetlerindeki fiyat hareketleri belli göstergelerin alıma dönmesi ile gerçekleşiyor. Formasyonların, grafik çeşitlerinin sinyallerinin, fiyat hareketlerinden oluşmuş istatistiklerin değerlendirmeleri yükselişe işaret ediyorsa otomatik sistemler anında alım sinyali üretmeye başlıyor ve bu sadece bir sistemde değil algoritmik mekanizmalar içerisinde birden fazla robota yakalanıyorsa hareket hızlanıyor.

Zeynep Aktaş - Milliyet

BDDK’dan krediler için ‘aktif’ hamle

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK), dün sabah toplanarak krediler için yeni düzenleme yaptı. ‘Aktif rasyo’ hesaplamasını değiştiren kurulun kararını açıklayan BDDK Başkanı Mehmet Ali Akben, yeni düzenleme ile bankaların kaynaklarını daha verimli kullanacağını belirterek, “Reel sektör ihtiyacı olan finansmana daha rahat erişebilecek” dedi. Akben şunları söyledi:

“Bankaların asli görevi vatandaşlarımızdan ve şirketlerimizden topladıkları mevduatı kredi vererek reel ekonomiye aktarmaktır. Ancak, bazı bankaların bu temel fonksiyonu gerçekleştirmek yerine kaynaklarını para piyasaları ve yurt dışı türev piyasalarına yönlendirmeyi tercih ettiğini, bunun neticesinde reel sektörün kredi finansmanına erişimde zorlandığını bir süredir izliyoruz. Koronavirüsün dünya ekonomilerini sarstığı, ülke ekonomimizde yoğun bir finansman ihtiyacının ortaya çıktığı bu dönemde ülke tasarruflarımızı en etkin şekilde kullanmak elzemdir. Bu noktada bankalara önemli görevler düşmektedir.”

Tavsiyeye uymadılar

26 Mart’ta bankalara, kredi taleplerinin karşılanmasını tavsiye eden bir yazı yazdıklarını belirten Akben, aradan geçen üç haftada bu tavsiyeye uymayan bankalar olduğunu tespit ettikleri için bu düzenlemeyi yaptıklarını bildirdi. Akben şöyle konuştu:

“Kurumumuz düzenleme çerçevesinde kamu-özel, yerli- yabancı sermayeli banka ayrımı yapmamaktadır. Kurul kararı bankaların daha etkin çalışabilmesi için alınmıştır. Salgın sürecinde düzenlemeler ne kadar iyi işler ise herkes bundan o ölçüde fayda sağlayacaktır. Bu dönemde sahada gerçek anlamda bankacılık yapan bankalar müşteri sadakatini de artırıp orta-uzun vadeli karlılıklarını yükselteceklerdir. Vatandaştan toplanan mevduatın kaynak ihtiyacı duyan reel sektöre ulaştırılması için kredi aktarım mekanizmasının etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak en öncelikli konularımız arasındadır. Bundan sonra da gelişmelere bağlı olarak gerekli her türlü tedbir ve önlemlerin alınacağından kimsenin şüphesi olmasın.”

Zeynep Aktaş - Milliyet

14 Nisan 2020 Salı

Pakistan Başbakanı: Ya virüsten ya da açlıktan öleceğiz

Pakistan korona virüs nedeniyle oldukça zorlu bir dönemden geçiyor. Pkistan Başbakanı İmran Han karantina süreciyle ülkede hayati bir ihtiyaç olan üretimi durdurmakla önlem almayıp korona virüsün yayılmasına izin vermek gibi bir ikilemin içerisinde kaldı. Sputnik'in haberine göre; dünya liderlerine, küresel mali kurumlara ve BM Genel Sekreteri'ne çağrıda bulunan Pakistan Başbakanı, korona virüsün yarattığı ekonomik krizde gelişmekte olan ülkelere yardım edecek bir canlandırma paketi oluşturulmasını talep etti.

Gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasında bir gelir uçurumu bulunduğunu ve ikincilerin karantina nedeniyle ekonomilerinin durmasının altından kalkacak kaynaklarının bulunmadığını belirten Han, şunları söyledi:

"Gelişmiş dünyanın başlıca ikilemi, korona virüsü karantinayla dizginlemek ve sonra bunun ekonomik etkisiyle baş etmek. Gelişmekte olan dünyada ise virüsü frenlemek ve ekonomik krizle baş etmenin ötesinde en büyük endişe insanların açlıktan ölmesi."

220 milyon nüfuslu Pakistan'da geçen aydan beri teyitli 5170 vaka ve 91 ölüm bildirilirken, Başbakan kendilerinin daha sonra gerekli kaynak bulunursa genişletilmek üzere ilk etapta 8 milyar dolarlık, ABD'nin ise 2 trilyon dolarlık ekonomik kurtarma paketi açıkladığına, Almanya ve Japonya'nın paketlerinin de altta kalır tarafı olmadığına dikkat çekti. 

Pakistan'ın ya karantina ya da korona virüs yüzünden açlıktan ölmek gibi imkânsız bir tercihle karşı karşıya olduğu vurgusunu yapan Han, tüm dünyanın 1920'lerin Büyük Buhran'ından daha beter bir ekonomik krize sürüklendiğine dikkat çekerek ekledi:

"Pandemi güçlü, koordineli ve iyi tasarlanmış küresel bir müdahale olmadan durdurulamaz."

Atom bombası üretmiş bir ülke neden solunum cihazı üretemiyor?

Pakistan koruyucu ve diğer tıbbi malzeme kıtlığını protesto eden sağlık çalışanlarıyla polis arasında çatışmalara ve onlarca sağlık çalışanının gözaltına alınmasına sahne olurken, Başbakan madalyonun öbür yüzünde nükleer silah üretmiş bir ülkenin neden solunum cihazı üretemediğini sorguladı.

Cuma günü TV programlarında açıklamalarda bulunan Han, korona virüsle mücadelede elzem tıbbi malzemenin ithalatına bağımlı olmalarını eleştirerek "Solunum cihazı yapabilirdik. Alt tarafı roket bilimi değil. Biz atom bombası yapmış bir ülkeyiz" dedi. 


Dalgalanma Korkusu Nedir?

Dalgalı kur rejimlerinde kur seviyesinin piyasada belirlenmesi süspansiyon görevi görerek ekonomik şokların emilmesinde önemli rol oynar. Dalgalanma korkusu ise kurda bir değişikli olmasının diğer sorunları tetikleyebileceğini düşündüğü için bazı gelişen ülkelerdeki karar vericilerin artış yaşanmasını istememesinden kaynaklanır. Kurun sabit tutulmasıysa rezervlerin kullanılması ya da rezerv paranın repo satışı gibi enstrümanların kullanılmasıyla mümkün olur.

Dalgalanma korkusu yaşayan ülkeler kur seviyesi artışından kaynaklanabilecek diğer sorunları engellemek amacıyla kurunu sabit tutmak ister. Türkiye örneğindeyse döviz cinsinden dış borcun yüksek seviyelerde olması kur seviyesinin sabit tutulmasını elzem kılmaktadır. Fakat bu ekonomiyi de daha hassas hale getirmektedir.

Başlangıç Noktası ve Geçmişin Yükü Önemli

Brooks’a göre ülkelerin geçmişten kalan bagajları ve koronavirüs öncesi durumları da yüksek önem taşımakta. Paylaştığı grafikte TL’nin 2019 Ocak ayından 2020 Şubat ayına kadar değişim dikey olarak gösteriliyor. Yatay eksendeyse döviz rezerv satışlarının GSYH’ye oranları yer alıyor.

Türkiye geçen senelerde bir kur şokunu atlatarak 2019’da iyi bir toparlanma yaşamıştı. Swap limitleri de önceki şoku takiben Ağustos 2018’den bu yana kademeli olarak azaltılmıştı.

Dün ise TL alım için swap limiti %1’e inerken, satım limitleri vadesine 7 gün kalanlar için %1, 30 gün kalanlar için %2 ve 1 yıl kalanlar için %10 olarak değiştirildi. Berat Albayrak haftasonu yaptığı açıklamada IMF ile de hiçbir şekilde konuşulmadığını belirtti.

Bütün bunlar göz önüne alındığında kurun bu seviyelerde kalmasının mevcut imkanlarla, ileride nasıl sağlanabileceği ve şu ana kadarki çabaların ne kadar sürdürülebilir olduğu merak edilen konular arasında.


3 Nisan 2020 Cuma

Analistlerden ürküten beklenti

Piyasalarda bilinen klasik sebep-sonuç ilişkisinde ciddi değişim yaşanıyor. FED para basıp faiz indirdiği halde dolara talep korunuyor. Peki piyasalarda fiyatlanan nedir? İşte piyasaların anormalitesi...
Dünya piyasaları olağanüstü bir dönemden geçiyor. Döviz piyasalarında normal zamanlarda büyük hareketlilik olarak yaşanan değişimler bir günde gerçekleşiyor. ABD Merkez Bankası (FED) şirket tahvillerini alacağını açıklayıp dünya merkez bankalarıyla swap kanalları kuruyor. Diğer taraftan dudak uçuklatıcı repo ihaleleri açıyor ve sürekli bilanço büyümesine gidiyor. Artan dolar arzına rağmen talep ise durmuyor. Diğer taraftan ABD’de Kovid-19 için acilen kullanılmak üzere 3 milyar dolarla başlayan acil önlem paketi devreye alınmakla birlikte ayrılan bütçenin her geçen gün büyütüldüğü bilgisi paylaşılıyor. ABD Başkanı Trump, bu paketin daha da artacağını ve 2 trilyon doları bulabileceğini ifade etti. Bu kadar yüksek önlem paketine rağmen yeterli olmayacağını düşüneneler var. Önlemlere rağmen ekonomilerin daralması kaçınılmaz görünüyor. Birçok analist ise son zamanlardaki para politikası kararlarının zaten borçlu olan ülkelerde daha yüksek borca yol açacağına ve fakirleşmenin sonucunda azalan tüketimle birlikte firmaların ciddi risk altına girdiğini söylüyor.

Sadece Amerika değil bütün ülkelerin merkez bankaları para basarken dolara talebin hâlâ üst seviyeden devam etmesi ise asıl merak konusu. Piyasaya sürülen yüksek miktarlı dolara rağmen daha üst seviyeden gelen talep, fiyat artışının da sürmesine yol açıyor. Mesele ise dolara neden bu denli yüksek talebin geldiği?

Döviz piyasasında işlemler ağırlıklı olarak dolar üzerinden dönüyor. Dünyanın önde gelen merkez bankalarının çatı kuruluşu BIS geçtiğimiz yıl dünyada günlük işlem hacminin 6,6 trilyon dolar olduğunu belirtirken işlemlerin yüzde 88’inin dolar üzerinden gerçekleştiğini yayınladı. Veriler şirketlerin ve kurumların dolar borçlarının yüksek olduğunu gösteriyor. Sorun ise piyasaların Kovid-19 salgınının ne zaman ortadan kalkacağını bilememesiyle ilgili. Bu durum savunmaya geçen firmaların nakde dönmesine ve borç yüklerini azaltma ya da karşılığını kasada tutmaya sevk ediyor. Bu da beraberinde dolara talebi artırıyor. Gözlenen ise piyasalarda olumsuz senaryoların daha fazla fiyatlandığı yönünde. Nobel ödüllü Joseph Stiglitz yeni Korona virüs salgınının “farklı bir kriz türü” olduğunu ve agresif bir para politikasının ekonomik şoku çözmek için “yeterli olmadığını” söylüyor.

Borçluların dolara ulaşabilme korkularının azalması beraberinde döviz piyasalarında rahatlamayı getirecektir. Bunun ana göstergesi ise Dolar Endeksi (DXY). Dolar Endeksi DXY, kalıcı olarak 100 seviyesinin altına hatta 90’lı seviyelere gelmedikçe Merkez bankalarının alacağı tüm önlemlere rağmen dolar talebi güçlü olacaktır. DXY, 20 Mart'ta 102,4 seviyesinde kapandı. 100 seviyesinin altına kalıcı olarak kaymaması 2001 krizinde ulaştığı 120 seviyesine yeniden tırmanacağı konusunda endişeyi canlı tutuyor. Dolar Endeksi, döviz piyasalarındaki rahatlamanın da öncü göstergesi olacaktır.

ZEYNEP AKTAŞ - FORTUNE TÜRKİYE

Virüs sonrası yükselişler güçlü olacak

Martın son üç haftasında, piyasalarda son 30 yılın en volatil dönemi yaşandı. Anlaşıldığı kadarıyla virüs kontrol altına alınıncaya kadar dalgalı süreç devam edecek. Sonrasındaysa hisselerin dönemi başlayacak.
Küresel piyasalar, en büyük oynaklıklarından birini yaşıyor. Çin'in Hubei eyaletindeki Wuhan’da Aralık 2O19’da ortaya çıkan Korona virüsü mart sonuna gelindiğinde tüm dünyaya yayıldı. Ülkelerin karantina tedbirlerini devreye almasına neden olan bu virüs, petrol fiyatlarındaki şok düşüşle birleşince borsalarda son 30 yılın en sert kayıplarının yaşanmasına yol açtı. Borsalarda en uzun boğa piyasaları aşağı doğru kırıldı.

Geceyi ekran başlarında geçiren dealerlar ve piyasa uzmanları, yurtdışı piyasalardaki gösterge niteliğindeki açılış verilerini takip ederek kendi piyasalarındaki bir sonraki gün olası hareketi tespit etmeye çalışıyor. Ancak henüz global piyasalarda olumlu bir işaret alınabilmiş değil.

İYİMSERLİK NASIL OLUŞACAK?

Borsa İstanbul da bundan olumsuz etkilendi. BİST 100 Endeksi 21 Ocak-20 Mart 2020 arasında yaklaşık yüzde 30 değer kaybetti. Kısa zaman aralıklarında robot işlemlerle gerçekleşen satışlar piyasalarda tam bir kâbusun oluşmasına yol açtı. Açığa satışların sınırlandırıldığı, devre kesicilerin çalıştırıldığı bir dönem olmasına rağmen sakinleşme olmadı ve çok büyük değer kayıpları yaşandı. Piyasalar henüz sakinleşmiş değil. Risk göstergeleri zirvede. Korku Endeksi (VIX) 66,04 seviyesinde bulunurken Türkiye’nin beş yıllık kredi risk primi 582 seviyesinde, iyimserliğin oluşabilmesi ise öncelikle Dünya Sağlık Örgütünden gelecek olumlu haberle doğrudan bağlantılı.

Yaşanan hızlı ve sert düşüşle birlikte Borsa İstanbul, önemli destek bölgesine gerilemiş oldu. BIST 100 Endeksi 20 Mart itibari ile 85.796 seviyesinde bulunuyor. Bu bölgeden satışların devam etmesi halinde en fazla yüzde 15 oranında bir düşüş marjı gözlenebilir. Bu da 650 haftalık hareketli ortalamaya denk geliyor. Güçlü desteği nedeniyle endeksin bu seviyelerden tepki vermesi beklenmeli. Olumlu gelişmelerle birlikte çıkış trendinin başlaması halindeyse hisse senetlerinde çok ciddi fiyat hareketleri görülecektir. Bunun ana gücü dip seviyelerden emeklilik ve yatırım fonlarının alıma dönmesi ve şirketlerin kendi hisselerini toplamaya başlaması olacak.

İYİLEŞME 3 FAKTÖRE BAĞLI

Goldman Sachs mart sonunda yayınladığı raporda borsadaki hızlı ve uzun süreli iyileşmenin üç faktöre bağlı olduğunu söylüyor. Bunları ise şöyle sıralıyor: Virüsün etkisinin ne kadar çabuk atlatılacağı, işletmelerin yeterli sermayeye ve likiditeye erişip erişemeyeceği, mali teşviklerin büyüme tahminlerini dengeleyip dengeleyemeyeceği. En fazla endişe edilen ise kısa vadeli şirket kapanmalarının kalıcı işten çıkarmaya yol açması halinde, virüs etkisinin geçmesinden sonra da negatif durumun devam edebilme ihtimalinin sürecek olması.

Kovid-19 salgını geride kaldığında piyasalar bol likidite ve düşük faiz ortamı ile karşı karşıya gelecek. Böyle bir ortamda yeni hikâye yazabilen ülkeler ön plana çıkacak.

ZEYNEP AKTAŞ – FORTUNE TÜRKİYE